03 Ocak'04
Sayı: 2004 (14)


  Kızıl Bayrak'tan
  2003'te düzenin siyasal ve ekonomik tablosu
  Borç, faiz ve savaş bütçesi meclisten geçti...
  Sefalet ücreti belirlendi...
  Soruşturmalara ve YÖK Yasa Tasarısı'na hayır!
  28 Aralık Ankara... Gençlik sözünü söyledi!
  28 Aralık etkinliğine gönderilen mesajlardan...
  Halklarımızın "doğal felaket"lerden kurtuluşu kapitalizm felaketinden kurtulmakla gelecek!
  Emperyalist işgalcilerin kayıpları artıyor!
  2003 ihanet batağının daha da derinleştiği bir yıl oldu...
  2003 yılında işçi sınıfı hareketi...
  Birleşik Metal-İş Sendikası Genel Kurulu yapıldı....
  BMS kurulunda yapılan konuşmalardan...
  Eğitimin özelleştirilmesine hayır!
  F tipi hücrelerden sonra şimdi de D tipi tecrit hücreleri devrede
  Emperyalizme dayanmak çözüm değil, katmerli kölelik getirir
  CHİAPS Ayaklanması'nın 10. yılında Zapatist Hareket
  Filistin halkı emperyalist-siyonist kuşatma ile köleleştirilmek isteniyor...
  Türkiye ve İsrail "teröre karşı mücadele" adı altında kirli anlaşmalar yapıyor...
  Eda Trafo'da örgütlenme deneyimi ve işçi kıyımı...
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
İran ve Türkiye halklarının ortak kaderi...

Halklarımızın “doğal felaket”lerden kurtuluşu,
kapitalizm felaketinden kurtulmakla gelecek!

A. Aydın

İran’da yaşanan deprem yıkımını görünce Türkiye’dekileri anımsamamak mümkün değil. Gerçi sistem unutturma yönünde olağanüstü çaba harcamakta ama faydası yok. Bugün İran için yaptıkları herşey, dün Türkiye için yapılmayanları göstermekten başka bir işe yaramıyor.

Türkiye için yapılamayıp da İran için yapılanlar!

Daha dün Bingöl depreminde yeterli çadırları olmadığını söyleyenler, bugün İran’a ne kadar çadır yardımı yaptıklarıyla övünüyorlar. ‘99 Marmara depremlerinde 3 koca gün boyunca bölgeye ulaşamayanlar, İran’da yıkılan kente nasıl birkaç saatte uçakla yardım yetiştirdiklerinden bahsedebiliyorlar.

Bunun kıskançlıkla bir ilgisi yok. Keşke tıynetleri yetse de daha fazla yardım edebilseler. Ancak mesele ne insani duygular, ne yardımseverlik, ne komşuluk hukuku. Bunlardan bu düzenin sahiplerinde bir nebze bulunmuş olsaydı, bu ülkede yaşanan depremlerde de farkedilirdi. Ancak tam tersi oldu. Hiçbir ön tedbir almamış olmakla kalmadılar, enkaz altındakilerin çıkarılması çalışmasına katılmamakla da kalmadılar, depremzedelere yardım için kıllarını kıpırdatmamakla da kalmadılar... Yardımları engellediler, herşeye rağmen gönderilebilenleri yağmaladılar, deprem bahanesiyle halkı vergi haracına bağlayıp toplanan paraları başka alanlara peşkeş çektiler, depremzedeleri çadırlardan polis zoruyla dışarı attılar... Ve, kalıcı konut adı altında yeni mezarların inşasını bölgedeki yıkımın baş sorumlusu konumundaki aynı müteahhitlik şirketlerine ihale ettiler. Kiminin daha içine bile girilmemiş durumdaki bu sözde #147;kalıcı” konutlar şimdiden birer döküntü abidesi haline gelmiş durumda.

Dolayısıyla İran’a yardımın, reklam dışında bir anlamı ve içeriği bulunmuyor.

Deprem felaketinin aynasında görünen aynılık

İran depremi, sadece, Türkiye depremlerini hatırlatarak Türk devletinin sahtekarlığını, ikiyüzlülüğünü ortaya koymuyor, aynı zamanda İran devletiyle ne kadar benzeştiğini de gösteriyor. Her iki devlet tarafından sözde “rejim” ayrılıkları vurgulanarak ne kadar farklı oldukları propaganda edilse de, deprem felaketinin aynasında görünen ikizlik derecesinde benzeşen bir sınıfsal-siyasal rejim gerçekliğidir. Her iki ülkede de, burjuvazinin, o insan hayatını hiçe sayan, o acımasız, o katı iktisadi kuralları ve bu zeminde şekillenen siyasal yaşamı hakimdir. Bu hakimiyetin mollalar eliyle mi, yoksa ‘99 Türkiye’sinde olduğu gibi “sosyal-demokrat”, 2003 Türkiye’sinde olduğu gibi tövbe etmiş eski müslüman birinin başbakanlığındaki hükümet eliyle mi uygulandığı esasa ilişkin bir fark yaratmamaktadır. Esas olan temeldir ve ¨stünde şekillenen her siyasal oluşum o temele uygun hareket etmek zorundadır. Temel aynı olunca da, İran’ın mollalarıyla Türkiye’nin dincileri, sosyal-demokratları, faşistleri birbirinin aynı tutum içinde oluyorlar.

Doğudan batıya, batıdan doğuya birkaç deprem fayı üzerine kurulu Türkiye’nin o çok laik, çok demokratik rejimi, hiçbir deprem önlemine sahip bulunmuyor. Aynı (ya da farklı, önemli değil) kırıkların devam ettiği komşu topraklarda hüküm süren mollaların şeriatçı rejiminin de tıpatıp bir tutum içinde olduğu görülüyor.

İran’daki neden şeriat rejimiyse Türkiye’deki ne?

Bu yüzden, İran’daki depremin felakete dönüşmesini şeriat düzenine bağlamaya kalkanlar ya çok ciddi bir yanılgı, ya da aşağılık bir yanıltma tutumu sergiliyorlar. Biz bu tür yayınları Türk basını üzerinden izleyebildiğimize göre, büyük oranda yanıltma amaçlı bir çabanın ürünü olduğunu söyleyebiliriz. İran için bu yorumu yapanlar, Türkiye’de aynıyla yaşananlara da açıklama getirmek zorundadır. Ancak söz konusu olan kitleleri yanıltmaya yönelik bir yalan kampanyası olunca, hiçbir zorunluluk duymuyorlar. Kendi yaşadığımız gerçekleri yok sayarak, iddialarına Japonya’dan, Amerika’dan destek arıyor ve buluyorlar.

Japonya’da ve Amerika’da, daha büyük şiddetteki depremlerin tek kişinin bile burnu kanamadan atlatıldığını, İran’da felakete depremin değil, şeriatın, yoksulluğun ve cehaletin yol açtığını söylüyorlar. Ne var ki, bir yalan sırf bir doğruyla desteklendi diye yalan olmaktan kurtulmuyor. Dünyada, daha şiddetli depremlerin bile felakete yol açmadığı ülkelerin (başta da Japonya ve Amerika’nın) bulunduğu artık herkesçe bilinen bir gerçek. Ne var ki, İran’da şeriatı sorumlu tutma tavrı, aynı zamanda, Japonya ve Amerika’da “demokrasi”yi kutsama anlamına geliyor. İran’da şeriat felakete davet çıkarıyor, Amerika’da (ve Japonya’da) demokrasi felaketi önlüyor!.. Acaba?..

Demokratik gelişkinlik ve “doğal felaket”

Japonya’nın ne kadar katı, ne kadar faşizan bir siyasal rejime sahip olduğu biliniyor. Amerikan demokrasisinin ise sadece dünya halkları üzerinde estirdiği faşist terör ve savaş rüzgarlarıyla değil, içerdeki uygulamaları ve özellikle 11 Eylül’ü takibeden süreçte çıkardığı baskı yasalarıyla artık ne ifade ettiği de öyle. Japonya, zaten demokrasisiyle övünen ve onu dünyaya ihraç etmeye kalkan bir devlet değil. Amerika’ya gelince, pek övündüğü demokrasisini ihraç etmeye kalktığı ülkelerde görmek Amerikan iç yaşamında görmekten daha kolay. İşte Afganistan, İşte Irak... Irak’ta (evet baskıcı ama dinci değil) yıktığı rejimin yerine kurmayı vaadettiği demokrasinin bir şeriat rejimi (Irak İslam Cumhuriyeti) olacağını ilan etmiş bulunuyor. Ama bu gerçeklerin hiçbiri Aerikan uşaklarını etkilemiyor. Onlar aynı teraneyi (Amerikan demokrasisi övgüsünü) yinelemek için her fırsatı, bu arada deprem gibi bir felaketi, kullanmaktan geri durmuyorlar.

Gelişkin bir demokrasiye (burjuva demokrasisi bile olsa) sahip bir ülkede doğa olaylarının felakete dönüşmeyeceğini ise, geriye doğru katedilen tüm mesafeye rağmen, özellikle Avrupa ülkelerinin gerçekliği göstermektedir. Buralardan, pek fazla deprem yaşanmasa da, ne bir sel ne de başka bir “doğal felaket” haberi duyulur. Çünkü demokrasi, devletten ve yasalardan önce toplumsal bir ileriliğin ve gelişkinliğin ifadesidir. Yasalara yansıyan da esasta budur. İşçi sınıfı ve emekçi kitlelerin ekonomik-demokratik hak mücadelesi sonucu kazanılmış hakların ifadeleridir demokratik yasalar. Bu haklara ise, hiç kuşkusuz, çalışma yaşamına ilişkin olanlar kadar sosyal ve doğal yaşama ilişkin olanlar da dahildir. Yaşanabilir bir ücret, sosyal güvenlik, örgütlenme hakkı ve benzerini istemeyi ve almayı bilen bir sınıf ve halk, sağlıkı ve güvenlikli konutlar, doğa olaylarına karşı önlemler vb. istemeyi ve yaptırmayı da başarabilecektir. Nitekim Avrupa toplumları bunun örneği durumundadır.

Küçük bir sarsıntının felakete dönüşmediği bir başka ülke, Çin, gerçekliği ise, tüm eksikliklerine tüm sorunlarına rağmen daha ileri bir demokrasinin insan yaşamına neler katabileceğinin numunesi gibidir. Bugün Çin halkı doğal felaketlerden canını koruyabiliyorsa, bu, devrimle kurduğu demokrasinin (geri dönüşlerin bile bozamayacağı) bir kazanımıdır.

Japonya ve Amerika örnekleri

Japonya ve Amerika gibi ülkelerin gerçekliği ise çok daha farklı zeminlere sahip.

Bu ülkelerin rejimleri, tamamen, kendi alt yapısını, dolayısıyla kendini korumaya yönelik önlemler almak zorunda kalmışlardır. Japonya’da yaşanacak her deprem, önlem alınmazsa eğer, kitlesel ölümlerle birlikte ekonomik alt yapının yıkılmasını da getirecektir. Japonya’nın ise ne maddi alt yapısını ve ne de işgücünü göz göre göre yıkıma terketme lüksü bulunmamaktadır. Amerika, Japonya gibi sürekli depremlerle sarsılan küçük bir coğrafyada kurulu değil. Çok geniş bir coğrafyaya sahip ve sadece belirli bölgelerinde bilinen fay hatlarında önlem alması yetiyor. Özellikle de sanayi yoğun hatlarda önlem aldığı, son yıllarda yaşanan depremlerle, görülüyor. Pek çok mazlum halkın tepesine bombalar yağdıran, asker-sivil, çocuk-yaşlı demeden toplu katliamlar gerçekleştiren, dünyanın dört bir yanında ¸ıkardığı bu savaşlarda kendi askerlerini de telef eden Amerika’nın, deprem önlemlerine insani duygular nedeniyle giriştiğini söyleyebilmek için, ya aşırı derecede saf, ya da ondan da aşırı derecede yalancı bir uşak olmak gerekir.

Türkiye ve İran...

Türkiye ve İran gibi, Amerika ve Japonya ile (ve tüm Avrupa devletleri ile) esasta aynı kapitalist sistemle yönetilen, fakat depremlerde de görüldüğü gibi, ayrıntıda onbinlerle ölümde ifadesini bulan farklılıklara da sahip olan ülkelere gelince...

Hiç kuşkusuz, ayrıntılar dinsel farklılıklarda gizli değil. Ne İsa depreme karşı önlem alın diyor, ne de Muhammet almayın. Ayrıntının, bu ülkelerdeki toplumların demokratik hak ve özgürlük mücadelesinde katettiği mesafe kadar, kapitalizmin kendini inşada katettiği mesafede de aranmalı. Kapitalist dünyanın nerdeyse bir asır önce kayda geçirdiği temel insani hak ve özgürlüklerden hala mahrum yaşayan bu ülkelerin işçi ve emekçi halkları, haliyle, ülkedeki rejimi ve devleti deprem önlemi gibi konularda zorlama imkanı da bulamıyor. Öte yandan, Avrupa ve Amerika’dan nerdeyse bir asır sonra (ve Amerika’da ve Avrupa’da emperyalist aşamaya ulaştıktan sonra ve zorla) bu topraklara giren kapitalizm, zorla girmenin de etkisiyle, henüz temellerini korumayı düşünemiyor. Çünkü hala temel atabilmiş değil, hala varlık-yokluk sorunuyla uğaşıyor. Özellikle Türkiye ve İran’da (ve bütün bir Ortadoğu’da) kapitalizm, bir devrim toprağına zorla ekilmiş gericilik tohumu gibi, halkların söküp atma mücadelesiyle başetmeye çalışıyor.

Türkiye’yi düşünün. Kapitalist rejimin sıfatı konumundaki Cumhuriyet rejiminin 80 yıllık tarihi, iki büyük devrimci birikimin, iki büyük şiddet hareketiyle (askeri faşist darbeyle) bastırılma tarihidir aynı zamanda. Amerika’dan ithal Türkiye kapitalizminin asıl işi ve kaygısı, yakın zamana kadar bu topraklara yerleşebilmek, daha yerleşemeden sökülüp atılmamak oldu. Ancak ‘80 darbesiyle aldığı uzunca bir nefes sayesinde bu temel kaygılardan ve işlerden bir nebze kurtuldu da, kendi gelişim ve yerleşme sorunlarıyla ilgilenebildi.

Kapitalizmin, İran’da da çok farklı bir tarihe ve gelişim seyrine sahip olmadığı biliniyor. İran halkının da son devrimci kalkışması, daha düşük olmayan bir şiddetle kırılmakla kalmadı, mollaların o koyu gericilik rejimi eliyle de ezilmeye devam edildi.

Her türlü felaketten kurtuluşun gerçek yolu

Ancak, her iki ülkede ve halkta da, işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin içindeki devrim ateşini tümüyle söndürme imkanı bulunmadığını bilmenin korkusuyla, bu ülkelerin farklı görünen (ve gösterilmeye çalışılan) rejimleri, aynı baskı ve şiddet politika ve uygulamalarını sürdürdüler, sürdürüyorlar.

Bu ülkelere, halklarına ve rejimlerine ait gerçeklerin bu “ayrıntıları”, bu ülkelerde, niçin aynı sisteme sahip diğer ülkelerden farklı olarak, deprem önlemleri alınmadığı/alınamadığını anlatıyor.

Ancak, söz konusu gerçeklerden çıkarılamayacak, çıkarılmaması gereken sonuçlar da var. Türkiye ve İran’da (ve benzer özelliklere sahip tüm ülkelerde) deprem felaketinden kurtulmanın yolu kapitalizmi geliştirmekten geçmiyor. Kapitalizmin bu gibi ülkelerde tek yıkımı, deprem türünden doğal felaketlerle de yaşanmıyor. Dünya kapitalizmi “demokrasi” deneyiminden çoktan vazgeçmiş ve hızla geri çarketmişken, süreci geriden takip edenlerin aynı tarihi yaşamalarının hem imkanı bulunmuyor (önde gidenler böyle bir şeye asla izin vermeyecektir) hem de gereği.

Kapitalizmin her türlü felaketinden kurtuluşun çok daha kısa ve çok daha sancısız bir yolu var: Devrim ve sosyalizm...