5 Haziran'04
Sayı: 2004/22 (14)


  Kızıl Bayrak'tan
  Emperyalizmi işçi sınıfının örgütlü mücadelesi altedecek!
  İnsanca yaşamaya yeterli ücret!
  Asalaklar 303 milyon asgari ücreti dahi çok buluyorlar...
  Emperyalistlerle açık-gizli tüm antlaşmalar iptal edilsin!
  Devrimci bir DİSK yaratmak için öncü işçiler görev başına!
  Personel rejimi yasası saldırısı gündemde...
  İNSERT işçileri direndi ve kazandı...
  NATO karşıtı faaliyetlerden...
  NATO karşıtı faaliyetlerden...
  Soruşturmalar, tutuklamalar, baskılar bizi yıldıramaz!
  NATO Zirvesi karşıtı kampanyanın sorunları
  Parti ve yeni dönem
  İşkence Ebu Garib zindanıyla sınırlı değil
  "Yönetim devri" emperyalist işgali meşrulaştırmaya yetmeyecek
  Yeniden "savaş" mı?
  ABD, Irak ve Kürtler...
  Çiğli İşçi Kurultayı gerçekleşti...
  Bültenlerden...
  Ekim Gençliği'nden...
  İşkence ve katliamlara sessiz kalmayalım!
  Nazım Hikmet, Orhan Kemal, Ahmed Arif...
  Demokrasi aldatmacası, F tipleri, işkence ve intihar...
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Demokrasi aldatmacası,
F tipleri, işkence ve intihar...

Ülkemizde “AB’ye uyum” yasaları üzerinden bol bol demokrasi rüzgarları estiriliyor. Yapılan düzenlemeler “AB’ye uyum” çerçevesinde olduğu halde, bizim ihtiyacımız olduğu için yapıldığı iddia ediliyor.

10 maddelik anayasa değişikliği ile DGM’ler kaldırıldı. Yerine, aynı hakim ve savcıların özel yetkilerle donatıldığı, Hakim ve Savcılar Kurulu’nun denetiminden uzak tutulan Ağır Ceza Mahkemeleri kurulacak. Yani değişen bir şey olmayacak.

Bu değişiklikler çerçevesinde, polisin temel görev alanlarını ve yetkilerini düzenleyen kanunlarda da değişiklik yapılıyor. Gözaltına alındığınızda artık gerekçesini polis açıklayacak. Haklarınızı bir bir anlatacak, özel hayatınızın gizliliğine saygı gösterilecek. Konut dokunulmazlığı en tabii hakkınız. Avukat isteyebileceksiniz. Zora ve baskıya dayanan ifadeler, geçersiz sayılacak. Susma hakkını kullanabileceksiniz...

Ne kadar demokratik görünüyor değil mi? Ama bunların hiçbiri yeni değil ki. Hepsi kağıt üzerinde zaten vardı. Ama bunların hiçbiri kolluk güçlerinin zorunlu kaldıkları durumlar dışında uygulanmadı. Tıpkı işkencenin yasak olması gibi! İşkence yasak ve suç. Ama Edirne’de iş isteyen gençlere sokak ortasında uygulanabiliyor. İşkence yaparak adam öldüren polisler bulunup mahkemeye getirilemiyor. Ya da “Hayata dönüş” katliamına katılanların isimleri bile mahkemelerin taleplerine rağmen öğrenilemiyor.

1996 yılında Diyarbakır zindanında 10 kişinin ölümü, 24 kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan katliamın sanıkları terhis oldukları için dava yürümüyor. Avukatlar davayı AİHM’e götürmeyi düşünüyorlar.

Demokrasinin nasıl işlediğini anlamak için F tiplerine gözatmak yeterlidir.

F tipi zindanlar can almaya devam ediyor. İzmir Kırıklar F Tipi Hapishanesi’nde Mehmet Akdemir’in tabutu verildi bize. Mehmet bir gardiyanı öldürdüğü iddiasıyla zindandaydı. Yetkililer Mehmet’in intihar ettiğini söylüyorlar.

Edirne F tipi zindanından ise Ali Şahin’in tabutu... Ali F tipi zindanlarını protesto nedeniyle tutuklanmıştı. 2002’de hücrede kan kanserine yakalandı ve tedavi edilmeyerek öldürüldü.

Zindanlar katliamlarla hastalıkların tedavi edilmemesiyle, ölümle birlikte anıldı bu ülkede. Tüm vahşi işkencelere, katliamlara rağmen destansı direnişlerin yaratıldığı, diz çökerek yaşamaktansa ayakta ölmenin mekanları oldu aynı zamanda. Üçbuçuk senedir F tipi zindanların hücrelerinde devrimci tutsaklar bütün ıslah programlarını çöpe attılar. Devrimci iradeyi dimdik ayakta tutmaya devam ediyorlar.

Emniyet işkencehanelerinin “intihar etti” senaryoları şimdi F tipi zindan hücrelerine taşınmaya başlandı. Mehmet Akdemir’in ölümü tam da böyle bir senaryo ile tezgahlandı. Hücrelerde bunu engelleyecek bir güç yok. Kaldı ki bu ölüm gerçekten bir intihar olsaydı bile, sorumlusu, insanları tecrit koşullarında yaşamak zorundu bırakan sistem olacaktı. İnsanları sosyal yaşamdan yalıtarak kendisi ile başbaşa bırakan işkencedir tecrit.

Ali tedavi edilmeyerek katledilen devrimci tutsaklardan sadece birisi. Sermaye devleti zindanda tuttuğu devrimcileri tedavi etmeyerek öldürmekle yetinmiyor. Wernike Korsakof tanısıyla tahliye ettiği ve iyileşemez raporunu Adli Tıp’tan verdiği yüzlerce hasta devrimciyi yeni dönemde Adli Tıp raporlarıyla ya yeniden tutukluyor ya da aranır duruma sokarak tedavilerini engelliyor. “Bilimsel” kurumların bilimselliğinin göstermelik oluşunun en çarpıcı örneği. Sistem kurumlarını politik ihtiyaçları doğrultusunda şekillendiriyor. Kimine makyaj yapıyor.

Ama bu makyaj tutmuyor, tutmayacaktır. Hiçbir demokrasi gösterisi bu sistemin katliamcı karakterinin üzerini örtemeyecektir.



Vicdanlara rağmen bu ısrar neden!

Belki sıkılmışsınızdır.

Belki “yine mi” diyorsunuzdur. Belki paylaştığınız öfkeler de durulmuş, gündelik dertler arasında erimeye yüz tutmuştur.

Belki Başbakan’ın tavrını “yeterince sert” bulup tatmin olmuşsunuzdur.

Lakin, müsaadenizle, ben yine “orada” olayım!

Önceki gün Milliyet’te, Utku Çakırözer ile Barkın Şık’ın haberi, “İsrail’i sevindiren liste” başlığıyla verilmişti.

“Bu sevinç neden?” derseniz, Hava Kuvvetleri’nden Başbakan’a 800 milyon dolarlık yeni İsrail silah sistemleri talebi gitmişti.

Zaten yürüyen 700 milyon dolarlık “tank modernizasyonu” gibi projelerin üstüne, bir de bunlar!

“Sevinç” doğal da, bu “sevinç” sizin de sevinciniz olabilir mi?

Lafta Başbakan’ın ağzından “İsrail yönetimini azarlayan” Türkiye, fiilen bu garip bağımlılıktan çıkamıyor.

ABD’nin, özellikle bu ABD yönetiminin gölgesinde, İsrail’le, hele bu İsrail yönetimiyle bu denli “vicdan hattından kopuk” silahlı, paralı ilişkilerin sürdürülmesindeki ısrarı çeşitli açılardan anlamak mümkün de...

Kabullenmek pek mümkün değil! Özellikle, daha önce ve bugün, Silahlı Kuvvetler’in üst kademelerindeki bazı isimlerin ısrarını.

Mesela, bir ara İsrail’e kendi kullandığı savaş uçağıyla bile giden Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İbrahim Fırtına, neden bu kadar ısrarlı?

Elbette, ekonomik, askeri birçok gerekçe sıralanabilir, “acil ihtiyaçlar”dan söz edilebilir. Ancak, halkının vicdanındaki yaraları derinleştirme pahasına, bu devlet, “Filistinliler’e karşı devlet terörü uyguladığından” söz ettiği bir devleti bu denli sevindirebilir mi?

Bu denli şımartabilir mi?

Ortadoğu’da ezilen halkların üstünden bu kadar rahatlıkla geçip tanklarını, uçaklarını modernize ederek gururlanabilir mi?

Filistin’i eşitsiz ve arsız bir güçle ezen tanklarla, helikopterle, füzelerle, gece görüş sistemleri ile “kan-ka” olmuş silahlanma, savunma hamlesinin övüncü nedir?

Silahlarınızın içine bir “insanlık suçları teknolojisi”ni buyur etmenin...

Savunma sisteminizin içine çok hesaplı bir sinsiliğin unsurlarını monte etmenin...

Ve halkınızın vergileriyle yarım asırlık bir işgal, toprak gaspı, zulüm ve dayatmacılık ile katliamları finanse etmenin...

Sivil ya da askeri bir utancı yok mudur?

ABD’de, bu “her şeye, her halka ve insanlığa rağmen Türk-İsrail hattı”nı katmerleştiren tarihi projenin beyinleri bunu hep “Araplara karşı” tasarladı.

Wohlstetter, aynı zamanda “Türkiye’nin de canına okumuş, bu ülkede onca kuşağın canını almış ve yakmış” Soğuk Savaş’ın ideologlarındandı.

Sonrasında, onun yetiştirmesi Richard Perle bayrağı devraldı. Hani, şu Irak işgalinin de mimarlarından, Irak’ın ardından Suriye’yi hedef gösteren “Türk dostu Karanlıklar Prensi.”

Reagan ile şimdiki Bush yönetimlerindeki pozisyonlar arasında, Özal ile dostluğunu, “Türkiye adına lobicilik”e taşıyan ve 1990-94 arasında, salt kayıtlara göre Türkiye’den 230 bin dolar alan zat.

Türkiye’yi, ordudan, siyasetten, iş dünyasından, medyadan birçok ismi etkileyerek İsrail’in yanına yapıştıran, aynı zamanda İsrail yönetimi danışmanlığı da yapmış, bugünkü saldırganlığı teşvik etmiş, “İsrail’i ikinci vatan saymış” zat.

Türkiye’nin Avrupa hedefinden haz etmeyen ve İsrail ittifakı ile Ortadoğu’nun içine ve kanına gömmek isteyen “karanlık!”

Bu hedef uğruna her türlü karışıklıktan da medet umacak bir gözü dönmüşlük!

Bu adamlar vicdanımızı bu denli mi kararttı!

Umur Talu
(Sabah, 3 Haziran 2004)