05 Ocak '02
Sayı: 01 (41)


  Kızıl Bayrak'tan
  Düzenin iflası ve Türkiye'nin devrimci geleceği...
  Aşılamayan sendikal ihanet barikatı
  Faşist baskı, terör ve katliamların boyutlandığı bir yıl
  Milyonlarca emekçinin kanı, emeği ve geleceği pazarlanacak!
  Azami sefalet ücreti belirlendi
  Gençlik hareketinin politizasyonu artıyor
  Barbarlık ya da sosyalizm!..
  2001: Emperyalizme köleliğin pekiştiği, sosyal yıkımın derinleştiği yıl
  Anadolu Yakası Liseli Gençlik Platformu Bülteni'nden...
  Özgürlük ve sosyalizm 21. yüzyıla damgasını vuracak!..
  Arjantin'in iflası ve Türkiye
  İşçi Kültür Evleri'nin etkinliklerinden...
  Emperyalizme karşı direniş sürüyor!..
   Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Azami sefalet ücreti belirlendi

Asgari Ücret Tespit Komisyonu 6. toplantısının ardından, Ocak 2002’den itibaren 6 ay geçerli olacak asgari ücreti nihayet belirledi. Kendi belirlediği alanın dışındaki işçi ücretlerini de basınç altına alma işlevi gören Asgari Ücret Komisyonu, Devlet İstatistik Enstitüsü’nün (DİE) belirlediği 251 milyon rakamını dahi dikkate almadan, yeni asgari ücreti 16 yaşını tamamlamışlar için net 163 milyon 563 bin 537 TL olarak açıkladı.

Yoksulluk sınırı 900 milyona, açlık sınırı ise 300 milyona dayanmış bulunmaktadır. Asgari ücretin 163 milyon olarak belirlenmesi, 5 milyonu aşkın işçinin asgari ücrete, aileleriyle birlikte 20-25 milyon kişinin koyu bir sefalete mahkum edilmesi anlamına gelmektedir.

Ücret komisyonu asgari ücreti belirlerken, ortalama 4 kişilik bir ailenin değil, yalnızca bu ücretle çalışan bir kişinin geçim ihtiyacını dikkate almaktadır. Tabii bunu yaparken de, bu kişinin sosyal, kültürel, eğitimsel ihtiyaçlarını hiç hesaba katmamaktadır. Asgari ücretin 3500 kalori hesabı üzerinden belirlenmesi bunun en açık kanıtıdır.

Bunlar bir yana, Şubat krizi sonrasında 2 milyon kişinin işten atılmış olması çalışan insan sayısını düşürmekte, bir kişi üzerinden yapılan hesabın akıldışılığını ortaya sermektedir. Kuşkusuz, herkesçe bilinen bu gerçeklere rağmen komisyonun belirlediği rakamın düşüklüğü, onun bu gerçekleri görmemesiyle değil, kapitalist sömürü çarkı içerisindeki işlevleriyle ilgilidir. Söz konusu komisyon, işçilerin yaşamsal ihtiyaçlarını değil sermaye düzeninin yaşamsal ihtiyaçlarını gözeten, sermayenin işçi ücretleri üzerinde basınç uygulamasını sağlayan bir araçtır.

Sendika bürokratlarından sahte çıkışlar

Asgari ücretin belirlenmesinin ardından Türk-İş bürokratları yine basın karşısına çıkıp gürlemeye başladılar. Oysa hem Türk-İş ve hem de diğer konfederasyon ağaları, tüm bunlar yaşanırken patronlarla toplantılar yapıyorlardı. Bu toplantılarda yine reel sektörün sorunları, yani sermayenin mali sorunları tartışılıyor ve çözüm aranıyordu. Nihayet sermaye hükümeti, patronlara vergi muafiyeti getiren, bir yıl süreyle SSK prim borçlarını erteleyen bir tasarı hazırladı. İstihdamı artırma adı altında, sigortasız, asgari ücretle ve bütün sosyal haklardan yoksun olarak işçi çalıştırılması özendirilmekte, sendika bürokratları da patronlarla yaptıkları toplantılarda bu yönde kararların altına imza atmaktadırlar. Bu tutumları onların sahte gözyaşlarını daha damlamadan kurutmaktadır.

Asgari ücret, işçi ve emekçilerin yoksullaştırılmasının tek aracı değil. İşçi ve emekçilerde kitlesel boyutlarda yoksullaşmaya yol açan sermaye politikalarının bir parçası yalnızca. Ne var ki asgari ücret politikası, sermaye iktidarının emekçi sınıflar karşısındaki politik icraatlarının aynasıdır. Düşük ücret dayatması ya da burjuva iktisadın malum deyimiyle “işçilik maliyeti”nin düşürülmesine; kapitalistlerin artı-değerden aldıkları payın büyütülmesine olduğu kadar, ulusal ve uluslararası pazarlar üzerindeki rekabet gücünün artırılmasına da hizmet etmektedir. Buradan da anlaşılacağı gibi, düşük ücret politikası kapitalist sınıfın vazgeçilmez politikasıdır. “İşçilik maliyetinin düşürülmesi” sermaye sınıfının emekçi sınıflar karşısındaki politik açılımlarının ana eksenidir de. #147;İş gücü maliyeti” kavramıyla, yalnızca işçi ücretleri ifade edilmediği içindir ki, sermayenin emekçilere dönük saldırısı yalnızca düşük ücretle sınırlı kalmamaktadır. Düşük ücret dayatmasını, kıdem tazminatı, ikramiye gibi sosyal hakların gaspı, eğitim ve sağlığın özelleştirilmesi, kamu kurumlarının tasfiyesi, vergilerin %100’lere varan oranlarda artırılması ve kronik zamlar takip etmetedir.

Ocak zamları ve TİS’ler asgari ücret kıskacında

Milyonlarca örgütsüz işçinin çalıştığı fabrikalarda, genel olarak Ocak ve Temmuz aylarında ücret zammı yapılmaktadır. Patronlar, ücret artışlarını asgari ücrete dayandırmakta, yeni ücretler ya asgari ücrete eşitlenmekte ya da asgari ücrete yakın bir tutar olarak belirlenmektedir. Bu, toplu pazarlık hakkından yoksun milyonlarca işçinin asgari ücret sefaletine mahkum edilmesi anlamına gelmektedir. Aynı şekilde asgari ücret, toplusözleşme dönemlerinde sermayenin TİS politikasına kriter olmaktadır. Asgari ücret, nispeten daha yüksek işçi ücretlerinin aşağıya doğru basınç altına alınmasının aracı olmaktadır. Önümüzdeki dönemde sermaye sınıfı işçilerin karşısına yine sıfır zam dayatmasıyla çıkacak, geçmiş sözleşmelerden doğan ücret artışlarını yeniden masaya getirecektir.

Emeğin korunması için mücadelenin artan önemi

Servet ve sefalet arasındaki uçurum giderek derinleşiyor, emekçi sınıfların sefaleti katlanılmaz boyutlara ulaşıyor. Kuşkusuz bu egemen sınıfların sosyal patlama korkusunu derinleştiriyor. Türkiye’nin Arjantin olmayacağı yönündeki boş temenniler, giderek temenni sahiplerini de avutmaya yetmiyor.

Emekçilerin derinleşen sefaleti, emeğin korunmasına dönük talepleri de daha yakıcı hale getiriyor. Ücretlerin insanca yaşamaya yetecek bir düzeye çıkartılması, çalışma saatlerinin kısaltılması, iş güvencesi ve genel sigorta gibi talepler uğruna mücadele, giderek daha güncel bir ihtiyaç haline geliyor. Bu talepler bugün, sınıfın yalnızca düşük ücretli kesimlerinin değil, bütününün talepleri durumundadır. Bu taleplerin karşılanması, sermayenin saldırısının büyüklüğü ölçüsünde bir mücadelenin örgütlenmesi ile mümkündür.



“Türkiye Arjantin olur mu?”

Arjantin’de halk ayaklanması başladığından bu yana Türkiye’de hemen herkes birbirine bu soruyu soruyor. Oysa Türkiye’ye çok daha yakın ülkelerde sosyal çalkantılar yaşandığında bu kadar hararetli tartışmalara konu olmamıştı.

Elbette ki bu tartışmalar, özellikle de sermaye temsilcilerinin ısrarla bu soruya “Türkiye Arjantin’e benzemez” yanıtı vermelerinin bir mantığı var. Ülkemizde de acımasızca İMF politikaları uygulanmaktadır ve şu anda Türkiye son olarak aldığı 10 milyar dolarlık kredi ile İMF’ye en borçlu ülke durumundadır. Arjantin’de uygulanan İMF reçetelerinin hemen hemen aynıları Türkiye’de de uygulanmaktadır. Ve Türkiye’deki işçi ve emekçi yığınlar da Arjantin’deki sınıf kardeşlerinin yaşadığı türden bir ekonomik-sosyal yıkımın çöküntüsü altındadır.

Fakat kendine bakmayan Türkiye burjuvazisi büyük bir utanmazlıkla Arjantin’de yaşanan mali iflası alkışlamıştır. Burjuvazinin borazanı medya durumdan vazife çıkarmış, Türkiye ile Arjantin’i karşılaştırarak, İMF’nin gözünde Türkiye’nin ne kadar da önemli bir yeri olduğundan dem vurmuştur. Öyle ya; aynı İMF Arjantin’e 1.3 milyar dolarlık krediyi bile çok görüp çöküşünü hazırlarken Türkiye’ye 10 milyar doları neredeyse gözü kapalı vermiştir!

Burjuvazinin has temsilcilerinden Demirel, Arjantin’de yaşanan “sosyal patlama”nın Türkiye’de de olup olmayacağının sorulması üzerine; “Türkiye’de sosyal patlama olmaz. Türk halkı milletine, devletine bağlıdır. Ayaklanmanın çözüm olmayacağını bilir, milletine, devletine zarar vermez, kendisinin zarar göreceğini bilir” diyor. Onun söyledikleri bir yanıyla mezarlıktan geçerken ıslık çalmaktır, söylediklerinin kendisini ve sınıfını rahatlatmaktan başka bir anlamı bulunmamaktadır. Fakat bu sözlerde gizli bir tehdit de vardır. “Türk halkı kendisinin zarar göreceğini bilir” diyen Demirel, aba altından sopa göstermektedir.

Türkiyeli işçi ve emekçiler bir gün bu sermaye uşaklarının korktuklarını başlarına getireceklerdir. Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmamalıdır. Haramilerin saltanatı bu ülkede er geç yerle bir olacaktır. Yeter ki bizler işçi ve emekçileri örgütlemekte, kitleleri mücadeleye hazırlamakta üzerimize düşen sorumlulukların hakkını verelim.

D. Cemre