18 Aralık 2015
Sayı: SİKB 2015/01 (47)

Emperyalist savaşa ve kapitalist yağmaya işçi sınıfı son verebilir!
Türk ordusu Irak topraklarında
Mesut Barzani’nin Ankara ziyareti
Kürdistan’da abluka, saldırı ve katliamlar tırmandırılıyor
Devlet terörü protesto edildi
Türkiye’nin 2015 Hak İhlalleri Raporu
“Kürdistan’da ‘sıkıyönetim’ adı altında tam bir kuşatma var”
“Elçi cinayetinde bir polisin üzerinde yoğun şüphe var”
Kriz yaklaşıyor, saflar netleşiyor!
Adliye işçilerinin direnişi sürüyor
2017’ye hazırlık
MİB MYK Aralık Ayı Toplantısı Sonuç Bildirgesi
DEV TEKSTİL Aralık Ayı Genişletilmiş MYK Toplantısı Sonuç Bildirgesi
NATO: Bir saldırı, savaş ve iç savaş örgütü - 2 - H. Fırat
Fransa’da yerel seçimler
“Yok başka bir cehennem, yaşıyorsun işte”* - G. Umut
Kerry-Lavrov görüşmesi: “Anlaştık...”
Kadınların direnişi sürecek!
“İntikam çığlıklarımız asla kesilmeyecek!”
İÜ öğrencileri saldırıları ve işkenceyi anlattı
Bayram: Kıra kırıla geleceğimize yürüyoruz
Mersin Üniversitesi’nde faşistler saldırdı
Katledilişinin 35. yılında Erdal Eren anıldı
Maraş Katliamı aynasında bugün
İnsan Hakları Haftası’nda eylem ve etkinlikler
Marmara'daki hapishanelerde hak ihlalleri
Tutsaklardan yeni yıl mesajları
Hücrelerde direniş bayrağı hala dalgalanıyor
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Maraş Katliamı aynasında bugün

 

19 Aralık tarihinde, Maraş’ta bulunan Çiçek Sineması’na, başrolünde Cüneyt Arkın’ın oynadığı ve sosyalizmin anti-propogandasını yapan “Güneş ne zaman doğacak?” filminin gösterimi sırasında salonun yakınlarına patlayıcı madde atılır.

Solcuların üzerine yıkılan bu bombalama eylemini, Ülkücü Gençlik Derneği Maraş Şube Başkanı Mehmet Leblebici ve ikinci başkanı Mustafa Kanlıdere’nin talimatları doğrultusunda, Ökkeş Kenger’in gerçekleştirdiği ve yardım için Ankara Ülkücü Gençlik Derneği’ne telefon ettiği öğrenilir.

Ökkeş Kenger’in fitilini ateşlediği provokasyon sonrası “Komünistler, Allahsız Aleviler”e karşı binlerce faşist “Kanımız aksa da zafer islamın” sloganlarıyla sokaklara dökülür. İlerici devrimci kurumlar hedef gösterilir ve pek çoğu tahrip edilir.

Saldırılar, 20 Aralık’ta Alevilerin olduğu bir kahvehanenin bombalanmasıyla, 21’inde ise (Tüm Öğretmenler Birleşme Ve Dayanışma Derneği) TÖB-DER’li iki öğretmen Hacı Çolak, Mustafa Yüzbaşıoğlu’nun katledilmesiyle artar. Binlerce kişinin sahiplendiği eylemlere dönüşecek cenazelerin kaldırılmaması için devleti temsil eden kurumlar; valilik, belediye ve askeriye tüm imkanlarını seferber eder. “Sağcı bir güruh” cenazelere saldırır.

Cuma vaazında imamın “Bir Alevi öldürürsen 5 sefer hacca gitmiş gibi sevap kazanırsın. Bütün din kardeşlerimiz hükümete ve komünistlere, dinsizlere karşı ayaklanmalıdır” sözleri ve yönlendirmesiyle namaz çıkışı cenazelere saldıran faşitler giderek çoğalır ve Alevilerin olduğu iş yerleri, kahveleri, evleri talan ederler.

Evlerin duvarlarına MHP ve üç hilal yazılamaları yaparlar. Belediye hoparlöründen “Alevilerin sünnileri öldürdüğü” yalanıyla, “müslümanlar hazır olun” denilerek katliam çağrıları sürer. Devlet kanallarının akşam haber bültenlerinde komünistlerin camilere bomba attığı haberleri yayılır.

Daha öncesinde milli piyangocu, PTT çalışanı kılığında gezenlerin aldığı bilgiler ve nüfus sayımı bahane edilerek oluşturulan listelerle tek tek işaretlenen ilerici, devrimci güçlerin, Alevi ve Kürt emekçilerin evleri basılır, uzun namlulu silahlarla taranır, tüm aileleriyle katledilirler. Katliamlar 25 Aralık gecesine kadar devam eder ve yüzlerce insan yaşamını yitirir. Bu katliamın sonrası, büyük bir göç dalgası başlar. Maraş’tan Antep,’e, Adana yönlerine traktörler, kamyonlar, taksi ve minibüslerle taşınan büyük bir insan akımı vardır.

Saldırıların başladığı ikinci gün Maraş’a gelen ve eylemcilere müdahale edilmesini isteyen İçişleri Bakanı’na ordu komutanı şöyle der; “Paşam sizi severim, sayarım ama emirleri Ankara’dan alırım.” Emirlerini ABD, MİT, CIA, NATO’dan alan Ankara’da, o dönem hükümette olan CHP, Maraş Katliamı yaşandığı süreçte hiç bir şey yapmayarak emperyalistlerin biçtiği görevini layıkıyla yerine getirir. Katliamların bittiği gün, 26 Aralık tarihinde olağanüstü hal ilan edilir ve katliam sonrası sağ kalan devrimci, ilerici güçler de böylelikle ele geçirilmiş olur.

Katliamı gerçekleştirenlere göstermelik davalar açılır ama faşistler yargılanmaz, devrimciler ise işkencelerden geçirilir. Maraş Katliamı davasında müdahil avukat olan Ceyhun Can 1979’da, Halil Sıtkı Güllüoğlu ve Ahmet Albay da 1980’de öldürülür. Katliamın CIA bağlantılı NATO kuruluşu tarafından örgütlendiğini, Maraş Katliamı'na CIA ajanlarının karıştığını açıklayan gazeteci Abdi İpekçi, 1979’da öldürülür.

Daha sonra açığa çıkan bilgilerle ABD büyükelçiliğinin ikinci katibi olan Alexander Peck’in olayların yaşandığı sırada Maraş’ta olduğu öğrenilir. Peck daha sonra Çorum, Tokat, Amasya’da görülür.

Maraş’ta ve diğer pek çok ilde, yine devletin tüm kurumlarıyla devreye sokacağı katliamlar, işçi ve emekçileri Alevi-Sünni, Kürt-Türk, mezhepsel ve etnik kimliklikler üzerinen bölüp parçalamaya, böylelikle daha rahat sömürmeye zemin hazırlamak için gerçekleştirildi.

Çok geçmeden 1980’de emperyalizmin öncülüğünde darbenin gerçekleştirilmesi de sermayedarların sahip oldukları işletmeleri, fabrikaları, sanayi bölgelerini kendileri için dikensiz gül bahçesi yapma isteklerinin ifadesi olarak ortaya çıkıyordu.

Bu güne baktığımızda; Kürt illerinde ordu ve polisin gerçekleştirdiği katliamlar, bunun sonucu Kürtlerin akın akın göçe zorlanması, yıllarca kayıpların izini süren, faili meçhulleri aydınlatmaya çalışan avukat Tahir Elçi’nin planlı bir şekilde katledilmesi, Suruç’ta, Ankara’da patlayan bombaları görüyoruz. Maraş’tan bugüne yaşananlar, devletin katlimacı kimliğinin kanıtlarıdır.

 

 

 

 

Cumartesi Anneleri’nden Taşkaya için eylem

 

Cumartesi Anneleri, Galatasaray Meydanı'ndaki 559. eyleminde 1993 yılında gözaltında kaybedilen Hüseyin Taşkaya’nın akıbetini sordu.

Hüseyin Taşkaya’nın oğlu Şerif Taşkaya, eylemde yaptığı konuşmada “Biz bu meydanda büyüdük. Bu meydanda babamızla yaşadığımız duyguları aradık. Devlet kirli işler yapıyor. En güzel duygularımızı, babamızı, annemizi aldı” dedi. Devletin istediğini istediği gibi öldürdüğünü, bunun çete zihniyeti olduğunu söyleyen Taşkaya, başka kimsenin öldürülmemesi için burada olduklarını, ama kendilerinin de “sıralarını beklediğini” söyleyerek devletin bombalarla, infazlarla insanları öldürdüğünü vurguladı.

Hüseyin Taşkaya’nın kardeşi Faik Taşkaya ise abisinin kaybedildiği 1993’ten bu yana 22 yıldır bir şeyin değişmediğini, canlı bombalarla katliamlar yapıldığını söyledi. Basının da devlet şiddetini göstermediğine dikkat çekti.

Bizim ekip almış, devlete vermiş”

Haftanın basın açıklamasında Hüseyin Taşkaya’nın devlet şiddetini eleştirdiği için adının “ölüm listesi”nde olduğunu duyarak İstanbul’a taşındığı, kalan işlerini halletmek için Siverek’te akrabasının evine döndüğünde gözaltına alındığı belirtildi. Açıklamada şu ifadeler yer aldı:

6 Aralık 1993 tarihinde askerler, polisler, Bucak aşiretine mensup korucular 30 araçlık konvoyla, Urfa’nın Siverek ilçesi Bağlar Mahallesi’ndeki Mehmet Taşkaya’nın evine baskın yaptı. Üsteğmen Ahmet Şentürk’ün yönettiği baskında Hüseyin Taşkaya gözaltına alındı. Hüseyin Taşkaya’yı sormak için emniyete, savcılığa, valiliğe koşan ailesine ‘Sedat Bucak’a sorun’ denildi. DYP milletvekili, aşiret reisi-korucubaşı Sedat Bucak da ‘Bizim ekip almış fakat devlete teslim etmiş, bundan sonra haberimiz yoktur, devlet biliyor’ dedi. Oğlundan haber alma umuduyla Siverek Emniyeti’ne giden Fatime Taşkaya’ya ‘Bir daha bize gelmeyin. Diğer oğullarınla birlikte burayı terk edin, yoksa onlar da kaybolur’ denildi. Ailenin tüm başvuruları sonuçsuz kaldı. Hüseyin Taşkaya’dan bir daha haber alınamadı.”

Kızıl Bayrak / İstanbul


 
§