3 Nisan 2015
Sayı: KB 2015/13

Düzenin aldatmacalarına, faşist baskı ve zorbalığa karşı 1 Mayıs’a hazırlanalım!
İşçi sınıfı seçimlere değil, 1 Mayıs’a hazırlanmalıdır!
Ciddiyet ve samimiyet sınavı
Koltuk sevdalısı sendika ağaları daha hüsranı görmedi!
CHP’nin seçim vaatleri ve gerçekler!
Yargısız infaz bu devletin fıtratında var
Kanlı infazı polis devletine kılıf yaptılar
Roboski’nin katillerinden hayvan katliamı inkarı
Deniz biterken…
DEV TEKSTİL 1. Genel Meclis Toplantısı gerçekleştirildi
Sf Leather Deri’de direniş!
Bakırköy’de grevle sınıf dayanışması
İstanbul ve Mersin’de belgesel gösterimi
BDSP işçi sınıfını ve emekçileri mücadeleye çağırıyor!
Yemen'e saldırı koalisyonuna Türkiye de katıldı
Yemen: Emperyalist ve gerici savaşların yeni durağı
Büyük umutlar, devrimci halk ayaklanmaları ve cüceler
"Jineoloji/kadın" bilimi üzerine... - Ç. İnci
GSS prim borcu taksitlendirmesi: Soygundan sandığa köprü
DGB Mahirler'in mirasını yükseltiyor!
Kayseri'de Kızıldere anmaları
"Bekle bizi İstanbul!" - T. Kor
"Bu resmi siz mi yaptınız? Hayır, bu sizin eseriniz!"
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

"Bekle bizi İstanbul!"

T. Kor

İstanbul’u bilen bilir. Kent birçok yerde sınırlarla ikiye ayrılır. Bu hayali sınır çizgilerinden yüzünüzü bir yana çevirdiğinizde İstanbul’un zengin yaşamını diğer yana çevirdiğinizdeyse çoğunluk olan ezilenlerin, sömürülenlerin dünyasını görürsünüz. Armutlu, Maltepe, İkitelli, Kartal, Tuzla tersaneleri, Sarıgazi, Tarlabaşı daha nice bölgede görüp göreceğiniz aslında bu kapitalist dünyanın İstanbul gerçeğidir...

İstanbul emekçilerin, ezilenlerin milyonlarcasına ev sahipliği yapan şehir. Ama her kentin olduğu gibi İstanbul’un da öteki bir yüzü var. İstanbul milyonlarca işçinin sırtından geçinen asalakların da buluştuğu kent. “Milyarderler” diye kendilerini ifade eden burjuvaların artık Paris’ten bile çok olduğu kent İstanbul. Türkiye’de 32 milyarder sıfatlı burjuvanın 28’i İstanbul’un en güzel yerlerini mesken eyliyor. Şirketleri dünya sıralamalarına giren Yıldız Holding patronu Murat Ülker gibi. Hani en çok çalışan ödülü verdiği işçiyi sendika değiştirdi diye işten atan. Sonra da sendikal tazminat diye yıllardır çaldığını veren Ülker. Babasından işçiden korkuyu devralan Ülker.

Ya da İstanbul’un şimdiki yedi tepesinden birine konmuş Nakkaştepe’deki köşklerinden işçileri küçümseyen Koç Ailesi gibi. Sorsanız adını bilmediği 55 Divan işçisini DİSK’e üye oldu diye kapı önüne koyan Koç’tan bahsediyoruz. Arçelik fabrikasında Türk Metal çetesini besleyerek işçilerin fişleme kayıtlarını tutturan Koç. Kendi zevki için müze kurup binlerce çalışanı sefalete mahkum eden Koç Grubu yani.

Biz biliyoruz bu haramileri. İstanbul’a çöreklenmiş bu asalakları Torun Center’dan biliyoruz. Bir inşaatta olabilecek en yüksek işçi ölümlerinden birine sadece asansörün bakımını yaptırmadığı için neden olanların o Torun Center’da kimlere daire satacağını biliyoruz. Ya da sendikasız çalıştırmak için zararı göze alan, işçi sırtından yükselip ağalık sıfatını bırakmayan Sabancı Ailesi’ni de biliyoruz. Ferit Faik Şahenk’in sahibi olduğu Doğuş Medya Grubu’nun Haziran Direnişi’ni yok sayan yayın çizgisini biliyoruz.

Biliyoruz Soma Holding patronu, madenci katili Alp Gürkan’ın İstanbul’un göbeği Maslak’ta yükselen gökdelenini nasıl yaptığını. Kimlerden peşkeş alarak yükseldiğini. “Yaşam odası yaptıracak bütçe kaynağı” olmayanların dev proje Spine Tower ile kârına kâr katma hayallerini biliyoruz.

Ancak bildiğimiz sadece bu milyarder burjuvaların sefası ve düzeni değil. Bugün bizim olmayan İstanbul’un onlara ait olması da değil. Zaten ne Adalar ne Tophane bizim. İstanbul parası olanlar ile parası olanlar için yapılacak projesi olanların arasında paylaşılmış.

Bizim değil yeni metro hatları, tüp geçitler. On yıla kalmadan kovmak için hazırlık yaptıkları mahallelere gidiyor o toplu taşıma sistemleri. Bunun için bugün kaba inşaatlı çıplak evlerimizin yanında AVM yükselmesine burjuvalar susuyor. Yarın alacaklarından emin, vermezsek zoru kullanacağının bilinci ile susuyor ve kendi yatırımını sürdürüyor.

Ama İstanbul deyince sokaklarında aç yatan Suriye göçmeni Aleviler olduğunu da biliyoruz.

28 milyarderin ev bütçesinin belki de binlerce emekçinin kiradan çıkacağı konut masrafına denk geleceğini biliyoruz. Dünyanın %1’i olarak bu burjuvaların yaşam kalitesi, İstanbul’da birilerinin hastalıktan ölmesi, üretim kalitesi adına çalışırken iş cinayetine kurban olmasıdır. Onların Boğaz’daki tekne turları bizim işe yetişme telaşındaki Ahmet abimizin vapurdan izlemekle yetinmesidir.

Lakin biz onların, yok saydığı için görmediğini de görüyoruz. İstanbul’un 28 milyarderinin yanında milyonlarca işçi ve emekçisini de biliyoruz. Doğduğu kentten göçe zorlanmış, ekmeği için alınteri dökenlerin de kentidir İstanbul. Ve 28 milyarder bir yana, İstanbul’u İstanbul yapan da onlardır. Onların emeği vardır bugün binilen metrosunda, onları görürsünüz işçi servisi görünümlü 05.50 Esenyurt otobüsünde. Ve onlarla yükselen bu kent yarın onların adlarıyla anılacaktır elbet. Bunun için bekle bizi İstanbul diyoruz. İktidarla birlikte bir kent de işçi sınıfının olacak. Adı değişen ülkeyle anlam bulacak bu kara parçası da.

Bekle bizi İstanbul, Ankara ve esas olarak dünya. Zira yaşamın olduğu her kara parçası eşitlik ve özgürlük ile buluşmadan, işçi sınıfının dünyası olmadan milyarderlerin milyon dolarlık oyuncaklarını görüp televizyonlarda, en güzel doğa parçalarının kimlere tahsis edildiğini ya da kimlerin kârı için yok edildiğini konuşacağız. Zira burjuvazi gölgesinden yararlanamayacağı ağacı kestiği gibi İstanbul’u da ya parselliyor ya da yok ediyor. İstanbul bugün yeni bir dünyanın güzellikleri özleminden biridir. İstanbul devrimin başkentidir. Milyonları buluşturan bu kent yarının isyanlarına gebe olduğunu Haziran günlerinde meydanlarında, şubat soğuğunda Greif fabrikasında gösterdi. Yarın da tarih İstanbul’dan yazılacak. İstanbul’un sokakları eşsiz ritmiyle işçi sınıfının ayak seslerine akustik sahne olacak. Ve meydanları ancak o sınıfın dalgalandırdığı kızıl bayraklarla anlam bulacak. Bugün 28 milyarder sefalarını sürsünler yarın cefasını çekerek bedelini ödemişlerin olarak anılacak. İstanbul bir işçi kenti... İstanbul devrimin kalbi... Bunun için İstanbul’da kavga veren her devrimcinin kulağında çınlar o nakarat: “Bekle bizi İstanbul! Bekle zafer şarkılarıyla geçişimizi...”

 

 

 

 

Bahtiyar'a...

 

Tişört giydiğinde dal gibi kolların ortaya çıkardı. İnce bileklerindeki elektronik saate durmadan bakardın. Demek ki planlıydı her işin. Demek ki yetişecektin bir yerlere. Bu incecik bedeninle her an rüzgârda uçacak gibi dalgalanır, sana bol gelen parkanın içinde kıvırcık başının üzerinde devamlı gülen bir dudak asardın. Yok, kızma benim bu “asardın” lafıma. Seninki samimiyetten siperdaşım. Tıpkı fotoğrafındaki gibi gülerken başını hafifçe eğerdin. Sanki bunca zulüm ve ölüm karşısında gülmek utanç verirdi sana. Her şeyi incelikle ve büyük bir nezaketle yapardın. Hatta ince parmaklarının çayı tutuşu bile bir çıtkırıldımlık içerirdi. Fakat öyle değilmiş yiğit siperdaşım. Senin Dil-Tarih’te faşistlere taş savuran ince parmakların şimdi bir tetiğe asılıyor. O kıvırcık başın kim bilir kanla yıkanıyor. Parkan sana bol gelirken, sen şimdi tarihe sığmıyorsun o dal bedeninle. Sen bizden öteye gittin ve ibreyi daha çok yükselttin. Bir savaşçı olup çıktın. Gülüşünde bile bir savaşçının nazikliği vardı her zaman. Uzun zamandır görüşmedik, göremedim seni; ama eminim hala aynı gülümseme ile yürümüşsündür ölüme. Julius Fuçik’in gülümsemesi asılı kalmış sende. De be siperdaşım, savaşanlar hep böyle mi güler?

Bir sorun olmuştu okulda sizinle başka bir siyaset arasında. Ben şahittim sadece olaya, beni de nasıl sorguya çekmiştin ya o gün? Kim bilir savcı nasıl korkmuştur? Şaka bir yana o gün benim tek başıma olmama rağmen dürüst davranmamı tebrik etmiştin. “Biz devrimciyiz olacak o kadar” demiştim sana. Sen de elinde yine çay ve yine o ince parmaklarla, başını hafif öne eğip gülümsemiştin. Seninle böyle ufak tefek bir sürü anımız var. Hiçbiri belki de hiç değerli değil. Belki de şehit düşmesen anlamı bile olmayacak şeyler. Fakat senin o insanın içine işleyen nazikliğini ve gülümsemeni herkes bilsin isterim. Sadece bu da değil. Çok toplu girişlere, toplu çıkışlara katıldık seninle, çok taş salladık faşistlere -ki hala bilmiyorum bizim fakülteden misin sen?-

Ey yarasından kan boşalıp da düşen siperdaşım; direngenliğin ve gülüşün eşitliğin ve özgürlüğün burçlarında kızıl bir bayrak gibi dalgalanıyor şimdi! Sen çok yaşa Bahtiyar! Kızıl bayraklar gibi rüzgârda dal bedeninle sallanan çocuk! Siperdaşım…

DTCF’den bir DGB’li

 
§