İçindekiler:

24 Ocak 2022
Sayı: KB 2022/04

İttifak arayışları ve ekseni
Devrimci odak ihtiyacı
Demirtaş Öcalan'la tehdit ediliyor
Sarayın sırtındaki sopa
Azgınlaşan sömürünün kaynağı
Farplas işçileri direnişte
Tekstil Grup TİS'leri başlıyor
Marksizm ve sosyal-şovenizm / 2 - H. Fırat
Katledilişinin 38. yılında Necmettin Büyükkaya
Biden: NATO'da çatlak
Kazakistan'da işçilerin direnişi
Küresel sermayenin "Riskler Raporu"
Mesleki eğitime yönelik hamleler
24 Ocak Kararları, 12 Eylül ve AKP
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Reformist cereyan ve
devrimci odak ihtiyacı

 

Bir süredir reformist solun gündeminde “güç birliği” ve “ittifak” tartışmaları var. Tartışma ve hazırlıkların seçimlerle alakalı olmadığına ise özellikle dikkat çekiliyor. Yapılan tartışmaların, sürdürülen görüşmelerin ve atılan somut adımların, “Millet” ve “Cumhur” ittifakları karş?s?nda ısında “en geniş demokrasi, eşit yurttaşlık ve mücadele ortaklığını kurmak” olduğu söyleniyor. Sözkonusu olanın “seçim ittifakı” değil de “ortak bir mücadele hattı oluşturmak” olduğu konusunda herkes temin ediliyor. Fakat bu iddiaların bir inandırıcılığı bulunmuyor. Her seçim öncesi ileri sürülen ama seçim sonrası unutulan bu tür girişim ve “birliklerin” ciddiyetten yoksunluğu, pratikler üzerinde tescillidir.

Şimdiki girişimlerin muhatapları “seçimleri de kapsayan” demekle sorunun esasını belirtmiş oluyorlar. Türkiye’de uzun süredir adeta seçim sürecine girilmişçesine Erdoğan ve iktidarına karşı “büyük hesaplaşma” ve “demokrasiyi kazanma” çağrıları yapılıyor. Ülkeyi faşizmin karanlığına sürükleyen AKP iktidarından kurtulmak, reformist solun yanı sıra siyasal eğilimleri birbirinden farklı geniş toplumsal kesimler tarafından da “Türkiye’nin kaderi” bakımından temel önemde kabul ediliyor. Tek adam diktatörlüğü koşullarında bu anlaşılır da...

Solda iki reformist odak

Devrimci-sosyalist olma iddiasındaki akımların “Millet” ve “Cumhur” ittifakının karşısına “üçüncü bir ittifak”la çıkma girişimleri, “sol ittifak”, “üçüncü seçenek”, “üçüncü cephe”, “demokrasi ittifakı” vb. olarak tanımlanıyor. İşçi ve emekçilere “AKP faşizminde kurtulmak ve demokrasiyi kazanmak” olarak sunulan bu platformların içeriği ve hedefleri farklı iddialarla gerekçelendirilse de, tümünün ortak paydası parlamentarizm ve reformizmdir. HDP ve onun etrafında kümelenenlerden oluşan reformist blokun karşısında “sınıfın çıkarlarını, laikliği ve anti emperyalizmi” “ilkesel” önemde gören “demokrasi ittifakı” çabaları var. Uzun süredir TKP, EMEP ve Sol Parti tarafından temsil edilen bu girişim henüz belirsizliğini korurken, bazı sol partiler de kendi tutumlarını açıklamış bulunuyorlar.

Önce, Kürt sorununda burjuva demokratik çözümü eksen alan ve öteki bir dizi sorunlarda da düzen içi liberal reformist çözümler sunan HDP, “tutum belgesi”ni açıkladı. “Güçlendirilmiş parlamenter sistem” Türkiye’nin tüm sorunlarını çözmek için” adres olarak gösterildi. Ardından, sol-sosyal demokrat bir siyasal platformun ifadesi olan EMEP’in “Bağımsız, demokratik bir ülke ve insanca yaşam” bildirgesi yayınlandı. EMEP, “Bütün emek ve demokrasi güçlerini... Cumhur İttifakını yıkacak, Millet İttifakı karşısında… gerçek bir halk ittifakı seçeneğini oluşturmak üzere birlikte hareket etmeye” çağırdı. Bu yalnızca bir “seçim ittifakı” çağrısı değil ama “elbette seçimin de bir parçası olarak”, birleşme, dayanışma ve mücadele”nin ilerletilmesi için bir birlik çağrısıydı. Söz konusu olanın sadece bir “seçim ittifakı” olmadığı iddiasının, HDP ve öteki üçlünün de iddiası olduğunu belirtelim.

İttifak arayışları ve görüşmelerinin yoğunlaştığı bir evrede HDP’nin çağrısıyla EMEP, TİP, TÖP, TKP, Halkevleri, EHP ve SMF temsilcileri bir araya geldiler. Toplantı sonrası yapılan ortak yazılı açıklamada, toplantının bir ittifak toplantısı olmadığı, “Ortak mücadeleyi sürdürmeyi, bu mücadele zeminlerini çoğaltmayı ve güçlendirmeyi, ortak mücadele konularını belirlemek, bunları hayata geçirmeye yönelik içerik, yöntem oluşturmak için düzenli görüşmelere devam etmeyi hedefleyen” bir toplantı olduğu vurgulandı.

Ortak payda: Reformizm ve parlamentarizm

HDP çatısı altında bir araya gelinmesi gerektiğini savununlar ile “Laiklik, anti-emperyalizm ve sınıf ekseni”ni “ilkesel” önemde gören iki ana reformist-parlamentarist odak bulunuyor.  

Demokratik Kürt hareketinin temsilcisi HDP, mecliste çözmeye aday olduğu Türkiye’nin “tüm sorunlarını” liberal-reformist bir içerikle ele alan sol-sosyal demokrat bir partidir. Yayınlanan tutum belgesi de sosyal demokrasinin platformudur. Türkiye’nin kapitalist düzeni içinde ve “Cumhuriyetin demokratikleştirilmesi” zemininde Kürt sorununda siyasal reform talep etmektedir. Dolayısıyla HDP programı, mevcut düzeninin iktisadi-toplumsal temellerini esas alan, ama onun siyasal reformdan geçmesini talep eden sol-sosyal demokrat bir programdır. HDP çatısı altında yer alan ve “marksist” olma iddiasında olan siyasal akımlar da aynı demokrasi programında birleşiyor, “Demokratik Cumhuriyet”i hedefliyorlar.

HDP içinde yer alan küçük-burjuva devrimci demokratizminin kimi temsilcileri ise, HDP’nin platformunu “onaylamadıkları”nı ortaya koyma ihtiyacı duymalarından hareketle olmalı, “özgürlüğe, adalete ve barışa hasret kalmış halk”ın karşısına “Demokratik halk iktidarı” ve “Demokratik halk cumhuriyeti inşa etme” hedefiyle çıkıyorlar. Ama ilginçtir ki, bu hedefe de “HDP’nin merkezinde durduğu birleşik cephenin demokratik halk iktidarını öngören programıyla” varılacağını söylüyorlar. Oysa HDP, “Türkiye’nin tüm sorunlarının çözüm adresi” olarak iktidarı değil ama TBMM’yi göstermektedir. Bu durumda HDP çatısı altındaki kimi “marksistler”in, “demokrasi ittifakı” kurma çabası içinde olan üçlünün (TKP, EMEP, Sol Parti) ve ötekilerin reformizmi-parlamentarizmi üzerine konuşmayı pek severlerken, HDP’yi “umut” ve “seçenek” olarak sunmaları dikkate değerdir.

“Sosyalizm” söylemini dilinden düşürmeyen TKP de boylu boyunca reformizm-parlamentarizm alanında durmaktadır. Bu partinin HDP eksenli blokun dışında kalarak “düzen karşıtı” seçenek oluşturma iddiası ise, “devrimci ilkeler”in değil fakat izlemekte olduğu sosyal-şoven çizgi nedeniyle Kürt hareketinden uzak durma tercihinin bir sonucudur.

Benzer argümanlar Sol Parti için de geçerlidir. HDP sözkonusu olunca bağımsızlık ve anti-emperyalizmi bayrak edinenler, CHP ile örtülü ittifak arayışına girerken ve CHP adayı olurken “üzerine titredikleri” o anti-emperyalizmi ne çabuk unutmuşlardı. 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde CHP’den Beyoğlu Belediye Başkanı adayı olan Alper Taş, Sol Parti’nin önceli olan ÖDP’nin Başkanlar Kurulu üyesiydi. “İYİ Parti ile ittifakımızda tereddütler olsa da bizi davet ettiler, gittik… Sosyalist çizgide olduğumu belirttim... İYİ Parti temsilcisi ‘Bu meseleyi çözerse bir sosyalist çözer o da Alper Taş’tır’” derken pek “ilkeli sosyalist” havalarında konuşuyordu. “İYİ Parti ile ittifakımızda tereddütler olsa da” deyip ittifakı kesin tutumla reddetmediğini söyleyen ama CHP ile ittifakta tereddüt etmeyecek olanlar, emperyalizmin hizmetinde olan bu partilerle acaba hangi anti-emperyalist ilkeler üzerinde anlaşıyorlardı!

Devrimci alternatifi güçlendirmek için!..

Etki alanını genişletmeye çalışan ve temel siyasal misyonu, işçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesini düzen sınırlarına hapsetmek ve kitleleri düzenin temellerine yönelecek mücadelelerden alıkoymak olan reformizme karşı mücadelenin önemi yeterince açıktır. Zira devrim mücadelesini ilerletmek aynı zamanda, devrimin önünde aşılması gereken bir barikat olan reformizmin sınıf ve emekçi kitleler üzerindeki etkisini kırmayı gerektirmektedir.

Bu, hoşnutsuzluğu ve öfkesi günbegün büyüyen işçi ve emekçilerin mücadele arayışlarını devrimci bir program ve stratejiyle kucaklamak demektir. Bugünün Türkiye’sinde devrimci bir alternatif geliştirmek, emekçiler arasında devrimci seçeneği büyütmek, elbette her şeyden önce devrimci bir program ve stratejiye sahip olmayı gerektirir. Bununla birlikte, bu tek başına yeterli değildir. Zira devrimci sınıf programı, yaşamın içinde maddi sınıfsal dayanaklarına kavuşamadığı, ondan güç alamadığı sürece karşılığını bulamaz. Dolayısıyla, liberal-reformist solun sınıf ve kitle hareketini geriye çekici ve bozucu etkisinin karşısında devrimci bir odak yaratmak, işçi ve emekçi kitleleri güncel ve temel sorunlarından hareketle devrimci hedeflere kazanmak, onların birliğini, örgütlenmesini ve mücadelesini devrim ve sosyalizm doğrultuda geliştirmekle mümkündür.

Bugün, seçimlerin yaklaştığı ve erken bir seçimin gündeme gelebileceğinden hareketle politikalar belirlenmekte, hazırlıklar ve planlar, seçimlerde AKP’yi yenmeye ve AKP sonrası “demokratik Türkiye”nin inşasına göre yapılmaktadır. Oysa, gelinen yerde çürüyen ve sosyalist cumhuriyetle aşılması gereken burjuva cumhuriyeti gerçeği karşısında, “Demokratik cumhuriyet”, “Demokratik Türkiye” projeleri-programları, devrimin potansiyellerini düzenin çatlakları içinde eritmekten başka bir sonuç vermeyecek olan gerici ütopyalardır.  

Yeni tarihsel dönem değerlendirmeleri çerçevesinde dünyada ve Türkiye’de bunalımlar ve savaşlarla birlikte “toplumsal devrimlere doğru büyüyebilecek birikimlere” işaret eden komünistler, önlerindeki temel görevleri şöyle belirlemişlerdi:

“Tüm alanlarda, tüm cephelerde devrime hazırlık, onun tüm çalışmasının ve mücadelesinin kalbinin attığı şaşmaz hedeftir. Bu hazırlığın tayin edici halkası sınıfla devrimci temellerde birleşmektir, sınıf hareketini devrimcileştirmektir, sınıfı geleceğin devrimine çok yönlü olarak hazırlamaktır. TKİP’nin uzun yılları bulan çabalarına, bu doğrultuda elde ettiği son derece önemli deneyimlere ve bu alandaki ilk önemli kazanımlara rağmen, partiyle sınıfın devrimci birliği hala de çözülmeyi bekleyen bir sorundur. Türkiye’nin devrimci geleceği bu sorunun çözümüne bağlıdır. Türkiye’de olayların yeni dönemine proletarya sosyalizminin damgasını vurabilmesi bu doğrultuda alınacak esaslı mesafeye bağlıdır.” (TKİP IV. Kongre Bildirisi, Ekim 2012)

 

 

 

 

 

 

AKP-Erdoğan iktidarının “dış güçler”i

 

AKP-MHP yönetimindeki sermaye düzeninin çok yönlü krizi her geçen gün derinleşiyor. Gerici-faşist iktidar ekonomik, sosyal, kültürel, siyasal vd. alanlarda süren krizin ağır faturasını kesintisiz olarak işçi ve emekçilere ödettiriyor. Yüksek enflasyon, temel tüketim ihtiyaçlarına her gün gelen zamlar, işsizlik, pandeminin etkileri, rüşvet ve yolsuzluk, devletin mafyalaşması vb. gibi olgular artık gündelik yaşamın bir parçası haline gelmiş bulunuyor. Keza işçi, emekçi, genç intiharlarından kadın cinayetlerine varıncaya değin bir dizi toplumsal sorun her geçen gün daha da ağırlaşıyor. Kuşkusuz bu karanlık tablonun kaynağında en başta kapitalist düzen gerçeği ve yirmi yıldır bu düzenin en benzersiz ve en kudurgan temsilcisi olmaya kolları sıvamış AKP iktidarı duruyor.

Toplumsal yaşamda etkisini her geçen gün hissettiren bu krizler işçi ve emekçilerde, gençlerde, kadınlarda sürekli bir öfke biriktiriyor. Bu öfke belli gündemlerle yer yer sokağa da taşıyor. Geçtiğimiz aylarda gerçekleşen kriz eylemleri, Enes Kara’nın intiharı ve Mehmet Sami Tuğrul’un tarikat yurtlarında katledilmesi üzerine yapılan protestolar, mevzi işçi direnişleri, Çimsetaş direnişi gibi gündemler buna örnek olarak verilebilir. Bu tekil örnekler dahi sermaye iktidarının “sosyal patlama” korkusunu büyütmeye yetiyor.

Ülke sathına yayılma potansiyeli taşıyan her eylem karşısında düzenin temsilcileri tek bir ağızdan tehditler savurmaya, sokağı kriminalize etmeye, gayrimeşru göstermeye çalışıyorlar. Toplumsal muhalefeti tehdit eden dinci faşist AKP-MHP iktidarı hemen tüm hak arama eylemlerine karşı terör demagojisini kullanıyor. Sokak karşıtı söyleme çok geçmeden düzen muhalefeti de katıldı. Düzen muhalefeti “sokaklara çıkmayacağız, provokasyona gelmeyeceğiz, sandıklarda hesap soracağız” minvalinde bayağı söylemler ile aslında nerede konumlandığını gözler önüne serdi. Yani denilebilir ki iktidarından muhalefetine tüm düzen güçleri, işçi ve emekçilerin, kadınların ve gençlerin hak arama, gelecek ve özgürlük mücadelesinin karşısında o veya bu bahane ile aynı safta konumlanmıştır.

Ekonomik krizden ve yıkıcı sonuçlarından, politik baskılardan ve devlet teröründen, soygundan ve ağır sömürüden, cinsiyetçilikten ve ulusal kölelikten bıkan işçiler, emekçiler, gençler ve kadınlar öfke ve tepkilerini çeşitli biçim ve düzeylerde dışa vurdukları her durumda iktidarın “dış güçler kışkırtıyor” demagojisiyle karşılanıyor. Sadece toplumsal muhalefet hareketi değil, bizzat kendilerinin neden olduğu bütün kötülüklerden de sözde “dış güçler ve onların içerdeki uzantıları” sorumlu tutuluyor. İktidar tarafından sürekli olarak gündemde tutulan bu kara propaganda son zamanlarda daha da yoğunlaştırıldı.

Oysa sözü edilen “dış güçler”, yani ABD başta olmak üzere kapitalist ve emperyalist devletler, NATO gibi savaş aygıtları, G20 gibi işbirlikleri, bir dizi cihatçı-selefi örgüt tümüyle Erdoğan ve iktidarının arkasındadır. Erdoğan ve iktidarı bizzat onlar tarafından hazırlandı, iktidara taşındı ve bugüne kadar da onlar tarafından desteklendi.  Washington’da “deliğe süpürülmek” yerine kullanılması tercih edilen AKP iktidarı bugün emekçilerin haklı mücadelesini “dış güçlerin kışkırtması” adı altında kriminalize edip lekelemek istiyor. Oysa bizzat dinci faşist iktidarın kendisi, iliklerine kadar “dış güçlerin” hizmetindedir. Bundan ötürü de emekten, haktan, gelecekten ve özgürlükten yana ne varsa onlara düşmandır. Bu değerler karşısındaki tutumu, emperyalist kapitalist efendilerinin ellerinde tuttukları tasmasının zincirinin uzandığı yere kadardır.

İ. Y. Gün