Suriye Başbakanı Mustafa Otri ile İsrail Başbakan Yardımcısı Ehud Olmert aynı günlerde Türkiyeyi ziyaret ettiler. Otri ile görüşen Tayyip Erdoğan Olmerte de, programın çakışmasından dolayı, gezisini bir gün erkene alması halinde kendisiyle görüşmekten memnun olacağını açıklamıştı. Erdoğan-Olmert görüşmesinin gerçekleşememesi iddia edildiği gibi siyonist bakana ilgi gösterilmediği anlamına gelmiyor. Nitekim Olmert cumhurbaşkanı, dışişleri bakanı, meclis başkanı ve çok sayıda bakanla görüştü.
Necdet Sezerin eski Suriye devlet başkanı Hafız Esadın cenaze törenine katılmak için Şama gitmesiyle hızlanan Ankara-Şam ilişkileri, bu yıl doruk noktasına ulaştı. Suriye yönetimi altı ay için hem cumhurbaşkanı hem de başbakan düzeyinde Ankara ziyaretleri gerçekleştirdi. Suriyenin davetini kabul eden Erdoğanın bu yıl içinde Suriyeyi ziyaret etmesi bekleniyor. Oysa bir dönem öncesine kadar Suriye için Türkiye İsrailin müttefiki, Ankara için ise Suriye ülkeyi bölmek isteyen bir devletti.
İki rejim arasındaki çelişki esas olarak İskenderun sancağı (Hatay), su sorunu ve Kürt hareketinden kaynaklanıyordu. Savaş tehdidiyle beraber Kürt hareketine karşı tavır değiştiren Suriye, zımnen de olsa Hataydan vazgeçince iki ülke arasındaki ilişkiler hızla gelişti. Bu gelişmelerden sonra su sorunu, en azından yakın gelecekte, ciddi bir gerilim yaratacak gibi görünmüyor.
Irak işgali karşısında farklı tavırlar sergileyen iki gerici rejim, Kürtlerin devletleşmesi karşısında takındıkları şovenist tavırda birleştiler. Zira Güney Kürdistanda bağımsız bir oluşum, her iki rejimin de son istediği şeydir. Buna İrandaki molla rejimini de katmak mümkündür. Yani biri tescilli Amerikan uşağı, diğer ikisi ise Amerikan emperyalizminin öncelikli hedefi olan üç devlet, Kürt halkının kaderini tayin etme hakkını engellemek için birleşmiş bulunuyorlar.
Tam da bugünlerde Kürt hareketiyle çatışmaya giren İran her gün Ankaraya çatışmalara dair raporlar ulaştırıyor. Otri-Erdoğan görüşmesinde ise, Kongra-Gel karşısında alınacak ortak tavır üzerinde anlaşma sağlandığının ipuçları veriliyor. Kürt hareketinin son yıllarda emperyalist-siyonist saldırganlığın (Ortadoğuda saldırgan gücün üçüncü ayağının Ankara rejimi olduğunun altını çizmek gerek) hizmetine girme çabaları sergilemeleri, bu gerici rejimlerin Kürt halkına karşı izledikleri politikanın gerici, şovenist, saldırgan olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Suriye-Türkiye ilişkilerinin hızla gelişmesini, bu gelişimin ekonomik-ticari alanda da pekişmesini her iki ülkenin burjuvazisi de dört gözle bekliyor. Yeni palazlanan Suriye burjuvazisi kapitalist-emperyalist dünya düzeniyle ileri düzeyde bir entegrasyona ihtiyaç duyuyor. Ancak, Suriyenin Golan Tepelerinden kaynaklı İsraille çatışma içinde olması, bunun sonucunda ABD emperyalizminin Şam yönetimine uyguladığı baskı ve ambargolar bu süreci yavaşlatıyor. Dolayısıyla Suriye burjuvazisinin Türk burjuvazisiyle geliştireceği ilişkiler entegrasyon ihtiyacının karşılanması açısından özel bir önem taşıyor.
Suriyenin de Türk burjuvazisi için cazip yönleri var. Suriye yasaları ülkede yabancı bankaların kurulmasına izin vermiyor. Türk bankalarına bu konuda ayrıcalık tanınacak. Suriye pazarının bir diğer cazip yönünü bu yılın başında Şamda açılan fuara katılan bir Türk firmasının yetkilisi şöyle açıklıyor; Suriyenin sınır komşumuz olmasının sağladığı ulaşım kolaylıkları ve Irak, Mısır, Libya ve Suriye arasında İmzalanan Serbest Ticaret Anlaşması ve Suriye ile Suudi Arabistan arasındaki sıfır gümrük anlaşmasının Ortadoğu pazarında sağladığı avantajlar dikkate alındığında fuar, ülkemiz ihracatı adına atılmış önemli bir adım olmuştur. Buna mukabil Suriye başbakanı Otriye Ankara ziyareti sırasında refakat edecek heyette, Suriye Hükümetinden bazı bakanlar ve üst düzey bürokratların yanısıra, Suriye Odalar Birliği v Şam Ticaret Odası Başkanı ile Halep Ticaret Odası Başkanı da yer alıyor.
Bakir alan sayılabilecek Suriye pazarı, bu haliyle Türk burjuvazisinin Ortadoğuya girişi için avantajlı bir köprü işlevi göremeye de uygundur. Bundan hareketle iki ülke arasındaki ticaret hacminin, kurulması planlanan serbest bölgeler ve ortak yatırımlar ile bir yıl içinde 820 milyon dolardan 2 milyar dolara çıkarılması öngörülüyor. Şimdiden Ankara ve Şam karşılıklı olarak en fazla kayrılan ülke statüsü uygulamaya başladılar. Bu arada Suriye, Türkiyeye Arap Birliğinde gözlemci statüsü verilmesinin en hararetli savunucularından biri haline gelmiş bulunuyor.
Suriye-Türkiye egemenleri arasında güçlendirilen ilişkiler, ileride her iki ülkede gelişecek ilerici-devrimci halk hareketlerine karşı ortak tutum almalarına da zemin hazırlayacaktır. Son yıllarda Suriye rejiminin Kürt hareketine karşı aldığı tutum bu açıdan geleceğe ışık tutuyor. Erdoğanda, Suriye ile terörle mücadele konusunda yakın bir işbirliği içinde olduklarını açıkladı. Dolayısıyla, iki ülke ilerici-devrimci akımlarının da, aralarındaki bağları güçlendirmek için çaba harcamaları gerekiyor.
Binlerce emekçi haykırdı...
11 Temmuz günü bir grup eğitim emekçisi Ziya Gökalp Caddesinde diğer grup ise YKMnin önünde biraraya geldi. Ziya Gökalp trafiğe kapatıldı ve bir süre oturma eylemi gerçekleştirildi. Polisin yolu açmaması üzerine arka yollardan YKMnin önüne gidildi, burada da kısa bir süre yol trafiğe kapatıldı. Yaklaşık iki saat barikatın önünde beklendikten sonra yine arka caddelerden Güvenparka gidildi. Devlet Güvenparkta oturma eylemini egnelleme noktasında kararlıydı. Alana girişler engellenerek eğitim emekçileri tecrit edildi. İhtiyaç malzemelerinin alana girmesi engellendi. Polisle yapılan görüşme sonucunda oturma eyleminin Yüksel Caddesinde gerçekleştirilmesi kararı alındı. Saat 20.30da sloganlarla Yüksel Caddesine yüründü.
12 Temmuz günü şehir dışından katılımların artmasıyla oturma eylemi daha kitlesel gerçekleşti. Gün boyunca halaylar çekildi, ziyaretçilerin mesajları okundu, Kızılayda kitlesel bildiri dağıtıldı. Devletin öngördüğünün aksine eylem Yüksel Caddesinde daha kitlesel ve coşkulu bir atmosferde devam etti. Eyleme gençliğin ve diğer emekçilerin ilgisi de yoğun oldu. Akşam 78liler tarafından hazırlanan belgesel gösterildi. Sık sık devrim ve sosyalizm özlemini ifade eden sloganlar atıldı.
13 Temmuz günü Eğitim-Senin kapatılma davasının görüldüğü saatlerde miting başladı. Yaklaşık 7 bin eğitim emekçisi katıldı. Miting oldukça coşkulu geçti. Yapılan konuşmalarda Eğitim-Senin baskılara boyun eğmeyeceği ve direneceği sık sık vurgulandı.
Eylemlilik süreci ana dilde eğitim konusunda Eğitim-Sen içinde birlik olmadığını gösterdi. Bu durum saldırılara topyekûn yanıt verme noktasında ciddi sorunlarla karşılaşılacağını göstermektedir. Bir diğer olumsuzluk ise Eğitim-Sen yönetiminin engelleri fiili gücüne dayanarak değil uzlaşma görüşmeleriyle aşma çabasıdır. Oysa saldırıya tok bir yanıt verebilmek için eylemlilik süreci fiili-meşru bir zeminde yükselmeli, bu anlayışla örgütlenmelidir.