3 Şubat 2017
Sayı: KB 2017/05

Suriye savaşında yeni aşama
OHAL koşullarında referandum!
Kürt halkının iradesi teslim alınmak isteniyor
“ozguruz.org” üzerinden ‘özgür basın’a dair
Eğitimde yeni müfredatın getirecekleri
Kapitalizmin krizi derinleşiyor
EMİS süreci aynasında metal hareketi
Tekstil işçisi yol arıyor
OHAL ve krizle birlikte seri iş cinayetleri rejimi
Greif Direnişi’nin deneyimleri ışığında Metal TİS’lerine hazırlanmak
Suriye’de siyasi çözüm arayışları
Avrupa’da faşist hareketin “zirve”si
Brexit sonrası Avrupa Birliği ve gelecek sorunu
Dünyada kriz ve kadınlar
Ücretsiz ve nitelikli kreş istiyoruz!
Devrim Okulları yapıldı: Bu davet bizim!
Apple’ın Trump’la “sorunu!”
Kriz sistemin iflasıdır
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

EMİS süreci aynasında metal hareketi

 

Metal iş kolunda hareketli bir sürecin içerisinden geçiyoruz. Yaşanan bu hareketlilik günümüz sınıf mücadeleleri açısından önemli deneyim ve birikimler yaratarak ilerliyor.

Öncü-devrimci işçilerin bu deneyimlerden gerekli sonuçları çıkarmaları, önümüzdeki süreçlerde gelişebilecek yeni hareketliliklerin başarısı için kritik bir önem taşıyor. Metal iş kolunda geçtiğimiz günlerde yaşanan EMİS TİS süreci ve grev deneyimi ayrıca irdelenmesi ve sonuçlar çıkarılması gereken bir yerde duruyor.

***

EMİS grevi, 29 Ocak grevi ve Metal Fırtına'nın ardından gelen ilk mücadele olması açısından önemli bir yerde duruyordu. Aynı zamanda, MESS Grup TİS süreçlerinin yaklaştığı bir evrede gündeme gelen EMİS grevi deyim yerinde ise bir “ilk raund” idi.

Metal işçileri bu süreçte bir kez daha toplam olarak sermaye düzenini karşılarında buldular. Hem sözleşme görüşmeleri sırasında hem de grev kararının uygulandığı evrede hayata geçirilen saldırılar ile, bu olguyu pratik olarak bir kez daha hissettiler. Sözleşme görüşmeleri sırasında OHAL gerekçesiyle devreye sokulan eylem, toplantı yasakları sürecin nasıl ilerleyeceğini gösteren ilk veriler olarak kaydedildi.

Daha genel planda, toplumun üzerine çöreklenmiş olan gerici-boğucu atmosfer dolaysız olarak metal işçileri üzerinde de etkiler yaratıyordu. EMİS ve hizmetindeki devlet, bu bütünlüklü cendereyi kendi sefil çıkarları için sonuna kadar değerlendirdiler.

İşte bu atmosfer içerisinde EMİS patronları günü kurtarmak için değil, sınıflar mücadelesi dengesinde ipleri elinde tutmaya kilitlenmiş bir bakış ile geleceğe yönelik hesaplar yaparak hareket ettiler. Kendi içinde ekonomik kayıplarını tek başına hesaba katmayan, ama daha bütünlüklü olarak işçi sınıfını hareketsiz kılacak, mücadele potansiyelini bertaraf edecek, örneğin yaklaşan MESS Grup TİS sürecinin koşullarını daha şimdiden belirleyecek bir misyonla masaya oturdular. Yapabilecekleri bir sınıra dayandığında, grev süreci gelip çattığında ise yine sermaye devleti, “milli güvenlik” gerekçesi ile patronların imdadına yetişti.

Sürecin başından itibaren metal işçilerinin biriken hoşnutsuzluğunun, mücadele isteği ve enerjisinin farkında olan EMİS patronları, metal işçilerinin güçlü ve zayıf yanlarını hesaba katan bir politik hat ortaya koymaya çalıştı. Çalışma ve yaşam koşullarının giderek ağırlaşan tablosu karşısında işçi sınıfı içerisinde biriken enerji ve kararlılığın farkında idiler. Ancak bilinç ve örgütlenme planındaki zayıflıkların ve sendikal bürokrasinin sınıf üzerindeki etkisinin de farkındaydılar. Sonuçta işçilerin fiili grev iradesi karşısında hükümet ve EMİS patronları masaya oturmak ve görüşmelere başlamak için “işe başlama” şartını öne sürdüler. Birleşik Metal-İş Sendikası, greve başlamadan önce masada olan teklifin 10 kuruş üzerine (Grev öncesi ve sonrası arasında ekonomik kazanım farkı her bir işçi için sadece 40-50 TL) sözleşmeyi imzalamış oldu.

İmzalanan sözleşmenin ardından önümüzdeki dönemde, özellikle MESS Grup TİS’lerinde sürecin nasıl işletileceği, patronların nasıl tutum alacakları ve sermaye devletinin bu konuda göstereceği refleksler bir kez daha net olarak gözükmeye başladı. Her şeyden önce MESS patronlarının masaya nasıl bir öneriyle gelecekleri, neyi dayatacakları açıklığa kavuşmuş oldu. (%7-8 sınırı)

***

Bu süreçte sendika bürokrasisinin oynadığı uğursuz rol bir kez daha gözler önüne serildi. Kamuoyu önünde “Birleşik Metal-İş’in farkı” konusunda dillerine tekerleme ettikleri “biz işçilerle birlikte karar alıyoruz” söyleminin gerçek yaşamda hiçbir karşılığının olmadığını teyit ettiler. Bu konuda atılan kimi adımların ise göstermelik olmanın ötesinde bir işlevi olmadığının altını, son pratikleriyle bir kez daha kalınca çizdiler.

Taslakların hazırlanması sürecinde, sözleşme kapsamındaki işçilerin taslaklar hakkında hiç bir bilgisinin olmadığı, temsilci toplantılarında işçilerin haklı ve meşru taleplerinin değil de sermayenin baskı ve tehtidlerinin öne çıkarıldığı bir süreç işlettiler. Bu ortamda hazırlanan taslakla masaya oturdular.

Masaya oturulan taleplerin dahi yetersiz olduğu, hatta süreç içinde yaşanan gelişmelerin taslaktaki talepleri kuşa çevirdiği bir evrede, EMİS patronlarının net sınıfsal tutumu ve dayatmalarıyla karşılaşıldı. Bir yanda 29 Ocak grevi ve Metal Fırtına'nın basıncı, diğer yanda tabandaki işçilerin mücadele isteği ve enerjisi, bütün bunlara ek olarak farklı fabrikalarda süren “sendikal rekabet” Birleşik Metal-İş bürokratlarını sıkıştıran temel etmenler olarak hayat buldu.

Sonuçta EMİS patronlarının dayatmacı tutumlarına boyun eğerek sürecin ileri bir noktaya gitmesini engelleyecek adımlar attılar. İşçilerin ortaya koyduğu mücadele isteği ve kararlılığına yaslanmak yerine, “OHAL”, “terör”, “sürecin zorlukları” vb. üstüne inşa ettikleri söylemlerin arkasına saklanmaya çalıştılar. Grev oylamaları sürecinden, grev öncesi EMİS’in artı 5 kuruşluk son teklifini sandık kurarak tekrar oylatma çabasına kadar bu tutumlarını sürdürdüler.

Sürecin başından beri greve ve olası yasaklamalara hazırlanmak ve kararlı bir mücadele pratiği ortaya koyarak sonuna kadar gitmek yerine, işçileri “sosyal medya hesaplarından” yalıtmaya, dayanışma süreçlerinin önünü kesmeye, kendinden menkul bir grev süreci işletmeye özel bir önem vermeyi tercih etti. İşçilerin basıncı ile çıkılan grevde, alelacele açıklamalar yapıldıktan sonra fabrika önlerini boşalttılar. İşçilerin eve gönderilmesinin hemen ardından gelen yasak kararı karşısında, Birleşik Metal-İş yönetimi tarafından “Pazartesi’ye kadar üretim başlayamacak, işçilerle hep birlikte karar vereceğiz” açıklaması yapıldı. Pazar akşamı ise yine işçilerin iradesi sayesinde “yasağı tanımama” açıklaması yapmak zorunda kaldılar ve fiili olarak üretim durdurulmuş oldu. Akşam saatlerinde ise EMİS’in “üretim başlamadan masaya oturmayacağız” şartına karşı işçilere sorulmadan işe başlama talimatı verildi, gece geç saatlerde de yine işçilere sorulmadan sözleşme imzalanmış oldu.

Sürecin en başından sözleşmenin imzalanmasına kadar gerçek bir sendikal demokrasi işletilmemiş, belirleyici irade olarak işçiler yok sayılmıştır. Birleşik Metal-İş bürokratları ekonomik talepler bir yana, işçilerin mücadele isteğini, iradesini ve kazanma kararlılığını sözleşme masasında bırakmıştır. İşçilerin söz, yetki ve karar hakkını hiçe saymıştır.

***

EMİS süreci, metal işçileri şahsında işçi sınıfı saflarında biriken mücadele potansiyelini ve içinden geçilen sürecin ortaya çıkarttığı çok yönlü gelişmeler karşısında izlenmesi gereken mücadele hattını pratik olarak bir kez daha göstermiştir.

Metal işçileri çalışma ve yaşam koşullarının ağırlaşması karşısında güncel taleplerini daha güçlü bir şekilde dillendiriyor ve bu talepleri kazanmak için kararlı adımlar atma iradesini güçlendiriyor. EMİS görüşmelerinin başladığı andan itibaren ortaya konulan istek ve coşku, kazanma çabası bunu ayrıca göstermiş durumda. Gerçekleştirilen eylemlere yansıyan tablo, dayatmalara karşı verilen kararlılık mesajları, patron tehditleri karşısında alınan “greve devam” kararları gelinen yerde biriken öfkenin somut dışa vurumu olarak kendisini gösteriyor.

İşçilerin bu iradesi ve kararlılığı sayesinde Birleşik Metal-İş bir noktaya kadar itekleyerek de olsa taşınmıştır. Bunun kendisi mücadele sayfalarına bir kazanım olarak yazılması, işçi sınıfının varolan tablosu açısından bir örnek olarak altının çizilmesi gereken bir olgudur.

Bu süreçte diğer bir temel kazanım ise, EMİS patronlarının ve sermaye devletinin metal işçisinin etrafına örmeye çalıştığı yasaklar zincirinin kısmen de olsa parçalanmış olmasıdır. Grev yasağı delinmiş, sonucundan ve süresinden bağımsız olarak fiili grev devam ettirilmiş, EMİS ve hükümet bu irade ile masaya oturtulmuştur. Sermayenin işçi sınıfını hareketsiz kılma girişimleri kırılmıştır. Sadece metal işçileri açısından değil işçi sınıfının toplamı açısından anlamlı, ilerletici bir pratik süreç yaşanmıştır.

EMİS sürecinin bir diğer temel önemde göstergesi ise metal işçilerinin sendikal bürokrasinin zayıflatıcı etkisi karşısında gücünü görmesi, sınırlarını hissetmesi olmuştur. İşçiler arasında sendikal bürokrasiye karşı tepki bir noktaya kadar ilerlese de, varolan tabloyu aşacak ve sendikal bürokrasiyi de ezip geçecek güç açığa çıkmamıştır. Çünkü metal işçileri halihazırda bunu olanaklı kılabilecek kanallardan henüz yoksundur. Zira sendikal bürokrasinin parçalanabilmesi fabrika zeminlerinde oluşturulacak taban örgütlenmeleri ve birlikleri sayesinde mümkündür. İşte bugün eksik olan da budur. Mücadeleyi kolektifleştirecek, patronlara olduğu kadar sendikal bürokrasiye karşı da gücünü açığa çıkartabilecek kanalların yaratılması ihtiyacı EMİS süreciyle bir kez daha ortaya çıkmıştır. Tek başına varolan öfke ve tepki işçileri bir yere kadar taşımaktadır.

***

EMİS süreci bir kez daha göstermiştir ki; sendikal bürokrasinin sınırları aşılmadan, mücadelenin önünde engele dönüşen barikatlar yıkılmadan, bu konuda açık, net ve tutarlı bir mücadele süreci işletilmeden ileriye dönük atılacak her adım yarım ve güdük kalmaya devam edecektir.

Sermaye düzeninin bütün olarak işçi sınıfı karşısında konumlandığı ve bunu fiili saldırılarla birleştirdiği bir yerde “sınıfa karşı sınıf” şiarını rehber edinmek, buna uygun bir konumlanma ve bilinç açıklığıyla hareket etmek, metal işçilerinin saflarını bu bilinç ile sıklaştırmak en küçük hak talebinin kazanılmasında dahi kritik bir öneme sahiptir. EMİS grevi bu gerçeği bir kez daha doğrulamıştır.

O. Ekim

 

 

 

 

Fabrikada, sendikada, ülke yönetiminde...

Söz, yetki, karar işçilere!

 

Bu dünyada yenilen içilen, oturulan kalkılan, giyinilen eğlenilen, yani neredeyse her şeyi biz işçiler üretiyoruz.

Karınca misali çalışan milyonlar çarkları çeviriyor, hayat hayat oluyor!

Çarklar durduğunda da hayat duruyor!

Peki işçinin söz hakkı! Karar hakkı! Ya insanca yaşam hakkı!

Kocaman bir sıfır!

İşçi ne fabrikasında, ne sendikalıysa sendikasında, ne de ülke yönetiminde bir hiç! Ne söz hakkına, ne karar hakkına sahip.

Evet her yerde sandıklar kuruluyor. Ama sandığı kuranlardan başkası çıkmıyor.

Ne fabrikada, ne sendikada, ne de mecliste durum farklı!

Fabrikada patron ne derse o oluyor. Ondan sonra bol sıfırlı maaşlarıyla profesyonel yöneticiler geliyor, astığım astık kestiğim kestik!

Sendikalarda ise sendika ağaları var, onlar ne derse o oluyor! İşyeri temsilcisini bile ya onlar atıyor ya da seçermiş gibi yapıp istediklerini getiriyorlar. Sonra da işçiden kestikleri aidatlarla sultanlar gibi yaşayıp gidiyorlar.

Ülke yönetiminde “siyaset” adı altında patronlar konuşuyor, onlar ne isterse o oluyor, patronlar karar veriyor. Zenginliklerinin haddi hesabı yok! Para koyacak yer bulamıyorlar.

Evet bunun için de sandık kuruluyor ama aday olabilenler yine patron, sandıktan çıkanlar yine patron! En fazla sendika beylerinden birileri vitrine konuluyor. Bunun için meclisteki vekillerin çoğu zengin, patron ya da yüksek gelirli memurlar.

Para babalarının her şey olduğu, sadece ve sadece onların karar hakkına sahip olduğu, milyonlarca emekçinin hiçbir şey olduğu, ayak takımı diye dışlandığı bir sistem. Fabrikasından ülke yönetimine kadar!

İşçi haksızlığa uğruyor ama sesini çıkaramıyor, duyuramıyor, duyursa da yanıt alamıyor. Daha fazlasını yaptığında her şey yasak oluyor.

İtiraz etmek yasak, seçmek yasak, grev yapmak yasak!

Sadece aç kalma, verdiklerine razı olma, itaat etme özgürlüğü var!

İşte bunun üzerine de “Başkanlık” sistemi getiriliyor. Her şey tek bir “başkan”ın eline bırakılıyor, o çalacak o söyleyecek.

Sendikada, fabrikada, ülke yönetiminde tek adam!

Grev mi yasaklanacak, yasakla! Kıdem tazminatı mı anında! Eskiden Danıştay vb. gibi organlar vardı, işçi yine de hep hayal kırıklığı yaşasa da biraz umudu olurdu. Şimdi o da olmayacak!

Ama işçiler ne köle, ne oy deposu, ne de aptal!

Biz milyonlarca işçi, emeğimizle hayatı hayat yaptığımız gibi fabrikamızı da, sendikamızı da ve bu ülkeyi de yönetebiliriz!

Hem daha iyi yönetiriz, hem de aldığımız kararlar, yaptığımız tercihler para babaları için değil, emperyalistler için değil, kapitalistler için değil milyonlar için olur... Zenginden alınır yoksula verilir. O zaman da patronlar ağlar işçiler güler!

İşte biz hem işçiler için demokrasi istiyoruz, hem de bunun için bir işçi demokrasisi istiyoruz!

Fabrikada bir işçinin sadece fabrikasında değil, ülke yönetimine de doğrudan katılabileceği, sözünü söyleyebileceği, alınacak kararlarda ortak olabileceği bir yönetim biçimi istiyoruz.

Nasıl ki, sendikalarda işçilerin işyeri meclisleri aracılığıyla sendikasını yönetmesi, tüm söz ve karar hakkının bu meclislere bırakılmasını istiyorsak neden ülke yönetiminde bu aynı şey olmasın?

Nasıl ki sendika yöneticilerinin maaşlarının en yüksek işçi ücretini aşmaması gerektiğini söylüyorsak, nasıl ki üyelerin beğenmediği yöneticiyi ya da vekili geri çağırma hakkı olmasını istiyorsak bu ülke yönetimi için neden olmasın?

İşte bunun için söz, yetki, karar hakkı işçilere; patronlar değil işçiler yönetsin diyoruz!

Metal İşçileri Birliği
26 Ocak 2017


 

 

 

 

 

Schneider Enerji’de 30 işçi atıldı

 

20 Ocak’ta başlayan EMİS grevinde coşkusuyla dikkat çeken Gebze Schneider Enerji işçileri işten atma saldırısıyla karşılaştı.

Gebze TAYSAD’da bulunan Schneider Enerji fabrikasının yönetimi “kriz” bahanesiyle 1 Şubat'ta 30 işçinin işine son verdi.

Grev sürecinde Schneider Enerji işçilerine övgüler dizen Birleşik Metal-İş Sendikası ise “önüne geçemeyiz” diyerek işten atma saldırısını olağanlaştırmaya çalıştı.

Sendikanın bu tutumu karşısında Baştemsilci Reşat Baygın temsilcilikten ve işten istifa etti. Tıpkı 2015 grev sürecinde de grev yasağına karşı direnen Ejot Tezmak işçilerinin sendika bürokratları tarafından zorla fabrikaya sokulmasının ardından temsilcilikten ve işten ayrılan baştemsilci İlker Tetik gibi.

Schneider Enerji işçileri grev sürecinde coşku ve kararlılıklarıyla öne çıkmış, grev yasağının ardından da kendilerine sorulmadan sözleşmenin imzalanmasına tepki göstermişti.

 
§