05 Ocak '02
Sayı: 01 (41)


  Kızıl Bayrak'tan
  Düzenin iflası ve Türkiye'nin devrimci geleceği...
  Aşılamayan sendikal ihanet barikatı
  Faşist baskı, terör ve katliamların boyutlandığı bir yıl
  Milyonlarca emekçinin kanı, emeği ve geleceği pazarlanacak!
  Azami sefalet ücreti belirlendi
  Gençlik hareketinin politizasyonu artıyor
  Barbarlık ya da sosyalizm!..
  2001: Emperyalizme köleliğin pekiştiği, sosyal yıkımın derinleştiği yıl
  Anadolu Yakası Liseli Gençlik Platformu Bülteni'nden...
  Özgürlük ve sosyalizm 21. yüzyıla damgasını vuracak!..
  Arjantin'in iflası ve Türkiye
  İşçi Kültür Evleri'nin etkinliklerinden...
  Emperyalizme karşı direniş sürüyor!..
   Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Küba Devrimi’nin zaferinin 43. yılı...

Emperyalizme karşı direniş sürüyor!..

İspanya ve Portekiz’in Latin Amerika’yı istilasıyla birlikte başlayan kurtuluş mücadeleleri, Arjantin’den Şili’ye, Küba’dan Bolivya’ya, Peru’ya yayılan destansı gerilla mücadelelerine sahne oldu.

1 Ocak 1959’da emperyalizme, Amerika’nın arka bahçesinden indirilen yumruk, Orta ve Güney Amerika, hatta bazı Afrika ülkeleri ulusal kurtuluş mücadelelerinin gelişmesinde önemli moral ve siyasal bir rol oynadı. Böylece 19. yüzyıl sömürgeciliğine karşı mücadelede yenik düşen Küba, 20. yüzyıl emperyalizmini altetmeyi başaran ilk Latin Amerika ülkesi oldu.

Küba’nın bağımsızlık savaşı, Meksika ve diğer Orta Amerika ülkelerinden çok daha sonra başladı. 19. yüzyıl sonuna kadar da daha çok ülke dışındaki sürgünlerin tutuşturmaya çalıştıkları bir kıvılcım olarak kaldı. Ülke dışındaki bu eylem ve örgütlenmeler ancak 1860’lara gelindiğinde etkili olmaya başlamıştı. Ünlü halk kahramanı, şair ve düşünür Jose Marti’nin yazıları ve şiirleriyle ateşlediği ve 1895’te Küba’ya gelerek başlattığı mücadele ülke tarihinde çok önemli bir yer tuttu. Jose Marti, ülkeye gelişinden yaklaşık bir ay sonra bir çarpışma sırasında vurularak öldürüldüyse de, Küba’nın önce İspanya sonra da ABD’ye karşı verdiği bağımsızlık mücadelesinde ulusal bir simge haline geldi.

1933’de ikinci genel grev dalgası patlak verdiğinde Machado diktatörlüğünün sonu yaklaşmıştı. Şeker işçileri sekiz saatlik işgünü, ücret artışı talepleri ile Las Villas eyaletinde fabrikaları işgal ettiler. Temmuz’da iyice yaygınlaşan grevler, Machado’nun Havana’da binlerce kişiyi makineli tüfeklerle biçmesi ile ulusal ayaklanmaya dönüştü ve diktatörlük 12 Ağustos’ta devrildi. Küba işçi sınıfı ve emekçileri diktatörlüğün devrilmesinde belirleyici olmakla birlikte, iktidarı ele geçirmek yönünde ileri bir adım atamadılar.

Bunu izleyen dönemde ülke bir kez daha kan gölüne dönüşmekten kurtulamayacaktı. Çok yakında sokaklar darağaçlarıyla dolacak, en küçük şüpheliyi bile asarak, işkence ederek katliamlara katliam ekleyecek, Machado’yu dahi aratacak telsizci başçavuş Batista oluşan boşluğu dolduracaktı. Hem de kendisini kurtarıcı olarak sunarak yapacaktı bunu. Üstelik gerçekleri göremeyen, yanılsamalarla dolu Küba Komünist Partisi’nin desteğiyle.

Batista’ya karşı ilk tepkinin üniversitelerde yükselmeye başladığı dönemde Fidel Castro Ortodoks Gençlik içinde direniş yanlılarını etrafında toplamaya başladı. Daha sonra adını 26 Temmuz Moncada kışla baskını eyleminden alacak olan devrim müfrezesinin önderi oldu. Enternasyonal savaşçı Ernesto Che Guevara’nın Fidel’in Türküsüyle özetlediği gibi;

Gidelim, şafağın coşkun habercisi
Kimselerin bilmediği gizli yollardan
Kurtarmak için sevdiğin o yeşil timsahı.
...
Ve eğer vurulursak yürüdüğümüz yolda
Biz gerillaların kemikleri üstüne
Kübalıların gözyaşından örtü istiyoruz.
Amerika tarihine geçerken
İşte o kadar.

Yeşil Timsahı kurtarma düşü Ocak 1959’da gerçekleşiyordu. 1967’de Che, Bolivya dağlarında vurulduğunda üstünü örten yalnızca Kübalılar’ın, Bolivyalılar’ın, Latin Amerikalılar’ın gözyaşları değildi.

Devrimin kıvılcımını çakan 26 Temmuz Hareketi, sadece Küba işçi sınıfının değil, ABD emperyalizmi ve Batista diktatörlüğü karşısında tüm Küba ulusunun ortak çıkarlarının sözcüsü, devrimci demokratik bir hareket olarak doğdu.

Ne ABD’nin saldırıları, ne de yerli işbirlikçilerinin ülkede estirdikleri terör dalgası (işkence kurbanları dışında iki yıllık iç savaşta ölenlerin sayısı 8 bini bulmuştu) sonucu değiştirdi. 1 Ocak 1959 yılında, militan ozanlar-sanatçılar ülkesi Latin Amerika’da, Jose Marti’nin ülkesinde düş gerçekleşiyordu.
Devrim, işçilerden, köylülere, küçük burjuvaziden aydınlara kadar halkın çeşitli kesimlerinin desteğiyle gerçekleştirildi. Küba Devrimi, anti-emperyalist demokratik bir halk devrimi niteliği taşıyordu. İktidarı ele geçirme mücadelesinde üç ayrı grup etkili oldu. Kır gerillası, kentlerdeki kitle hareketi ve askerler. Öğrenci hareketi, aydınlar, popülist ve hıristiyan hareket ve partiler Küba devriminden en fazla etkilenenler arasındaydı. Küba proletaryası devrime katılmakla birlikte, fiili önderlik rolünü yerine getiremedi.

Devrimden hemen sonra yapılanlar, Küba halkının hayatında radikal değişiklikler getirdi. Özgürlüğün gerçek kazanımları birçok alanda görülebiliyordu. Kiralar yarı yarıya azaltıldı, önemli tüketim mallarının fiyatları düşürüldü, villalar öğrencilerin kalacağı yurtlara dönüştürüldü, okuma-yazma kampanyaları, kamu hizmetlerinden ücretsiz yararlanma devrimin başlıca kazanımlarıydı.

Bütün önemli dönemeçlerde siyasal kararlar parti kadroları dışında, kararın doğrudan ilgilendirdiği kişilerle birlikte alınıyordu. Yerel yönetimler düzeyinden, ulusal ve uluslararası kararlara varıncaya kadar her konu, bir yandan halk iktidarı örgütlerinde tartışılarak karara bağlanırken, Castro’nun halk karşısında konuşmaları ile de bu karar halkla paylaşılıyordu. Bu ilişki, Küba önderliğinin bürokratikleşmesinin hızını yavaşlatan önemli etkenlerinden biri oldu.

Küba deneyiminde görülen temel zaaf, işçi iktidarının-konseylerinin yokluğuydu. Kitle seferberliği, Fidel Castro’nun popülerliği ve Che’nin devrimci hattı ile iktidarın fiili uygulanışı arasında bir uçurum oluşmaya başlamıştı. Özellikle 1967 sonrasında görülen gelişme çizgisinde, bürokratik denetime daha fazla ağırlık verilirken, devrimci kitle inisiyatifi zayıflamaya başladı. Yine de Yugoslavya, Çin ya da Vietnam devrimlerine oranla söz konusu süreç Küba’da daha yavaş işledi ve tahrip edici sonuçlara varmadı.

Küba, yeraltı kaynakları açısından oldukça yoksul bir ülkeydi. Devrimden sonra sanayide atılım yapacak bir birikim yoktu. Bu ihtiyaçların karşılanması ekonominin tek yönlü ve bağımlı olarak şekillenmesiyle sonuçlandı. Bedeli ise Sovyetlere politik olarak bağlanmak oldu. SSCB’nin çökmesiyle birlikte bu bağımlılık Küba’ya çok pahalıya patladı. Önce karşılıksız olarak gösterilen ekonomik destek çekildi. Çöküşün ardından Küba en büyük şeker alıcısını da kaybetmiş oldu. ABD emperyalizminin devrimden beri uyguladığı uluslararası ticari ve siyasi ambargoda buna eklenince Küba ekonomisi nefes alamaz hale geldi. Temel ihtiyaçlar zorlukla karşılanır oldu.

Bugün Küba herşeye rağmen bağımsızlığını ve devrimin kazanımlarını koruma mücadelesi vermektedir. Üstelik en ağır ve elverişsiz uluslararası koşullarda. Devrimin kazandırdığı bilinç ve yarattığı kazanımlar, bu direnişte Küba halkının en büyük silahıdır.

Emperyalist kuşatmaya direnen Küba’ya destek dünya işçi sınıfı ve emekçilerinin tarihi önemde bir görev ve sorumluluğudur.

D. İren