18 Kasım 2016
Sayı: KB 2016/43

Tek çıkış yolu devrimci direniştir!
Faşizm, demokrasi mücadelesi ve devrim
Bakanlık kararının ardından derneklere OHAL mührü
“OHAL’inizi de mührünüzü de tanımıyoruz!”
"Sokakları, alanları mühürleyemezler!"
“Baskıya karşı direnmek haktır ve meşrudur!”
Erdoğan’dan yeni bir “U” dönüşü
Gün Kürt halkıyla dayanışmayı büyütme günüdür!
Ekim Devrimi ve ulusal sorun
Ekim Devrimi ve devrimci parti
Bir bankanın raporu ve Ekim Devrimi’nin yadsınamayan anlamı
Gerici savaşlar, ‘insan hakları’ ve ‘sivil’ ölümleri
Kapitalist dünyadan sefalet manzaraları
AKP’nin 2017 programı
“Fiili mücadeleyle hakkımızı kazanacağımıza inanıyoruz!”
Günsan işçileri üretimi durdurdu
İstanbul Üniversitesi direnişi üzerine
20 Kasım Uluslararası Çocuk Hakları Günü
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

“Baskıya karşı direnmek haktır ve meşrudur!”

 

Ekim Hukuk Bürosu’ndan Av. Zeycan Balcı ile 15 Temmuz darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL’i, bu süreçte hayata geçirilen saldırıları, bunların hukuksal boyutlarını, hapishanelere yansımalarını, gözaltı ve işkence süreçlerini ve son olarak ÇHD’nin de aralarında olduğu hukuk örgütlerine yönelik saldırıları konuştuk.

-21 Temmuz’da OHAL ilan edildi. Aslında bize yansıtılan “demokrasinin kazandığı” şeklindeydi. Şöyle bir kurguları vardı; bir askeri darbe kalkışması oldu, püskürtüldü ve böylece “demokrasi kazanmış” oldu. “Demokrasi kazandı” ama “sonrasında nasıl bir döneme girdik?” diye sorarsanız; Milli Güvenlik Kurulu (MGK) 20 Temmuz’da bir tavsiye kararı yayınladı ve dedi ki “OHAL ilan edilmeli” ve Bakanlar Kurulu hızla, aynı gün OHAL’in ilanına karar verdi 3 ay süreyle. Ve aynı gün karar çıktı, bir gün sonra Resmi Gazete’de yayınlandı ve OHAL ilan edildi 3 ay süreyle. Bu karar Anayasa 120. madde ve OHAL kanunu 3. maddeye göre alındı. Anayasa’nın 120. maddesi der ki; “Anayasa’da demokratik düzenin veya temel hak ve hürriyetlerin ortadan kaldırılmasına yönelik bir tehdit veya şiddet olayları varsa OHAL ilan edilebilir.” OHAL kanunu 3. maddesi ne diyor; “Anayasa’daki 120. maddedeki bir durum ortaya çıkarsa en fazla 6 aylık süreyle OHAL ilan edilebilir.” OHAL Resmi Gazete’de yayınlandı, meclise sunuldu ve çoğunluk kararı alındı. Ve böylece OHAL koşullarında temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması başlamış oldu.

Temel hak ve özgürlükler gasp edildi, yok edildi

- OHAL’i kimler yürütür; OHAL’i valiler yürütür. Yani çıkan OHAL kararları valilik eliyle yürütülür. Dolayısıyla Emniyet Müdürlüğü de yapacağı işlemlerde doğrudan validen talimat alırlar.

Peki temel hak ve özgürlükler ne kadar sınırlandırılır OHAL’de, ne kadar sınırlandırılabilir? Anayasa’nın 13. ve 15. maddesindedir bunun sınırı. Açıkça konulmuştur, denir ki; “Temel hak ve özgürlüklerin özüne kesinlikle dokunmazsın.” Çalışma hürriyetine, yaşama hakkına, iletişim ve haber alma özgürlüğüne, temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunmadan bu sınırlamayı koymalısın diyor. Anayasa’nın 15. maddesi de diyor ki, temel hak ve özgürlükler sınırlandırılabilir ama uluslararası sözleşmelerdeki haklar ihlal edilmemek kaydıyla. Ancak Anayasa’nın 90. maddesindeki temel hak ve özgürlükler maddesi der ki; “Uluslararası sözleşmeler Anayasa’nın hükmündedir ve uluslararası sözleşmelerden gelen temel hak ve özgürlükleri asla ama asla sınırlandıramazsın.” Peki böyle mi oldu? Yine Anayasa'nın 15. maddesi diyor ki gerektiği ölçüde sınırlandır. Bu “gerektiği ölçüde” gerçekten muğlak bir tanım. Ne kadar sınırlandırabilirsin, nereye kadar sınırlandırabilirsin, muğlak. Evet sınırları var, temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunmadan. Evet uluslararası sözleşmelerdeki hakların özüne dokunmadan sınırlandırabilirsin. Ama “gerektiği ölçüde” kavramı siyasi iktidara aslında geniş de bir yetki tanıdığından ötürü son 3 aydır, 4 aydır, 15 Temmuz’dan beri aslında sınırlandırma boyutuyla değil hakların gasp edilmesi ve hakların yok edilmesi boyutuyla karşımıza çıkıyor OHAL. Anayasa’ya konulan “gerektiği ölçüde” kelimesi aslında 12 Eylül anayasasının faşist cunta tarafından nasıl da istenildiğinde evrilip çevrileceğine ilişkin güzel bir argüman. 12 Eylül anayasasının nasıl, hangi koşullarda ortaya çıktığını ve bugün hangi koşullarda aynı şekilde uygulanabilirliğinin bir göstergesi.

Yargı tarumar edildi, muhalif emekçiler de tasfiye edildi

- OHAL’de neler oldu? Her şeyden önce yayınların dağıtımı engellendi, sansürlendi. Gazeteler, radyolar hızla kapatılmaya başlandı. Neredeyse muhalif gazete, radyo, televizyon bırakılmadı. Çok büyük bir saldırıya uğradı yayın kuruluşları. Bu arada meslekten ihraç edilen, meslekten ihraç edilmemekle birlikte uzaklaştırılan çok sayıda memur oldu. Yargı tarumar edildi. Hakimler, savcılar meslekten ihraç edildi, AYM üyeleri görevden alındılar, KESK üyesi birçok memur hızla görevden atıldılar “FETÖ” adı altında.

Gözaltı süresi işkence ve ajanlaştırma dayatması için 30 güne çıkarıldı

- Gözaltı süreleri 30 güne çıkarıldı. Korkunç bir uygulama bu. 5+5+5+5 şeklinde uzatmalarla 30 güne kadar gözaltı süreleri uzatılmış oldu. Toplamda 5 gün müdafi görüş yasağı getirildi. Aslında bu 5 günlük müdafi görüş yasağı ve gözaltıların 30 güne kadar uzatılması çok manidar. İşkence izlerinin silinebilmesi açısından 30 gün tutuluyor insanlar. İlk 5 gün itirafçılık, ajanlaştırma, sohbet gibi zorlamalarla kişi itirafçılaştırılmaya ya da ajanlaştırılmaya çalışılıyor. Avukat ve aile görüşü yasaklarıyla da istenildiği gibi işkence yapılarak, fiziki ya da manevi şiddet uygulanıyor. İşkence yaparak ajanlaştırma ve itirafçılaştırma dayatması son dönemde korkunç artmış oldu.

Tutuklanan kişi yine gözaltına alınıyor, işkenceye uğruyor

- Önceden arama, yakalama ve gözaltı uygulamasının hakim kararına mutlaka sunulması gerekirken şimdi savcıların talimatıyla arama, yakalama kararları alınmaya başlandı. Hakim onayına sunulmaya artık gerek dahi duyulmuyor. Önceden çok acil durumlarda savcı talimat verip 24 saat içinde hakim kararına sunmak zorundayken artık hakim kararı tamamen yürürlükten kaldırılmış durumda. Arama, yakalamalar tamamen savcı talimatıyla yapılabilirken, polise savcı talimatı olmaksızın dahi arama, yakalama, gözaltı yapma hakkı gelmiş oldu. Karakollarda, Terörle Mücadele Şubesi’nde (TMŞ), hapishanelerde işkence vakaları korkunç boyuta ulaştı. Hatta son dönemde şöylesi vakalara çok sık rastlanıyor: Kişi 30 gün gözaltında tutulduktan sonra tutuklanıyor daha sonra KHK’larla kendisine yetki tanınan TMŞ veya emniyet birimleri tutuklanan kişiyi hapishaneden getirip yine sorgulama yapıyor ve işkence yapmaya devam ediyor. Bu durum gerçekten artık Türkiye’deki hak ve özgürlüklerin nasıl gasp edildiğinin ve gözaltındaki ya da tutuklanan kişilerin haklarının nasıl gasp edildiğinin göstergesi.

Hapishanelerde işkence ve hak gaspı vakaları korkunç boyutta

- Hapishanelerde de işkence vakaları ve hak gaspları korkunç boyutta. Artık ayda bir olan açık görüşler iki aya çıktı, haftalık olan telefon görüşmeleri iki haftada bire çıktı, avukat görüşleri önceden hiç kimse olmaksızın ve avukat görüş odalarında gerçekleşirken şimdi yukarıdan aşağıya uzanan ve ses de alan bir kamera, masanın tam ortasında oturan bir gardiyanla görüş yapılmaya çalışılıyor. Bu uygulama sadece “FETÖ”den tutuklanan kişilere yapılıyor. Henüz devrimcilere, Kürtlere, ezilenlere ve diğer muhalif tutuklulara ilişkin avukat görüşlerinde yok. Biz henüz böyle bir uygulamayla karşılaşmadık. Karşılaştığımızda da kesinlikle avukat görüşü yapılmayacağını ve müvekkillerimizin de muhtemelen direnişe geçeceklerini düşünerek aslında bize uygulanmıyor. Ama “FETÖ”den gözaltına alınıp tutuklanan herkes artık avukatıyla baş başa ve hiç kimsenin duyamayacağı, göremeyeceği şekilde görüş yapamıyor. Artık avukat görüş odasında bir kamera var, karşılıklı olarak tutuklu ve avukat oturuyor ama ortaya da gardiyan oturup bütün konuşulanları dinliyor. Bu aslında çok ciddi bir hak gaspı. Temel hak ve özgürlüklerin tamamen rafa kaldırıldığının da bir göstergesi.

Yine hapishanelerdeki en büyük sıkıntılardan birisi de sürgün sevkler. Artık bir gece ansızın gelip hiçbir şeyin toparlanmasına bile izin verilmeden, kişisel eşyalarını bile almasına izin verilmeden müvekkillerimiz devrimciler, Kürtler, öğrenciler, tutuklu hücresinden çıkarılıp başka bir yere sürgün sevk ediliyor. Sürgün sevkler sırasında çok ciddi hak gaspları yaşanıyor.

OHAL’in istatistiki tablosu

- Toplamda sayısal bir veri vermek gerekirse; 93 bin personel bugüne kadar görevden uzaklaştırılmış. 59 bin 841 kamu görevlisi memuriyetten çıkarılmış. 5 bin 247 akademik personel hakkında işlem başlatılmış, 4 bin 225’i görevden atılmış, 2 bin 341’i hakkında ise KHK ile ihracına karar verilmiş. Ki bu ihracına karar verilen akademisyenlerin unvanları da ellerinden alındığı için hiçbir şekilde artık hiçbir yerde çalışamaz hale getirildiler. Aynı zamanda meslekten uzaklaştırılan, ihraç edilen tüm kamu personelleri, tüm akademisyenler hakkında da yurtdışına çıkış yasağı verildiği gibi pasaportları da ellerinden alınmış ya da pasaportları iptal edilmiş durumda. 4 bin 262 kurum ve kuruluşa el konulmuş (Kapatılan son 370 kurum bunun dışında.) KESK’e baktığımız vakit 9 bin 843 öğretmen meslekten atılmış durumda. Birçok belediyeye kayyım atandı. 28 belediyede, 24’ü PKK, 4’ü “FETÖ”ye üye oldukları gerekçesiyle belediye başkanları görevden uzaklaştırıldı.

Aslında 15 Temmuz’dan sonra nasıl bir “demokrasinin kazandığını” bu sayısal verilere baktığımızda da çok rahatından görmek mümkün. Örneğin tüm basın açıklamaları yasaklandı. Tüm yürüyüşler, işçi direnişlerinin tamamı bu dönemde yasaklandı. Siyasi iktidar “demokrasi şölenlerini” Yenikapı’da ve hemen hemen bütün meydanlarda yaparken Avcılar Belediyesi işçilerinin belediye önünde bir basın açıklaması yapmaları engellendi. Yine baktığımızda bütün basın açıklamaları, avukatların adliye önünde yaptıkları basın açıklamaları dahi çok şiddetle boğulmaya çalışılıyor ve sürekli gözaltılar yapılarak yıldırılmaya çalışılıyor.

OHAL’le demokrasi sağlandı mı? Kesinlikle hayır! Aslında OHAL’le sağlanan şey; emekçi halklar üzerindeki baskının artması, temel hak ve özgürlüklerin tamamen rafa kaldırılması, her türlü işkencenin, zorun ve baskı aygıtının hızla yürürlüğe konulması oldu. Bu zor, hem KHK ile hem de OHAL’le olağanlaştırılıyor.

OHAL bittiğinde hiçbir şey normale dönmeyecek

- Çokça soru alıyoruz, “OHAL bittiğinde her şey normale dönecek mi?” diye. Aslında hiçbir şey normale dönmeyecek. Olacak olanlar şunlar; OHAL’in ilanıyla ve yürürlüğe konulan KHK’larla bu yaşadığımız şey aslında faşizmdir. Faşizm tamamen olağanlaştırılacak, meşrulaştırılacak ve zaten yürürlüğe konan KHK’lar bir süre sonra kanun haline gelecek ve emekçi halklar üstündeki baskı gittikçe artacak. Örneğin son dönemde KHK’larla, valiliklerden alınan yetkiyle de 370 kurum hakkında 3 ay süreyle faaliyetlerinin durdurulmasına ve kapılarına kilit vurulmasına karar verildi. Birçok kuruma gidilerek kurumların genel merkezleri mühürlendi ve hatta Süleyman Soylu dedi ki, “Biz 370 kurumun kapısına kilit vurduk, haydi bakalım açın açabiliyorsanız...” Aslında bu demokratik kitle örgütlerinden, sivil toplum örgütlerinden nasıl da korkulduğu, toplumsal muhalefete el veren kurumların dahi hızla sindirilmeye çalışıldığı, hızla onların işlerine son verilmek istendiği, artık onların yaptıkları işlerden bile rahatsızlık duyulduğunun bir göstergesi.

Toplumsal muhalefete el veren kurumlar kapatılarak gözdağı veriliyor

- Örneğin Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) 44 yıldır ezilenlerin, sömürülenlerin, Kürtlerin, devrimcilerin avukatlığını yapan avukatların kurduğu bir örgüt. Ve 44 yıldır her şeye rağmen ayakta durmuş ve son derece de toplumsal muhalefete el vermeye çalışan ve mücadele geleneğini her yıl daha da arttıran bir kurum olarak karşımızda duruyor. “Niye kilit vuruldu, ÇHD’ye kilit vurularak ne amaçlandı?” diye sorarsanız aslında bu bir gözdağı. Emekçi halklara, sınıfa çok büyük bir gözdağı. “Sizin kurduğunuz kurumlar, size el veren kurumlar, sizin her durumda yanınızda olan kurumları dahi biz kapatarak aslında sizi bu yarattığımız baskı aygıtının içinde ezmek istiyoruz” diyorlar. Örneğin Cumartesi akşamı yapılan bir baskınla ÇHD’nin kapısı mühürlendi. Meslektaşlarımız bu mührü kırdı ve attı. Aslında Süleyman Soylu’nun ‘haydi bakalım kırabiliyorsanız kırın’ söylemine yanıt oldu bu tutum. Evet biz bunu kırarız. Çünkü 44 yıldır sizin gibi bu işleri uygulayan, bu işleri yapan, emekçi halklar üzerinde baskı kuran birçok siyasi iktidar vardı ama artık yoklar. Ama 44 yıldır biz buradayız. Bizim gibi birçok kurum var. Bugün kapatılmayan çeşitli kurumlar da böyle.

Baskıya karşı direnmek haktır ve meşrudur!

- Evet muhtemelen baskı artacak, çok ciddi artacak ama baskıya karşı direnmek yaşadığımız toplumda haktır ve meşrudur. Bugüne kadar bütün siyasi iktidarlara karşı ÇHD direnmiştir, ÇHD’li avukatlar direnmiştir. Bugünden sonra da direnmeye, müvekkillerini savunmaya, müvekkilleri için sokakta olmaya, adliyede olmaya, adliyeleri dahi eylem alanına çevirmeye kararlıdır. Çünkü biz gücümüzü sınıftan alırız. ÇHD gücünü hiçbir zaman siyasi iktidardan almamıştır, sırtını hiçbir zaman siyasi iktidarlara dayamamıştır. Ve her zaman her türlü baskıya, tutuklanmalara, gözaltılara, işkencelere karşı hep ayakta ve dimdik durmuştur. Aynı müvekkillerini savunduğu gibi kendi örgütünü de savunacaktır. Hep söylediğimiz bir söz var, ÇHD susmadı susmayacak! ÇHD gerçekten susmadı susmayacak...

 

 

 

 

OSTİM işçileri: Devrimci avukatlar onurumuzdur!

 

Ankara OSTİM Sanayi Sitesi’nde çalışan işçiler devrimci avukatlara yönelik saldırılara karşı dayanışma mesajı paylaştı.

OSTİM işçileri, KHK kararı ile kapatma saldırısıyla karşılaşan ÇHD'nin direniş ve grevlerde yanlarında olduğunu hatırlatarak toplu şekilde çektirdikleri fotoğrafla “İşçi direnişlerinde, grev çadırlarında hep yanımızdaydınız. Şimdi sıra bizde. Diren ÇHD! Devrimci avukatlar onurumuzdur!” mesajını paylaştılar.

 
§