24 Kasım '01
Sayı: 36


  Kızıl Bayrak'tan
  Reformizm ve siyasal mücadele
  Asıl hedef işçi-emekçi hareketidir!
  Emperyalizmin askeri ve kölesi olmayacağız!
  Ekonomik yıkımın sosyal faturası ağırlaşıyor
  9 Kasım eyleminin gösterdikleri
  Aymasan: Geleceğe dersler bırakan bir direniş deneyimi
  Yoldaşlarının kaleminden Tülay Korkmaz... Her zaman direngen: Yaşamda, işkencede, hapiste
  Zorla müdahale üzerine... Bedenle savaş olmaz
  İşçi sınıfı ve emekçilerden çalınacak, sermayeye ve emperyalistlere aktarılacak!
  Afganistan'da pay kapma mücadelesi yoğunlaşıyor
  Kuzey İttifakı'nın kirli ve katliamcı sicili
  Emperyalist savaş karşıtı eylemlerinden haberler...
  Hegemonya savaşında Türkiye'nin yeri ve beklentileri...
  Mücadele deneyimi, mücadele çağrısı...
   Esenyurt İşçi Bülteni'nden...
   Mücadele tarihinden...
   ABD tehlikeli sularda yüzüyor
   Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Harekât bahanesiyle stratejik bölgelerde askeri üstünlük kuruluyor,
gelecekteki rakipler karşısında şimdiden avantaj sağlanmak isteniyor...

ABD tehlikeli suda yüzüyor

Zoltan Grossman

Kâbil’in ve diğer Afgan kentlerinin birer birer düşmesi Amerikalılara savaşın sonuna gelindiğini düşündürtüyor. Amerikan basınında yer alan haberlere bakılırsa Afganistan’daki 23 yıllık savaş, istikrarsızlık ve baskı dönemi sona erdi. Ne kadar yanlış. Yogi Berra’nın dediği gibi “Savaş bitmedikçe, bitmez.”

Öncelikle, Afganistan gibi yüzyıllardır merkezi idareden yoksun bir ülkede başkentin alınmış olması, bütün Afganistan’ın fethi anlamına gelmez. “De facto” başkent Kandahar çevresinde toplanan Taliban grupları, gerilla savaşı başlatmaya hazırlanıyor. Afganlar, Rusları ve Britanyalıları kentleri ellerinde tutarak değil, çekildikleri dağlardan vurarak yendi. Eğer Taliban ve diğer Paştun savaşçılar Çeçenler gibi “vur-kaç” tarzı gerilla mücadelesine girerse, savaş yıllar sürer.

Yeni bir gerilla savaşı, parçalı etnik yapıya sahip Afganistan’ın “Paştun güney” ve “Paştun olmayan kuzey” olarak bir kez daha bölünmesine yol açabilir. Medyada Afganistan’a doğru yola çıkan yiyecek yardımı yüklü gemilerden söz ediliyor, ama yiyeceğin her iki tarafta da “silah” gibi kullanıldığından, yardıma ulaşan taraftaki silahlı güçlerin onu kendi yandaşlarına dağıttığından ve düşman tarafa ulaşmasını engellediğinden söz eden yok.

Tarihin kanlı tekrarı

İkinci bir nokta da şu: Kuzey İttifakı güçlerinin Kâbil’e girmesiyle birlikte takvimler 1992’ye, mücahitlerin komünist Necibullah’ı devirerek Kâbil’e girdiği günlere döndü. Paştun olmayan güçler Paştunları öldürmekle kalmadı, ilk iş olarak kadınlara getirilecek “yasak”ları belirledi ve sonra da birbirlerine düştüler. Mücahitlerin geçmişteki dört yıllık dalaşı da, geride 50 bin ceset ve Batı’nın Taliban’ı 1996 yılında “özgürlükçü” olarak görmesine neden olan bir kaos ortamı bırakmıştı.

Afganistan Devrimci Kadınlar Birliği (RAWA) geçenlerde yaptığı açıklamada, İttifak’ı “tecavüzcü ve çapulcu” olarak nitelendirdi. İttifak, ülkedeki afyon ticaretinin yüzde 80’ini elinde tutuyor. Beş yıl aradan sonra yeniden Kâbil’e giren İttifak askerleri yine Paştunları öldürdü, tıpkı iki yıl önce Kosova’ya dönen Arnavutların Sırplara yaptığı gibi.

Sivil irade nerede?

Üçüncü olarak, eğer ABD ve Birleşmiş Milletler burada bir tür koalisyon hükümeti yaratmayı başarsa bile, 1992-1996 yılında olduğu gibi bir karmaşa yeniden doğabilir. Çünkü tüm Afgan etnik ve politik gruplar, üstünlüklerinin ABD güçlerince kabul görmesini isteyecektir. Washington’ın farklılıkları dağıtmaya yönelik politikaları fark edildiğinde, bu gruplardan bir kısmı derhal “eski dost”larına dönebilir.

Washington’un 1992 yılında ihtiyar Afgan Kralı Zahir Şah önderliğinde çok etnikli bir koalisyon kurma düşü, felaketle sonuçlanmıştı. ABD aynı dönem Somali’de de benzer bir birlik kurmaya çalışmıştı. ABD’nin Somali’deki vahim hatalarından biri de “birlik niyeti”nin sihirli bir biçimde tüm askeri farklılıkları gidereceğine inanmak olmuştu.

Yapılan diğer bir vahim hata da, “savaş lordları”nı “meşru politik aktörler” gibi görmek ve sivil toplum ile kabile temsilcilerini göz ardı etmekti. Sadece eli silahlı adamları içine alan ve Afgan kadınları ve erkeklerinden oluşan geniş kesimi dışında bırakan bir rejim, son 20 yıllık şiddet sürecinin ödüllendirilmesinden başka bir şey olmaz. Bu BM’nin “barışı sağlama” misyonunda yeni bir başarısızlık olacaktır.

Batı, Kâbil’in alınması için 1992 yılında mücahitleri, 1996 yılında Taliban’ı ve 2001 yılında yeniden Kuzey İttifakı’nı destekledi. Her seferinde de sebep, Afganistan’ı bir önceki rejimin baskılarından “kurtarmaktı”. Washington’ın silahlı İslami grupları desteklemesi (tıpkı İsrail’in Hamas’ı, Mısır’ın Müslüman Kardeşler’i desteklemesi gibi) geri tepti. Silahlı İslam, yoksulluğu, yolsuzluğu ve Müslüman dünyadaki yabancı varlığını öne sürerek güç toplarken, onu bastırmaya çalışmak sadece giderek artan popülerliğini meşrulaştırır.

Batı’ya ve onunla birlikte hareket eden yönetimlere düşen “aşırı sağcı” İslami grupları desteklemek ya da kösteklemek yerine, bunalmış durumdaki kitlelerin onlara yönelmesini önlemek amacıyla alternatiflerine destek vermektir. Ama ABD eski hatasını tekrar ederek Taliban’ın elini bırakıp Kuzey İttifakı’nınkini tutuyor.

Gizli niyet mi var?

Tabii ABD’nin bu çılgın metodunun gerisinde, şu anda tam olarak anlaşılamayan bir başka neden yatıyor olabilir. Afganistan, Güney Asya, Orta Asya ve Ortadoğu arasında, stratejik açıdan son derece önemli bir bölge. ABD halihazırdaki krizi kullanarak ve sürdürerek buradaki varlığını kalıcılaştırmak mı istiyor?

ABD geniş çaplı askeri hareketlerin ardından, geride hep, daha önce hiç ayak basmadığı bölgelere kurulu askeri üsler bırakıyor: Körfez Savaşı’nın ardından biri Suudi Arabistan’da olmak üzere, Arap yarımadasında dört ülkede ABD askeri üsleri kuruldu. Yugoslavya’daki askeri harekâtın ardından, Biri Kosova’da olmak üzere bölgede dört Amerikan askeri üssü kuruldu. Peki askeri üsler bölgeye yapılan müdahaleyi kolaylaştırmak için mi yapıldı, yoksa askeri müdahale bölgedeki üslerin açılmasını mı kolaylaştırdı?

Girdi mi çıkmıyor

Tarihin son derece kritik bir noktasında, ABD ordusu dünyanın stratejik öneme sahip yerlerine sızıyor ve bu bölgeleri kendi jeopolitik etkisiyle damgalıyor. Avrupa’nın ekonomik bir süper güç olarak belirdiği, Uzakdoğu’nun sıkı bir rakip olarak öne çıktığı şu günlerde, ABD’nin ekonomik gücü belki de sönüyor. Ama askeri açıdan ABD’nin hâlâ süper güç olduğu da tartışma götürmez bir gerçek. Yeni stratejik bölgelerde askeri üstünlük kurmak, gelecekteki rakipler karşısında şimdiden avantaj sağlama projesi olmasın?

Fransız Devlet Başkanı Jacques Chirac, ABD’nin Basra Körfezi’ndeki rolünü “Avrupa ve Japonya’nın petrol kaynaklarının güvenliğini kontrol etmek” diye tanımlarken doğru teşhis koymuştu. Hazar petrollerini Hint Okyanusu’na bağlayan Unacol boru hattının Afganistan topraklarından geçmesi düşünülüyor. Afgan yolları, boru hattının geçmesi düşünülen yerler.

ABD’nin politikasının gerçek niteliğini önümüzdeki günlerde ve haftalarda test etme fırsatı bulacağız. Özel güçler Afgan ve Pakistan dağlarında savaşacak mı? Bush, Çeçenya’nın başkenti Grozni’yi dümdüz eden Putin gibi davranıp Kandahar’ı dümdüz edecek mi? Kuzey İttifakı’nın Kâbil’i yönetmesine izin verilecek mi? (Kosova Özgürlük Ordusu’nun (UÇK) Kosova’da BM’nin “polis gücü” olması gibi...) Yeni “koalisyon” hükümeti bir arada durabilecek mi, yoksa elinde bir Kalaşnikof ya da roketatar tutan herkesin oturduğu bir masadan ibaret mi olacak?

Bin Ladin gerçekten yakalanabilecek mi, yoksa (Saddam gibi) ABD ordusunun bulunduğu yerden kıpırdamamasına vesile olması için yaşamasına izin mi verilecek? Şarbon yeni bombaların ve Irak’ın işgalinin gerekçesi mi olacak?

Son olarak, Afganistan, Özbekistan, Tacikistan ve Pakistan’daki Amerikan askeri üsleri yeni petrol ağının “sürekli” koruyucusu haline mi gelecek?

ABD’nin, savaştan sonra, ardında hakikaten Afgan sivilleri temsil eden bir Afgan hükümeti bırakarak bölgeden çekilmek ve Müslümanları silahlı askeri güçlerin çekiminden kurtarmak konusunda yapacağı en ufak bir hata, yeni Bin Ladin’lerin, yeni 11 Eylül’lerin tohumunu yeşertecek./16 Kasım 2001/ (Radikal/20 Kasım 2001)

(Zoltan Grossman, Winconsin-Madison Üniversitesi Coğrafya Bölümü doktora öğrencisi, Güneybatı Asya Enformasyon Grubu’nun üyesi)