05 Ocak '02
Sayı: 01 (41)


  Kızıl Bayrak'tan
  Düzenin iflası ve Türkiye'nin devrimci geleceği...
  Aşılamayan sendikal ihanet barikatı
  Faşist baskı, terör ve katliamların boyutlandığı bir yıl
  Milyonlarca emekçinin kanı, emeği ve geleceği pazarlanacak!
  Azami sefalet ücreti belirlendi
  Gençlik hareketinin politizasyonu artıyor
  Barbarlık ya da sosyalizm!..
  2001: Emperyalizme köleliğin pekiştiği, sosyal yıkımın derinleştiği yıl
  Anadolu Yakası Liseli Gençlik Platformu Bülteni'nden...
  Özgürlük ve sosyalizm 21. yüzyıla damgasını vuracak!..
  Arjantin'in iflası ve Türkiye
  İşçi Kültür Evleri'nin etkinliklerinden...
  Emperyalizme karşı direniş sürüyor!..
   Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Barbarlık ya da sosyalizm!..

Haluk Gerger

Değerli Dostlar, hepinizi sevgiyle selamlıyorum.

Bugün, dünyanın emperyalist terörün saldırıları karşısında bunaldığı bir dönemde, insanlığın ve ülkemizin, mazlum halkların, işçi sınıfının ve komünistlerin örgütlü mücadelesinden başka bir umarı yoktur. Böyle bir dönemde olaylara teşhisimizi sağlam bir biçimde, bize yol gösteren marksist-leninist ideolojinin gerekleri doğrultusunda oluşturmak mecburiyetindeyiz.

Değerli dostlar,

Bugün üretimden kopmuş yıkıcı bir finans sermayesi küreselleşme kavramı altında yeryüzü çapında küresel bir yağma ve talan politikasına girişmiştir. “Yeni Dünya Düzeni”, işte bu yeni sömürü sürecinin askeri, politik ve hukuki saldırgan üstyapısını oluşturuyor. Tabii hem küreselleşmeyle, hem “yeni dünya düzeni”yle ilgili pek çok şey söyleyebiliriz, ama bugün için şu iki tespiti yapmak bizim için yeterlidir.

Dünyanın efendileri, emperyalistler, iki büyük tarihsel süreci, iki büyük tarihsel eğilimi önce durdurmak, sonra da geriye çevirmek için bir büyük saldırıyı başlatmışlardır. Bu tarihsel eğilimlerden biri sınıfsal, ötekisi ulusal karakterlidir.

Birinci olarak hedef, emek-sermaye çatışmasında, işçi sınıfı hareketinde, onun yığınsal komünist partilerinde vücut bulmuş örgütlü gücüne dayanan kazanımlardır. Emeğin yaşamın her alanında sermaye karşısında elde etmiş olduğu mevzilerdir. Burjuvazi şimdi her yerde sınıfın büyük mücadeleler sonunda kazanmış olduğu tüm mevzileri, elde etmiş olduğu tüm hakları ve kazanımları, bir tarihsel eğilim süreci olarak durdurmak, zamanla da bunları geri almak ve nihayet süreci, tarihsel eğilimi geri çevirmek amacındadır. Bu amaçlarında önemli ilerlemeler kaydettiği de açıktır.

İkinci olarak ise, mazlum ulusların, 1950’lerde başlattıkları ulusal kurtuluş savaşlarıyla doruğa ulaşan ve Üçüncü Dünya’da bağımsız devletlerin kurulmasıyla taçlanan bir süreç sözkonusudur. Mazlum halklar, zamanla, sömürgeciliğe ve emperyalizme karşı mücadeleler vererek politik, ekonomik, kültürel, mali, vb. alanlarda tam bağımsızlıklarını elde etmeye, ulusal kaynakları üzerinde egemenlik kurmaya, kendi yazgılarını özgürce belirlemeye çabalamışlar, bu yönde de ilerlemeler kaydetmişlerdir. Şimdi emperyalizm bu tarihsel süreci de önce durdurmaya, sonra da geri çevirmeye çalışmakta, mazlum halkların dünyasını yeniden kendi sınırsız sömürü alanı haline dönüştürmeye başlamaktadır.

İşte 11 Eylül’ü de bu çerçeve içinde değerlendirebiliriz. Bizler elbette 11 Eylül türü saldırıları moral açıdan da, politik açıdan da, yöntemsel olarak da benimseyemeyiz, kendimizi ondan net bir biçimde ayırırız. Bu tür yöntemler işçi sınıfının, devrimcilerin mücadele tarzı değildir. Biz bütün bu gelişmelere bilimsel verilerin ışığında teşhis koymaya, nedenlerini, sonuçlarını, nesnel anlamlarını, neyi ifade ettiklerini anlamaya çalışırız. Bu tür saldırılar, bir anlamda, onu yapan ya da yaptıranların amaçlarından bağımsız olarak, ezilenlerin kör şiddeti olarak tanımlanabilir.

Buna karşılık olarak ABD iki aydır Afganistan’a karşı acımasız bir saldırı başlatmıştır. Bu saldırının nerede duracağını, ya da bir başka ifadeyle nerelere uzanacağını bugünden bilemiyoruz. Hem ABD içinde, hem de onun oluşturduğu uluslararası koalisyonda güçlü sesler bu tür saldırıların ve savaşın genişletilmesinden yanadırlar. Başta Irak olmak üzere, Suriye, Lübnan, Sudan, İran, hatta Mısır’ın belirli bölgeleri ile Somali, Filipinler ve Endonezya’nın vurulması, işgali, yakılıp yıkılması gündeme getirilmekte, nükleer silahların, nötron bombasının kullanılması talep edilmektedir. Bu saldırganlığın bu düzlemde alacağı boyutu henüz bilmemekle beraber bir şeyden eminiz.

Bu yeni saldırganlığın bir parçası olarak, başta CIA olmak üzere istihbarat örgütlerinin önderliğinde, suikastler, faili meçhul cinayetler, kitle kırımları, işkenceler, sabotajlar, darbeler ve başka kışkırtmalarla yeni bir kontr-gerilla usulü yıkıcı terör faaliyetleri dünyanın her yerinde daha bugünden başlatılmıştır. Bu yeni terör faaliyetlerinin uzun yıllar sürdürüleceği de açıklanmıştır en yetkili ağızlarca. Bugün ABD’de işkencenin nasıl yapılacağı tartışılıyor. Harward Üniversitesi’nin “saygın” hukukçuları; psikolojik işkence yapalım, fakat biz uygar dünyanın temsilcisi olarak psikolojik işkenceyi mahkeme kararıyla yapalım, diye fetva veriyorlar. Bunun da ötesinde, eğer daha kaba, kanlı fizik şiddet gerekirse, onu da bu işleri iyi bilen müteffiklerimize bırakalım; elimizdeki zanlıları, teröristleri, muhalifleri bu tür işkeneyi iyi yapacak olan müteffiklerimize gönderelim diye açık açık tartışıyorlar.

Daha üç gün önce uygar İsviçre’nin Basel kentinde, 76 yaşındaki bir müzisyen, Pierre Boulez isimli bir Fransız orkestra şefi, geceyarısı oteldeki odası basılarak tevkif edildi. Oraya bir konser için davetli olarak gelmiş. 76 yaşında... Alıyorlar, karakola götürüyorlar, pasaportuna el koyuyorlar, 76 yaşındaki ünlü Fransız şefi uygar İsviçre’de terör zanlısı olarak karakola götürüyorlar yaka paça. Ve sonra suçu ortaya çıkıyor. “Nedir?” diyor. “Seni terörist olarak arıyoruz” diyorlar. Meğer bundan 39-40 yıl önce, bu adam gençken bir yerde demiş ki; “işçiler operaları yaksınlar”. Sadece bu cümle nedeniyle, 40 yıl sonra, 76 yaşındaki bir müzisyeni yaka paça, geceyarısı otelini basarak, tevkif ediyorlar.

Bu şunu gösteriyor. Bu yıkıcı terörist faaliyetler bir yandan devam ederken, bütün ülkelerde tüm demokratik haklar ve özgürlükler de yavaş yavaş insanların elinden alınacak. Nitekim bu süreç başladı. Amerika’da yeni anti-terör yasaları çıkartırılıyor. İngiltere’de çıkartıldı. Almanya’da, Fransa’da, İsviçre’de, dünyanın her yerinde yeni anti-demokratik yasalar çıkartılıyor. Hiç kuşkunuz olmasın ki, işçi sınıfı, emekçiler, sol ve demokratik örgütler, sosyalistler, elbette komünistler ve devrimciler, yani bütün emek yanlısı güçler, emekten yana bütün demokratik muhalefet, küreselleşmeye karşı çıkanlar, “yeni dünya düzeni”ne karşı duranlar, hepsi, hepimiz, hepiniz, bu büyük yıkıcı emperyalist terör saldırısının baş hedefleri durumundayız ve bu terör saldırısı başlamıştır, daha oğrusu yeni boyutlarıyla yoğunlaşmıştır. O hale gelmiştir ki, biyolojik terörü bahane ederek yeryüzünün en yoksul halkını 50-60 gündür bombalayan ABD, Cenevre’de yapılan “Biyolojik Silahları Yasaklama Konferansı”ndan çekilerek konferansı sabote etmektedir. Yani, yeni bir emperyalist terörü yaşamaya başlamıştır dünya...

Değerli arkadaşlar,

Benzer bir süreci elbette Türkiye’de de görüyoruz. Bugün Türkiye’deki rejim bu savaş ortamından, bu saldırı ortamından, bunun yarattığı toz dumandan yararlanarak iki şey yapmak istiyor. Birincisini biliyoruz, kendileri de söylediler, emperyalizmin tetikçiliğini yapıp, emekçilerin çocuklarını askere gönderip, ölüme gönderip, emperyalizmden, İMF’den, Dünya Bankası’ndan 3-5 milyar dolar kan parası almak. İkinci hedef ise, daha sistematik bir hedef, bu toz dumandan yararlanarak İMF politikalarını daha rahat yürütebilmek için, dikensiz gül bahçesi yaratabilmek için, bütün toplumsal muhalefete karşı yeni bir acımasız şiddet saldırısını başlatmak.

Bugün toplumsal muhalefete yönelik saldırıların iki temel hedefi ortadadır. Bunlar Kürtlerdir ve bir de Ölüm Orucunda F-tipi cezaevlerinde direnen politik tutsaklardır. Her zaman şunu söyledik; Ölüm Orucu’ndaki tutsaklar, F-tipine karşı direnen tutsaklar, aslında özel olarak kendilerine değil, doğrudan toplumsal muhalefete karşı başlatılan büyük saldırının sadece ilk hedefidirler. Biz aymazlık yapıp, o mücadele karşısında duyarsız davranırsak, bilin ki, orada başlayan saldırı sonunda gelecek bütün demokratik toplumsal muhalefeti vuracaktır. Bugün oradaki insanlar bizim haklarımız için, bizim özgürlüğümüz için, bizim yaşamımız F-tipine dönüşmesin diye kahramanca mücadele ediyorlar. Bugün onlarla dayanışma içinde olmak, özünde, kendi kendimizle dayanışmak, kendi haklarımızı korumak anlamına gelmektedir…

Bu arada rejim savaşın genişlemesi olasılığından yararlanarak, Güney Kürdistan’da bir kitlesel kırımın peşindedir. Bugün Kürdistan halkı ölümcül tehlikeler karşısındadır. Dolayısıyla bize düşen bir görev de, bu kıyıcı emperyalist ve yerel teröre karşı Kürt halkının yanında olmaktır.

Değerli arkadaşlar,

Bugün dünyamız ve insanlık ezilenlerin kör şiddetiyle emperyalist terörün cenderesi içinde boğulmak isteniyor. Buradan tek bir çıkış yolu vardır. Bugün insanlık, bugün insan vicdanı, bugün kültür, bugün uygarlık, doğrudan, proletaryayla, onun akli silahı olan Marksizm-Leninizmle özdeşleşmiştir. Bugün insanı arıyorsanız, bugün insanlık vicdanını arıyorsanız, bugün uygarlık ve kültürü arıyorsanız, onu ancak işçi sınıfında, sınıf hareketinde ve onun ideolojisinde, Marksizm-Leninizm’de bulabilirsiniz. Tarihin hiçbir döneminde “Ya sosyalizm, ya barbarlık ve yok oluş!” şiarı bugünkü kadar gerçeklik kazanmamıştır. Tarihin hiçbir döneminde insanlık ve insanlığın kurtuluşu proletaryayla ve onun ideolojisi Marksizm-Leninizmle bu kadar dolaysız, bu denli belirgin özdeşlik kazanmamıştır. Onun için kurtuluş umudunuzu, zafer cşkunuzu, sınıf kininizi, yüreğinizdeki emekçi sıcaklığını ve sevgiyi ve tabii hepsinden önemlisi sol memenin altındaki cevahiri hep diri tutun. Bilin ki kurtuluşumuz orada yatmaktadır.

Hepinizi dostlukla, devrimci duygularla selamlıyorum...

(Almanya’nın Wuppertal kentinde gerçekleştirilen “İşçilerin Birliği Halkların Kardeşliği Gecesi”nde yapılan konuşmanın metnidir...)