4 Nisan 2014
Sayi: KB 2014/14

Yerel seçim sonuçları
Yerel seçimler üzerine bazı gözlemler
Çözüme giden yol sandıklardan değil,
sınıf savaşımından geçer!
Parlamenter hayaller değil, meşru militan mücadele
Yerel seçimler ve
ortalığa saçılan pislikler! - H. Yağmur
Hangisi suç?
Devrimci seçim çalışmasından 1 Mayıs’a... - S.Soysal
1 Mayıs yasağı için
bahane bulundu!
Ankara’da
1 Mayıs hazırlıkları!
BDSP’lilere saldırı protesto edildi
Direniş, özgürlük, 1 Mayıs...
Kızıldere’nin yolundan gidenler kızıl bayrağı yükseltiyor!
Yasa yürürlükte işçiler kapı önünde
Luna işçilerine
dayanışma çağrısı
Greif direnişi ve güncel görevler
“Bir kez daha ihanete uğradık, ama son sözü biz söyleyeceğiz!”
Eren Korkmaz: Çamurlu sularda yüzen
bir ihbarcı ve işbirlikçi
Bürokrasi içinde yolunu şaşıranlar
şimdi de dükkancılığa soyundu!
Greif’te efendiler ve hainler!
Greif ile dayanışma büyüyor!
Greif direniş günlüğü
Kadın işçiler
“Mücadeleye devam” dedi!
Greif direnişi Köln’deki Greif işçilerine taşındı
Yalanlara sığınanların
savaş tezgahı
“Bu resmi siz mi yaptınız?” - Z. Eylül
“Bir resmi yalan daha açığa çıktı!”
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Hangisi suç?

 

Bir yanda Suriye’ye yönelik kirli savaş planları diğer yanda ortam dinlemelerinin “ulusal güvenlik” sınırlarını aşacak denli ayyuka çıktığı gerçeği… Seçim öncesi Türkiye halkları, burjuva düzen gerçeğini ortaya seren böylesi gerçeklerle yüz yüze kaldı. AKP hükümeti durumu kurtarmak için hemen işe koyuldu. YouTube yasağıyla işe başladı. Ortaya çıkan ses kayıtlarının içeriği ile ilgili basın yasağı getirildi.

Ahmet Davutoğlu, ortam dinlemenin, “Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı savaş ilanı” olduğunu söyleyerek, “ bir casusluk faaliyeti” olarak değerlendirdi. Erdoğan ise, ses kaydının servis edilmesini “vatan hainliği ve alçaklık” olarak niteledi. Tüm bunlar üzerine medya konuyu kendi siyasal renkleri üzerinden ama ayaklarını bastıkları burjuva düzen çıkarına göre yorumladı. Bundan dolayı yorumlar daha çok Suriye’ye savaş planının açığa çıkmasını “ulusal güvenliğe karşı açık bir saldırı” olarak değerlendirdi. Ancak ortada büyük bir savaş suçu işlemeye hevesli Türk sermaye devleti değil de bu “sırrı” açığa çıkmış güvenlik önlemleri zaaflı olan “devlet” eleştirildi. Cemaatin bu kadar güçlenmiş olmasına özel bir vurgu yapılarak konunun bilinçli şekilde darlaştırılması da ayrıca değinilmesi gereken bir noktadır. Sanki emperyalist-kapitalist düzene bağımlı herhangi bir ülkenin “bağımsız” güvenlik ağı olabilirmiş gibi?

Ortaya çıkan gerçeklerden biri şudur ki, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Ferdidun Sinirlioğlu ve Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Yaşar Güler arasında, Türkiye ve Suriye halklarına karşı savaş suçu işlenmek üzere, bir savaş toplantısı gerçekleştirilmiştir. “Suriye’ye savaş için bahane lazımsa, ben 4 adam gönderirim oraya, 8 tane füze fırlatırım, gerekçe olur” diyen MİT Müsteşarı Hakan Fidan örneği durumu özetliyor. Kuşkusuz Türk sermaye devletinin Suriye’ye savaş için fazlasıyla hevesli olduğu biliniyor. Ama burada açığa çıkan, daha öncekiler gibi, kirli çıkarları uğruna nasıl savaş komplolarını planladıklarıdır. Bu kirli planlarını uygulamak için “uluslararası bir gerekçe” yaratmanın da ne kolay olduğu bu vesileyle tekrar görülmüştür. Ne de olsa efendilerinin izinden gidiyorlar. ABD de “uluslararası bir gerekçe” bularak Irak, Afganistan işgallerini yapmıştı.

Ortaya çıkan bir diğer gerçekse burjuva sınıf, elindeki devlet aygıtı sayesinde çıkarına ve işine geldiğine göre hak ve özgürlükleri tanımlanmakta, hukuk da buna göre işletilmektedir. Bu ülke de işçi ve emekçilerin çıkarına mücadele eden devrimci ve ilerici her kişi ya da kurum her an takip, dinlenme vb. baskı yöntemleriyle karşı karşıyadır. Zira burjuva düzenin çıkarına göre bu hak ve özgürlük ihlali değildir. Kendi çıkarlarını ulusal çıkarlar olarak kodlayarak kitleleri buna inandırmaktadırlar. Kirli savaş planları açığa çıkınca konu değişmiş, hukuk hatırlanarak ortam dinlenmesi, “ulusal güvenlik ihlali” vesile edilerek yasaklamalar hızlıca devreye sokulmuş, konu gündemden uzaklaştırılmıştır. Bunları yaparkende Twitter, YouTube ve diğer basın yasakları ile kişilerin ifade, iletişim ve haber alma özgürlüklerinin yok sayılmasında bir sakınca görülmemiştir.

Bu son çıkan ses kayıtları burjuva yasaları ve hukukunu sınıfsal konumuna göre kavrayamayanlar için yeni bir örnek olmuştur. Bu düzende demokrasinin dar çerçevesi ve sınıfsal özü bir kez daha görülmüştür. Özellikle vurgulamak gerekir ki, kapitalist düzende egemen sınıf burjuvazidir ve devlet onun yönetim aygıtıdır. Devlet, bir avuç burjuvanın diktatörlüğü altındaki milyonlarca işçi ve emekçinin daha kolay sömürülmesini yönetmek için vardır. Kitlelerin bilincini bulandırmak için de devletin sınıflar üstü olduğu vaaz edilir. Burjuvazi sınıf egemenliğini ister demokrasi ya da daha açıktan diktatörlük olarak sürdürebilir. Özünde değişen bir şey yoktur. İşçi ve emekçiler sermayenin diktatörlüğü altında ezilir ve sömürülürler. Bu nedenle “nasıl bir hukuk, nasıl özgürlük, nasıl bir demokrasi” ile “kim için özgürlük, kim için demokrasi, kim için adalet” soruları sınıfsal konumlardan ayrı tanımlanamaz. Egemen olan sınıfın çıkarlarına göre bu kavramlar değişmektedir. Türkiye son dönemlerde bu gerçeğe işaret eden pek çok örnek ve “skandal” yaşamaktadır.

Hangisi suç?

Bu gerçekler ışığında tekrar bu soruyu sormak gerekmektedir. Devlet sırrını dinleyip yayınlamak mı, ülkeyi kirli bir savaşa sokmak için kirli oyunlar tezgâhlamak mı? Bunlar burjuva devlet gerçeğinde olabilecek işlerdir. İşçi ve emekçi kitlelere karşı örgütlenen bir devlet aygıtı olduğu için böylesi sırları ve kirli yöntemleri vardır. Kendi çıkar ilişkilerine göre pislikleri ortalığa saçılınca işçi ve emekçiler ancak o zaman gerçekleri duymakta, görebilmektedir. Bu durum onların sınıfsal çıkarlarına uygundur, onların ahlakında ve siyasi kültürlerinde bu vardır. Ama bizim değil! Zira bizim savunduğumuz sosyalist düzende böylesi kirli hesaplara ve yöntemlere yer yoktur. Gerek iç işleyişte gerekse uluslararası ilişkilerde her türlü gizli diplomasinin son bulması, toplumsal yaşamın her alanında gerçek bir işçi demokrasisinin ve açıklık ilkesinin uygulanması sadece işçi sınıfının devrimci iktidarı altında mümkün olabilir.

 

 

 

 

Yerel seçimlerin bir başka yüzü

 

2014 yerel seçimlerinin Türkiye’de nasıl bir siyasi atmosfere denk geldiği bilinmekte. Düzen partilerinin birbirlerine karşı verdikleri bu kıyasıya mücadeledeki temel kaygının hırsızlık düzeninin yıkılması olmadığı açık. Bilinen siyasi karmaşa bir tarafa, sunduğu imkanlar nedeniyle yerel yönetimler aynı zamanda en çok vurgunun ve talanın yapıldığı bir “iş” alanı olmakta.

Düzen partilerinin aralarına koyduğu keskin çizgilerin yanında ortaklaşılan bir başka gerçek de bu seçimler için harcanan muazzam para oldu. Devlet kaynaklarının seçimler için ne kadar seferber edildiği tam bilinmese de seçim ekonomisinde dolaşımda olan paranın 6 milyar dolar olduğu söylenmekte. Bu paranın dağılımı reklamcılıktan promosyona, matbaacılıktan araştırma şirketlerine kadar yayılmış durumda.

 Aday adaylarından alınan başvuru ücretleri bir tarafa, düzen partilerine verilen Hazine yardımı bile açlık ve yoksulluk sınırının altında yaşayan işçi ve emekçiler için tahmin edilemeyecek boyutlarda.

Seçimlerin öncesinde İstanbul Fuar Merkezi’nde Seçim Hazırlıkları Fuarı düzenleyen Demos Fuarcılık’tan verilen bilgiye göre seçimlerde adayların cebinden minimum 100 bin lira, maksimum 2 milyon lira çıkacağı söylenmişti. Yerel seçimler, en alt sınırda yaklaşık 6 milyar dolarlık bir ekonomi oluşturdu.

Bu fuarda açıklanan ortalama rakamlar şöyle ifade edildi: Bir seçim şarkısının 310 bin lira, profesyonel özel tanıtım filminin 1030 lira, kaset CD çoğaltımları ortalama 47 bin lira, ses donanımlı seçim otobüsleri 1520 lira, bir seçim otobüsünün giydirilmesi yaklaşık 3 bin lira, kağıt baskılı bir billboard 3540 lira, ışık geçiren baskı tekniği ile bilboard 125 bin 150 lira, yerel televizyonlara reklamlar harcaması 5 bin lira, tanıtım bürosu 15 bin lira, branda, folyo ve kağıt üzerine yapılan baskıların metrekaresi 15 dolar, el ilanları, afişler, bayrak, çakmak, kalem gibi tanıtım malzemesi 5 bin lira, sosyal medya harcamalarının Türkiye geneli için ise 30 milyon lirayı aştığı söylenmekte.

Hazine yardımı ise 315,7 milyon lira. Bu paranın 177 milyon 130 bin 328 lirası AKP’ye, 92 milyon 343 bin 259 lirası CHP’ye ve 46 milyon 233 bin 934 lirası MHP’ye ödendi.

Düzen partilerinin harcadığı paranın tam miktarını hesaplamak ise mümkün değil.  Ancak paranın böylesine çarçur edilmesi, düzen partilerinin kazanacakları yanında hiçbir şey ifade etmiyor. Mart 2014’te yürürlüğe giren Büyükşehir Belediye Yasası ile 14 il olan büyükşehir belediyesi sayısı 30’a yükseldi. Ki bu şehirlerde toplam nüfusun yüzde 77.5’i yaşıyor. Yerel yönetimler yasasının rant kapısını ardına kadar açtığı, her türlü “yatırım” hakkının seçimin galipleri tarafından sınırsızca kullanılacağı gerçeği çok şey anlatmaktadır.

 
§