17 Temmuz'04
Sayı: 2004/28 (20)


  Kızıl Bayrak'tan
  Genelkurmay direktifleriyle işleyen “demokrasi”!
  Kürt halkına yönelik tarihsel inkar ve imha politikası sürüyor
  Türkiye-Suriye ilişkilerinde hızlı gelişmelerin anlamı...
  CHP’den AKP’ye vekil transferleri...
  Büyüme masalları ve sefalet tablosu
  Aydos halkı yeni yıkım girişimlerine karşı hazırlanıyor!
  Pendik Belediyesi tarafından konduları yıkılmak istenen Aydoslu emekçilerle konuştuk...
  Castleblair direnişi işçi hareketini ve sendikaları felç eden...
  Direnişçi Castleblair işçilerinden sendika ağalarına...
  Direnişteki Castleblair işçilerinin kaleminden...
  Sendikalarımıza çöreklenmiş ihanet şebekelerini dağıtalım!
  Almanya’da onbinlerce Daimler-Chrysler işçisi ayakta!
  Özelleştirme yağmasında sıra TEDAŞ’ta
  Rottweiler tipi özelleştirme
  Mevsimlik tütün işçileri eylemde
  Yasa tanımayan yasadışı devlet: İsrail
  Türkiye-İsrail arası “köklü ilişkiler”i halkların direnişi bozacak!
  Irak’ta direniş kirli planlarla hesaplaşarak ilerleyecektir
  Gericiliğe ve emperyalizme karşı birlikteliğimiz sürecek!..
  Bültenlerden...
  Bültenlerden...
  Gazetemize bazı eleştiriler...
  Kızıl Bayrak’a yönelik eleştirel değerlendirmeler...
  Alişer hevala yanıt...
  14 Temmuz bir çağrıdır!
  Fahrenheit 9/11
  Şahintepesi İşçi Kültür Evi açıldı...
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Peşkeş furyası sürüyor...

Özelleştirme yağmasında sıra TEDAŞ’ta

Cem Taylan

Kamu kurum ve kuruluşlarının özelleştirme yoluyla sermayeye peşkeş çekilmesine TEDAŞ da eklendi. Elektrik enerjisinin dağıtımından sorumlu kurum olan TEDAŞ, Özelleştirme Yüksek Kurulu’nun (ÖYK) 2 Nisan ‘04 tarihli kararının 3 Nisan tarihli Resmi Gazete’de yayınlanması ile özelleştirme kapsamına alındı.

Yıllardır parça parça atılan adımlar

Aslında elektrik üretim, iletim ve dağıtım tesislerinin özelleştirilme adımları 20 yıl öncesine dayanıyor.

1984 yılında 3096 sayılı yasa ile TEK dışındaki kuruluşların elektrik üretimi, iletimi ve dağıtımı yapmasının önü açılmıştır. 3096 sayılı yasa ile TEK’in tekel konumu kaldırıldı.

1993 yılında 513 sayılı KHK ile TEK, TEAŞ ve TEDAŞ olarak ikiye bölündü. Ardından satışına yönelik dağıtım şirketlerine ayrılmasıyla TEDAŞ’ın merkezi yapısı bir kez daha dağıtıldı.

1994 yılında 3996 sayılı yasa çıkarıldı. Bu yasa ile bazı hizmetlerin Yap-İşlet-Devret (YİD) modeli ile yaptırılmasının önü açıldı.

1996 yılında ise, 8269 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile YİD modelinin “devret” kısmı atılarak Yap-İşlet (Yİ) modeline yönelindi.

Daha sonra Anayasa’nın 47, 125 ve 155. maddelerini değiştiren yasa ile, sektörde kamu adına yapılan Danıştay denetimi görüş bildirmeye indirgendi ve iç hukuk sistemi yerine “Uluslararası tahkim”in önü açıldı. Diğer taraftan İşletme Hakkı Devri adı altında sektör uluslararası sermayenin denetimine sokularak tamamen ticarileştirildi.

TEK’in ikiye bölünerek özelleştirmeye başlanmasını takiben, Dünya Bankası’nın verdiği kredinin ön şartı olan, TEAŞ’ın yeni parçalara bölünmesi işlemi de gerçekleştirildi. 2001 yılında TEAŞ’ın, “Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi (TEİAŞ)”, “Elektrik Üretim Anonim Şirketi (EÜAŞ)” ve “Türkiye Elektrik Ticaret ve Taahhüt Anonim Şirketi (TETAŞ)” olarak üçe ayrıldığı görülür.

Son olarak, 4628 Sayılı “Elektrik Piyasası Yasası” ve ardından kurulan “Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu (EPDK)” ile sektörde kamu hizmeti anlayışı terkedilerek, tümüyle serbest piyasa faaliyeti olarak önü açıldı.

Görüldüğü gibi 20 yıllık süreç boyunca tüm hükümetler, enerji dağıtımını sermaye çevrelerinin yağmasına sunmak için yasa üstüne yasa çıkarmış, onlarca yönetmelik yayınlamış, hantallıktan ve çok başlılıktan dem vurulurken, sırf özelleştirme için 600 kişilik bir “uzman” yığını istihdam edilmiştir (ki bunlar yıllık 2.5 milyar doları bulan maliyet demektir). Fakat burjuva basınının da mızmızlandığı gibi pratikte fazla yol katedilemedi. Bunun nedeni şüphesiz ki aynı gerici basının yaymaya çalıştığı gibi hükümetlerin özelleştirmede beceriksizliği ya da isteksizliği değildi. Doğası gereği tekel olmak zorunda olan elektrik enerjisini çeşitli parçalara bölüp uluslararası ve yerli yağmacıların iştahına sunmak, altından kolay kalkılacak bir iş değildi. Üstüne &ml;stlük AKTAŞ, ÇEAŞ ve KEPEZ gibi özelleştirmenin ne menem bir bela olduğunun ispatı deneyimler yaşanmışken.

Piyasanın nimetlerine ilişkin
dayanaksız yalanlar

Ülkemizdeki özelleştirme şakşakçılarının başlıca gerekçesi, piyasada serbestleşme ve rekabetin fiyatlarda düşüşe neden olacağı, tüketicinin/müşterinin daha ucuza mal veya hizmet alacağı iddiası olmuştur. Enerji sektörü açısından buna ek olarak; “yatırım için para yok, başlanan yatırımların tamamlanması, yeni yatırımların yapılması ve böylelikle enerji arzında sürekliliğin sağlanması için özelleştirme şart” nakaratı eklenmiştir. Bunun için de, bir “elektriksiz kalma” umacısı gösterilerek kamuoyunda yeni yolsuzluklara ve soygunlara uygun psikoloji yaratılmak istenmiştir.

Öncelikle rekabetin ucuzluk yaratacağı yalanına dönelim ve bir an için bu iddiayı savunan liberallerin dilini kullanalım; yani rekabetin ucuzluk getireceğini varsayalım. Rekabet için dağıtımcıya farklı üretim olanakları, tüketiciye ise farklı dağıtım seçenekleri sunmak zorunludur. Bu çoklu seçenek, örneğin araba alıyorsanız mümkün olabilir, gıda alıyorsanız mümkün olabilir, çamaşır makinesi alıyorsanız mümkün olabilir. Fakat buna uygun bir teknoloji elektrik sektöründe henüz keşfedilmemiştir. Üreticiden memnun olmayan dağıtımcının, dağıtımcısından memnun olmayan tüketicinin gidebileceği ikincil seçenekler elektrik enerjisi alanında mümkün değildir. Memnun olmadığınız durumda kablonuzu söküp anlaştığınız başka bir üretici ya da dağıtıcı tesis kaynağına takamazsınız. Baş da belirtildiği gibi, yapısı gereği doğal tekel olan elektrik enerjisi özelleştirildikten sonra, üretim tesisini satın alan firma da, dağıtım tesisini alan firma da kendi coğrafi alanlarında tekel olacaktır. Görüldüğü gibi aradaki tek fark, devletin yerine özelleştirme şampiyonlarının gönlündeki gibi özel sektörün tekel olmasıdır. Bundan dolayı rekabetten kaynaklı bir ucuzlama olacağı iddiası özelleştirme için yaratılan hayali bir kılıftır.

Elektrik enerjisi, sağlıklı bir işleyiş için üretim, iletim ve dağıtım safhalarında merkezi bir yapıyı ve planlamayı gerektirmektedir. Eğer burada serbestleştirmeden bahsedilecekse, bu serbestlik emekçilerin müşteri yerine konularak satıcı tarafından soyulabilmesi serbestliği olacaktır. Nitekim devletten ucuza aldıkları elektriği fahiş fiyata satan özel santrallar ve dağıtım şirketleri ülkeyi yıllardır soyuyor. Turgay Ciner’in Park Termik’i, Enron’un ortağı olduğu Trakya Elektrik, Şarık Tara’nın ENKA santralları gibi onlarca ÇEAŞ benzeri özel santral işletmecisi, ürettikleri enerjiyi, en az yüzde 45 kârla devlete satarak devasa kârlar yapmaktadır.

Dağıtımda özelleştirme esas olarak ABD kaynaklı uluslararası özelleştirme saldırısının bir parçası. Amacı, serbestleşmenin refah ve demokrasi kavramlarıyla özdeş olduğu yalanıyla ve her türlü yasadan ve sınırlandırmadan muaf bir sermaye özgürlüğüyle, hem “kamu yararı” anlayışının halkların beyninden silinmesi, hem de tekellere sınırsız kâr olanakları sağlanmasıydı.

“Reagan’dan bu yana Amerikan kapitalizmi regülasyonu kaldırarak bütün enerji sektörünün rekabete açılması projesini tüm dünyaya dayatmakta. İddiaya göre böylelikle verimlilik artacak. Yani bu sektördeki koşullar rekabetçi optimuma engel teşkil etmeyecek. Oysa herhangi bir teknolojide büyüklük kazancının gözlenmesi rekabetçi optimumu — ki bunun içinde maliyet minimizasyonu da yer alır — imkansız hale getirir. Tabii işin bu yanı es geçilmektedir. Verimliliğin arttığı ise henüz gözlenmiş değil. Ciddi iktisatçıların yazdıkları gibi artacağına dair bilimsel bir işaret de yok. Tersine örnekler; Enron olayı, Kaliforniya enerji krizi, son ABD-Kanada karartması gibi ‘failure’lar (hatalar-b.ç.) ise bolca mevcut. (Kaliforniya’da fiyat manipülasyonuyla birkaç haftada 15-20 milyar dolar hortumladılar). Sorun, ham ekonomik model olan rekabetci piyasalar paradigmasının gerçekle ne ölçüde bağdaştığının ideolojik bir tavırla gözardı edilmesinden kaynaklanıyor. Kısacası bir ‘görünmez el’ var; ama ne zaman bizi refaha götürecek ne zaman cebimizi boşaltacak belli değil. Veya değilmiş gibi davranılıyor. Enerji piyasalarında liberalizasyon, sermayenin her ne pahasına olursa olsun regülasyondan kurtulma arzusuna dayanıyor; sa¤lam bir ekonomik rasyonale değil.” (Çağlar Güven, ODTÜ Endüstri Mühendisliği Bölüm Başkanı)

Enerji açığı iddiası ve rakamların dili

Enerji açığı yaşanacağı ve bu nedenle özelleştirme yoluyla yatırım yapılması gerektiği iddialarına gelince, bu çok yönlü incelenmesi gereken bir demagojidir. İlk elden söylenecek olan, ülkede 2002 yılı verileriyle enerji arz fazlası (yaklaşık 60 milyar kilowattsaat) yaşandığıdır. Aradan geçen iki yıllık sürede yaşanan ekonomik krizin etkileri hissedilir derecede azaltılamamış, dolayısıyla özellikle sanayide kayda değer bir enerji talebi artışı olmamıştır. Nitekim bırakalım EMO, KESK-ESM gibi kamu çıkarı gözeten örgütlülüklerin kanıtlarını, 27 Mayıs 2000 tarihli “müsteşarlar tutanağı” da böylesi bir arz fazlalığını itiraf etmektedir: (Tutanağa ait madde 2): 2002-2004 döneminde yedekli sistem ihtiyacının üzerinde bir kapasite fazlalığının da projelerin devreye giriş tarihlerinde ayarlama yapılmak suretiyle giderilmesi gerektiğ#133;

Bu ne demektir? Türkçesi; biz enerji üretiminde kapasite fazlalığına rağmen YİD (Yap İşlet Devret) veya Yİ (Yap İşlet) modeli ile bir sürü ihale açtık ve sonuçlandırdık. Bunların birçoğu başladı, hatta bazıları bitti bile. Üstelik bunlar alım garantili, yani her durumda tüketilme ya da parası ödenme sözü verilmiş enerji ihaleleriydi. Böyle bir üretim fazlalığına rağmen özel sektörce yapımına başlanmış bu santraller durdurulamayacağına göre (!), hiç değilse bunların işletmeye alınma tarihlerinde gecikme sağlayalım. Ve aynı tutanağın 6. maddesi şöyle: “Hazine garantisi verilmiş YAP-İŞLET projelerinden 2003-2004 döneminde devreye girmesi öngörülenlerin, bu yıllardaki kapasite fazlalığını giderecek şekilde işletmeye giriş tarihlerinin ayarlanması için çaba gösterilmesi…”

Rakamların diliyle konuşalım:

1) Öncelikle termik ve hidroelektrik santrallerde üretilen 1 kilowattsaatlik enerjinin bedeli 3-4 centtir. Aynı enerji doğalgaz santrallerinde 8-9 cent civarında üretilmektedir.

2) 2002 yılını baz alırsak, alım garantisi verilmiş özel sektöre ait santraller şunlardır:

Park-Teknik Çayırhan : 630 MW

Enron Trakya Elektrik : 500 MW

Unimar Trakya : 500 MW

Esenyurt İstanbul : 190 MW

Ova Elektrik Gebze : 250 MW

Çolakoğlu Gebze : 300 MW

Mobil Santraller Toplam : 500 MW

—————————————
Toplam : 2870 MW

2002 yılı sonbaharında (Eylül-Ekim aylarında) sisteme dahil olan ENKA Firması tarafından yapılan doğalgaz santralleri:

Gebze Doğalgaz 1550 MW

Adapazarı Doğalgaz 750 MW

Aliağa Doğalgaz 1550 MW

———————————————-
Toplam : 3850 MW

Bu iki kalemin toplamı 6720 MW tutmaktadır. Bunlara 2500 MW’lık kendi enerjisini üreten otoprodüktörler eklendiğinde, toplam miktar 9220 MW’a ulaşmaktadır. Santralların uluslararası standartlarca kabul edilen yıllık çalışması 7500 saat kabul edilince bu santralların 2002 yılına ait enerji arzı 69 Milyar 150 milyon Kwh’i (kilowattsaat) bulmaktadır. Mevcut hidroelektrik santraları kuraklık dahilinde bile en az 30 milyar kWh enerji üretmektedir. Bulgaristan ile yapılan anlaşma gereği ithal edilen 4 milyar kWh ile birlikte 2002 yılı üretim+dışalım miktarı 104 milyar Kwh’i bulmaktadır. Bu yıla ait tahmini enerji ihtiyacının 135 milyar kWh olduğu göz önüne alınırsa yaklaşık 30 milyar kWh’lik bir enerji açığı bulunmaktadır.

3-) Tesadüfe bakın ki bu açığı kapatmak için ise EÜAŞ’a ait 3 doğalgaz santrali bulunmaktadır:

Bursa : 1432 MW

Ambarlı : 1350 MW

Hamitabat : 1200 MW

——————————————
Toplam : 3982 MW = 29 Milyar 865 milyon Kwh

4-) Peki, Elektrik Üretim A.Ş’nin işlettiği diğer santraller bugün ne durumda?

Ambarlı Fuel-Oil İstanbul: 3x110 + 2x150 = 630 MW. Çalışmıyor.

Hopa Fuel-Oil Artvin: 2X25 = 50 MW. Çalışmıyor.

Çatalağzı Taş Kömür Zonguldak 2X150 = 300 MW. 1 ünite çalışmıyor.

Elbistan Linyit K.Maraş 4X340 = 1360 MW. 3 ünite çalışmıyor.

Seyit Ömer Linyit Kütahya 4X150 = 600 MW. 3 ünite çalışmıyor.

Tunçbilek Linyit Kütahya 2X32 + 1x65 + 2x150 = 429 MW. 4 ünite çalışmıyor.

Yatağan Linyit Muğla 3X210 = 630 MW 1 Ünite çalışmıyor.

Kangal Linyit Sivas 3X150 = 450 MW 1 ünite çalışmıyor.

Kemerköy Linyit Muğla 3X210 = 630 MW 2 ünite çalışmıyor.

Soma Linyit Manisa 2X22 + 6X165 = 1034 MW 4 ünite çalışmıyor.

Aliağa Motorin İzmir 6X30 = 180 MW. Çalışmıyor.

Buna göre, çalıştırılmayan üniteler nedeniyle, toplam 4203 MW kurulu güç, yani yaklaşık 31,5 milyar kwh enerji atıl bırakılmış olmaktadır. (Rakamlar EMO yayınlarından alınmıştır...)

Özelleştirmenin bedeli: İsraf ve pahalı enerji

Yaşananlar oldukça açıktır, özetleyelim: Devletin özelleştirme politikası nedeniyle elektrik enerjisinde ihtiyaç fazlası bir üretim kapasitesine ulaşılmıştır. Bu arada Mavi Akım rezaletiyle de ortaya çıktığı gibi, Ruslar’dan alım garantili ve ihtiyaç olandan fazla doğalgaz ithal edilmiştir. Enerji Bakanlığı elektrik üretim santrallerinin bir kısmının özelleştirilmesinin ardından, firmalarla yaptığı tahkime dayalı fiyatı baştan belirlenmiş alım garantili sözleşmeler nedeniyle, özel şirketlerce yapılan elektrik enerjisi üretiminde herhangi bir kısıtlamaya (yük düşümüne) gidememektedir. Her sermaye hükümetinin bu durumda yapacağı gibi AKP de ülkenin elektrik enerjisi ihtiyacını, ucuz ve yeterli kapasiteyle üretim yapabilecek mevcut termik ve hidroelektrik santrallerden karşılamak yerine, özel sektöre ait çoğu doğalgazla çaşan ve bundan dolayı pahalı üretim yapan santrallerden karşılamak istemektedir. Özelleştirmenin elektrik fiyatlarında ucuzluk yaratacağı iddiası burada da koca bir yalan olarak karşımızda duruyor. Öte yandan, doğalgaz yönünden zengin ülkelerde bile bu kaynakla elektrik üretimi %15 civarında iken, Türkiye’de elektrik üretiminde doğalgaz kullanım oranı şimdiden %50’lere dayanmıştır. Kamuya ait mevcut santraller atıl durumda bırakılark dışa bağımlı ve pahalı doğalgazdan üretilen elektriğin kullanılmasının ülkeye aylık maliyeti yaklaşık 150 milyon dolardır. Yani devlet, kapitalistler kar etsin diye zaten hassas olan ekonomiye, dolayısıyla emekçilere yıllık yaklaşık 1.8 milyar dolarlık yük getirmektedir. Bunun nedeni işbilmezlik, plansızlık değil sınıfsal bir tercihtir.

Öte yandan iddialar üzerine 2007 yılında bir enerji açığı yaşanacağını varsayalım, böylesi bir risk bile bir soygun aracı yapılmaktadır. 2007’ye yalnızca 3 yıl kaldığına göre, yapımı uzun zaman alacak termik ve hidroelektrik santraller tercih edilmeyecek ve bizler yapım süresi ve kuruluş maliyetleri daha ucuz fakat yakıtı, dolayısıyla fiyatı daha pahalı doğalgaz santrallerine mahkum edileceğiz. Bunun adeta bir şantaj politikası olduğu ise ortadadır. Ülkemizde sadece elektrik üretiminde kullanılabilecek düşük kalitede el değmemiş kömür rezervleri toprak altında beklemektedir. Yine bir akarsu zengini sayılabilecek coğrafyamızda bu akarsuların %60 ı boşa akmaktadır. Rüzgar enerjisinin yanısıra, artık makul ölçülere indiği bilinen güneş enerjisi teknolojileri de doğalgaz ve arada sırada ısıtılma ihtiyacı hissedilen nükleer enerji gibi tercihleri gccedil;ersiz kılacak alternatiflerdir.

Bu kaynakların kullanılması sadece bir tek şeye ihtiyaç duymaktadır; gücünü yerli ve uluslararası tekellerden alan bir iktidar örgütlenmesi yerine, gücünü milyonlarca işçi ve emekçiden alan ve onların yaşamsal çıkarlarını gözeten bir iktidar kurulmasına ihtiyaç var.