03 Ocak'04
Sayı: 2004 (14)


  Kızıl Bayrak'tan
  2003'te düzenin siyasal ve ekonomik tablosu
  Borç, faiz ve savaş bütçesi meclisten geçti...
  Sefalet ücreti belirlendi...
  Soruşturmalara ve YÖK Yasa Tasarısı'na hayır!
  28 Aralık Ankara... Gençlik sözünü söyledi!
  28 Aralık etkinliğine gönderilen mesajlardan...
  Halklarımızın "doğal felaket"lerden kurtuluşu kapitalizm felaketinden kurtulmakla gelecek!
  Emperyalist işgalcilerin kayıpları artıyor!
  2003 ihanet batağının daha da derinleştiği bir yıl oldu...
  2003 yılında işçi sınıfı hareketi...
  Birleşik Metal-İş Sendikası Genel Kurulu yapıldı....
  BMS kurulunda yapılan konuşmalardan...
  Eğitimin özelleştirilmesine hayır!
  F tipi hücrelerden sonra şimdi de D tipi tecrit hücreleri devrede
  Emperyalizme dayanmak çözüm değil, katmerli kölelik getirir
  CHİAPS Ayaklanması'nın 10. yılında Zapatist Hareket
  Filistin halkı emperyalist-siyonist kuşatma ile köleleştirilmek isteniyor...
  Türkiye ve İsrail "teröre karşı mücadele" adı altında kirli anlaşmalar yapıyor...
  Eda Trafo'da örgütlenme deneyimi ve işçi kıyımı...
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Eda Trafo’da örgütlenme deneyimi ve işçi kıyımı...

“Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için!”

Dokuz ülkeye ihracat yapan 50 kişilik trafo ve balans fabrikasında çalışıyorduk. Üretim tarzı tamamen el becerisine dayanan seri bant işi. Fabrikanın üç bant, bir fırın, bir boyahane ve bobinaj olmak üzere altı bölümü var.

Çalışanların çoğu genç. Çalışma şartlarından dolayı sürekli işçi giriş çıkışları oluyordu. Çalışanların yüzde 90’ının sigortası yoktu. Maaş ve mesailer patronun keyfiyetine göre düzensiz veriliyordu. Buna karşılık sürekli kota uygulanıyordu. Belirlenen sayı çıkmayınca zorunlu mesaiye bırakılıyorduk. Çalışanların hiçbir insani ihtiyacı gözönüne alınmıyordu. Molalarımız sabah 15, öğlen 30, akşam 15 dakika ile sınırlıydı. Yemekleri öğle molasında ancak yiyebiliyorduk. Mesailer sadece yüzde 50 olarak ödeniyordu. Cumartesi günü tatil olmasına rağmen kimi zaman saat 18:00’e kadar, kimi zaman ise daha uzun zorunlu mesaiye bırakılıyorduk. Mesailere gelmediğimiz zaman 15 günlük mesaimiz kesiliyordu. Acil durumlar ve sağlık sorunları dahil olmak üzere izin almamız neredeyse imkansızdı. Çünkü patron çin işçi değil üretim önemliydi. Ustabaşılar işçilere karşı kaba davranıyordu. Sürekli baskı ve tehdit amaçlı toplantılar yapılıyordu. Bu aşağılama toplantıları yüzünden zaten kısa olan paydosumuzu bile kullanamıyorduk. Keyfi yasaklamalar, haksızlıklar, baskılar bizleri yıldırmış ve bunlara alıştırmıştı.

Çalışma şartlarını beğenmeyen yeni işçileri ise sürprizler bekliyordu. Çıkmadan 15 gün önce dilekçe isteniyor, verilmezse 15 günlük paraları kesiliyordu. Dilekçe verseler de ücretleri zamanında ödenmiyordu. Daha önce çalışan işçilerin 2-4 aylık maaş ve mesaileri içerde biriktiriliyor, sürekli oyalanıyordu. İşten çıkmalar bu sayede denetleniyordu. Alacakların ödenmemesi için, bazen giden malların parasının dönmemesi, bazen borçların sıkışması, bazen de daha komik gerekçeler öne sürülüyordu.

İşçilerin olup-bitenlere karşı tutumu gayet sakin ve kabullenmiş bir haldeydi. Eski işçiler yeni gelen işçilere olan bitenden bahsetmiyor ve sorulan soruları yanıtlamıyordu. Çünkü eskilere ciddi baskı uygulanıyor, yeni gelenlerin kısa zamanda işten çıkma girişimleri olduğunda bundan sorumlu tutuluyorlardı. Yapılan toplantılarda gaza geliyor, birbirimizle yarışıyorduk. Böylece birbirimizi farkında olmadan eziyorduk.

Artık yeter!

Bu duruma dur demek isteyen 5 kişi biraraya gelerek bir komite oluşturduk. Yaptığımız tartışmaların sonucunda çözüm olarak sendikalaşmak gerektiğine karar verdik. Sendikalı olmanın çalışma şartlarımızı iyileştireceği sonucuna vardık. Sendikal örgütlenme çalışması yapacaktık, ancak patron yalakalarına ve muhbirlere karşı dikkatli olmalıydık. Bunun için gizlice örgütlenmeliydik. Sık sık yapılan toplantılar sonrasında genç ve deneyimsiz işçilerden oluşan komitenin bilinci gelişiyordu. Bu konuda BDSP Kurtköy çalışanlarının büyük katkı ve desteklerini aldık.

Bir yandan ufak tefek aksamalar dışında toplantılar ve eğitim çalışmaları sürdürülüyor, diğer yandan da komite diğer işçi arkadaşlara ulaşarak edindiği bilinci onlara aktarıyordu. Bu çalışmanın gizliliğini korumak için şöyle bir yol izliyorduk. Komitede bulunan 5 kişinin kendi sorumlu olduğu ve diğerlerinin karışmadığı bölümleri ya da kişileri vardı. Bu o kadar disiplinliydi ki iki yakın arkadaşın bile (ikisi de çalışmanın içinde olmasına rağmen) birbirlerinden haberi olmuyordu. İki ay içinde sayı 35’e yükseldi. Ana komitenin dışında 2 komite daha oluşturmuştuk. Elimizdeki bazı metin ve broşürlerle eğitim çalışması yapıyorduk. Toplantılarda ve çalışmalarda her zaman birbirimize destek oluyorduk. Kararları birlikte ve ortak alıyorduk. En büyük kazanımımız aramızdaki güven duygusunun gelişmesi, dostluk ve arkadaşlı&crren;ımızın güçlenmesiydi.

Sıkı durun geliyoruz!

Tüm bu çalışmalarımıza rağmen sigortasız olmamız başlı başına bir sorundu. Bir şekilde fabrikada çalıştığımızı devlete ispatlamamız gerekiyordu. Bir işçi işe başlamadan bir gün önce sigortalı olmalıdır diyen devlet (birçoğumuzun bu süreçte öğrendiği ilk şey bu idi), kaçak çalışmayı engellemek için hiçbir önlem almıyor. Sigortalı olmak için SSK’ya kendimizin bildirimde bulunmasını ise başlı başına bir tuzak ya da işten atılmak olarak biliyorduk. İşler planlanandan hızlı yürüyordu. Belli bir sayıya ulaşmıştık, harekete geçmek zorundaydık. Bekleme hem olumlu havayı kırabilir, hem de durumun açığa çıkmasına yolaçabilirdi.

Tüm risklerine rağmen toplu halde harekete geçme zamanı gelmişti. Ve genel bir toplantı yapma kararı aldık. Toplantıda başka metal fabrikalarından temsilciler de vardı. Yaptığımız sohbetlerde sorunlarımızı ve çözüm yollarını tartıştık. Temel sorun sigortasızlıktı. Bu durum çözülmeden sendikal örgütlenme için adım atamayacaktık.

Sigorta için birkaç yöntem üzerine tartıştık. Sonunda patronun vaadettiği tarih olan Ocak ayını beklemeye karar verdik (bu tarih sessiz kalan arkadaşlar içindi, diğer arkadaşlara gizlice daha yakın tarihler verilmişti). Bir başka sorun, bu süre içinde bir saldırı ile karşı karşıya kalmaktı. Bu oturumda yapılması gerekenleri tartıştık. O anda bir irtibat komitesi oluşturduk. Güvenilir olan ama henüz gitmediğimiz birkaç kişi kalmıştı. Onlara da Ocak ayının hemen başında ulaşmaya karar verdik.

Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için!

Tüm bu çalışma boyunca herşeyi, her hareketimizi normal ve olağan şekilde yerine getirmeye özen gösterdik. Toplantılar, görüşmeler yapılırken dahi servislerden her zamanki yerlerde inildi. Kim kimle arkadaşsa onunla ilişkisini sürdürdü. Fabrika içinde şüphe uyandırıcı hiçbir hareket yapılmamasına dikkat edildi. Ama coşku ve heyecan dikkatsizliği de beraberinde getiriyordu. Olası bir iş bırakma durumunda bobinaj temel bölümdü. Bu bölümde kadın işçiler çalışıyordu. Burada bir komite oluşturmak için toplantı düzenledik. Başlangıçta bu işe sıcak bakan üç kişi sonradan vazgeçti. Bu bölüm ile patronun şüphe duyduğu bir arkadaş ilgileniyordu. Patronun kadın işçilere fazla ücret teklif etmesiyle birlikte çalışmayı yürüten arkadaşımızın durumu açığa çıktı. Patron, kendine yakın işçilerizorlayarak çalışma yürüten işçileri açığa çıkardı.

Genel toplantıdan bir süre sonra genel müdür ani bir toplantı yaptı. Müdür sendikal çalışmadan haberdar olduğunu, 30 kişilik bir toplantıyı Pendik’te yaptığımızı bildiğini (yer, zaman ve sayı yanlış olsa da) söyledi. Sendikanın iyi bir şey olduğunu ama şirketin bunu kaldıramayacağını ifade etti. Bu işlerle uğraşanların “çapulcu” olduğunu, “delikanlı” olanların ortaya çıkması çağrısıyla konuşmasını bitirdi. Kimse ortaya çıkmayınca, bay delikanlı genel müdürümüz 3 işçinin adını okuyarak yukarıya çıkmalarını istedi. Bu durumda işçilerin yemekhanede oturarak işbaşı yapmamaları gerekiyordu. Ancak yapılan konuşmanın öfkesine kapılan 15 işçi arkadaş yukarıya çıkan arkadaşlarımızı takip etti. Yapılan tartışmalar sonucu bu işçiler de işten atıldı.

“Yeni mücadelelerde görüşmek üzere!..”

Tabii ki bir dizi hata yaptık. Yalnız bu çalışmaya başlarken ne kadar zor olduğu anlatılmıştı bize. En kritik anda örgütlenmenin açığa çıkmasını engelleyemedik. Üretimi durdurmak ya da yavaşlatmak yerine duygusal davranıp arkadaşlarımızı takip ettik. Bu, bizim diğer arkadaşlardan olay sırasında kopmamıza ve onların işe geri dönmelerine yolaçtı.

Fabrika önünde bir direniş sergileyemedik belki ama, asalak patron önünde ezilmemeyi, hakkımızı savunmayı, birbirimize sahip çıkmayı ve asla başımızı öne eğmemeyi öğrendik. Aynı anadan babadan değiliz, ancak sınıf kardeşiyiz, aynı aileye, aynı sınıfa aitiz. Bunun farkına varmanın gururu ve bilinci en büyük mutluluğumuz ve zaferimizdir. Okuduğumuz bir direniş kitabında işçilerin söylediği gibi, “Yeni mücadelelerde görüşmek üzere!..”

Eda Aydınlatma Sanayii’nden
bir grup genç işçi