18 Kasım 2016
Sayı: KB 2016/43

Tek çıkış yolu devrimci direniştir!
Faşizm, demokrasi mücadelesi ve devrim
Bakanlık kararının ardından derneklere OHAL mührü
“OHAL’inizi de mührünüzü de tanımıyoruz!”
"Sokakları, alanları mühürleyemezler!"
“Baskıya karşı direnmek haktır ve meşrudur!”
Erdoğan’dan yeni bir “U” dönüşü
Gün Kürt halkıyla dayanışmayı büyütme günüdür!
Ekim Devrimi ve ulusal sorun
Ekim Devrimi ve devrimci parti
Bir bankanın raporu ve Ekim Devrimi’nin yadsınamayan anlamı
Gerici savaşlar, ‘insan hakları’ ve ‘sivil’ ölümleri
Kapitalist dünyadan sefalet manzaraları
AKP’nin 2017 programı
“Fiili mücadeleyle hakkımızı kazanacağımıza inanıyoruz!”
Günsan işçileri üretimi durdurdu
İstanbul Üniversitesi direnişi üzerine
20 Kasım Uluslararası Çocuk Hakları Günü
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

İstanbul Üniversitesi direnişi üzerine

 

Sermaye devletinde yaşanan rejim krizi 15 Temmuz darbe girişimi ile birlikte doruğuna vardı. Bu darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL ile birlikte ülkede darbe koşullarını aratmayan süreçler yaşanmaya başlandı. Her muhalif sesin bastırılmaya çalışıldığı bir döneme girdik. Bu saldırılar gençlik cephesini de vurdu doğal olarak. Üniversiteler bazında bu saldırılar soruşturma-uzaklaştırma terörü şeklinde yansıdı. Gerici-faşist kuşatmanın ilk hedefinde örgütlü, ilerici-devrimci öğrenciler vardı. Bu kapsamda DGB’li bir yoldaşımız da 1 aylık uzaklaştırma “cezası” aldı. Buna karşılık olarak da 3 Ekim’de kapı önü direnişine başladık.

Neden Direniş?

Sermaye devletinin üniversiteleri hedef alan saldırılarının birden fazla amacı bulunmaktadır. İlk olarak üniversitelerden ilerici-devrimci öğrencileri silmek, örgütlülüğü, siyasal faaliyeti bitirmek istemektedir. Devlet bir yandan baskı ve yasaklamalarla, öte yandan gerici-faşist çeteleri besleyip palazlandırarak örgütlü mücadeleyi ezmeye çalışıyor. Bu yolla öğrenci kitlelerine “eğer biat etmezsen, kafanı kaldırırsan bu üniversitede barınamazsın” mesajı vermektedir.

3 Ekim’de başlattığımız kapı önü direnişi de bu noktada anlamını buluyor zaten. Direnişimizle devletin sindirme-ezme politikasına karşı üniversiteyi terk etmeyerek “üniversiteler bizimdir!” sloganının yaşamdaki maddi karşılığını üretmiş olduk. Onların verdiği cezayı bir anlamda hükümsüz kıldık. Bu açıdan biz de diğer öğrencilere bir mesaj veriyoruz aslında: “Kafamızı eğip gitmekten başka bir yol daha var, direnmek!” Hele de OHAL’in ilan edildiği bir dönemde saldırılara karşı direniş tutumu daha farklı bir anlam kazanıyor. Çıkan en ufak bir sesin bile boğulduğu, herkesin bir anlamda sindiği bir dönemde “OHAL’de direniş!” dedik. OHAL karanlığının içinde her gün o üniversite önünde umudu büyüttük biz aslında. Bu koşullarda “direnenler de var” demiş ve göstermiş olduk.

Süreç içinde yaşadığımız saldırılar

Direnişimiz boyunca -basın açıklamaları yaptığımız günler dışında- her gün polis saldırısına uğradık, gözaltına alındık. Gözaltında ırkçı müzikler dinletmekten fiziki şiddet ve tacize, ölüm tehdidine kadar fiziki ve psikolojik işkenceye uğradık. Bizler zaten bu direnişe başlarken tüm bu saldırıları göze almıştık. Bu işkenceci-katliamcı devlet geleneğini iyi tanıyanlar olarak şaşırmak ve yılmak bir yana, her gözaltı saldırısının ardından daha büyük bir kararlılık ve meşrulukla gittik o alana.

Dayanışmanın sınırı, direnişin sınırsızlığı

Bu anlamda direnişimiz salt bir üniversiteye alınma talebiyle sınırlanmadı, toplumun tümüne yönelik gerçekleşen saldırılara karşı konulan bir irade ve aynı zamanda izlenmesi gereken yolu gösteren bir örnek oldu. Bir yandan her gün üniversite önünde bildirilerimizle öğrencilere dönük bir çalışma yürütürken bir yandan da haftada bir gerçekleştirdiğimiz basın açıklamalarıyla direnişimizin güncelle bağını kurduk, bu açıklamalarda gündemde olan sorunlara, saldırılara değindik. Baskı ve gericilik karşısında örgütlenmesi gereken süreci pratiğimizle gösteridik.

İstanbul Üniversitesi (İÜ) ana kapısının önünde böyle bir süreç işletirken, okulun içine yönelik de çalışmalarımız oldu. Direnişin ikinci haftasında “Direnişin Sesi” bültenini hazırladık. Ayrıca üniversite çevresine yazılamalar yaparak direnişi öğrencilere duyurmaya çalıştık. Her gün yaşadığımız polis saldırısı nedeniyle öğrencilere doğrudan, direniş sırasında ulaşma olanağı bulamadığımızdan bu araçlar önemliydi. Ayrıca sosyal medya, daha özelinde de Twitter üzerinden daha farklı ve geniş kesimlere ulaşabilme imkanı bulduk.

Çalışmamızın kendi sınırlarında elbette daha farklı bir süreç işletilebilirdi. Üniversite gençliğine tam temas edememek, dışımızdaki siyasal unsurları harekete geçirememek gibi birçok nokta direniş süreci öncesi önümüzde duran gerçekliklerdi. Ancak tüm bunlara rağmen direniş tek yoldu. Çünkü tüm bu saldırılar karşısında göstereceğimiz duruş, bizi üniversitedeki direngen ve ileri unsurlara ulaştırmanın bir yolu olacaktı. Elbette bir de önemli bir politik mesajı bulunuyordu: Her gün gözaltına alsan, işkence yapsan da “vazgeçmiyoruz!”

Direnişimiz boyunca gerek sendikalardan, gerek diğer siyasetlerden, gerekse de akademisyenler cephesinden herhangi bir destek görmedik. Elbette ki bunun anlaşılır nedenleri var. Zira biz direnişimizin daha başında bu direnişin devrimci samimiyet taşıyan herkeste bir umut ve heyecan yaratırken, diğerlerinde ise müthiş bir korku yaratacağını biliyorduk.

Aynı saldırıları yaşadığımız, tıpkı bizim gibi soruşturma ve ihraç saldırılarıyla bir bir tasfiye edilen akademisyenlerden somutunda bir destek göremedik. Aslında yapılması gereken artık destek olmaktan çıkıp, omuz omuza mücadele etmek olmalıydı. Bir noktadan sonra direniş bir turnusola dönüştü, politik tutumların göstergesi haline geldi. Sonuç olarak aynı saldırıların hedef noktasıyız. Birkaç hocamızın manevi desteğini alsak da, birçoğu çeşitli gerekçelerle yanımızda olmayı açıktan reddetti.

Gelelim Eğitim Sen’e. Sendikal mücadelenin geldiği düzeyi biliyoruz, sınırlarını ve durumunu da. Fakat direnişimiz karşısındaki tutumları sadece bu durumla izah edilemez bir yerde duruyordu. Örneğin Eğitim Sen 6 No’lu Şube’nin Şişli Kent Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilen gecesinde söz hakkı vermeme tutumunu “gündemlerinin farklılığı ve yoğunluğu” ile açıklamaya çalıştılar.

Ardından Eğitim Sen 6 No’lu Şube ile görüşmeye gittiğimizde, Görkem Doğan ile yaptığımız görüşmede “Direniş sürecinde diğer siyasetler ve arkadaşlarınızdan destek bulamamışsınız”, “Siz direnişi bireysel olarak yapsanız da arkanızda bir örgüt var”, “İnsanları reformist diye eleştiriyorsunuz”, “Biz de gözaltına alındık”, “Karşımda üniversite dönemindeki hiçbirşeyi kabul etmeyen, hararetle tartışan kadın arkadaşları görüyorum sanki”, “Bunları yazarsınız, zaten heryere yazıyorsunuz” diyerek bahaneleri bir tarafa bırakıp, açıktan ideolojik ve siyasal çizgimiz sebebiyle direnişimizin yanında olmadıklarını söylemiş oldular.

Sendikaları siyasetlerin arka bahçesi olarak kullanan anlayış ve temsilcilerine üzülerek söylüyoruz ki, karşılarında bizleri görmeye devam edecekler. Kamu emekçilerinin mücadelesini salon etkinliklerinden ve basın toplantılarından öteye taşı(ya)mayan bu reformist ve bürokratik zihniyet ezilmeye mahkumdur. Gerek bizi üniversite dönemlerindeki arkadaşları ile karşılaştırıp “sekter”likle yaftalayan, gerekse de politik çizgimizi hedef alanlara cevabımız çok net: “Sekter”lik denilen şey ısrar ve irademizdir. Ki ilkelere bağlı bir politik süreç örmekten uzak olanların kavrayamayacağı bir duruştur. İçki masalarında süreç örgütleyen, kafa kol ilişkisi ile sendika yönetenlerin sokaktaki bir mücadeleye doğrudan destek olmasını beklemiyoruz.

Arkamızdaki, içimizdeki, yanımızdaki örgütü, örgütün kararını sorgulayanlara birinci cevabımız örgüt biziz! Örgütlü mücadele karşısında bu bürokrat takımının dili, devletin dilidir. İkincisi biz bu cezaları örgütlü olduğumuz için alıyoruz, limon satarken değil. Örgütlülüğümüz bizim onurumuzdur, özgürlüğümüzdür.

Bir çift lafımız da destek olur gibi görünüp de olmayan “dost”larımıza. Günü geldiğinde, korkuları gerçek olduğunda, yani kaybedecek bir şeylerinin kalmadığını gerçekten gördüklerinde yine beraber direneceğiz. Bizler tarihsel misyonumuzun farkındayız, duygusal tepkilerle hareket etmiyoruz. Ancak bu süreçte açıktan destek olmamanın cezasını, boyunlarındaki utançla taşıyacaklar.

***

Bunun dışında Yıldız Teknik Üniversitesi'nde (YTÜ), Kartal’da, İzmir’de, ve Güney’de yoldaşlarımız yaptıkları eylem ve faaliyetlerle direnişimizin sesini kendi yerellerine taşıdılar. Bu gerek direnişin politik etkisinin genelleştirilmesi açısından gerekse direnişte yarattığı moral açısından önemliydi.

Ayrıca “yolumuz işçi sınıfının yoludur” dediğimiz evrede direnişimizin en anlamlı yanlarından birisi de, sınıfın eyleme çıkmış kesimleri ile dayanışma içerisinde olmak idi. Direnişin sesini taşımak ve dayanışmak amacıyla birçok ziyaret gerçekleştirdik; Bakırköy’de grevdeki belediye işçilerine, Avcılar Belediyesi önünde aylarca direnen işçilere, Uğur Konfeksiyon direnişine, BOMİ depo önünde tek başına çadır kuran DGD-Sen üyesi direnişçi işçiye, İÜ Çapa Eğitim ve Araştırma Hastanesi önünde direnen Cemal Bilgin’e...

Son Söz

Bu direniş aslında dönem şiarımız olan “Geleceğimizden ve özgürlüğümüzden vazgeçmiyoruz”un somuttaki karşılığıydı. Burjuva yasalarındaki hak kırıntılarının bile ortadan kaldırıldığı, ses olmaya çalışan basın-yayın kurumlarının susturulduğu, işçi-emekçilere, gençliğe büyük bir iktisadi ve sosyal yıkım saldırılarının dayatıldığı bir süreçte direnmekten başka bir çıkış yolunun olmadığını pratikte göstermiş olduk. Sıra üniversite içerisinde gençlikle buluşup kitlesel direnişlerle umudu büyütmede. “Bekle bizi İstanbul!”

İstanbul Devrimci Gençlik Birliği

(Ekim Gençliği'nin 15 Kasım-15 Aralık tarihli 165. sayısından alınmıştır)

 
§