İçindekiler:

24 Ocak 2022
Sayı: KB 2022/04

İttifak arayışları ve ekseni
Devrimci odak ihtiyacı
Demirtaş Öcalan'la tehdit ediliyor
Sarayın sırtındaki sopa
Azgınlaşan sömürünün kaynağı
Farplas işçileri direnişte
Tekstil Grup TİS'leri başlıyor
Marksizm ve sosyal-şovenizm / 2 - H. Fırat
Katledilişinin 38. yılında Necmettin Büyükkaya
Biden: NATO'da çatlak
Kazakistan'da işçilerin direnişi
Küresel sermayenin "Riskler Raporu"
Mesleki eğitime yönelik hamleler
24 Ocak Kararları, 12 Eylül ve AKP
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Küresel sermayenin
“Küresel Riskler Raporu”

 

Dünya Ekonomik Forumu (WEF) olarak bilinen, kapitalist-emperyalist devlet temsilcileri ve ideologlarının yılda bir defa bir araya geldiği zirve öncesi “Küresel Riskler Raporu” yayınlanır ve ardından da zirvede bir araya gelinirdi. Aynı gelenek bu yıl bir farkla yine tekrarlandı. Zirve pandemi nedeniyle ertelendi. Ancak Davos zirvesini düzenleyen WEF, Dünya Bankası ve IMF ile birlikte 11 Şubat’ta 2022 yılının “Küresel Riskler Raporu”nu yayınladı.

Söz konusu rapor, dünyanın geleceğini tehdit eden veya edebilecek risklerle ilgili kapsamlı bir araştırmayı içeriyor. 117 sayfadan oluşan rapor, olan, olabilecek ve olasılık dahilindeki riskleri ele alıyor. Raporda her yıl olduğu gibi bu yıl da küresel risklerle ilgili olarak konunun uzmanları ile görüşmelere ve anketlere yer verilmiş. Bu yılki raporda bin civarında “küresel uzman ve liderle” yapılan görüşmeler yer alıyor. Ayrıca anketlere yansımasa da 12 binden fazla lider ve uzmanın görüşlerinden de yararlanıldığı belirtiliyor. Raporun verilerinde 10 küresel risk öne çıkıyor: “İklim için eyleme geçme başarısızlığı”, “Aşırı hava koşulları”, “Biyo çeşitliliğin kaybolması”, “Sosyal uyumun aşınması”, “Yaşam için gerekli koşulları elde etmeye yönelik krizler”, “Bulaşıcı hastalıklar”, “İnsanın çevreye verdiği zarar”, “Doğal kaynak krizleri”, “Borç krizleri” ve “Jeo-ekonomik zorluklar”.

Yapılan çalışmalarda pandeminin, önümüzdeki 10 yıl içinde hangi risklerin gerçekleşmesinin daha olası olduğuna dair algıyı değiştirmiş olduğu görülüyor. Siber ve veri güvenliği ile ilgili endişelerin yerini pandemi sonrasında iklim ve toplumsal endişeler almış bulunuyor.

Aşı eşitsizliği

WEF’in raporu aşı eşitsizliğiyle ilgili istatistiklerle başlıyor. Raporda, aşı eşitsizliği ve bunun sonucunda ortaya çıkan eşitsiz ekonomik toparlanma oranları, sosyal kırılmalar ve jeopolitik gerilimler bir arada ele alınıyor. Verilen bilgilere göre, dünya nüfusunun yüzde 20’sini barındıran en yoksul 52 ülkede nüfusun sadece yüzde 6’sı aşılanabilmiş. Gelişmekte olan ekonomilerin (Çin hariç) pandemi öncesi beklenen gayrı safi yurtiçi hasıla büyümesinde yüzde 5,5 düşüş beklenirken, bu, yüzde 1 civarında artmış. Buna paralel olarak yoksul ülkelerde düşüş artmış ve küresel yoksulluk da artış kaydetmiş. Bu artış ve düşüş, küresel gelir eşitsizliğini derinleştirmiş durumda.

Raporda, “Ortaya çıkan küresel farklılık, ortak zorlukların üstesinden gelmek için gereken koordinasyonu sağlamayı zorlaştırarak sınırlar içinde ve ötesinde gerilimler yaratacak” deniliyor. “Sosyal uyumsuzluk artışı, geçim krizleri, ruh sağlığının bozulması” biçimindeki toplumsal risklerin, pandemiyle beraber “derinleşen riskler” olduğu belirtiliyor.

Raporda yer verilen ilgi çekici bir başka bilgiye göre, ankete katılanların sadece yüzde 16’sı dünyanın geleceği hakkında iyimser ve sadece yüzde 11’i küresel bir toparlanmanın olacağına inanıyor.

Ekolojik sorunların mevcut sistem içerisinde çözülmesinin bir hayal olduğu itiraf ediliyor ve bu rapora şöyle yansıyor: “10 yıllık bir sürede, ekolojik riskler ve iklim daha büyük endişe yaratıyor. Ekolojik sorunları düzeltmedeki başarısızlık, aşırı hava koşulları ve biyo-çeşitlilik kaybı, en ciddi üç risk” olarak öne çıkıyor.

Ankete katılanlar, “önümüzdeki 10 yıl içinde borç krizleri ve jeo-ekonomik çatışmaların en ciddi riskler arasında olduğunu” belirtiyorlar. Zenginlerin daha zengin, fakirlerin daha fakirleşmesi, pandeminin ekonomik yansımaları olarak ortaya çıktı. WEF’in raporuna da yansıdığı kadarı ile, sadece 2020 yılında 34 milyon insan savaş, iç savaş ve “doğal afetler” nedeniyle yaşam alanlarını terk etmek zorunda kaldı.

Halihazırda toplumları zorlayan eşitsizliklerin önümüzdeki süreçte daha da artması bekleniyor. Salgın öncesine kıyasla, ek olarak 51 milyondan fazla insanın aşırı yoksulluğa düşeceği tahmin ediliyor. Toplumlarda artan kutuplaşma ve öfke “en büyük risk” olarak tanımlanıyor.

Rapor, “Sosyal uyumsuzluk artışı, G20’den Arjantin, Fransa, Almanya, Meksika ve Güney Afrika da dahil olmak üzere, 31 ülkede en önemli kısa vadeli tehdittir” görüşüne yer veriyor.

Rapora göre “Sağlıklı çevre politikalarına acele bir geçiş, karbon salınımının yoğun olduğu sektörlerde ani bir işsizlik artışı yaratacak. Sıfır karbon salınımı amacına dengeli bir şekilde ulaşmak ise 2050 yılına kadar sürecek.”

WEF’in raporunda sıralanan risklerin mevcut “sistem içerisinde çözülmesinin bir hayal olduğu” söylenmekle beraber, sonuçta “çözümün” yine de bu sistemsiz olamayacağı algısı yaratılmak isteniyor.

“Küresel zorbalık”

Marksist yazar Noam Chomsky, küreselleşmeyi “uluslararasılaşmanın genişlemesi ve kurumsal zorbalık” diye tanımlıyor. Küreselleşme ile ulaşılmak istenen hedefin tek tip bir insan yaratmak olduğuna işaret eden Chomsky, bu hedefe varmada medyanın rolüne de değiniyor. Tekelci medyanın “dünyayı nasıl algılamamız gerektiğine ve tek tip bir insan yaratma” çabasına değindikten sonra, “küreselleşmenin global kurumsal kapitalizmden ayrı ele alınamayacağını” ifade ediyor. “Kurumsal zorbalık” terimiyle bu sürecin sistemli ve bilinçli bir şekilde yönetildiğine dikkat çekiyor.

Bu nedenledir ki küreselleşme olgusu bugün hala en çok tartışılan konuların başında gelmektedir. Yokluk, yoksulluk, savaşlar, iç savaşlar, ekolojik dengelerin bozulması vs.nin sermayenin küreselleşmesiyle bir arada tartışılıyor olması tesadüfi değil. Küreselleşme ekonomik temelli bir kavram olmasına rağmen, sosyal, siyasal, kültürel vb. bir dizi boyutu ile tartışılıyor olması, küreselleşmenin insan hayatının her aşamasına müdahale eden özelliğinden kaynaklanmaktadır. Küreselleşme, kapitalizminin bir tür kendisini “yenileme” ve mümkün olduğunca yayılma ve pazarını genişletme çabasıdır.

WEF’in “Küresel Riskler Raporu” küresel sermayeden ve küresel kapitalizmden ayrı ele alınamaz. Raporda risklere ve kaynağına işaret edilmekle birlikte, “çözümün” yine de bu sistemde olduğu algısının yaratılması çabası, sermayenin tekelci medyasının “dünyayı nasıl algılamamız gerektiğine ve tek tip bir insan yaratma” çabasına örnektir.

Algı ve gerçekler

Uluslararası yardım kuruluşu Oxfam’ın “Açlık Virüsü Çoğalıyor” adlı raporunda yer alan verilere göre, kıtlık ve benzeri koşulların altı kat arttığı ve dünya genelinde her bir dakikada 11 kişinin açlık nedeniyle öldüğü belirtiliyor. Her bir dakikada ortalama 7 kişi Covid-19’dan ölürken, açlıktan 11 kişi ölüyor.

İklim krizi ve koronavirüs salgını küresel gıda fiyatlarında yüzde 40’lık bir artışa neden oldu. Bununla beraber salgının başından bu yana küresel çapta askeri harcamalar 51 milyar dolarlık bir artış gösterdi. Bu miktar, Birleşmiş Milletler’in (BM) açlıkla mücadelede ihtiyaç duyduğu miktardan en az 6 kat fazlasına tekabül ediyor.

Savaş, iç savaş ve çatışma bölgelerinde yaşayan yaklaşık 100 milyon insan açlık tehlikesiyle karşı karşıya bulunuyor ve açlık adeta bir savaş silahı olarak kullanılıyor. Sağlık, iklim, açlık ve gıda güvenliği WEF, Oxfam ve BM gibi sermayenin çeşitli kuruluşlarının raporlarına “en başta gelen riskler” olarak yansıyor. Kapitalizmin, neden olduğu bu “en başta gelen riskleri” çözmesini beklemek, kendi deyimleri ile “hayal” olur.

Tüm sorunlar ve bu sorunların kaynağının sistem olduğu gerçeği ortadayken, çözümün yine de sistemde olduğuna inanmayanların sayısı her geçen gün daha da kabarıyor ve bu, WEF’in raporunda da kendisine yer buluyor.

 

 

 

 

 

 

AB’den nükleere ve doğalgaza “yeşil” sertifika!

 

AB Komisyonu “sürdürülebilirlik taksonomisi” kapsamında, 31 Aralık’ta aldığı kararda, yeni nükleer santrallerin en son standartları karşılamaları halinde ve doğalgazla çalışan elektrik santrallerin de belirli koşullar altında “yeşil” ve “çevre dostu” olarak sınıflandırılabileceğini açıklamıştı.

Konsey Başkanlığı’na önceliklerini sunan Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un 18 Ocak günü AB Parlamentosu’nu ziyaret etmesini protesto etmek için Strasburg’daki AP önünde eylem yapıldı. Nükleer karşıtı çevre aktivistleri yeşil duman, nükleer atık ve gaz varilleriyle nükleer atığa karşı koruyucu giysiler ve gaz maskeleri giyinerek AB’nin çevre düşmanı politikalarını protesto etti.

Komisyonun aldığı kararı çevre komitelerinin bu hafta başlarında yayınladıkları bir mektupla protesto etmelerini hiçe sayan AB, bu türden değişikliklerde uyguladığı dört haftalık prosedürü çiğneyerek itirazlar için 21 Ocak’ı son gün olarak belirledi.

“Macron nükleer endüstrisi için para toplamakla meşgul”

Protesto eylemi düzenleyen nükleer karşıtı kuruluşlardan “Broadcast”ın aktivisti Julian Bothe Jungewelt gazetesine yaptığı açıklamada, “Lobicilik ve Macron’un nükleer enerjiyi yeşil ve sürdürülebilir olarak sınıflandırmaya yönelik özel taahhüdü nedeniyle” kararın alındığına dikkat çekti. Bothe, Macron’un “nükleer enerjinin iklim hedeflerine ulaşmak için çok önemli olduğu” argümanının mantıksız olduğunu söyleyerek “Fransa Cumhurbaşkanı iklimle değil, ülkesinin hasta ve tamamen borçlu nükleer endüstrisi için para toplamakla ilgileniyor” diye ekledi.

Nükleer enerjinin AB tarafından sürdürülebilir olarak sınıflandırılmasının sadece Macron’a “teşekkür” olmadığını belirten Bothe, yeni Alman hükümetinin de burada bir sorumluluğu olduğunu ifade ederek şunu belirtti:

“Almanya’nın gazın taksonomiye dahil edilmesinden çıkarı vardı. Sonunda, Fransa ve Almanya arasında hem gazı hem de nükleeri sınıflandırmaya sokmak için bu anlaşma yapıldı.”

Almanya’nın Yeşiller partili Çevre Bakanı’nın sahtekarlığı

“Trafik lambası” koalisyonun ortaklarından Yeşiller partisinden Almanya Çevre Bakanı Steffi Lemke geçen hafta Almanya’nın AB’nin nükleer enerji önerisine karşı “açık bir hayır” oyu kullanacağını iddia etmişti.

Taksonomi kuralları yılın başında yayınlanmadan önce, yeni federal hükümetin Brüksel’i etkileme fırsatı ve zamanı olmasına karşın, trafik lambası koalisyonu, taslak versiyonda nükleer ve doğalgaza karşı aldığı tutumu nihai versiyonda değiştirerek itirazını geri çekmişti. Hükümetin resmi yazışmalarında yer alan bu gerçekler basında da paylaşıldı.

Böylece, sözde “savaş karşıtı” ve “çevre dostu” geçinen Yeşiller partisinden olan Almanya Çevre Bakanı Steffi Lemke’nin ikiyüzlülüğü açık biçimde gözler önüne serilirken, gösterdiği “öfke” (!) de sahtekarlığının dışa vurumu oldu.

AB planlarını engellemek için 20 üye devletin Brüksel tarafından önerilen sınıflandırmaya karşı oy kullanması gerekiyor. Ancak ikisinden birini isteyen yeterince devletin olduğunu gözeten AB, nükleer enerji ve doğalgaz “lobisi”nden kapitalistlerin ve işbirlikçilerinin baskısıyla ikisini bir paket olarak oylamaya sunma kararı aldı.

Fransa’nın nükleer santralleriyle Almanya’nın doğalgazla çalışan elektrik santrallerinden tüten yeşil (!) dumanlar bundan böyle Avrupa’yı “yeşile boyayarak”, insanlığı ikim değişikliği belasından “korumaya” emanet edilecektir!