7 Ağustos 2015
Sayı: KB 2015/30

Sermaye düzeni faşist devlet terörünü ve kirli savaşı tırmandırıyor!
Topyekûn savaşa karşı topyekûn direniş!
Birleşik devrim: Köklü ve kalıcı çözümün adresi
TSK Kandil’de köylüleri katletti
İşçilerin birliği, halkların kardeşliği!
Kürt halkı 10 gün Habur’da tutulan cenazelerini uğurladı
Düzen siyasetinde koalisyon belirsizliği
AKP-CHP koalisyonu üzerine
Devlet terörü resmi kılıfına büründü
Sermaye devletinin yeni sivil çetesi!
İhracat rakamları çok yönlü bunalımı ortaya koyuyor
Sağlıkta piyasalaşma İÜ hastanelerini vurdu
AKP şefleri 13 yıla yayılan riyakarlık ve saldırganlığın suç dosyalarının açılmasını engellemek için savaş başlattılar
Kamuda TİS süreci: Ankara’da KESK mitingi
İş cinayetleri sürüyor
Temmuz ayında 166 işçi katledildi
TOMİS: Kıyımı durdurmak için birlik olalım
Hema’da protokolün uygulanması için eylem
ABD, sermaye deveti ve Barzani
Emperyalizmin Mısır’ı: İçte ‘istikrar’, dışta bekçilik
Rusya’dan IŞİD’e karşı koalisyon önerisi
Wuppertal’da Engels’i anma etkinliği
Emperyalist savaşa, baskılara, geleceksizliğe Kayıtsız kalma!
“Başarılı bir kamp gerçekleştirmiş olduk”
Emekçi Kadın Komisyonları yaz kampında buluştu!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

AKP şefleri 13 yıla yayılan riyakarlık ve saldırganlığın suç dosyalarının açılmasını engellemek için savaş başlattılar...

Hesap vermekten kurtulamayacaklar!

 

13 yıldır işbaşında bulunan dinci-Amerikancı AKP hem toplumsal meşruiyetten yoksun hem yetkisiz bir hükümet olmasına rağmen iktidar dümenini bırakmıyor. Burjuva yasaları da ayaklar altına alan bu rezalete imza atanlar Haziran Direnişi’yle toplumsal meşruiyetlerini önemli ölçüde yitirmiş, 17-25 Aralık yolsuzluk, hırsızlık, rüşvet skandallarıyla çürümenin dip çukuruna yuvarlanmışlardır.

Hal böyleyken bir yanda kabaran suç dosyalarının açılması ve yağmaladıkları servetlerin elden gitmesi korkusu, öte yandan içlerini kemiren iktidar hırsı içinde bulunan dinci-Amerikancı şefler, iktidara sımsıkı sarılarak, kaçınılmaz akıbetlerini geciktirmeye çalışıyorlar. Bu uğurda “barış süreci/çözüm süreci” laflarını bir kenara bırakıp Kürt hareketiyle ilerici, devrimci güçlere karşı topyekûn savaş ilan ettiler. Savaş ilanı, politikaları iflas etmiş, toplumsal meşruiyeti sıfırlanmış AKP iktidarının gelinen yerde sadece ve sadece kanla beslenebileceğini gözler önüne sermiştir.

Kısa sürede barış söyleminden savaş pratiğine geçişleri çelişkili gibi gözükse de, AKP hükümeti/iktidarı sürecine bakıldığında bunun bir tesadüf değil tarz-ı siyaset olduğu kolayca anlaşılır. Zira Ortaçağ kalıntısı dinci-gerici ideolojinin merkezi AKP’nin pratiği, daima söyleminin tam zıttı olmuştur. Takiyecilik konusunda deneyimli olan “büyük şef”le müritlerinin alamet-i farikalarından ilki “sol gösterip sağ vurma” konusundaki maharetleridir. 13 yıllık tarihlerine bakıldığında, bunun sayısız örneğini görmek mümkündür.

AB’ye tam üyelik” söyleminden
polis devletine

Emperyalist/siyonist güçlerin Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) “ılımlı islam” modeli diye kurdurulan AKP hem içeride hem dışarıda sermayenin tam desteğine yaslanıyordu. Dışarıda ABD, AB, İsrail, Amerika’daki Yahudi lobisi tarafından desteklenen dinci parti, içeride hem “yeşil” hem “beyaz” sermayelerin desteğine de sahipti. Burjuva partilerin utanç verici bir çöküşe sürüklendiği anda piyasaya sürülen AKP, yüzde 10 seçim barajı sayesinde oyların 3'te 1'i ile milletvekillerinin 3'te 2’sini alarak tek başına hükümet kurdu.

Beklenmedik seçim başarısı dinci-Amerikancı şeflerin özgüvenini arttırdı. İşçi sınıfı ve emekçiler için tam bir yıkıma yol açan 2001 Şubat krizine karşı ciddi bir direnişin gelişememiş olması, AKP hükümetini toplumsal muhalefet açısından rahatlatıyordu. İstedikleri gibi hareket etmek, neo-liberal politikaları arsızca uygulamak için uygun bir iklim vardı. Nitekim dinci hükümet ilk günden sermayeye, emperyalistlere ve siyonistlere sınır tanımaz şekilde hizmet etmeye başladı.

Sermaye adına hızlı bir başlangıç yapan dinci-Amerikancı parti, neo-liberal saldırılara karşı işçi sınıfıyla emekçileri susturmak için “AB’ye tam üyelik” masallarını ortaya attı. Hem sağcı hem solcu liberallerin desteğine yaslanan AKP, bu sayede toplumun gündemini AB hayalleriyle işgal etti. Dinci-gericilikten demokrasi bekleyen eli kalem tutan liberallerin katkılarıyla yayılan masallara göre Türkiye yakında AB’ye tam üye olacak; demokrasi, insan hakları, toplumsal refah hızla artacak, ülke güllük gülistanlık olacaktı.

Bu kaba sahtekarlık yıllarca devam ettirildi. Ancak dinci parti yeni seçimler kazanıp, iktidar mücadelesinde belli mevziler elde edince, artık bu masala gerek duymaz oldu. Tepe tepe kullandığı liberal takımını hayal kırıklığına uğratmak pahasına da olsa, AB’ye tam üyelik söylemini bir yana bırakan AKP şefi, dinci-ırkçı zihniyetin pespaye metinleri olan meydan nutuklarında “Avrupa da kim oluyor” demeye başladı. Artık AB hayalleri çöpe atılmış, yenilenen polis salahiyetleri kanunu ile polise sokaklarda cinayet işleme yetkisi tanındı. 2009’dan sonra polis cinayetleri hızla artmaya başladı. Avrupa standartlarında demokrasi vaat eden dinci parti, arsızca dinci-faşist polis devletini tahkim etmeye başladı.

AKP adına “mazlum edebiyatı” yapan liberaller de tekmeyi yedi

En iyi hallileri bile vasat olmanın ötesine geçemeyen dinci şeflerin “vitrin” için elemanlara ihtiyacı vardı. AKP’den demokrasi uman liberal takımı hemen imdada yetişti. Liberaller bu vazife için biçilmiş kaftandı. Zira devşirilen liberal takımı içinde eli kalem tutan “ünlü gazeteci”ler, titri 'prof' olan akademisyenler de vardı. Nitekim bu devşirmeler hemen vitrine yerleşip, dinci-gericilik adına canla başla çalışmaya başladılar.

Devşirme liberallerin “derin analizleri”ne göre dinci-Amerikancı AKP’yi kuranlar ceberut devletin baskısına maruz kalmış mazlumlardan oluşuyor. İktidara gelmeleri büyük bir şanstır. Bu kadrolar Kürt sorununu çözecek, siyaseti askeri vesayetten kurtaracak, derin devleti tasfiye edecek ülkeyi AB’ye üye yapıp demokratikleştirecek vb. vb.…

Liberal takımı yıllar boyunca bu minvalde kalem oynattılar. Egemenler arası iktidar çatışmasının ürünü olan Ergenekon, Balyoz gibi davalar demokratikleşme yönünde atılan büyük adımlar diye pazarlandı. Buna göre “derin devlet” tasfiye ediliyor, yargı bağımsızlaştırılıyor, askeri vesayet ortadan kalkıyor vb….

Kabul etmek gerekiyor ki, liberal takımı bu alanda etkili ve uğursuz bir rol oynadı. Dinci partinin/iktidarın birer payandası gibi çalıştılar. Bu kadar hizmete rağmen, aldıkları “ödül” ise arkalarına yapıştırılan sert tekmelerle kapı dışarı edilmek oldu. Bu “ödül” AKP şeflerinin vefasızlığını gösterse de şaşırtıcı değil. Zira doğası gereği demokratik hak ve özgürlüklere düşman olan bir zihniyetten demokrasi bekleme körlüğü içinde olan liberaller anlamasa da -işi sağlama bağladıktan sonra- dinci-gerici bir iktidarın demokrasiden, insan haklarından, basın özgürlüğünden, Kürt sorunundan söz edenlere tahammül etmesi mümkün değil. Nitekim yıllarca AKP’ye hizmet eden liberal takımı, onur kırıcı bir şekilde yedikleri tekmelerle baş başa kaldılar.

Adı “özgür medya”,
pratiği “tasmalı yandaş/yalaka”

Dinci Amerikancıların büyük şefi, gazetecileri azarladığı vaazlarından birinde, “sizi tasmalarınızdan ben kurtardım” diye buyurmuş, AKP hükümeti/iktidarı döneminde medyanın özgürleştiğini iddia etmişti. Vurgulamak gerekiyor ki, sermaye medyasının esas gövdesiyle devlet güdümlü olduğu, burjuvazinin bütün kirli işleriyle suç ortaklığı yaptığı bir sır değil. Askeri cuntaya, neo liberal saldırganlığa, kirli savaşa, devrimcilerin katledilmesine, cezaevleri kıyımlarına destek veren sermaye medyası bu kanlı icraatlarda devletle suç ortaklığı yapmıştır.

Burjuva gazetecilerin “tasmalı” olduğu bir gerçek, ancak AKP döneminde “özgür”leştikleri iddiası iğrenç bir yalandır. Zira Türk sermaye medyası (askeri cunta dönemleri de dahil) tarihinin hiçbir döneminde bu kadar kişiliksiz/ilkesiz/ahlaksız ve iktidarın dolaysız tetikçisi olmamıştır. “Yandaş/yalaka” medya diye tanımlanan ve sermaye medyasının en az %80’ini oluşturan bu “ordu” özelde AKP şefinin genelde dinci-Amerikancıların güdümüne girmiştir. Bunun dışında kalan Aydın Doğan medyası ise, iktidar tarafından hedef tahtasına çakılmış ve korkudan dolayı AKP’yi eleştiren onlarca gazeteciyi işten atmıştır. Öyle ki, dinci gericiliğin büyük şefi, bizzat gazete patronlarını tehdit ederek, kendisini ya da iktidarını eleştiren birçok gazeteciyi işten attırmıştır.

Yandaş/yalaka kategorisinde yer alan “gazeteci” kılıklı “tetikçiler”in önemli bir kısmı dinci-gericiliğin “organik gazeteci”leri haline getirilmiş, kaçak saraydan emir alacak derecede alçaltıcı bir noktaya düşmüştür. Bunun karşılığında yağma ve rüşvetten nemalanan bu tetikçi ordusu, sermaye medyası tarihinin bu en rezil dönemine damga vurmuştur.

Sermaye medyasının çoğunluğunu “yandaş/yalaka” kategorisine yerleştiren AKP iktidarı, “zengin/tetikçi/gazeteci” ordusu oluşturmaya muvaffak oldu. Gazetecileri özgürleştirdiğini vaaz eden dinci gericiliğin büyük şefinin pratiği, medya ordusuna taktırdığı Ortaçağ'dan kalma paslı demir tasmaların iplerini kaçak sarayda düğümlemek olmuştur.

Cuntacıları yargılama” safsatasından
ırkçı-dinci cuntacılığa

AKP-Fethullah Gülen cemaati balayı devam ederken gündeme getirilen anayasa referandumu, “yargının demokratikleştirilmesi ve 12 Eylül cuntacılarının yargılanması” şeklinde pazarlandı. Oysa darbe planladığı gerekçesiyle onlarca generali hapse tıkayan AKP, 12 Eylül faşist darbesini gerçekleştiren generallere hizmette kusur etmedi. Hal böyleyken yargıyı ele geçirmek için gündeme getirilen referandum, “demokratikleşme yönünde atılan önemli bir adım diye” yutturulmak istendi. Dinci gericiliğin hizmetindeki devşirme liberaller bu safsatanın yayılmasında etkin bir rol oynadılar. Öyle ki, bazı solcu eskileriyle akıl tutulmasına uğrayan kimi umutsuz solcular bile, “yetmez ama evet” sloganı etrafında birleşerek dinci-Amerikancılara hizmet etme bahtsızlığına uğradılar.

Referandumu kazanan dinci-Amerikancılar, liberallerin vaaz etiği, umutsuz solcuların beklediği demokratikleşme yönünde adım atmaya veya darbeci generalleri yargılamaya değil yargıyı ele geçirmeye odaklandılar. Burjuva devletin övünç kaynağı olan –Türkiye’de ise yarım yamalak uygulanan- 'kuvvetler ayrılığı' ilkesini çöpe atan AKP, dinci-faşist polis devletini tahkim etme çalışmalarını hızlandırdı. Zira referandumda elde ettiği başarı özgüvenini pekiştirmiş, öncekinden çok daha pervasız adımlar atmasına fırsat sağlamıştır. Geçen yıllarda kullandığı “yargıyı demokratikleştirme”, “cuntacı generalleri yargılama” gibi sahte vaazları bir kenara bırakan dinci-gerici iktidar Kürt hareketine/Kürt halkına ve ilerici-devrimci güçlere topyekûn savaş ilan ederek, demokratik hak ve özgürlükleri ortadan kaldırarak inşa ettiği ırkçı/dinci-faşist rejimini ayakta tutmaya çalışıyor.

12 yıllık balayının partneri cemaat
paralel yapı” oldu

Haziran Direnişi dinci-gerici iktidarın toplumsal meşruiyetini yerle yeksan edince, AKP-cemaat ikilisinin 12 yıllık balayı sona erdi, iktidar ve rant paylaşımı kavgası iyice su yüzüne çıktı. Karşılıklı yapılan bazı hamlelerin ardından 17-25 Aralık yolsuzluk, hırsızlık, rüşvet skandalını patlatan cemaat, AKP’nin Haziran Direnişi’nde aldığı sarsıcı darbeye ikincisini ekledi. Dört bakanını istifaya zorlayan büyük şef paçasını zor kurtardı. Zira yatak odalarını tıka basa Dolar ve Euro ile doldurduğunu bilen cemaatin yargı ve kolluk kuvvetlerindeki uzantıları, büyük şefin oğluna “evdeki parayı sıfırlayın” talimatını verdiği telefon görüşmesini deşifre ettiler. Burjuva hukuk uygulansaydı, büyük şefin ömrünün kalan yıllarını Silivri’de geçirmesi kaçınılmaz olacaktı.

Cemaatin, büyük şefi de kapsayan hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet skandalını patlatması AKP şeflerini çileden çıkardı. Büyük şef, müritleri ve tetikçi medyaları birden “paralel yapı” diye damgalanan cemaate karşı saldırıya geçtiler. “İnlerine gireceğiz” diye tehditler savuran AKP şefleri, balayının 12 yıllık partnerini birden şeytan ilan ettiler. Dinci-gerici şefler, birlikte işledikleri tüm suçları cemaatin sırtına yıkmaya çalışsalar da olan olmuş ve AKP iktidarı hırsızlık, yolsuzluk ve rüşvetin abidesi olarak tarihe geçmiştir.

Yolsuzluk ve rüşvetin en reziliyle taçlanan
“ahlak vaazları”

“Ak Parti” ismini dayatan AKP şefleriyle yandaş/yalaka takımı, “Ak” kavramını kullanarak temiz, ahlaklı, vicdanlı, adil oldukları yanılsamasını yaratmaya çalıştılar. Buna göre dinine bağlı, namaz kılan dinci-Amerikancılar “mağdur, hırsızlık yapmaz, soygunlardan pay almaz, rüşvet yemez, zulüm, işkence ve katliam yapmaz vb. vb…”

Riyakarlığın dik alası olan bu söyleme sarılan dinci şeflerle medyadaki tetikçileri, AKP’nin suçlarını örtebileceklerini sandılar. Oysa bir İngiliz atasözünün dediği gibi “gerçekler inatçıdır.” Haziran Direnişi’yle maskeleri paramparça olan dinci şeflerin eli kanlı zalimler olduğuna tüm dünya tanıklık etti. Roboski gibi akıl almaz bir katliamı savunan dinci iktidar, sokakları kan gölüne çevirerek, kameralar önünde cinayet işleyen polislerini kahraman ilan ederek faşist zihniyetini arsızca sergiledi.

17-25 Aralık’ta patlak veren hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet skandalı, AKP şeflerinin “ahlaktan, vicdandan, adaletten” ne anladıklarını gözler önüne serdi. Sermayenin ve emperyalizmin hizmetindeki bir burjuva parti olan AKP hırsızlık, yolsuzluk ve rüşvette cumhuriyet tarihinin tüm hükümetlerini gölgede bıraktı. O kadar çok çalıp çırptılar ki, ayakkabı kutularına milyonlar istifleyip yatak odalarını Dolar ve Euro ile tıka basa doldurdular. Ahlak vaazları vermeye pek hevesli oldukları bilinen AKP’nin büyük şefi ile müritleri yasaları ayaklar altına alarak şimdilik hesap vermekten kurtulsalar da ahlaksızlık abideleri içinde birinci olduklarını kanıtlamayı başardılar.

Alevi açılımı” şalına sarılan
ırkçı-mezhepçi siyaset

“Türkiye’nin bütün sorunlarını biz çözeceğiz” safsatasını yutturmaya çalışan AKP iktidarının şefleri, geçen yıllarda “Alevi açılımı” rezaletini de gündeme getirmişlerdi. İliklerine kadar mezhepçi olan bir zihniyetin Alevi açılımını gündeme getirmesi, bu adımın arkasında mutlaka kirli hesaplar olduğu şüphesini haklı kılar. Zira dinci-mezhepçi bir zihniyet sorun çözemez, ancak var olan sorunları daha da derinleştirir. Nitekim AKP iktidarı cumhuriyet tarihinin en mezhepçi iktidarı oldu.

Suriye’deki gerici-yıkıcı savaşı kışkırtan dış güçlerin de önde geleni olan AKP iktidarı, mezhepçiliğe bölgesel bir boyut kazandırdı. Alevi emekçilere ilkel bir kinle saldıran dinci şefler hem eğitim müfredatındaki mezhepçi söylemi arttırdılar hem halkın tepkisine rağmen yüzlerce okulu imam hatibe çevirerek dinci-mezhepçi zihniyeti küçük yaştaki çocukların zihnine zerk etmeye başladılar.

İç politikada Alevi emekçilere kin kusan dinci şefler, Ortadoğu’daki sorunlarda da taraf oldular. Suudi Arabistan, Katar, IŞİD ittifakının safında yer alan AKP mezhepçi politikaya bölgesel bir boyut kazandırdı. Suriye, Irak, Bahreyn, Yemen gibi ülkelerde kökten dinci çetelerin mezhepçi saldırılarına destek vermekte bir an bile geri durmayan dinci iktidar ilan ettiği “Alevi açılımı” ile güya Alevilerin sorunlarına çözüm üretecekti. Oysa hem iç hem dış politikada ırkçı-mezhepçi çizgiyi esas alarak, sorunun bölgesel bir boyuta taşınmasında Suudi Arabistan, Katar, El Nusra ve IŞİD’le suç ortaklığı yaptı.

Komşularla “sıfır sorun” söyleminden
“komşularla savaş” pratiğine

İç politikada olduğu kadar dış politikada da iddialı laflar eden AKP iktidarı, şimdiki kukla başbakanı Dışişleri Bakanlığı'na atadığı zaman “komşularla sıfır sorun” safsatasını ortaya atmıştı. Buna göre yeni Osmanlıcı hayallere kapılan AKP şefleri, tüm komşularla yakın ilişkiler kurarak “sıfır sorun” politikasını hayata geçireceklerdi.

Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) “ılımlı islam” modeli olan bir iktidarın komşularla sıfır sorun politikasını temel alacağı iddiasını ciddiye alan olmadı. Zira BOP bölge halklarını ve Amerikancı olmayan devletleri hedef alan emperyalist/siyonist bir saldırı iken, AKP şefi BOP’un eşbaşkanı olmakla iftihar ederken, “komşularla sıfır sorun” değil, olsa olsa “bölge halklarına karşı savaş” politikasını temel alabilirdi. Nitekim iktidar gücü olduğundan beri AKP hükümetinin politikası tam da bölge halklarına karşı savaş ekseninde ilerliyor.

Yeni Osmanlıcı hayalleri kurarken bölge ülkeleriyle düşman olan, bundan dolayı Ortadoğu’da Katar emirinin dostluğuyla yetinmek zorunda kalan AKP iktidarı, geçtik komşularla dostluğu, Suriye halklarına karşı savaş suçu işleyen dinci-faşist cephenin başını çekmektedir. İktidarın efendileri öyle bir histeriye kapılmış ki, ABD bile Suriye politikasını değiştirmek zorunda kalırken, IŞİD barbarlığına desteğe devam ediyorlar.

IŞİD’e karşı harekete geçtiğini ilan ederek Kürt hareketiyle ilerici devrimci güçlere saldıran AKP iktidarı, halen bu katil sürülerine hizmet ediyor. IŞİD’e karşı savaşın esamesi iki günde bir kenara bırakılırken Kürt halkına karşı savaş ise dizginsiz bir şekilde devam ediyor. IŞİD’in çıkmasını istedikleri tek bölge Cerablus’tur, zira bu bölgeyi kendileri işgal edip Rojava kantonlarının birleşmesini engellemeyi tasarlıyorlar. Bunun dışında IŞİD’in varlığından gayet memnun görünüyorlar. Böyle olması şaşırtıcı sayılmamalı, zira AKP iktidarının zihniyet ikizi IŞİD’le savaşması eşyanın tabiatına aykırıdır.

Kirli savaşla noktalanan “barış süreci”

AKP iktidarının en çok oynadığı sorun Kürt sorunu oldu. Seçimler öncesine denk düşürülen ateşkesler sayesinde oylarını arttıran dinci iktidar hem Kürt hareketinin çözüm beklentisini hem Kürt halkının barış umudunu fütursuzca istismar etti. 7 Haziran seçimleri öncesinde oyları düşüşe geçen AKP’nin şefleri, ırkçı-inkarcı savaş diline hızla geçiş yaptılar. “Kürt açılımı”, “Oslo süreci”, “Barış süreci”, “Çözüm süreci” gibi adlar altında süreçler işletmekle övünen dinci-gerici şefler, oyların düşüşe geçtiğini görünce maskeleri soyunarak “Kürt sorunu yoktur” vaazlarına başladılar.

Ancak ne ırkçı-inkarcı söyleme dönüş ne IŞİD tetikçilerinin patlattığı bombalar AKP’nin seçim hezimetini engelleyebildi. Çileden çıkan kaçak sarayın efendisi, yeşil ışık yaktıkları Suruç katliamı ve sonrasında yaşanan olayları bahane ederek topyekûn bir savaş başlatıp ırkçı-inkarcı çığırtkanlıkta faşist partiyle yarışmaya başladı. Suç dosyalarının açılmasını engellemek için son çare olarak kan dökmeye başlayan dinci-Amerikancı iktidar için “barış süreci” ancak sefil emellere hizmet ettiği sürece kullanılacak bir araç olabilirdi.

Maskeler parçalandı cellat suratlar sırıttı

32 sosyalist gencin hayatını kaybettiği Suruç katliamının sorumlusu olan iktidar, topyekûn savaş başlatarak tüm maskelerinden soyundu. Sahte vaatler ise bir yana bırakıldı. Varsa yoksa ırkçı-inkarcı söylem, kentlerde sürek avları, kırda F16 savaş uçaklarının bombalamaları... Kürt hareketine ve halkına yönelik yeniden savaş başlatan iktidar, PKK saldırılarında ölen asker ve polislerin cenazelerini savaş propagandasına malzeme yapmaya çalışıyor. Ancak bu rezil manevralar da kan akıtarak iktidarı elde tutma pervasızlığını örtmeye yetmiyor.

Dinci-Amerikancı iktidar 13 yıllık icraatlarında sayısız rezalete imza attı, işçi sınıfına, emekçilere, Kürt halkına, Alevi emekçilere, kadınlara karşı sayısız suçlar işledi. Denebilir ki, şimdiye kadar bu suçlardan bir şekilde sıyrılmayı başardı. Gelinen yerde ise, iktidarını korumak ve böylece suç dosyalarının açılmasını engellemek için kan dökmeye başladığını dünya alem biliyor ve artık ne kadar çırpınırlarsa çırpınsınlar hesap vermekten kurtulamayacaklar!

 
§