Türkiyenin yeri ve beklentileri... Taliban yönetiminin kent merkezlerinde tutunamayarak geri çekilmesi, emperyalist koalisyonun sürekli bombardımanı eşliğinde Kuzey İttifakının Afganistanın büyük bir bölümünde denetimi ele geçirmesi, savaşı yeni bir aşamaya getirmiş bulunuyor. Afganistana nasıl bir biçim verilmeli, nasıl bir hükümet kurulmalı, kısacası nasıl bir Afganistan soruları savaşın geldiği noktada esas gündemi oluşturmaktadır. Bu soruların altında, Afganistan ve Avrasyanın paylaşımı, kimler tarafından nasıl ve ne ölçüde hegemonya altına alınacağı, kurulacak egemenlik ve denetimde güç ilişkilerinin ve dengelerinin konumu sorularının kendisi gizlidir. Bunun anlamı, hegemonya ve paylaşım savaşının siyasal-diplomatik cephesinin daha bir yoğunlaşacağı, Kutsal İttifak içindeki çelişkilerin çok daha belirgin bir biçimde öne çıkma e&curen;iliminde olduğudur. Barış Gücü olarak adlandırılan işgal gücünün niteliği, hangi devletlerin askerlerinden oluşacağı, inisiyatifi, görev ve yetkileri yoğun bir tartışma konusu. Bunu da yoğunlaşan paylaşım ve hegemonya kavgası olarak okumak gerekir. Afganistanın nasıl paylaşılacağı ve hangi güç ilişkileri ve güç dengelerinin egemen kılınacağı sorusunun yanıtı, aslında, Avrasyanın egemonya haritasının çizilmesi anlamına gelecektir, ya da bunun yönünü ve ana çizgilerini ortaya koyacaktır. Bu hegemonya ve paylaşım kavgasının alacağı yol ve biçim dünyamızın önümüzdeki on yıllarını ve bu yılların güç ilişkilerini koşullayacaktır... Savaşın bu yeni aşamasında Türkiyeye de görünürde çok önemli bir rol biçilmek istenmektedir. Görünürdedir, çünkü Türkiye burada esasta ABDnin stratejik çıkarlarının bir aracıdır. Elbette edilgen değil, etkin bir aracı. Emperyalist kalemler, Türkiyeyi Ilımlı İslam, laik, NATO üyesi, her defasında Batıya bağlılığını kanıtlamış bir ülke ve Müslüman halklardan gelebilecek tepkileri en iyi biçimde dengeleyebilecek ülke olarak değerlendiriyorlar. Bu özelliklerinden dolayı Barış Gücü Komutanlığının Türkiyede olmasının gerekli ve yararlı olacağını yazıyorlar. Yapılan gizli pazarlıklarda işgal birliklerinin komutanlığının Türkiyeye verilmesinin gündemde olduğu belirtiliyor. Bir kez dahavurgulamakta yarar var, işgal kuvvetlerinin komutanlığı TCye verilse de bu sadece görünürde böyledir, bunu, ABDnin diğer hegemonyacı güçler karşısında bir hamlesi, kendi hegemonik gücünü kabul ettirme manevrası olarak değerlendirmek gerekir. Bu paylaşım savaşında TCnin kullanabileceği bazı avantajları, bazı ilişkileri ve olanakları var, ama bunların pay kapmada çok önemli etkenler olmayacağı açıktır. Bu avantajların bile ABD lehine kullanılmak istendiği ve kullanıldığı biliniyor. Başka bir deyişle, TCnin Afganistan savaşındaki konumu, herhangi bir hegemonyacı bir güç olarak yer almak değil, tamamen kullanılma, ABDnin askeri, siyasal ve diplomatik elini güçlendirme biçimindedir. Yani burada alt-emperyalist ya da alt-hegemonyacı bir konumu yoktur. TC Korede kimin adına savaştıysa, Somalide kimin adına Barış Gücü Komutanlığını yaptıysa, Afganistanda da o güç adına bulunuyor. Afganistanda savaş henüz bitmedi, yeni bir aşamasına gelindi. Talibanın gerilla savaşına hazırlandığı ve bugüne kadar süren savaşta güçlerini esas olarak koruduğu belirtiliyor. Böyle bir durumda Talibana karşı kim savaştırılacak? Kuşkusuz, on beş yıllık özel savaşta önemli deneyimler kazanmış TC özel savaş birlikleri... Zaten daha önceden ABD tarafından Afganistan için istenen, hatta dayatılan askeri güç anılan amaç içindi. Bu, Türkiye için bir dayatmaydı ve TC bu dayatmayı kabul etmek zorundaydı. Ekonomik olarak iflasları oynayan, ekonomisi tamamen emperyalizme bağımlı, bir türlü ekonomik krizden ve yıkımdan kurtulamayan ekonomisini İMF ve Dünya Bankasının yönetimine bağlamış, krizden çıkmak için İMFnin yardımlarına muhtaç bir ülkenin, siyasal olarak bağımsız davranması, gelen basılara karşı direnmesi mümkün mü? Mümkün olmadığını çok iyi biliyorlar. Zaten tüm ulusalcı söylemlerine rağmen TC yönetenlerinin bağımsız davranma, gelecek baskılara ve dayatmalara karşı direnme niyet ve eğilimlerinin olmadığı da kaydedilmesi gereken diğer bir olgudur. Yani Türkiye yönetenlerinin istemi de bu savaşta yer almak, yer alarak bugüne kadar terörizm adına dile getirdği tezleri onaylatmak, gerçekleştirdiği katliamları ve özel savaş uygulamalarını meşrulaştırmak; ve hegemonya savaşının içinde kendine bir yer kaparak kimi avantajlar yakalamaktır... Dolayısıyla daha ilk günde kendilerini ABD savaş arabasına bağlayıp daha fazla avantaj ve çıkar elde etmeyi planladılar. Peki neydi hesapları ve beklentileri? Öncelikle Iraka yapılacak olası saldırıda ve Irakı yeniden biçimlendirme stratejisinde TC, daha etkili bir pazarlık gücünü yakalamak, Güney Kürdistana askeri işgal dahil her türlü müdahale olanağını elde etmek istemektedir. Güney Kürdistanda Lozan statüsünü aşacak bir gelişmeyi savaş nedeni sayması ile bu savaşta Irak ile ilgili pazarlık gücünü artırma istemi çakışmaktadır. İkincisi, tam bir iflas içinde olan ekonomisi için İMF ve Dünya Bankasından istediği desteği almanın gelinen noktada savaşta ABDnin dayatmalarına boyun eğmekten geçtiğini bilen TC, bu savaşa etkin katılarak anılan bu desteği garanti altına almak istemektedir. Üçüncüsü, TC, bu savaşta göstereceği yararlılıklar karşılığında AB kapılarının biraz daha açılacağını, bu konuda ABDnin daha etkin desteğini alabileceğini ummaktadır. Korede ABD ve genelde emperyalist sistem için girdiği savaş karşılığında NATO kapıları kendisine açılmıştı, şimdi neden AB kapıları açılmasındı ki?!. Dördüncüsü, 11 Eylül olaylarından sonra dünya çapında genel bir eğilim olarak esmeye başlayan gericilik ve özel savaş rüzgarlarını da arkasına alarak onlarca yıldır derinleştirmeye çalıştığı faşist özel savaş rejimini yeni dönemde daha da yetkinleştirmek ve bu konuda daha geniş hareket olanaklarını yakalamak istemektedir... Günlük yaşam tarafından her gün doğrulandığı gibi, bunların halklarımıza faturası daha fazla baskı, daha fazla hak ve özgürlükler gaspı, daha yoğun sömürü, dayanılmaz boyutlarda toplumsal yaşam olmaktadır... Hazırlanan bütçe, halklarımıza, emekçilere, öğrencilere, devrimcilere ve ölüm orucu direnişçilerine yapılan saldırları, katliamcı uygulamalar bunun sadece çok açık birkaç biçimidir. Ve unutulmamalıdır ki, yürürlükteki baskı ve sömürü politikaları geçici değil, süreklidir. Yaşadığımız dünya ve Türkiye gerçekliğinde günübirlik tutumlarla sonuç almak mümkün olmayacağı gibi, uzun soluklu direnme ve mücadele olanaklarını da tüketir. Dolayısıyla Türkiye ve Kürdistan devrimci güçlerinin dünyadaki son durumu, bunun Türkiye ve Kürdistana yansımalarını daha doğru bir değerlendirmeye tabi tutarak uzun soluklu, ama sonuç alıcı bir stratejik duruş almak durumundadırlar. Bunun anlamı ise, yaşanılan deneyimlerin derslerini özümseyerek, son gelişmeleri ve gelişme eğilimlerini hesaba katarak, bölge halklarını da içine alacak emekçilerin ve haklarımızın birleşik devrim direnişlerini örgütlemekten, bunun araçlarını geliştirmekten başkası değildir. PKK-Devrimci Çizgi Savaşçıları |
|||||