18 Aralık 2015
Sayı: SİKB 2015/01 (47)

Emperyalist savaşa ve kapitalist yağmaya işçi sınıfı son verebilir!
Türk ordusu Irak topraklarında
Mesut Barzani’nin Ankara ziyareti
Kürdistan’da abluka, saldırı ve katliamlar tırmandırılıyor
Devlet terörü protesto edildi
Türkiye’nin 2015 Hak İhlalleri Raporu
“Kürdistan’da ‘sıkıyönetim’ adı altında tam bir kuşatma var”
“Elçi cinayetinde bir polisin üzerinde yoğun şüphe var”
Kriz yaklaşıyor, saflar netleşiyor!
Adliye işçilerinin direnişi sürüyor
2017’ye hazırlık
MİB MYK Aralık Ayı Toplantısı Sonuç Bildirgesi
DEV TEKSTİL Aralık Ayı Genişletilmiş MYK Toplantısı Sonuç Bildirgesi
NATO: Bir saldırı, savaş ve iç savaş örgütü - 2 - H. Fırat
Fransa’da yerel seçimler
“Yok başka bir cehennem, yaşıyorsun işte”* - G. Umut
Kerry-Lavrov görüşmesi: “Anlaştık...”
Kadınların direnişi sürecek!
“İntikam çığlıklarımız asla kesilmeyecek!”
İÜ öğrencileri saldırıları ve işkenceyi anlattı
Bayram: Kıra kırıla geleceğimize yürüyoruz
Mersin Üniversitesi’nde faşistler saldırdı
Katledilişinin 35. yılında Erdal Eren anıldı
Maraş Katliamı aynasında bugün
İnsan Hakları Haftası’nda eylem ve etkinlikler
Marmara'daki hapishanelerde hak ihlalleri
Tutsaklardan yeni yıl mesajları
Hücrelerde direniş bayrağı hala dalgalanıyor
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

“Yok başka bir cehennem, yaşıyorsun işte”*

G. Umut

 

Türlü türlü cehennem tasvirleri bulunmakta dini kitapların hepsinde. Belki de bunların en güzel tasvirini Marx yapıyor Kapital’de, cehenneme giden yolları da tarifleyerek. Modern sanayinin o çok meşhur olgusu ile başlayalım. Modern sanayinin gelişmesi çok da masum olmadı. 1800’lerde sanayinin başkentinde “otomatik atölyelerde” çocuklar kırbaçlarla çalıştırılıp, öksüz yurtları ile anlaşmalar yapılıyordu. Ağır ve ilkel çalışma koşulları nedeniyle birçok çocuk ve işçi makine başlarında, ahırlarda, sokaklarda ölü bulunuyordu. Makineler anlamında gelişme 1825’ten sonra grevlerin bir ürünü olarak ortaya çıktı. 1831’de Lyon’dan, 1838’den 1842’ye varana değin İngiliz Chartist hareketi vb. her önemli grev sonrası yeni bir makine üretildi. Sermaye açısından zaman ve para her şey, insan ve daha doğru tabirle işçi hiçbir şeydir. Marx “Felsefenin Sefaleti”nde işçinin patron için ne ifade ettiğini tanımlıyor: “... Ücretlerin asgarisi de sürekli olarak düşmektedir. Bu ücretler insanı yaşamak için çalışmak zorunda bırakmakla başlattıkları işi, ona bir makine hayatı yaşatmakla tamamlıyorlar. İşçinin varlığının basit bir üretim aracı olmaktan başka bir değeri yoktur ve kapitalistin de ona davranışı buna göre olmaktadır.” (Felsefenin Sefaleti,218)

1800’lü yıllardan 2010’lu yıllara varana dek sistem birçok aşama geçirdi. Sermaye için elde edebileceği en fazla kâr için birçok şeyi “yitirmeyi” göze aldı. İstikrar söylemleri sonrasında hep krizlerle karşılaştı. Özünde emek ile sermaye arasındaki çelişki keskinleşerek bir dizi gelişme aşamalarından geçti/geçiyor. Marx’ın 1800’lerde “otomatik atölye” diye adlandırdığı işçi cehennemleri bugün emperyalist kapitalist sistemin sömürü vahşetinin bir uzantısı olarak yine yaşanıyor. Bangladeş, Hindistan, Çin, Güney Kore vb. işçi sınıfı ve patronlar arasındaki çelişkinin çok keskin yaşandığı ülkelerden birkaç tanesi. Bu ülkeler, çalışma koşullarının 1800’lü yılları aratmadığı ve toplum çapında en çok intiharın yaşandığı, sömürünün en azgınca kendini dışa vurduğu ülkeler aynı zamanda. Elbette bu bir tesadüf değil.

Hayatı sorgulamak?

Geçtiğimiz günlerde Güney Kore’den bir haber verdi BBC. “Dünyada intihar oranlarının en yüksek olduğu ülkelerden biri olan Güney Kore’de bazı şirketler çalışanlarının stres sorununa ilginç bir tabut-terapi yöntemi uyguluyor. Başkent Seul’deki sıradan bir işyeri binasının büyük bir odasında bir şirket çalışanları, kendileri için temsili cenaze töreni yapıyorlar.” (BBC’nin sitesinden alınmıştır.)

Haberin yapıldığı şirketin genel müdürü Park Chun-woong, “Şirketimiz daima çalışanlarını eski düşünme biçimlerini değiştirmeye teşvik edegeldi, ama pek sonuç alamadık” diyor. Ve bunun amacının hayatın anlamını sorgulamak olduğunu anlatıyor, kanserli veya ölümden hasarla kurtulmuş insanların hikayelerini anlatarak bir terapinin ardından tabuta girdiklerini söylüyor. Aynı haberde bir işçi ile yapılan röportaj patronların çabasını çok açık biçimde gösteriyor. Cho Yong-tae tabuttan çıkarken, “Birçok hata yaptığımı farkettim. Bundan sonra çok daha hevesle çalışmayı ve ailemle daha çok zaman geçirmeyi umuyorum” diyor. Sermayedarların amacı zaten çok açık. Tabut örneğinin dışında uygulanan toplu zorla kahkaha atma seanslarından birçok uygulama ile işçileri çalışma yaşamına bağlamaya çalışıyorlar. Güney Kore’de işçilerin yaşam koşullarının ağırlığının boyutunu fark eden(!) patronlar bir saatlik öğle uykusu formülasyonu geliştirdiler, ancak işçilerin işe bir saat erken gelmelerini veya daha geç çıkmalarını isteyerek.

Sermayenin azgın sömürüsü karşısında emekçiler için pek fazla bir yol yoktur. Bir tanesi bugün çoğunlukta olan gerçekliktir ki, bu da bir yol değildir. Yoksulluk, yokluk, çaresizlik birleştiği oranda ve insanların boğazına çöktüğünde tamah kültürüne ve onun toplumda yansıması olan “değer”lere sığınır. Güney Kore’de sistemin yapmaya çalıştığı ise “zaten mezarlara gönderiyoruz biz işçileri, en azından gerçekten öldürmediğimize dua etsinler” mantığıdır.

Emekçilere yaşam koşulları ile cehennemi yaşatanlar öldürülen her işçinin de katilidirler. Ne var ki bu katliamlar ister intihar yoluyla olsun, isterse iş cinayetlerinde; işçi sınıfını bitirmeye yetmeyecektir. “Yok olan siz binlerce işçi, umutsuzluğa kapılmayın! Gözünüz arkada kalmadan ölebilirsiniz. Sınıfınız yok olmayacaktır. Bu sınıfın sayısı her zaman, kapitalist sınıfın onu tümüyle ortadan kaldırma korkusuna kapılmaksızın katliamdan geçirmesine yetecek bollukta olacaktır.” (Felsefenin Sefaleti,218)

Emekçilerin sermayenin vahşiliği karşısında esas yolu ise direnmeye, örgütlü mücadeleye gider ki, bu alanda gücünü fark eder ve gerçekten hayatın anlamını bulur. Güney Kore’de ise intiharların oranı kadar mücadelenin de arttığı bir süreç yaşanmaktadır:

Nisan ayında 2 bin 800 işyerinden yaklaşık 260 bin işçi emeklilik sistemini de kapsayan hak gaspına karşı sokaklara çıktı. Eylemlere 60 bin kamu emekçisi ve 10 bine yakın eğitim emekçisi katıldı. Aralık ayının başında ise sokağa çıkan işçilere devlet azgınca saldırdı, bir kişiyi başından yaraladı ve 51 kişiyi gözaltına aldı. Ardından ise devlet sendikaları, lokalleri, büroları basarak birçok teknolojik alete el koydu ve eşyaları kullanılamayacak hale getirdi. Kore Sendikalar Konfederasyonu Başkanı Sang-gyun Han’ı tutuklama kararı çıkarttı.

*Behçet Aysan şiirinden alıntıdır...

 

 

 

 

Toshiba binlerce işçinin işine son veriyor

 

Dünya çapında 200 bin işçisi bulunan Toshiba’nın, Rusya’da televizyon ve mutfak eşyaları satışını tamamladığı bildirildi. Rusya’da bu pazarın yüzde 10’una hakim olan Toshiba, bu pazardan çıkarak 7 bin işçinin işine son verileceğini duyurdu.

Toshiba Rusya’nın Genel Müdürü Hiroaki Tezuka, Rusya’daki faaliyetlerini askıya aldıklarını ve bundan sonra Russian Mail, Sberbank ve Power Machines şirketleri ile projeler yürütmeye devam edeceklerini duyurdu.

Toshiba’nın Rusya pazarından çekilmesinin ardında Rusya’daki ekonomik kriz yatıyor. Şirketin bir süredir bu alanda zarar ettiği ve muhasebe kayıtlarında yolsuzluk yaparak bu zararın üstünü örtmeye çalıştığı belirtildi.




Danimarka göçmenlerin ziynet eşyalarına el koyacak

 

Danimarka hükümeti, ülkeye gelen göçmenlerin ziynet eşyalarına el koymaya olanak sağlayan kanun çıkardı. “Göçmenlerin masraflarını karşılamak” ifadesiyle gerekçelendirilen kanun, Adalet ve Göçmen Bakanı Sören Pind’in göçmenlerin ziynet eşyalarına el koymayı savunması ve “Böylece elde edilecek gelir, mültecilerin masraflarını karşılamak için kullanılabilir” açıklamasıyla gündeme geldi.

Kanuna göre, göçmenlerin nişan yüzüğü, saat ve cep telefonuna el konulmayacak, üzerlerinden çıkan 300 avrodan yüksek değerdeki ziynet eşyasına el konulacak.

 
§