3 Nisan 2015
Sayı: KB 2015/13

Düzenin aldatmacalarına, faşist baskı ve zorbalığa karşı 1 Mayıs’a hazırlanalım!
İşçi sınıfı seçimlere değil, 1 Mayıs’a hazırlanmalıdır!
Ciddiyet ve samimiyet sınavı
Koltuk sevdalısı sendika ağaları daha hüsranı görmedi!
CHP’nin seçim vaatleri ve gerçekler!
Yargısız infaz bu devletin fıtratında var
Kanlı infazı polis devletine kılıf yaptılar
Roboski’nin katillerinden hayvan katliamı inkarı
Deniz biterken…
DEV TEKSTİL 1. Genel Meclis Toplantısı gerçekleştirildi
Sf Leather Deri’de direniş!
Bakırköy’de grevle sınıf dayanışması
İstanbul ve Mersin’de belgesel gösterimi
BDSP işçi sınıfını ve emekçileri mücadeleye çağırıyor!
Yemen'e saldırı koalisyonuna Türkiye de katıldı
Yemen: Emperyalist ve gerici savaşların yeni durağı
Büyük umutlar, devrimci halk ayaklanmaları ve cüceler
"Jineoloji/kadın" bilimi üzerine... - Ç. İnci
GSS prim borcu taksitlendirmesi: Soygundan sandığa köprü
DGB Mahirler'in mirasını yükseltiyor!
Kayseri'de Kızıldere anmaları
"Bekle bizi İstanbul!" - T. Kor
"Bu resmi siz mi yaptınız? Hayır, bu sizin eseriniz!"
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Büyük umutlar, devrimci halk ayaklanmaları ve cüceler

 

2009 seçimlerinde yüzde 4,5 oy alan Syriza’yı 2015 yılı Ocak ayında yapılan seçimlerde yüzde 37 oyla birinci parti yaparak hükümet kuracak bir çoğunlukla seçen Yunanistanlı emekçiler bu seçimlerde, Syriza’nın niteliğinden ve seçim vaatlerinde ileri sürdüğü programa ne kadar bağlı kalacağından bağımsız olarak, kapitalist-emperyalist sistemin dışında alternatif arayışını ortaya koydu.

Geçen 6 yıl içerisinde Yunanlı emekçilerin tercihlerinde meydana gelen bu temel değişim sayısız genel grevler, sokak gösterileri, çatışma ve direnişlerden beslendi. Ocak seçimleri, kapitalist sistemin iki temel partisi şahsında kurulu düzenden kopuşun ve kapitalist sistem dışında yeni bir arayışın ve tercihin açığa çıkmasına vesile olmuştur.

Tsipras’tan Merkel’e tarihi hizmet

Emekçilerin büyük umutlarla birinci parti konumuna getirdiği Syriza (Radikal Sol Koalisyon), seçimlerin üzerinden çok zaman geçmeden seçmenlerinin umut, özlem ve hayallerine bağlı kalmayacağının yeterli kanıtlarını ortaya koydu. Yunanlı emekçilerin yaşadığı ekonomik, sosyal, kültürel yıkımın kaynağı olan kapitalist sistemin aşılması yerine, bu yıkımın sorumlusu olan emperyalist devletlerin, finans kapitalin akbabalarının kapılarını aşındırarak onları “ikna etmeyi” tercih etti. Komşu ülke halkının Avrupa’da kapitalist-emperyalizme karşı işçi, emekçi ve gençlik hareketinin ateşleyicisi ve beşiği olma gibi onurlu mücadeleleri, Avrupa’da toplumsal bir devrimin olanaklarına dönüştürülmek yerine, Syriza hükümeti eliyle Avrupa‘da gericiliğin kalesi olan Alman emperyalist devletinin gerici amaçlarının hizmetine sunuldu. Alman emperyalist haydutları, Tsipras hükümetinin şahsında küçük burjuva-reformistlerinin büyük tekellerden yeni krediler dilenerek kapitalist sistem bünyesinde kalarak kapitalizmin bunalımını aşmak için çırpınırlarken içine düştükleri içler acısı durumu tadını çıkartarak izlediler. Tsipras ve hükümetinden, “yardım” koşulu olarak “ikna edici reform paketleri hazırlamalarını” isteyerek, suçlu konumlarından “kurtarıcı” konumunu geçtiler. Bu olanağın onlara Syriza ve onun hükümetinin başı Tsipras tarafından sunulması ise bir trajedidir. Merkel’le 5 saat süren görüşmenin sonunda bir açıklama yapan Tsipras, “Yunanistan’ın yaşadığı sorunları yabancılara mal etmenin doğru olmayacağını” belirttikten sonra şöyle diyordu: “Ne Yunanlılar tembel, ne de Yunanistan’daki durumdan Almanlar sorumlu. Yerleşmiş olan bu anlayışı aşmamız için çok çalışmalıyız.”

Alman emperyalist tekellerinin küstah başbakanı Merkel, Tsipras eliyle sunulan imkanı tepe tepe kullanma fırsatını kaçırmayarak, “Yunanistan’ın büyümeyi tekrar sağlamasını ve yüksek işsizliğin üstesinden gelmesini istediğini” belirterek şunları söyledi: “Bunlar için yapısal reformlar, sağlam bir bütçe ve çalışan bir yönetim gerekiyor.” Sömürge valisi edasıyla Tsipras’ı ve onun hükümetini alabildiğine aşağılayarak “çalışan bir yönetim gerekiyor” diyebilme cüretini göstererek, onların “çalışan bir yönetim” olmadığı göndermesiyle yeni ve ikna edici bir reform paketi hazırlamalarını buyurdu.

Emperyalist tekellere ‘sol’dan hizmette
sınır yoktur

İntikamcı Alman emperyalist tekellerinin başbakanıyla yaptığı görüşmeden sonra Tsipras, burjuva partileri ile görüşmeler yaptı. Bu görüşmelerden en dikkate değer olanı ise Die Linke/Sol Parti ile yaptığı görüşme oldu. Merkel ve diğer burjuva partilerinin dile getirdiği emperyalist görüşleri Sol Parti “sol” ambalajlar altında dile getirdi. Tsipras’a hizaya gelmesini önererek Yunan halkına karşı emperyalist tekellerin hizmetinde saf aldı.

Sol Parti Federal Meclis Grubu Başkanı laf değirmeni, emperyalist şarlatan Gregor Gysi, Yunanistan Başbakanı Alexis Tsipras’ın Almanya ziyaretine ilişkin şunları söyledi: “Sanıyorum, iki hükümet arasındaki ilişkinin iyice gerginleşmesinin ardından Başbakan Merkel ile daha iyi bir diyalog için çaba gösterdi. Kanımca bazı yanlış anlamaları düzeltti; zira bir sürü yanlış bilgi ortalıkta dolaşmaktaydı. İki lider arasında bir güven ortamının oluştuğunu söyleyecek kadar ileri gidemem, bu abartılı olur. Ancak ilişkiler kötü düzeyde değil.”

AB’nin geri kalan üyeleri de Tsipras’ın uygulayacağını söylediği reformları kabul eder, Yunanistan’ı kurtarma rotasını devam ettirirlerse; bu durumda Yunanistan AB ülkelerine müteşekkir kalır mı?” sorusuna emperyalist tekellerin burjuva solcu sözcüsü Gregor Gysi’nin yanıtı ise “elbette ki!” oluyordu. Devamla “İşte o zaman Yunanistan’ın devlet geliri olur ve o zaman tüm borçlarını geri ödeyebilir. Bu sadece onların değil, bizim de çıkarımıza bir gelişme olur” dedi ve asıl derdinin “bizim” diyerek işaret ettiği emperyalist tekellerin soyguncu çıkarlarını korumak olduğunu gösterdi.

Krizin ortaya çıkardığı devrimci olanaklar
ve gerici tehlikeler

Kapitalist sistemin içinde debelendiği, devrim veya topyekûn bir emperyalist savaş dışında çözümünün olanaklarının görülmediği kriz, emekçi halk hareketini besleyip büyüterek harekete geçirirken, diğer taraftan da yerel gerici emperyalist savaş ve işgalleri yaygınlaştırarak bölgesel düzeylere taşıyor. Gerici boğazlaşma ve savaşlara eklenen Yemen saldırısıyla birlikte Ortadoğu boylu boyunca emperyalist rekabet savaşlarının alanına çekildi. Ukrayna’da süren emperyalist savaşın, kısa vadede en olasılıklı tehlike olarak gözüken Moldova başta olmak üzere daha başka ülkelere de taşınarak Avrupa’da yaygınlaştırılması sadece bir zamanlama sorunu olarak sırada bekletiliyor. Emperyalist-kapitalist devletlerin kriz ortamına rağmen silahlanmaya hız vermelerinin başka bir açıklaması yoktur.

Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sırasında, 1915 yılında Rosa Luxemburg, “Burjuva toplumu yeni bir ikilemle karş? karş?yad?r: Ya sosyalizme geçiş ya da barbarl?ğa dönüş” tespitini yapmıştı. Geçen yüzyıllık zaman dilimi üretim araçlarında muazzam bir gelişmeye tanıklık etti. Kapitalist üretim, dünyamızda derinlemesine gelişip yaygınlaşarak yerküremizi tek bir ekonomik yapıda birleştirdi. İç içe geçmiş bir dünya sistemi kuran kapitalizmin bunalımı hızla genelleşerek bir dünya bunalımına dönüşüyor. Kapitalist sistem içine girdiği bunalımlarla her iki olanağın imkanlarını da fazlasıyla genelleştiriyor.

Son on yılda yalnız emperyalist çatışma, savaş ve işgallere tanık olmuyor insanlık; aynı zamanda peş peşe, zamandaş olarak yükselen emekçi halk hareketlerine de tanıklık ediyoruz. Sermaye cephesi sahip olduğu devlet erklerinin sunduğu olanaklarla işgaller de içerisinde olmak üzere devreye soktuğu sınırsız şiddet ve kanla ayakta kalmaya çalışıyor. Daha rüşeym halindeki halk hareketlerinin öndersiz ve örgütsüz olmasının sağladığı avantajları kullanarak yolundan saptırmaya, terörle bastırmaya çalışıyor. Mısır’da askeri darbe, Tunus’ta eski rejimin artıklarıyla girilen işbirliği, Suriye’de halk hareketi daha ayakları üzerine dikilmeden başlarına tebelleş edilen dinci çeteler, Libya ve bugünlerde Yemen’e yapılan müdahale ve işgal girişimleri hep bu gerici amaçların bir parçası olarak gerçekleşmiştir.

Dünya emperyalist merkezlerinden birisi olan Berlin’de teslim alınarak, emperyalist politikalara biatın Tsipras’ın ağzıyla ilan edilmesi sayesinde, Avrupa’da kapitalist sistemden kopma olanaklarını taşıyan Yunanistan işçi sınıfı ve emekçilerini yenilgi psikolojisiyle boyun eğmeye zorlamaya ve daha “yumuşak” yöntemlerle gerici amaçlarını sağlamaya çalışıyorlar.

Sosyal reformizm sermayeye
tarihi hizmetini sürdürüyor

Emperyalist kapitalist sistemin haydutlarının bu kirli ve aşağılık amaçlarının hayat bulmasının baş figüranları dün olduğu gibi bugün de sosyal reformistler olmuştur.
Son on yılda öne çıkan halk hareketlerine karşı sermaye devletleri barut ve kurşunla taarruza geçerken, sosyal reformist parti ve örgütler de onların şiddetine soldan destek sunup, emekçi halkları ideolojik olarak silahsızlandırarak, hedefsizliğe ve örgütsüzlüğe mahkum ettiler. Syriza ve onunla dayanışmada(!) olan sosyal reformistler, Berlin’in intikamcı emperyalist haydutları karşısında aynı gerici rolü üstlenip sürdürüyorlar: “Ne Yunanlılar tembel, ne de Yunanistan’daki durumdan Almanlar sorumlu” diyerek yıkımın asıl sorumlularını gizliyorlar.

“Burjuva toplumu yeni bir ikilemle karş? karşıyadır: Ya sosyalizme geçiş ya da barbarlığa dönüş.” İki ihtimalin olanakları fazlasıyla vardır ve olgunlaşıyor. Sosyal reformist hareketleri mücadele ateşi içerisinde ideolojik ve politik olarak ezip etkisizleştirecek olan komünist partiler ve bu partilerin etrafında örgütlenip kenetlenen devrimci işçi hareketleri tarihin akışını barbarlıktan sosyalizme doğru çevireceklerdir. Günlük mücadeleyi devrim ve sosyalizm programına bağlayarak ele alamayan hiçbir hareket, barbarlık ateşine odun taşımaktan kendisini kurtaramayacaktır. Emperyalist-kapitalist sistemin asalakları tarafından paspasa dönüştürülmekten kurtulamayacaklardır.

“Devrim mi, reform mu?” ikilemi giderek çok daha yakıcı bir sorun olarak siyasal gündemimizi işgal edecektir. Devrimci süreçlerin dilini ve pratiğini öğrenip uygulamaktan, bu geleneği işçi sınıfının günlük mücadelesi içerisinde yaygınlaştırıp ete-kemiğe büründürmekten başka bir seçeneğimiz yoktur. Mücadele deneyiyle olgunlaşan Yunanistan işçi sınıfı ve emekçileri, bu kavga içerisinde dost ve düşmanlarını tanıyarak devrimci araçlarını yaratıp güçlendirerek bu ihaneti de ezecektir.

 

 

 

 

Yunanistan cephesinde
değişen bir şey yok!

 

Yunanistan’da Troyka’nın soygun politikasını durdurma vaadi ile iktidara gelen Syriza, Samaras döneminin gasp politikasını devam ettiriyor.

Yunanistan’ın başkenti Atina’da bir araya gelen yüzlerce emekli Samaras döneminde başlayan, Syriza ile devam eden soygunu protesto etti. Kotzias Meydanı'nda toplanan emekliler "Haraç ve kesintilere hayır, emeklilik maaşlarımıza zam yapılsın!" ve "Boyun eğmeyeceğiz, tek yol mücadele!" sloganları ile Çalışma Bakanlığı'na yürüdü.

Emeklileri temsil eden bir grup Çalışma Bakanı Panos Skurletis ile görüşerek taleplerini iletirken kitle daha sonra Maliye Bakanlığı’na yürüdü. Bakanlık önünde de sloganlarını haykıran emekliler, bir süre sonra eylemlerini sona erdirdi.

Antonis Samaras başkanlığındaki hükümet, Troyka’nın isteği üzerine emeklilerin ücretlerini dondurmuştu. Krizi bahane eden hükümet, emekli maaşlarında yüzde 20’ye varan oranda kesinti yapmış, birçok hakkı elinden alınan emekçiler açlığa mahkum edilmişti.

Açlık grevi sürüyor

Öte yandan F Tipi cezaevlerine karşı başlayan açlık grevleri ve dayanışma eylemleri de devam ediyor. “İktidar karşıtı Anarşistler” Yunanistan parlamentosundaki ‘güvenlik’ kordonunu aşarak bina girişindeki merdivenlere kadar yürüyüş gerçekleştirdi. F Tipi cezaevlerinin kapatılmasını ve açlık grevi yapan tutsakların serbest bırakılmasını talep eden bildirileri kuşlama yapan eylemciler, "Cezaevlerinde açlık grevi yapan mahkumlarla dayanışma – tutsakların talepleri kabul edilsin!" yazılı pankart açtılar.

Eylem nedeniyle parlamentonun tüm kapıları kapatılırken polis ise kitleye saldırarak 20 eylemciyi gözaltına aldı.

Yunanistan zindanlarında bulunan çok sayıda siyasi tutsak, 17 Kasım Örgütü üyesi hasta tutsak S. Ksiros’un serbest bırakılması ve F tiplerinin kapatılması için açlık grevine başlamıştı.

 

 

 

 

Avustralya’da binler sığınmacı hakları için yürüdü

 

Avustralya’nın Melbourne kentinde 30 Mart günü Victoria Eyaleti Parlamentosu önünde toplanan 15 bin kişi, hükümetin sığınmacı düşmanı politikalarını protesto etti. Hükümetin politikalarını eleştiren slogan ve pankartlarla Queen Victoria Parkı’na yürüyüşte çeşitli ülkelerden gelen sığınmacılar da yer aldı.

Kolektif Sığınmacı Hareketi Sözcüsü Chris Breen, son zamanlarda hükümetin artan oranda sığınmacı özelliği taşıyan göçmenleri sınır dışı etmeye başladığını belirtti.

Afganistan’dan Avustralya’ya sığınmacı olarak gelen Ali Baqiri ise çaresizlik nedeniyle Avustralya’ya sığınan insanlara hükümetin onur kırıcı muamelede bulunduğuna dikkat çekti.

Melbourne’ün dışında Avustralya’nın 12 kentinde, ülke dışında ise 19 kentte sığınmacılar için eylem yapıldığı bilgisi verildi. İnsan Hakları Komisyonu ve Moss Raporu, ülke dışındaki Nauru ve Manus Adası’ndaki sığınmacı kamplarında cinsel taciz, tecavüz ve kötü muamele olduğunu ortaya koymuştu.

 

 

 

 

 

Güney Afrika’da fiili greve karşı işçi kıyımı

Güney Afrika’da enerji santrali inşaatında çalışan ve koşullarının iyileştirilmesini ve teşvik primi haklarını isteyen 3 bin işçi geçtiğimiz günlerde greve çıktı. Sermayenin fiili olarak greve çıkan işçilere karşı saldırısı gecikmedi. İnşaatı üstlenen firma greve katılan bin işçinin işine son verdi.

Enerji üretim şirketi Eskom Holding Sözcüsü Khulu Phasiwe grevin geçtiğimiz Çarşamba günü başladığı bilgisini verdi ve greve katılan işçi sayısının 3 bin olduğunu söyledi. Holding sözcüsü işçi kıyımındaki sorumluluklarını üzerinden atmak istercesine “Eskom olarak, işçilerin işine biz son vermedik. Üstlenici firma onları işten çıkardı. İşçilere önce uyarı mektubu daha sonra işten çıkarılma belgesi gönderildi” dedi.

Grevi örgütleyen Güney Afrika Metal İşçileri Ulusal Sendikası (NUMSA) ise işçilerin koşullarda iyileşme ve teşvik primi talep ettiklerinin altını çizdi.

 
§