3 Şubat 2017
Sayı: KB 2017/05

Suriye savaşında yeni aşama
OHAL koşullarında referandum!
Kürt halkının iradesi teslim alınmak isteniyor
“ozguruz.org” üzerinden ‘özgür basın’a dair
Eğitimde yeni müfredatın getirecekleri
Kapitalizmin krizi derinleşiyor
EMİS süreci aynasında metal hareketi
Tekstil işçisi yol arıyor
OHAL ve krizle birlikte seri iş cinayetleri rejimi
Greif Direnişi’nin deneyimleri ışığında Metal TİS’lerine hazırlanmak
Suriye’de siyasi çözüm arayışları
Avrupa’da faşist hareketin “zirve”si
Brexit sonrası Avrupa Birliği ve gelecek sorunu
Dünyada kriz ve kadınlar
Ücretsiz ve nitelikli kreş istiyoruz!
Devrim Okulları yapıldı: Bu davet bizim!
Apple’ın Trump’la “sorunu!”
Kriz sistemin iflasıdır
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kürt halkının iradesi teslim alınmak isteniyor

 

Sermaye devleti bir yandan Anayasa referandumuna hazırlanırken öte yandan tüm ilerici-muhalif kesimleri zapturapt altına almak için saldırılarına aralıksız devam ediyor. Kürt hareketi ve siyasetçileri de başından beri bu saldırganlığın hedefi durumunda. TBMM’de alınan kararla dokunulmazlıkların kaldırılmasının ardından, 4 Kasım 2016 tarihinden itibaren HDP’li 59 milletvekilinden 26’sı gözaltına alındı. Aralarında HDP eş genel başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ ile grup başkan vekilleri İdris Baluken ile Çağlar Demirel’in de bulunduğu 12 milletvekili ise tutuklanmıştı.

HDP’li vekilleri hedef alan gözaltı-tutuklama saldırıları geçtiğimiz hafta içerisinde de devam etti. Son olarak Altan Tan, Meral Danış Beştaş, Hüda Kaya ve Ayhan Bilgen de gözaltına alındı. Ayhan Bilgen önce serbest bırakıldı, ancak Diyarbakır Başsavcılığı, Beştaş ve Bilgen’in adli kontrol ile serbest bırakılmasına itiraz etti. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nın itirazı üzerine, Sulh Ceza Hakimliği’nce tutuklanmalarına yönelik yakalama kararı çıkarıldı. Böylece İdris Baluken’in tahliye olduğu günlerde Ayhan Bilgen ve Meral Danış Beştaş yeniden gözaltına alındı ve tutuklandılar. HDP’nin tüm sözcülerinin tutuklanması ise AKP’nin niyetini açıkça belli etmektedir.

Gözaltı ve tutuklama sadece vekillerle sınırlı değildir. OHAL ilanının sadece ilk aylarında HDP’li 50 belediyeye kayyım atandı. Belediyelere kayyım atamaları artarak devam ediyor. Ayrıca gerek belediye eş başkanları, gerekse diğer belediye çalışanları gözaltına alınıyor, tutuklanıyor. Bu terörden HDP üyeleri de fazlasıyla nasibini alıyor. Hemen her gün onlarca HDP’li bir il veya ilçede gözaltına alınıyor. Birçoğu tutuklanıyor.

Kürt siyasetçilerine yönelik yapılan bu saldırılar, devlet zihniyetinin Kürt isyanları sonucu hayata geçirilen İstiklal Mahkemeleri’nden bu yana değişmediğini gösteriyor. Askerlerin kollarına girerek mahkemeye çıkardığı Seyit Rıza’nın ve Ahmet Türk’ün birbirine çok benzeyen fotoğrafları bir kez daha devletin resmi politikasının aynı yüzü olarak tarihe kaydediliyor.

Elbette bu saldırıların, Kürtlere yönelik düşmanlığın arkasında (bölgesel gelişmeleri saymazsak), başkanlık referandumunun çok özel bir yeri olduğunu herkes biliyor. Erdoğan AKP’si bir taraftan “seni başkan yaptırmayacağız” sloganıyla milyonlarca oy alan HDP’ye bir daha bu imkânı vermeyeceğini gösterirken, diğer taraftan da Kürt halkına düşmanlaştırılarak sersemletilmiş MHP tabanından gelecek oyları garantilemeye çalışıyor.

Yaşananlar gösteriyor ki Kürt halkına sadece AKP tarafından düşmanlık beslenmiyor. CHP ile aynı zeminde olan düzenin diğer sahte muhalefet odakları da Kürt halkının diyeceği “hayır”dan uzak durmaya çalışıyor. AKP de bunlara “HDP ile aynı platforma düştünüz” diyerek asıl olarak Kürt halkına düşmanlığı körüklüyor.

Sermaye devletinin Kürt halkına tanıdığı özgürlük alanının sadece hapishane hücreleri olduğu, 100 yıl öncesinden bugüne kelepçeli ellerin aynı ulusun tutsaklığını anlattığı yeniden ve yeniden yaşanarak görülüyor. Devletin imânlarına hangi gerici odak sahip olursa olsun bu gerçek hep baki kalıyor. Diyarbakır’da KCK soruşturmalarında kelepçelenerek sıraya dizilmiş Kürt siyasetçilerinin görüntüleri hala yeniyken, Ahmet Türk’ün, Gültan Kışanak’ın da çok iyi bildiği 12 Eylül zindanları hep bu gerçeği anlatmıştır.

Diğer taraftan saldırıların geçmişi ne kadar eskiyse Kürt halkının direnişi de o kadar eskidir. Kökleri derinde ve geçmişte olan bir ulusun haklı istemlerini prangaya vurmak da, mezara gömmek de mümkün değildir.

 

 

 

 

Suruç Katliamı “güvenlik önlemi” yalanını ifşa ediyor

 

Türk sermaye devletinin emperyalistlerin çıkarlarına bağlı olarak dinci çetelerle kurduğu işbirliği katliamların önünü açarken, sözde “güvenlik önlemi” adı altındaki uygulamalar da katliamlara engel olmayı değil, toplumsal muhalefeti ezmeyi amaçlıyor. Bunun son örneği Suruç Katliamı’nda sorumluluğu bulunan polisin “ihmali” üzerine mahkemenin aldığı kararda ortaya serildi.

Katliamda polisin sorumluluğunun ortaya çıkmasına rağmen, Suruç İlçe Emniyet Müdürü hakkında “görevi ihmal ve kötüye kullanma” suçuyla ödül gibi 7.500 TL cezaya hükmeden mahkemenin gerekçeli kararı açıklandı. Mahkemenin gerekçeli kararında, polisin uyarılara ve mahkeme kararına rağmen gerekli önlemleri almadığının altı çizildi.

Daha önce serbest bırakılan saldırgan aranıyordu

Katliamı gerçekleştiren Abdurrahman Alagöz’ün daha önce El Kaide’ye yönelik soruşturma kapsamında ifadesinin alındığı ortaya çıkmıştı. Gerekçeli kararda; 20 Temmuz 2015’te gerçekleştirdiği Suruç Katliamı öncesinde de Suruç Emniyet Müdürlüğü’ne Alagöz’ün “terör nitelikli kayıp şahıs” olarak bildirildiği ve Urfa Emniyet Müdürlüğü tarafından 17 Temmuz’da “canlı bomba saldırısı”na karşı önlem alınması uyarısı yapıldığı yer aldı.

Mahkeme kararına rağmen gerekli önlem alınmadı

Buna paralel olarak Suruç Emniyet Müdürlüğü tarafından yapılan başvuru üzerine, Suruç Sulh Ceza Hakimliği’nin 8 Temmuz - 8 Ağustos tarihlerinde katliamın yaşandığı bölgeyi de kapsayan alanda arama kararı aldığına değinilen kararda, bütün bunlara karşın katliam öncesinde gerekli önlemlerin alınmadığı belirtildi. Kararda, SGDF’nin açıklama yapacağı Amara Kültür Merkezi’ndeki “önlemler”e ilişkin şu ifadeler kullanıldı: “Suruç Sulh Ceza Hakimliği'nin vermiş olduğu arama kararının Amara Kültür Merkezi’nin olduğu cadde ve sokağı kapsaması, merkezin tek girişinin olması, sanığın görev ve sorumluluğunda olmasına rağmen merkez önünde gerekli tedbirleri almayıp içeriye girenlerin kimlik kontrolü ve üst aramasını yaptırmayarak görevinin gereklerini yapmakta ihmal göstermesi ve bu sebeple dışarıdan gelen canlı bombanın park içerisine girerek kendini patlatması sebebiyle savunmalarına itibar edilmemiştir.”

“Önlem” adı altında SGDF’lilere baskı yapılmıştı

Kobanê’ye yardım amacıyla SGDF tarafından başlatılan kampanya doğrultusunda kentte yapılacak kamp öncesi Suruç’ta 20 Temmuz günü basın açıklaması yapılacaktı. Sermaye devletinin sözde “emniyet” ve “güvenlik” güçleri bunca tehdide rağmen katliamın önünü açarken, “önlem” adı altında da Suruç’a gelen SGDF’lilerin otobüslerini iki kere durdurmuş, “kimlik” ve “arama” dayatmalarında bulunmuştu.


 
§