18 Kasım 2016
Sayı: KB 2016/43

Tek çıkış yolu devrimci direniştir!
Faşizm, demokrasi mücadelesi ve devrim
Bakanlık kararının ardından derneklere OHAL mührü
“OHAL’inizi de mührünüzü de tanımıyoruz!”
"Sokakları, alanları mühürleyemezler!"
“Baskıya karşı direnmek haktır ve meşrudur!”
Erdoğan’dan yeni bir “U” dönüşü
Gün Kürt halkıyla dayanışmayı büyütme günüdür!
Ekim Devrimi ve ulusal sorun
Ekim Devrimi ve devrimci parti
Bir bankanın raporu ve Ekim Devrimi’nin yadsınamayan anlamı
Gerici savaşlar, ‘insan hakları’ ve ‘sivil’ ölümleri
Kapitalist dünyadan sefalet manzaraları
AKP’nin 2017 programı
“Fiili mücadeleyle hakkımızı kazanacağımıza inanıyoruz!”
Günsan işçileri üretimi durdurdu
İstanbul Üniversitesi direnişi üzerine
20 Kasım Uluslararası Çocuk Hakları Günü
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Gerici savaşlar, ‘insan hakları’ ve ‘sivil’ ölümleri

 

“Artık havalar iyice soğudu. Kuş sesleri duyulmaz oldu. Şimdi yalnızca, anasını ya da babasını, kardeşini yitiren çocukların ağlamaları duyulabiliyor.
Bizler, bir ülkesi ve umudu olmayan çocuklarız. - Dunja, 14”

Bu sözler Eski Yugoslavya’da savaşı yaşamış, son on-on beş yılda savaş yüzünden yaşamını, sağlığını, anne/babasını ve umudunu yitirmiş milyonlarca çocuktan birine ait.

Kapitalizm savaş demektir

Devrimci işçi hareketinin, kapitalizmin köklü eleştirisi üzerinden çıkardığı ‘kapitalizm savaş demektir’ şiarı, kapitalizmin tarihi tarafından her yönüyle doğrulanmıştır. Kapitalizmin, özel olarak da emperyalizmin tarihi savaş ve yıkımlarla doludur. Kapitalist-emperyalist sistemin büyük ve güçlü devletleri savaşları mümkün oldukça metropollerden uzak ülkelerde başlatıp, bitirme eğilimindedirler.

Birleşmiş Milletler (BM) kaynakları 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın sonundan bugüne yaşanan 181 savaşın 170’inin (%94) geri bıraktırılmış ülkelerde olduğunu gösteriyor. Gelişen silah teknolojisinin ortaya çıkardığı yeni buluşlar, kitle imha silahları bu ülkelerde denenerek, test edildi. Yeni teknolojinin ‘harikası’ kitle imha silahlarıyla yürütülen savaşlarda söylenenlerin aksine, sivil halkın hedeflenmesi bundan önceki dönemlerle kıyaslanamayacak oranda yüksek olmuştur. 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda sivil ölümler toplam ölümlerin üçte ikisini oluştururken 1980’lerden sonraki savaşlarda sivil kayıpların toplam kayıplara oranının neredeyse %90’a çıktığı belirtiliyor. (Kaynak: http://www.ttb.org.tr)

ABD emperyalizmin kanlı sicili

2. Emperyalist Paylaşım Savaşı Doğu Avrupa’da, asıl olarak da SSCB toprakları üzerinde sürdü. ABD emperyalizmi savaş alanlarından uzak olmasının meyvelerini özellikle savaş sonrasında toparladı. Ülke yıkılıp-yağmalanmadığı gibi, savaştan etkilenmeyen teknolojisini diğer ülkelerden söküp getirdiği teknikle reorganize edebildi. Kapitalist-emperyalist sistemin lider gücü olarak öne çıktı.

ABD’nin 1945 yılından sonra Kore, Laos, Vietnam, Kamboçya, Irak ve Afganistan gibi ülkelerde başlattığı savaşlarda en az on milyon sivil yaşamını yitirdi.
Kore Savaşı’nda 3 milyon, Vietnam’da 3-4 milyon, Laos’ta 1 milyon, Kamboçya’da 600-800 bin sivilin öldüğü tahmin ediliyor.

Yeni savaş teknolojileri Afganistan, Irak, Libya, Suriye, Yemen, Kürdistan, Filistin gibi ülkelerde sürdürülen savaşlarda sivil ölümlerin azalmasını sağlamak bir yana, katlayarak artırdı. Irak’ta 9 yıl süren işgal süresinde en az 650 bin sivil hayatını kaybetti. Afganistan’da rakam 100 binleri bulurken, Suriye’de savaşın sürdüğü beş yıl içinde en az 283 bin kişi hayatını kaybetti. Libya, Yemen, Somali gibi daha sayamadığımız ülkeler de bu listeye eklenince kanlı sicilin bilinenden çok daha kabarık olduğu görülür. Savaşın ‘sivil’ halka getirdiği yük ve acılar yalnızca ölümler olmamış, onları zorunlu göçe zorlayarak açlığın, hastalığın, çaresizliğin kucağına da itmiştir. İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı'ndan sonra yaşanan ve sayısı on milyonları bulan göç dalgası bunu gösteriyor. Denizlerin insan cesedine doymasını sağlayan da modern burjuvazi olmuştur.

Silahlanma, silahlanma ve yine silahlanma

1960’larda 14 milyar dolar olan yıllık silah ticareti 2010 yılına gelindiğinde otuz kat artarak 411 milyar doları buldu. 2010 yılından sonra geçen dönemde bu rakamın çok daha hızla arttığını tahmin etmek zor olmasa gerek. Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün (SIPRI) silah ticaretiyle ilgili 2010 yılı verilerine göre 411 milyar dolar olan silah ticaretini 100 büyük silah üreticisi elinde tutuyor. Son on yılda silah ticareti hacminin yüzde 60 büyüdüğünü de kaydediyor rapor. SIPRI verilerinde önemli bir ayrıntı daha var; 1960’larda 14 milyar dolar olan yıllık silah ticareti 34 yıl sonra, 1994’e gelindiğinde iki buçuk kat artarak 35 milyar doları buluken, 1994-2010 arsında yaklaşık on iki kat artarak 35 milyar dolardan, 411 milyar dolara yükseliyor. Bu rakamlar, son yıllarda silahlanmanın aldığı boyutu ‘çılgınlık’la açıklamanın artık yetersiz kaldığını gösteriyor.

Dünyada 2014 yılında imzalanan silah anlaşmalarının yüzde 50,43’ünü alan ABD’nin, geri bıraktırılmış ülkelere yapılan silah ticaretindeki payı ise yüzde 73’ü buluyor. Bu ülkelerin 1960’ta 27 milyar doları bulan askeri harcamalarının dört kat artarak, 1991’de 121 milyar dolara ulaştığını dikkate değer bir ayrıntı olarak kaydedelim...

Arsızlıkta sınır yok

Ortadoğu'da kentlerin yakılıp yıkıldığı bir savaşta sivil cankaybının olmamasını temenni etmek için kişinin arsızlıkta bütün bariyerleri yıkmış olması lazım. Modern savaş araçlarıyla, İHA’larla, füzelerle sürdürülen savaşlarda kentlerin yokolduğunu, sivillerin katledildiği gerçeğini anlayıp görebilmek için rakamların soğuk ve ürkütücü diline normalde hiçbir gereksinim olmaması gerekirdi. Ne var ki, gözler önünde sürdürülen, medya aracılığıyla naklen yayını yapılan savaşlarla insanlara bu durum kanıksatılıyor, günlük yaşamın bir parçası olarak algılatılıyor.

Uluslararsı Af Örgütü, ABD önderliğindeki “koalisyon”un yaklaşık 300 sivili öldürdüğü 11 ayrı saldırısı üzerine bir rapor yayınladığında Pentagon, bu hava akınlarında sadece bir ölü olduğunu kabul etmişti. Diğer izleme grupları ise, Suriye’deki ABD hava saldırılarının yol açtığı sivil ölü sayısının 1.000’den çok daha fazla olduğunu belirtirken, Pentagon, iki yılda toplam olarak sadece 55 sivilin öldürüldüğünü iddia etmişti. İki binden fazla Filistinlinin öldürüldüğü, on binden fazla insanın da yaralandığı 2013’de 51 gün süren İsrail kuşatması ile ilgili konuşan Pentagon sözcüsü Power “Gazze’deki her çocuğun Hamas üyesi” olduğu yönünde bir açıklama yapmış, ABD’nin BM’deki temsilcisi de pervasızca, İsrail’in kendini “savunma” hakkından bahsederek kanlı icraatı savunmuştu. Bunlar bizlere, bu topraklarda yaşayanlar için hiç de yabancı gelmiyorlar. Taş atan çocuğun da bir “terörist“ kadar tehlikeli olduğunu, elbette hedefleneceğini söyleyen zat bugün devletin en tepesinde oturuyor. Nede olsa, efendiyle-uşakların ipliği aynı çürük kumaştandır.

Savaşın önde gelen kurbanları, kadınlar ve çocuklar

Bütün çocuklarımın psikolojisi bozuldu. Bir ay boyunca ateş altındaydık. Uyuyamıyorsun, tuvalete gidemiyorsun. Sana terörist diyorlar. İnsan değilmişsin gibi davranıyorlar. Hiçbir insan bir insana bunu yapmaz. Çocuklarım kinle büyüyecek.” Bu sözler Cizre’den bir anneye ait.

İşgal ve sömürge savaşları çocuk ve kadınlara çok daha büyük acılar yaşatıyor. Ruanda’daki soykırımda sekiz yaşından büyük her kıza tecavüz edildi. Kuzey Uganda’da, silahlı birlikler köylere baskın düzenleyip, bu baskınlarda her seferinde 50-100 çocuğu kaçırdılar. Kızlara tecavüz edilip, seks kölesi haline getirilirken, erkek çocuklar işkencenin zoruyla savaşta kullanıldılar. Bu bilindik tabloya Kürdistan, Irak, Suriye, Afganistan, Filistin gibi ülkelerde süren haksız savaşlarda da çokça tanık olduk. Bu suçları yalnız IŞİD gibi çeteler işlemiyor, bölgenin gerici devletleri de aynı suçu döne döne işlemektedir. Filistinli çocuğu Hamas militanı olarak görenlerle, Kürt çocuğunu terörist sayanların, katlettikleri kadın ve erkeklerin cesetlerini asker-polis araçlarının arkasına bağlayarak kentlerin sokaklarında dolaştıranların bu suçlardan azade olmaları için hiçbir neden yoktur. İşkencehanelerde tecavüz suçlarının devlet denetiminde işlendiğini belgeleyen ifadelelerle doludur insan hakları örgütlerinin raporları.

Değişik coğrafylarda değişik dillerde aynı ağıtlar yakılıyor

Yugoslavya’da, Cizre’de, Uganda’da, Ruanda’da veya daha başka coğrafyalarda söylenen ağıtlar aynı gerçeği dile getiriyorlar; haksız-gerici savaşlarda insanlık suçunun önlenebileceğini iddia etmek en azından savaşı yürütenlerin suçuna ortak olmaktır. Bu bir yalandır, safsatadır. Kapitalizm nasıl ki ‘adilleştirilerek’ yaşanır bir sistem haline getirilemezse, haksız savaşlarda da tecavüzlerin, ‘sivil’ ölümlerinin önü alınamaz. Kaldı ki kim bu ‘sivil olmayan’ askerler diye sormalıyız. Asker elbisesi giydirilerek cepheye, ölüme sürülenler de ‘sivil’ olarak ölenlerin, tecavüze uğrayanların çocuklarıdır. Bu durumda tek bir yol kalıyor önümüzde; ya savaş meydanlarında, savaş yıkıntılarının altında kalacağız ya da savaşların kaynağı olan kapitalizme karşı devrim mücadelesini büyüterek gerçek barışı elde etmek için, gerçek kurtuluş için, sosyalizm için savaşacağız.


 
§