Eğitimde özelleştirme saldırısı
Kamu işletmelerini büyük ölçüde özelleştiren AKP, özelleştirme saldırılarını en temel kamusal hizmetlerden biri olan eğitim üzerinde yoğunlaştırmış bulunmaktadır. Bu hizmetin bir anda özelleştirilmesi, bu hizmeti parayla “satın alabilecek” düzeyde gelire sahip olmayan ve toplumun büyük bir kesimini oluşturan emekçilerde bir tepkiye yol açacaktır. Bununla birlikte eğitimi yüksek kârlılık vaadeden büyük bir pazar olarak gören sermaye, bu hizmetin bir an önce özelleştirilmesini istemektedir.
Tıpkı diğer özelleştirmeler gibi eğitimin özelleştirilmesi de AKP iktidarından çok daha önce planlanmış fakat bunu gerçekleştirmek büyük ölçüde AKP’ye nasip olmuştur. AKP çıkardığı yasa, yönetmelik ve kararnamelerle eğitimin özelleştirilmesine yönelik hukuki altyapıyı büyük ölçüde tamamlamıştır. Özel okullara bedava arsa tahsisi, öğrenci desteği adı altında maddi kaynak aktarımı, çeşitli vergi indirimleri vb. teşvikler bu altyapıyı oluşturmaya yönelik çıkarılan düzenlemelerden sadece birkaçıdır. Özelleştirmenin ideolojik altyapısını da AKP çok önceden beri oluşturmaktadır. Bu çabalar sonucunda, toplumun büyük bir kesimi, özel okulların kamu okullarına göre daha nitelikli eğitim verdiği konusunda ikna edilmiş bulunmaktadır. Bu fark ortaya konurken, özel okullarla kamu okullarına giden öğrencilerin yaşam koşulları arasında gittikçe büyüyen farklılıklar ve kamusal eğitim için ayrılan kaynakların yetersizliği gibi belirleyici etkenler göz ardı edilmiştir.
TOBB tarafından 2012’de hazırlanan ‘Türkiye Eğitim Meclisi Sektör Raporu’nda, eğitimde özel sektörün yeterince teşvik edilmediğini, özel sektörün eğitim içindeki payının çok düşük olduğunu ve özel okulların ne kadar başarılı olduğunu vurguladıktan sonra bir dizi veri sunmaktadır. Buna göre 2000-2012 arasında 12 yılda özel okulların sayısı %68, dershanelerin sayısı % 134, özel kreşlerin ve özel öğrenci yurtlarının sayısı % 71 artmıştır. Toplamda özel eğitim kurumlarının sayısı 9 bin 640'tan 18 bin 360’a yükselmiş ve % 91’lik bir artış göstermiştir. Bu kuramlardaki öğrenci sayısı ise 2 milyon 84 bin 102’den 4 milyon 379 bin 561’e yükselmiş ve % 110’luk bir artış göstermiştir. Yine aynı verilere baktığımızda bu 12 yılda özel dershaneye giden öğrenci sayısı 488 bin 284’ten 1 milyon 234 bin 738’e yükselirken özel okula giden öğrenci sayısı ikiye katlanarak 500 bini bulmuştur. Gittikçe artan bu kurumlarda çalışan kişi sayısı da toplamda 300 bini aşmış bulunmaktadır. Özel eğitimdeki bu büyüme AKP hükümetinin, uluslararası sermayenin talepleri doğrultusunda uygulamaya koyduğu (GATS anlaşması gibi) politikaların doğrudan sonucudur.
TOBB raporunda ortaya konduğu gibi, kamusal eğitimi tamamen ortadan kaldırmayı hedefleyen AKP, bunu iki yolla yapmaktadır: Kamusal eğitimi itibarsızlaştırmak ve özel eğitimi teşvik etmek. Kamusal eğitimin itibarsızlaştırılması büyük ölçüde gerçekleşmiştir. Kamu okullarındaki eğitim seviyesindeki düşüş, gözle görülür bir hal almış ve bu kurumlara çocuklarını gönderen emekçiler, bu kurumlardan umutsuzlukla bahseder olmuştur. Kamusal eğitimin gözden düşmesi için bilinçli bir politika yürüten AKP, aynı zamanda özel eğitimin daha da yaygınlaşması için her geçen gün yeni teşvik paketleri açıklamaktadır. Bu teşviklerle, aynı zamanda bu özel okulların daha geniş kesimler tarafından “ulaşılabilir” olması ve böylece daha da yaygınlaşması da amaçlanmaktadır. En son özel okula gidecek her öğrenci için 3 bin lira “para desteği” verilmesi bu okullara gidecek öğrenci sayısının arttırılmasına yönelik önemli adımlardan biridir.
AKP hükümetinin kamusal eğitimin tasfiyesine yönelik en büyük adımlarından birini de dershanelerin özel okula dönüştürülmesi oluşturmaktadır. AKP hükümeti döneminde ne dershanelerin sayısının %134 artması, ne de bu dershanelerin özel okullara dönüştürülmesi tesadüfi bir gelişme değildir. Dershanelerin bu kadar artmasındaki en büyük etken, kamu liselerinde verilen eğitimin seviyesindeki büyük düşüştür. Başta emekçilerin yoğunlukta olduğu yerleşim birimlerindeki okullar olmak üzere, liselerin büyük bir kısmında, öğrencilerin, üniversite giriş sınavlarının gerektirdiği temel bilgi ve becerileri edinme olanağı büyük ölçüde ortadan kalkmıştır. Sınav sonucunda çok az öğrencinin “gelecek vaadeden” bir programa yerleşme ihtimali vardır ve asıl rekabet buralarda yoğunlaşmaktadır. Belli üniversitelerin belli bölümlerini kazanmak için başlayan kıyasıya rekabet, dolayısıyla dershanelere olan talebi arttırmıştır.
Dershanelerin özel liselere dönüşmesi, kamu emekçileri açısından da olumsuz sonuçlar yaratacaktır. Pek çok öğrencinin temel liselere kayıt yaptırmasıyla birlikte bir taraftan kamu liselerinde norm fazlası ortaya çıkarken diğer taraftan bu liselere öğretmen ataması yapılmayacak ya da çok az yapılacaktır. Üstelik sayıları gittikçe artan özel ilkokul ve ortaokullarda kamu ilk ve ortaokullarında liselerdekine benzer sonuçlar doğuracaktır. Bir taraftan sayıları 300 bini bulan ve uzun süredir atanmayı bekleyen öğretmenler, bu özel okullarda güvencesiz bir şekilde karın tokluğuna çalıştırılırken diğer taraftan kamu kurumlarında çalışan öğretmenler gittikçe eriyen bir kategori haline gelecektir.
Eğitimdeki özelleştirme politikaları, toplumdaki sınıf farklılaşmasını daha da derinleştirmektedir. Sonuçta, mevcut uygulama, gelir seviyesi düştükçe alınan eğitimin niteliğinin de düşmesini beraberinde getirmektedir. “Paran kadar eğitim” uygulaması, emekçilerin çocuklarının temel eğitimin ötesine geçememesini beraberinde getirmektedir. Bir kere varlıklı kesimlerin çocukları, özel kreş ve anaokullarında aldıkları eğitimle daha başlangıçta bir fark yaratmaktadır.
‘Yeni Türkiye’nin eğitim manzarası; bir tarafta gerek öğrenci ve gerekse okul olarak her türlü olanağa sahip, modern yöntemlerle ve daha çok yükselmeye imkan verecek bilgi ve donanımı kazandırmaya dönük eğitim veren özel okullar; diğer tarafta yoksul emekçi çocuklarının olanaksızlıklarına bir de kurumun olanaksızlıklarını ekleyerek 40-70 kişilik sınıflarda eğitim yapmaya çalışan kamu okulları. Emekçi çocuklarının iyi bir eğitim almasını asla önemsemeyen iktidarın, çocukların kişisel-entelektüel gelişimini hiçe sayarak, onları kendi ideolojisi doğrultusunda yetiştirmeye çalışması (imam hatipleştirme, eğitimi dinselleştirme) da cabası. Eğitimdeki bütün bu belirsizlik ve karmaşa hükümetin bilinçli bir tercihi olarak karşımıza çıkmaktadır. Sonuçta piyasalaşma, eğitimin, piyasanın koşullarına tabi olması demektir.
Bugün bilimsel, nitelikli ve kamusal bir eğitim mücadelesi, genel toplumsal mücadeleye ve özellikle de emekçilerin çalışma ve yaşam koşulları için vereceği mücadeleye çok daha bağlı hale gelmiştir. Emekçilerin mevcut sefalet koşulları devam ettiği sürece, bütün eğitim olanakları eşitlense bile -ki herkese eşit olanaklar sunmak kapitalizmin doğasına aykırıdır- bunun sonuçlar üzerindeki etkisi çok cılız kalacaktır. Bunun böyle olması, bilimsel, nitelikli ve kamusal bir eğitim için verilen mücadelenin gereksiz olduğu anlamına gelmez. Bu, bu mücadelenin kendi başına ele alınmayacağını ifade eder. Kamusal eğitimi tasfiye ederken, özel okullara her türlü teşvik ve olanağı sunan devlet, aynı zamanda eğitim emekçilerini her türlü hak ve güvenceden yoksun bırakarak, eğitim baronlarına dikensiz gül bahçesi sunmak istemektedir. Bütün bunlar devletin sınıf kimliğini en yalın ve açık bir biçimde ortaya koyarken, emekçilerin kader birliğine de işaret etmektedir. |