10 Nisan 2015
Sayı: KB 2015/14

Taksim rüzgarından kaçanlar!
Taksim 1 Mayısı'nı bekleyenlere...
Ne seçim, ne meclis; çözüm örgütlü mücadelede!
Avukatlar: Baronun anlaşmasını tanımıyoruz!
“Haklarımızı ve kazanımlarımızı koruyacağız!”
Faşist saldırılara karşı emekçilerin öfkesini örgütlü hale getirelim!
Emekçiler onurlarına sahip çıktı!
Ölü gözünden yaş beklemek ve GMİS Genel Kurulu
Genel kurula koltuk kavgaları damga vurdu
Soma davasını kırılma noktası yapmak... - T. Kor
AKP’den sermayeye istihdam
Taşeron İşçiliğe Karşı Mücadele Kurultayı gerçekleşti
Taşeron İşçilerinin Birliği için ileri!
“İŞGAL: 60 Uzun Gün”
Metal grevinin ardından...
DİSK/TEKSTİL ve işçi satıcılarının it dalaşı - B. Seyit
Yeni bir döneme doğru
Sisi'nin Mısır'ı: Körfez'in parasıyla emperyalizme bekçilik
Yemen saldırısı ve Ortadoğu'da nüfuz mücadeleleri
İran, ABD ve Kral Selman'ın yaveri
Paskalya yürüyüşleri, emperyalist savaşlara ve faşizme öfke
İÜ öğrencileri Mahmut Ak'ı tanımıyor!
Hasan Ferit davasında 6 çeteci serbest
Çiçeğine karnaval düzenlenen portakalın dallarında ceset açıyor
1 Mayıs’ta alanlara!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Metal grevinin ardından...

Metal işçisi daha örgütlü ve
güçlü gelecektir!

 

Birleşik Metal-İş Sendikası üyesi binlerce metal işçisinin 29 Ocak’ta başlayan grevi bir gün sonra yasaklandı. Yasağın ardından bazı fabrikalarda grevi fiilen sürdürme girişimleri olsa da, grev bu aşamada sona erdi. Haftalar boyunca fabrikalardan büyüyen mücadele dalgasının önü böylelikle alındı. Metal işçileri önlerine konulan barikatları aşamadılar.

Sınıf mücadelesinin bugüne kadarki tarihi, zaferlerden daha çok yenilgileri yazar. Fakat önemli olan yenilmiş olman değil, nasıl yenildiğindir. İkinci olarak da yenilgilerden ders çıkarabilmek, daha güçlü bir temelde yeni mücadelelere hazırlanmaktır. Bunu yapamayanlar alınan yenilgilerin altında ezilir ve bir daha da ayağa kalkma gücü bulamazlar.

Burada işçi sınıfının son döneminin en ileri çıkışlarından biri olan metal işçisinin bu mücadele deneyimini anlamaya ve ileriye doğru gelişmenin dayanağı haline getirmek düşüncesiyle dersler çıkarmaya çalışacağız.

İşçi sınıfı hareketi kendisini yeniden yaratırken...

Pek çok bakımdan işçi sınıfı ve onun öncü kolu olan metal işçisi yolun başındadır.

Dolayısıyla da metal işçisinin mücadelesini kendi başına başı ve sonu olmayan tekil bir olay olarak görmemeliyiz. Bu mücadele sınıf mücadelesinin bugününe damgasını vuran tarihsel dönemden, onun sorunlarından ve görevlerinden bağımsız ele alınamaz.

Bu topraklarda işçi sınıfının mücadele tarihi nereden bakılsa 150 yılı aşıyor. Ama bu mücadele tarihinde, büyük yükselişleri kesintiler ve durgunluk dönemleri izler. Bugünkü başlangıç da işçi sınıfının birikimlerinin tüketildiği, belki de tarihinde görülmedik ölçüde çürütücü bir durgunluğun ardından geliyor. İşçi sınıfı uzun süreli bir kesintinin ardından kendisini yeniliyor, yeniden yaratıyor, bir toplumsal hareket olarak inşa ediyor. Bu ise bir dizi olgunun karşılıklı etkileşimiyle bir tarihsel geçiş süreci olarak yaşanıyor. Bu süreç içerisinde metal işçisinin de özel bir rolü bulunuyor.

Sermaye ve uşakları uzun yıllar önce işçi sınıfını Mengen barikatlarında durdurup saflarını dağıttı ve bir daha ayağa kalkmaması için elini kolunu bağladı. Öyle ki bir dönem işçi sınıfı mücadelesinde yaprak kımıldamıyordu. Grev bir mücadele yöntemi olarak unutulmaya terk edilmişti. Diğer mücadele ve direniş biçimleri de istisnai durumlardandı. İşçi sınıfı cephesinden olan biten her şey sendika bürokratlarının basın açıklamalarından ibaretti neredeyse. Bu tabloda 2000’li yılların ikinci yarısından sonra görülmeye başlanan tek kişilik direnişler sınıf mücadelesi açısından önemli olaylardandı. Sınıfın bir bütün olarak mücadeleden geri durduğu koşullarda kuşkusuz bu direnişler, her şeyden önce mücadeleci bir duruşun temsilcileriydi. Genel bir boyun eğişin olduğu koşullarda “tek kişi olsan dahi direnmelisin” bilincini ve ruhunu temsil ediyorlardı.

Giderek bu tek kişilik direnişler ile birlikte ve onların yanı sıra bir dizi mevzide önemli direniş deneyimleri de ortaya çıkmaya başladı. Bunların kimisi ileri kesimler üzerinde önemli etkilerde bulunurken başka bazıları ise sınıf hareketinin bütününü ve toplumu sarsan sonuçlar doğurarak, sınıf hareketinin bundan sonraki gelişiminde anlamlı etkilerde bulundular.

Sinter ve Çel-Mer işgalleri 2008 krizinin ortaya çıkardığı koşullarda barışçıl mücadele biçimlerine vurulmuş güçlü darbeler olarak hafızalara kazındı.

2010 yılının başında yaşanan TEKEL Direnişi kuşkusuz bir milattı. TEKEL Direnişi’yle işçi sınıfı saflarındaki çaresizlik duygusuna darbe vurulurken, direnme bilinci ve ruhu işçi sınıfının saflarında yaygınlaştı. İşçi sınıfı böylelikle toplumsal bir güç olarak yeniden sahneye dönüyordu.

İşte metal işçilerinin 2010 yılının son aylarında birkaç öncü fabrikada başlayan kısa grevi “ek protokoller” yoluyla bitirilse de TEKEL Direnişi’nin kazanımlarına da dayanarak şekillendi. Metal işçileri böylelikle grev silahını eline alarak işçi sınıfına hatırlatmış oldu.

Bu sürecin ardından grev giderek daha sıkça kullanılan bir mücadele yöntemi haline geldi. Yaklaşık bir yıl sonra binlerce tekstil işçisi greve çıktı. İzleyen birkaç yıl içerisinde ise grev ve direniş sayılarında çarpıcı artışlar söz konusudur. Ancak asıl yoğunlaşma özellikle 2013’teki Haziran Direnişi’nin ardından görülmektedir. Bu büyük direnişin yarattığı olumlu politik-moral ortamda örgütlenmek ve mücadele etmek düşüncesi işçi sınıfının geniş kesimlerinde yaygınlaştı.

İşçi sınıfı için TEKEL’den sonra bir diğer milat Greif işgali oldu. Greif işgaline işçi sınıfının Haziran’ı demek yanlış olmaz. Greif hem işçi sınıfının içine girdiği hareketli bir dönemin doruğudur, hem pek çok yönden de onu ileriye doğru aşarak yeni bir yol açmıştır. Bu andan sonra işçi sınıfı hareketi Greif ile yeni bir soluk, ruh, mücadele bilinci ve ufku kazanmıştır.

Bu, işçi sınıfının kendisini yeniden var etme, elini-kolunu bağlayan eskinin köhnemiş kurumlarından kurtuluş mücadelesiydi. Safları dağıtıldığı, örgütleri teslim alındığı için on yıllar boyunca tutulduğu azgın sömürü rejiminden bir çıkış arayan sınıf hareketi ayağa kalkıyor, ayağa kalktıkça da elini kolunu bağlayan anlayış ve kurumlarla kavgaya tutuşmak zorunda kalıyordu. Greif’te bir bölük işçinin verdiği bu sert mücadele işçi sınıfına yeni bir yol açmıştır.

2015 metal grevi işte bu sürecin bir parçasıdır. Metal işçilerinin birkaç aya yayılan, dalga dalga büyüyen ve grevle taçlanan hareketinde belirgin biçimde Greif’in ve Haziran Direnişi’nin izleri görülüyordu. “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!” ve “İşgal, grev, direniş!” sloganlarının eylemlerde öne çıkması tesadüf değildi.

Eski” ile “yeni”nin mücadelesi

Söz konusu olan işçi sınıfının uzun süredir devam eden durgunluk döneminden çıkması, bu dönemde elini-kolunu bağlayan anlayış ve kurumlarla yüz yüze kalması, yer yer mücadeleye tutuşmasıydı. Yıllar boyunca kendisine hep kaybettirmiş olan eskimiş, köhnemiş ne varsa ondan kurtulma ve yeniyi yaratma mücadelesiydi. Greif, bu mücadelenin tüm temsilcileriyle olduğu gibi kendisini net biçimde ortaya koyduğu bir arena oldu. Bir yanda işçi sınıfının bir dönemine damgasını vurmuş olan yasalcılık ve bürokratizm, diğer yanda “İşgal, grev, direniş!” sloganında ifade bulan fiili-meşru mücadele ruhu ile fabrika zemininden yükselen ve bürokrasi tanımayan işçi inisiyatifi...

Metal grevi ise oyuncuları değişmiş olarak Greif arenasında gördüğümüz “eski” ile “yeni” arasındaki mücadelenin kuşkusuz daha soluk biçimde de olsa yeni bir sahnesiydi. Metal işçisi yasalcılık ve bürokratizmin kurumlarıyla, onun anlayış ve mücadele tarzının yetersizliğini gördü, acısını çekti ama aynı zamanda onu aşmak yolunda hamleler yaptı.

Sınıf hareketinin geçmişine ait olan kurumlar ve temsilcilerini aşabilecek bir örgütlenme ve mücadele kapasitesi henüz yaratılamamış olsa da, bundan dolayı bu ileriye doğru dalgalanma yerini bir boyun eğişe bırakmışsa da, bu geçici bir durumdur. Sınıf mücadelesinin mevcut koşullarında, eğer olağanüstü bir büyük sarsıcı darbe hareketin halihazırdaki birikimlerini kesip atamazsa ileriye gidiş sürecektir.

Sert mücadelelerde kendini yaratan hareket esas olarak derin ekonomik kriz zemininden doğmaktadır. Kapitalistlerin esneme yeteneğinden yoksun olduğu bu koşullarda işçi sınıfının sabrı tükenmiştir. Mücadeleler yoluyla mevcut durumdan kurtulma umutlarının çoğalması, mücadele ve örgütlenme deneyimlerinin çoğalması, mücadele içinde kendini bulmuş yeni tipte bir öncü işçi kuşağının doğmakta oluşu hareketin güvenceleridir.

Bugün “eski” her şeye rağmen direnmekte ve “yeni”nin güçlerini, anlayış ve şekillenmekte olan kurumlarını boğmak için tüm gücüyle mücadele etmektedir. Öyle ki Greif’te ya da metal grevinde asıl sorun bir yerden sonra 12 Eylül darbesi ve ondan 10 yıl sonra ‘90’lı yılların başında kapsamlı operasyonlarla işçi sınıfı üzerindeki tahakkümü korumaya yöneliktir. Sermaye ve uşakları haklı olarak “eğer burada kaybedersek arkası gelir ve işçileri tutamayız” diye düşünüyorlar. Tam da bu tahakkümün ortaya çıkardığı koşullarda sendikacılık yapan, bu koşullarda kendilerine göre bir düzen kuran güçler de onlara katılmaktadır. Böylelikle işçi sınıfının bu ayağa kalkışına karşı saf tutmakta, bilinçli-hesaplı davranmaktadırlar. Kurulu düzenlerini aşan, ezberleri bozan işçi bölüklerini kırmak için acımasızca davranmaktadırlar. İşte bu nedenle dün Greif işçilerine karşı gösterilen gericilik metal grevi sürecinde Ejot ve Paksan gibi fabrikaların mücadeleci işçi bölüklerine karşı gösterilmiştir.

Bu koşullarda kendisini yeniden yaratmakta olan sınıf hareketinin bugünkü ana mücadele ekseni “eski” ile “yeni” arasındadır.

Değerlendirmemizin bundan sonraki bölümlerinde metal grev sürecine yakından bakarak burada ifade ettiğimiz görüşleri netleştirmek, bu mücadelenin hatlarını ortaya çıkarmak istiyoruz. Bu amaçla süreç içerisinde ortaya çıkan gerçekleri başlıklar halinde ortaya koyacağız.

Yasalcı-icazetçi sendikacılık iflas etmiştir!

2015 metal grevi yasalcı-bürokratik anlayışı temel alan yönetim kademelerinin iflasını tescillemiştir. Bunu da Rıdvan Budaklar gibi çürümüş ve tescillenmiş hainler şahsında değil, sendikal alanda kendine göre en ileri ve iddialı temsilcileri üzerinden gerçekleştirmiştir. Birleşik Metal-İş’in yönetimi, sertleşen mücadelenin ihtiyaçlarına yanıt verecek kapasite ve iradeden yoksun olduğunu göstermiştir.

Bu yönetim, başlangıçta her türlü eylemden uzak durarak herhangi bir mücadele hazırlığı yapmaktan kaçınmış, Türk Metal imzayı attıktan sonra da aynı sözleşmeye razıyken, metal işçisinin 21 Aralık Gebze mitinginde ortaya koyduğu basınç karşısında geriye kaçamayınca “ileriye” çıkmak zorunda kalmıştır.

Zorunda kalmıştır, ancak ilk fırsatta da mücadeleden yan çizmek üzere... Öyle ki grev yasağı onun için bir kaçış kapısı olmuştur. Böyledir, çünkü ilk olarak grev yasağının gelmesi kesin olmasına rağmen hiçbir hazırlık yapılmamıştır.

İkinci olarak ise yasak geldiğinde ise tüm iddialı söylemlere rağmen anında grev pankartları kaldırılmış, ancak tabandan mücadele isteğinin güçlü olduğu fabrikalarda bunun için birkaç gün geçmesi gerekmiştir. Fiili-meşru mücadeleden uzak duran yönetim soluğu protesto mahiyetindeki suya sabuna dokunmayan eylemlerde ve mahkeme kapılarında almıştır. Bu arada da satış sözleşmesini yırtıp atma iddiası anında bir tarafa bırakılıp “ek protokol” çizgisine dönülmüştür. Yani kırıntılarla yetinme çizgisine!..

Bu süreç göstermiştir ki, bugün artık sınıf mücadelesinin koşulları o kadar sertleşmiş durumdadır ki, sermaye karşısında hak kazanmak, çalışma ve yaşam koşullarında esaslı değişiklikler yapabilmek için yasaların dar sınırları içerisinde yapılabilecek çok az şey vardır. Çünkü kapitalist kriz zemininde sermaye ağır sömürü şartlarından en küçük bir esnekliği göstermekten kaçınmakta ve bunun için de iktidar silahını keyfince kullanmakta, gerekirse hiçbir kural ve yasa da tanımamaktadır. Bu durumda yapılacak şey, sermayeye ve iktidarına karşı yasaların ne dediğine bakmadan fiili-meşru bir mücadele çizgisinde kararlılıkla ilerlemektir.

Birleşik Metal-İş yönetimi bu kararlılığı gösterecek bir bilince ve iradeye sahip değildir. Çünkü yasaları aşmak siyasal bir sınıf duruşu ile devrimci bir irade ve kararlılığa sahip olmayı gerektirir. Bu olmadığı ölçüde söz ile eylem arasında uçurumlar ortaya çıkmakta, sözler hızla inandırıcılığını yitirmekte, yaldızlar dökülmektedir.

Metal işçisi sermaye ve iktidarını yere serecek bir mücadele yolunda ilerlemek, buna uygun bir ruh, bilinç, mücadele gücü ve kapasitesi oluşturmak, böyle bir mücadelenin yükünü taşıyacak, önünden gidecek bir önderliği kendi içerisinden çıkarmak zorundadır.

Yasalcı-icazetçi sendikacılık korkulara oynuyor

Bu dönem içerisinde gördük ki yasalcı-icazetçiliği bir çizgi haline dönüştüren sendikal bürokrasi, her şeyden önce işçi sınıfının en geri kesimlerine ve korkularına dayanmaya çalışıyor.

Kendileri fiili-meşru mücadeleden kararlılıkla uzak duruyorlar. Çünkü kurulu düzeni aşacak bir sınıf duruşuna ve iktidar bilincine sahip değiller. Her şeyi burjuvazinin koyduğu, aynı zamanda da keyfine göre ezmekten kaçınmadığı yasaların dar sınırları içerisinde kabullenmeye razılar. Çünkü sahip oldukları bürokratik ayrıcalıkları riske atmak istemedikleri gibi, “solculuk” iddialarına rağmen kapitalizmi yıkma iddiası ve yürekliliğinden yoksundurlar. Bunun için “sınıfa karşı sınıf” çizgisinde mücadeleyi ilerletme ve sermayeyi yenmek düşüncesinden ziyade “makul” ölçülerde mücadelelerle alınabildiği kadarıyla hak alma düşüncesindedirler.

Ancak işçi sınıfı artık bunların o “makul” sendikacılıklarından bıkmıştır, çünkü bu tip sendikacılık hep kaybettirmiş, işçi sınıfı elinde avucunda ne varsa yitirmiştir. İşte bu koşullarda fiili-meşru mücadele anlayışı sınıfın geniş bölüklerinde kabul görürken yasalcı-icazetçilik bu sert mücadele yolunda ödenebilecek bedelleri göstererek işçileri korkutmaya çalışmaktadır. Bunun için sermaye ve uşakları bedel ödemeyi göze alan Ejot gibi sınıf bölüklerini ezerken ellerini ovuşturmakta, seslerini çıkarmamaktadırlar. Hesapları önde yürüyen ama yalnız bırakılan bu bölüklerin ezilmesini, geride duranları yıldırmak için kullanmaktır.

Birleşik Metal-İş’in merkez yöneticilerinden birisi Greif işgali sırasında fabrikaya gittiğinde orada bulunan devrimci işçilerle konuşurken, “Böyle işçiler olsa biz de işgal yaparız, ne var ki” diye kibirleniyordu. Oysa bu süreçte fabrikalarda boy gösteren metal işçileri Greif’teki ortalama işçi profilinden daha ileri niteliklere sahip olduklarını gösteriyorlardı. Mesele işçilerin profilinden ziyade onlara güven verecek, onların en iyi niteliklerine dayanarak yol açacak kararlı bir önderliktedir. Greif’te bir avuç devrimci önde yürüyerek, yol açarak, kazanma bilinci ve yürekliliği göstererek işçilerin büyük enerjisini açığa çıkarmışlardı. Oysa metalde mevcut sendikacılar, kendilerine rağmen açığa çıkan enerjiyi küllendirdiler, korkuları büyütüp, işgal yürekliliğini gösterenleri yasakların önünde boyun eğdirdiler.

Bu aşamadan sonra ise yenilginin yolunu açıp fiili-meşru mücadele yolunda yalnız bırakılıp yenilmelerine yol açtıkları sınıf bölüklerinin ödedikleri bedelleri de ana gövdenin terbiyesi için kullanıyorlar. “Makul” mücadele yöntemlerini pazarlayıp ötesine geçenleri “maceracılık”la suçluyorlar. Yılgınlığı büyütüp direniş ateşini köreltmeye çalışıyorlar.

Bürokrasinin iflası

Bu süreç aynı zamanda Birleşik Metal-İş payına sendikal demokrasi adına edilen onca sözün gerçek karşılığını göstermiş, “bizde kararlar tabandan tartışılarak alınır, hiçbir şey gizli yapılmaz” iddialarını çökertmiştir.

Evet, toplu sözleşme sürecinin başından itibaren fabrikalarda TİS komisyonları kurulmuş, merkezi komisyonlar da düzenli toplanmıştır. Ancak bu komisyonlara katılım yönetici ve temsilcilerle sınırlı kalmış, çoğu durumda da genel merkeze tabi olmuşlardır.

Buna rağmen aşağıdan yükselen basınç yukarıyı zorladığında ve henüz gidilebilecek kadar alan olduğu koşullarda yönetim kurulları aşağıdaki iradeye uymak zorunda kalmışlardır. 21 Aralık’taki Gebze mitinginde ortaya çıkan grev iradesine karşı gösterilen tavır böyle anlaşılmalıdır. Bu süreçte aşağıdan yükselen iradeye boyun eğmişlerdir, onunla barışık olmuş, onun kendisini ifade etmesine engel olmaktan kaçınmışlardır. Aslında zorunda kalmışlardır. Çünkü aksini yapmış olsalar altında ezilmeleri kaçınılmazdı. Belagati güçlü genel başkanın 21 Aralık mitinginde tüm hünerlerini sergilemesine rağmen içerisine düştüğü durum bunun göstergesiydi.

Bunun için karşısında duramadılar ancak onun daha ileri gitmesini sağlayacak katkıları sağlamadılar, gerekli önderliği de göstermediler. Tabandan ortaya çıkan bu inisiyatiflerin önünü açmak, bu inisiyatifin kendisini örgütlü biçimlerde ifade etmesini sağlamak, demek oluyor ki toplu sözleşme ve grev komitelerini fabrika zemininde olabildiğince fazla işçinin katılımıyla yaygınlaştırmak için hiçbir şey yapmadılar. En önemlisi, gelmesi kaçınılmaz olan grev yasağı konusunda hemen hiçbir şey yapmadılar, hiçbir önlem almadılar.

Grev yasağının ardından ise “yasağı tanımıyoruz” söylemlerine rağmen anında teslim olan yönetim, bu tutumunu bürokratik mekanizmalara dayanarak aşağıya doğru yer yer kendisini dayatan biçimler halinde egemen kılmıştır. Bu süreçte izlenen strateji bir yerde “böl-parçala-yönet” yöntemini esas almıştır. Bu da “sendikal demokrasi” görüntüsü altında gerçekleştirilmiştir. Öyle ki, ileriye gitme gücü, kapasitesi ve isteği en az olan fabrikalarda grev pankartları anında indirilirken, grevi sürdürme iradesi gösteren Ejot, Paksan ve Demisaş gibi fabrikaların işçileri ise kendi hallerine bırakılarak yıpranmaları beklenmiştir. Bu arada da fabrikalar birbirinden yalıtılmış, fabrikalar içerisinde de işçiler kendileriyle ilgili olup bitenden dahi bihaber bırakılmıştır.

Böylelikle metal işçisi aşağıda sendikal bürokrasiden bağımsız taban örgütlenmeleri yaratamamanın bedelini ödemişlerdir. Sendikanın mekanizmalarını elinde tutan merkezi yönetim, aşağıdaki örgütsüzlük tablosunu değerlendirmiştir. Bir metal işçisinin durumu tarif ederken söylediği gibi, bu mücadelede herkes örgütlü sadece metal işçisi örgütsüzdü. Bunun bedelini de ağır biçimde ödemiş oldu.

Ancak öte yandan da işçi sınıfının geri ve mücadeleden uzak durduğu koşullarda sendikal demokrasiden dem vuranların ve bu geriliğe dayanarak kendilerini parlatanların, aşağıdan hareket geliştiğinde nasıl hızla bu iddialarını bir tarafa bıraktıklarını, ayrıcalıklarını korumak üzere sendika ağalarının bildik tutum ve davranışlarına yaklaştıklarını gördük. Bu anlayışın sahipleri için sendikal demokrasi, son durumda yöneticilerin söz ve karar hakkına sahip oldukları, bu halde de üyelerinden “disiplin” adı altında kesin bir itaatin beklendiği bir kılıftan başka bir şey değildir.

Önderlik sorunu

Taban örgütlenmelerine yapılan vurgu önderlik misyonunu ve işlevini karartmaz, biri diğerini de dışlamaz. Söz, yetki ve karar hakkını taban örgütlenmeleri aracılığıyla kullanan işçilerin egemen olduğu bir sendikal yapıda, yönetim kurulları aşağıdan yukarıya şekillenen bu iradenin bir parçası ve ona tabi olur, kararlar alındıktan sonra onu en iyi biçimde uygulanması için seferber olur. Öte yandan böyle bir yapıda da yönetim kurulları edilgen ve etkisiz değillerdir. Onlar da irade, anlayış ve tutumlarıyla aşağıyı etkiler, onu şekillendirirler. Mevcut durumda aşağıdan bağımsız bilinç ve örgütlenme kapasitesinin zayıf olduğu bir durumda ise yönetim kurulları süreç üzerinde belirleyici durumdadır. Zira hem sendikal örgütlülüğün tüm maddi ve manevi gücünü merkezi olarak elinde tutar, hem de bağımsız hareket etme güç ve inisiyatifi gösteremeyen işçiler merkezin tutumundan etkilenmeye fazlasıyla açıktır.

Birleşik Metal-İş Genel Merkezi ve ona tabi olan şube yönetimleri ise bu süreçte olabilecek en kötü önderlik pratiğini göstermişlerdir. Sermaye ve iktidarına karşı sınıfa karşı sınıf çizgisinde metal işçisinin mücadelesini örgütlemek konusunda neredeyse elle tutulur bir anlamlı icraatları yoktur.

Böyle bir süreçte gerçek bir sınıf önderliği, mücadeleyi olası saldırıları göğüsleyerek MESS’i yere serecek bir öngörüyle örgütlemek üzere seferber olur. Uyarır, bilinçlendirir, safları toparlar, kararsızlıkları giderir, boşlukları doldurur, moral verir, ruh katar, önden yürür. Önden yürürken geride olanı bırakmaz, önde duranı, ileriye gitmek isteyeni güçlendirir ve ona yaslanarak geride duranı ilerletir.

Peki gerçek bir sınıf önderliğinin bunu yapması gerekirken Birleşik Metal-İş yönetimi nasıl davranmıştır?

Toplu sözleşme sürecinin başından Türk Metal’in sözleşmeyi imzalamasına kadar neredeyse hiçbir şey! İmzalama safhasından kısa bir süre sonra aynı yolu tutmak niyetindeyken iptal edilmek istenmesine rağmen aşağıdan uygulanan basınçla gerçekleştirilen 21 Aralık mitingini bir hava boşaltma eylemi olarak düşünürken, yine aşağıdan basınçla grev kararı almak zorunda kaldılar. Bu safhadan sonra ise mücadeleyi bir bütün olarak sürdürmek yerine son derece riskli olan “MESS’ten ayrıl da gel!” denebilecek strateji üzerine kurdular. Greve varmadan MESS’ten koparabileceklerini koparmaya yöneldiler. Ama böylelikle de metal işçisinin gücünü böldüler. Bu arada da Alstom gibi fabrikalarda alelacele kötü denebilecek sözleşmeler imzalandı. Fakat bu aşamada dahi metal işçisinin aşağıdan büyüyen mücadele dalgası kendiliğinden kabardı, böylelikle her şeye rağmen greve çıkıldı. Bu aşamada grev yasağının geleceği aşikardı. Yasak geldi ama görüldü ki yönetim yasağı çiğneyip geçme iradesi göstermek yerine daha baştan teslim oldu. Teslimiyeti örgütleyip Ejot, Paksan, Demisaş, Cengiz Makina gibi fabrikaları geri çekmeye çalıştı, onlara rağmen ileriye gidenleri de tecrit etti. Süreci tümüyle yasal ve protestocu bir zemine sıkıştırıp akabinde de her fabrikayı kendi kaderine bırakıp MESS karşısında safları tümden dağıttı.

İşte böylelikle tabloda sendika yöneticiliği ile sınıf mücadelesine önderliğin iki ayrı şey olduğu net biçimde ortaya çıkmış oldu.

Buradan çıkarılacak sonuç şudur:

Ortada mücadelenin tüm şartlarını hesap eden, karşılaşılması olası tüm zorlukları aşmaya ve MESS’i yenmeye odaklanmış bir önderlik yoktur. Böyle bir önderlik olmayınca mücadele stratejisi de ara çözümler üzerine kurulmuştur. Kendine ve metal işçisinin gücüne güvensiz, kararsız, ara yollardan, kısmi çözümler peşinde koşan, bunun için de metal işçisinin mücadele gücünü ve enerjisini körelten, bu enerjinin açığa çıkmaması için elinden geleni yapan, ileriye yönelik bir kıvılcım çıktığında bunun yayılmaması için elinden geleni yapan bir yaklaşım söz konusudur.

Sınıf dayanışmasının zayıflığı bahane olabilir mi?

Kuşkusuz sınıf mücadelesinin tüm dengelerini değiştirebilecek özellikte bir eyleme kalkışıldığında bu eylem artık bir mevzi olmaktan çıkar bir sınıfın kavgası haline dönüşür. Bu demektir ki; düşmanın kendi cephesinden kavgaya sınıfının tüm güç ve olanakları seferber ederken, kazanmak için sen de kendi sınıfının güç ve enerjini arkana almak zorundasındır.

Metal grev sürecinde MESS sınıfı için mücadele etmiş ve sınıfının gücünü arkasına almış, iktidar silahını kullanmıştır. Metal işçileri için ise aynı şeyi söylemek mümkün değildir. İşçi sınıfının Türk-İş’te örgütlü kesimlerinin desteği yoktur ama DİSK cephesinden de öyle fabrikalardan yükselen bir destek söz konusu olmamıştır. Temsili düzeyde eylemlere katılım ve mücadelede hiçbir etkisi olmayan basın açıklamalarının ötesine geçilmemiştir. Bu bir kez daha Türk-İş ve DİSK payına sendikaların iflas tablosunu göstermiştir.

Öte yandan ise sendika yönetimlerini aşacak düzeyde aşağıda işçilerden ve diğer toplumsal kesimlerden destek gelmekle beraber bu desteğin sınırları bellidir.

Peki bu durum Birleşik Metal-İş yönetiminin süreç boyunca sergilediği geriliği açıklar mı, bir mazeret oluşturur mu? Bizce hayır. Çünkü sınıf mücadelesinde hiçbir zaman hazır destek kuvveti bulamadığın gibi, geri duranı zorlayacak ve dayanışmayı dalga dalga büyütecek olan da senin mücadelendeki kararlılığın, ilerleme gücündür. Bu olduğu koşullarda yönetimlere hakim kayıtsızlık ne olursa olsun işçi sınıfının, emekçilerin ve gençliğin aktif desteğini yaratmak da zor olmayacaktır. TEKEL örneği unutulmasın.

Sınıf mücadelesinde çığır açan, dengeleri değiştiren tüm süreçlerin en başında hep az sayıdaki öncünün fedakarlığı görülmüştür. Bundan sonra, bir yol açılıp da yeni bir direnç oluşturulduğunda geri ve kararsız ögeler ile ana gövde bu noktaya doğru ilerlemişlerdir.

Sonuçta sınıf hareketinin ve örgütlülüğünün ne durumda olduğu bilindiği ölçüde buna uygun önlemler alabilir, soluğunuzu buna uygun tutarsınız. Bu yapılmadığında ise dayanışma yoksunluğu üzerine şikayetler kendi görevlerini yerine getirmemenin bahanesi haline gelmiş demektir. Bizim örneğimizde olan da budur.

Reformizmin tükenişi

Sendikaya hakim yönetimin gelişmelerin altında bu biçimde ezilmiş olması tek tek yöneticilerin kişisel özellikleriyle ilgili değildir. Yaşanan darlığın ve soluksuzluğun gerisinde hem sosyal-sınıfsal konumdan gelen zayıflıklar hem de bunu tamamlayacak biçimde bir siyasal dünya görüşü ve duruşu vardır.

Sosyal-sınıfsal konum bürokratik ayrıcalıklar nedeniyle işçi sınıfına yabancılaşmakla ilgilidir. Bu halde kurulu bir düzene sahip olmak ile kurulu düzenle çok yönlü ilişkiler kurulur. Bu durumda da riske girmekten, kurulu düzenle hesaplaşmayı gerektiren eylemlerden kaçınılır.

İşte bu sosyal-sınıfsal konuma denk düşen siyasal anlayışlar, ya CHP solculuğu ya da kurulu düzeni aşmayan siyasal-örgütsel platformuyla reformizmdir. Bu siyasal konum, kurulu düzenle devrimci bir hesaplaşma iddiası ve gücünden uzaktır, yasalcıdır, işçi sınıfına güvensizdir.

Bu haliyle sendikaya hakim CHP çizgisiyle şubelerde ve fabrikalarda mevzilere sahip olan reformizm ortak bir paydada buluşmuştur. Bu ortak payda yasaklara boyun eğme, bürokrasiye boyun eğme, işçi sınıfına güvensizlik ve AKP karşıtlığının ötesine geçememektir. Bundan dolayı reformizmin kulvarında duranlar utangaçça yapılmış değinmelerin ötesinde merkez yönetimine yönelik eleştiriden uzak durmuşlardır. Çünkü onlar geleceklerini sınıf mücadelesine, işçi sınıfının devrimci iktidarına bağlamak yerine, kurulu düzen içerisinde konumlarını sağlamlaştıracak dayanaklar edinmeye, siyasal olarak temel varlık zeminleri olan parlamenter hesapları için istismar etmeye çalışmaktadırlar. İşte bunun için grev yasağına karşı basın açıklamaları ve protestolarla yetinip mahkeme kapılarına umudu bağlayanlar, bundan başka ise bir hesaplaşma yolu olarak seçimleri göstermişlerdir. Grev yasağını metal işçisinin ve işçi sınıfının öz gücünü harekete geçirip çiğneyip geçmek yerine AKP ile sandıkta hesaplaşma çağrısı yapmışlardır. Bu demektir ki metal işçisinin öfkesi sandık hesapları yapan reformist hareketlerin oy hanesine yazılmaya çalışılmaktadır.

Dolayısıyla bu süreç aynı zamanda düzen solu kadar reformizmin de tüm geriliğiyle boy göstermesine vesile olmuş, sınıf mücadelesinde ufkunun sınırlarını göstermiştir.

Yeniden başlamak için güçlü dayanaklar

Sendikal bürokrasinin ve reformizmin süreç içerisindeki rolünü açığa çıkarmak ve kavramak önemlidir ama bu bir tek yanlılık üretmemelidir. Sonuçta bu güçlerin etkinliğinin bir zemini var ve beraberinde eğer başarılı oluyorlarsa bunun nedeni karşılarındaki gücün yeterince hazır olmamasıdır.

Sonuçta metal işçileri pek çok yönden zorlamasına rağmen sermaye ve sendikal bürokrasinin koyduğu engelleri aşıp geçememiştir. Bu her şeyden önce onun bağımsız bir bilinç ve örgütlenme gücüne ulaşamamış olmasından ileri gelmektedir. Eğer siz mevcut iktidar kurumlarına alternatif bir örgütlenme ve iktidar zemini yaratamazsanız onu da aşamazsınız. Bu durumda da boyun eğme kaçınılmaz olmaktadır.

Öte yandan ise ileri ve öncü metal işçileri payına yazılabilecek bir başarısızlık olmakla birlikte, yine de geride kalan süreç daha başlangıç sayılmalıdır. Önemli olan bu büyük mücadele deneyiminden gerekli sonuçları çıkararak, mücadele ve örgütlenmeye devam edebilmektir.

Bu bakımdan da iki aylık süreç içerisinde ileriye çıkışın önemli maddi ve moral dayanakları da vardır. Öyle ki metal işçileri geriye dönüp baktıklarında öncelikle tüm engel ve soruna rağmen nasıl da böylesi bir görkemli hareketi yaratmış oldukları üzerinde düşünmelidir.

Böyle bir gözle bakıldığında çok şey görmek mümkündür.

Öncelikle metal işçisi sendikal bürokrasinin kayıtsızlığına ve görevlerini ortada bırakmasına rağmen bir grev iradesi ortaya koymuş ve yöneticileri buna zorlayabilmiştir.

Bir diğeri tüm örgütsüzlüğüne rağmen alınan kararları uygulamada ve onu ileriye taşımada büyük bir dinamizm göstermiştir.

Bürokrasiye körü körüne itaat devri sona ermiştir. Pek çok fabrikada bürokratik dayatma ve oldu-bittiler zorlanmış, bazı yerlerde de aşılabileceği gösterilmiştir.

Bürokratik sansür ve kapalılık aşılmış, kapalı kapılar ardında sendikacılığı sürdürmenin olanaksız olduğunu göstermiştir. Kuşkusuz bunda sosyal medyanın rolü büyüktür. Böylelikle anlaşılmıştır ki bundan sonra bürokrasinin işleri eskisi gibi sürdürme olanağı yoktur.

Metal işçilerinin bünyesinde henüz ayakları üzerinde duramamakla birlikte mücadelenin yükünü taşıyabilecek ve bürokrasiye kafa tutabilecek bir öncü kuşak giderek şekillenmektedir.

Barışçıl ve yasalcı mücadele anlayışla sonuç almanın imkansız olduğu iyice anlaşılmış, “işgal, grev, direniş” yolu giderek geniş kesimler tarafından benimsenir hale gelmiştir.

Bu mücadele ve örgütlenme çizgisini rehber edinen Metal İşçileri Birliği gibi zeminler giderek öne çıkmaktadır.

Kazanmak için...

Sınıf mücadelesinde bir geçiş dönemi olarak okunabilecek bu dönemde alınan bu kısmi yenilgi kimseyi yanıltmamalı. Hareket bir parça durdurulsa da genel olarak ilerlemeye devam edecektir. Dahası bu büyük mücadelelerin ortaya çıkardığı derslerle donanacaktır. Tükenmiş ve mücadeleye yanıt verme gücünden yoksunlukları tescillenmiş olan “eski” karşısında “yeni” büyük kazanımlar elde etmiştir.

Yukarıda olumluluklar olarak sıraladığımız bu kazanımlar daha güçlü bir yeniden gelişin dayanaklarıdır.

Bu demektir ki bugünün görevleri şunlardır:

- Öncü işçi kuşağının bilinç ve örgütlenme planında devrimci bir rotada gelişmesi için önlemler alınmalıdır.

- Bu dönem içerisinde gücünü gösteren zeminler güçlendirilmelidir.

- Sendikal bürokrasi ve reformizme karşı amansız bir mücadele verilmelidir.

- Bu süreçte hem güçlü bir taban örgütlenmeleri ağı hem de mücadelenin yükünü taşıyacak ve çok yönlü ihtiyaçlarına yanıt verecek bir önderliği içerisinden çıkarmalıdır.

- Tüm bunlar yapıldıktan sonra metal işçilerinin daha güçlü biçimde geleceğine ve bu kez engelleri aşarak MESS’i yeneceğine kuşkumuz yoktur.

(Metal İşçileri Birliği Merkezi Yürütme Kurulu’nun grev süreci üzerine yaptığı değerlendirmedir...)

 

 

***

Birleşik Metal-İş genel kurul süreci, grup toplu iş sözleşmesi sürecindeki direnilmeden elde edilen yenilginin muhasebesini yapmak, buna zemin hazırlayan nedenlerle hesaplaşmak bakımından özel bir öneme sahiptir. Fabrikadaki temsilciden şube ve genel merkez kurullarına kadar bu süreç, bu amaçla değerlendirilmelidir. Bu bakımdan özellikle bürokratik mekanizmaların hem algı operasyonları hem de örgütlü davranma kapasitesine bağlı olarak arayış halindeki metal işçilerini dağıtmasına izin verilmemelidir.

Metal İşçileri Birliği hem bizzat genel kurul sürecinin bütününe kendi çizgisinde müdahale edecek, hesaplaşma zeminleri haline getirilmesi için çalışacak, hem de aşağıdaki arayış halindeki metal işçilerinin birleşeceği ve mücadele edeceği bir platform hazırlayacaktır.

MİB MYK Nisan Ayı Toplantısı Sonuç Bildirgesi'nden...



 
§