07 Şubat 2014
Sayi: KB 2014/06

Düzenin seçim oyununa karşı
devrimci sınıf kavgasına!
Yerel seçimler ve HDP
Mansur Yavaş: Denizler’in “olgunlaşmış” düşmanı
Çözüm düzen ‘sol’unda değil,
devrimci mücadelededir!
Telefon dinlemelerinden rahatsız(mış)!
Ali İsmail Korkmaz davası
Faşist çete Ali İsmail’i istismar peşinde!
Baskı ve asimilasyona son vermek için ileri
AYM kılıfı hak ihlallerinin üstünü örttü
Buzdağının görün(mey)en yüzü... -
D. Umut
“Direndik, kazandık!”
Esenyurt’ta işçiler forumda buluştu
Gebze’de coşkulu açılış
GM’de işten atmalara karşı enternasyonal dayanışma
Devrimci bir DİSK için...
“KESK tabanın sesine kulak vermelidir!”
“Sendikal eylemler böyle yasaklanamaz!”
“Amaç sermayeye hizmeti özgür kılmak!”
Cenevre-2 Konferansı bitti,
pazarlık devam edecek!
NATO’dan medet umanlar
Soçi 2014: “Soykırım” vatanı,
sömürü cenneti! -M. Ak
Devrim Okulu: Aslolan değiştirmektir!
Yeni döneme girerken liseli gençlik hareketi üzerine…
Kanser tedavisinde umut sosyalizmde!
Kürtaj yasağı aynasında kapitalizmin gerici yüzü
“Medya ve Kadın” paneli
İzmir’de Gezi tutsaklarıyla dayanışma etkinliği
Kapitalist bataklıkta büyüyen istismardan kurtuluş sosyalizmle mümkündür!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Devrimci bir DİSK için...

Devrimci sınıf mücadelesini
yükseltelim!

 

Sendikalar işçi sınıfının iktisadi mücadelesini yürüttüğü öz savunma örgütleridir. Bu mücadeleyi işçi sınıfının ideolojik ve politik mücadelesiyle birlikte ele aldığı ölçüde de birer mücadele okuluna dönüşür ve iktidar mücadelesinin de önemli bir kaldıracı haline gelirler.

Türkiye’de sınıf hareketinin ve mücadelesinin önemli eşiklerinden olan DİSK’in kuruluşunun 47. yıldönümü yaklaşıyor. DİSK’in kuruluşundan bugüne geldiği noktayı ve DİSK’te yaşanan kabuk değişiminin nedenlerini tanımlamak sınıf hareketinin önündeki engelleri aşma mücadelesi açısından ayrıca gereklidir.

DİSK’in kuruluşu öncesi sürece kısaca baktığımızda yaşadığımız coğrafyada işçi hareketinin gelişimi daha yüzyılın başında baskılanmaya başlamıştır. 1908 grevlerinin ardından işçi örgütlenmeleri yasaklanmıştır. Cumhuriyetle birlikte bu baskı daha da artmıştır. 1938’de sınıf esasına dayalı örgütlenme yasağı getirilmiştir. 2. paylaşım savaşı sonrası dönemde uluslararası alanda artan sınıf mücadelelerinin ve Sovyetler Birliği’nin varlığının da etkisiyle burjuvazinin yöntem değiştirme ihtiyacı Türkiye’de de ifadesini bulmuştur. 1946’da “çok partili rejime” geçilmiş, sendikal örgütlenme önündeki yasak da kaldırılma yoluna gidilmiştir. Ancak yine de bu dönemde grev ve toplu sözleşme yasağı kaldırılmamıştır. Yasaktan sonra birçok sendika kurulmuş, sendika birlikleri oluşmuştur. Bu örgütlenmelere dönemin sosyalistleri öncülük etmiştir.

Sınıfın örgütlülüğünü daha en başından denetlenme ihtiyacıyla, kurulan bağımsız sendikaların yerine, iktidarın daha kolay denetimine uygun merkezi bir işçi örgütü olarak 1952 yılında “siyaset üstü sendikacılık” anlayışı ile Türk-İş kurulmuştur. Ancak 1960’lı yıllara gelindiğinde toplumsal yaşamda gelişen hareketlilik sınıf mücadelesini de geliştirmiştir. 1961’de grev ve toplu sözleşme yasalarının çıkarılması için 100 bin işçiyle gerçekleşen Saraçhane mitingi ile başlayan dönem, 1963’te Türk-İş’e bağlı Maden-İş Sendikası’nda örgütlü Kavel işçisinin direnişi ile devam etmiştir. Grev yasalarını çıkarmaya zorlayan Kavel direnişi Türkiye sınıf hareketinde gerek militanlığı gerekse sınıf dayanışması açısında önemli bir eşik atlatmıştır. Böylelikle de Türk-İş’te somutlanan devlet güdümlü sendikacılık anlayışına önemli bir darbe indirmiştir. 23 sendika başkanı ve 45 yönetici, yaptıkları bir toplantıda Türk-İş’in Kavel direnişinde olumsuz bir tutum aldığını öne sürerek konfederasyonla ilişkilerini kestiklerini açıklamıştır.

İşgal, grev, direniş!

Bu yıllarda artan grevler, fabrika işgalleri, direnişler ülkenin çeşitli illerinde sürüyor, militan mücadeleler içinde işçi sınıfı bedeller ödeyerek yoluna devam ediyordu. 1966’ya gelindiğinde Paşabahçe işçilerinin görkemli grevi Türk-İş tabanında önemli ayrışmaların son ateşleyicisi olacaktı. Türk-İş, patron örgütü TİSK ile bir protokol imzalayarak, işten atılan işçilerin akıbetini patronların takdirine bırakarak, grevde geçen günlerin ücretini dahi istemekten acz içinde, işçilere ihanet ediyordu. Bunun üzerine Paşabahçe işçileri Türk-İş’in imzaladığı protokolü tanımayarak fabrikayı işgal ettiler. Türk-İş Genel Merkezi işçilere eyleme son verme çağrısı yaparken Petrol-İş, Maden-İş, Lastik-İş, Basın-İş ve Tez Büro-İş sendikaları “Paşabahçe Grevini Destekleme Komitesi”ni kurdular. Paşabahçe grevindeki tutumları yüzünden Türk-İş Yönetim Kurulu tarafından Petrol-İş 15 ay, Kristal-İş 15 ay, Maden-İş 6 ay ve Basın-İş 3 ay süreyle konfederasyondan ihraç edildiler.

İşçi hareketinin giderek gelişen militanlığı ve artan eylemliliği Türk-İş’te somutlanan devlet güdümlü sendikacılık anlayışını parçalıyordu. İşçilerin tuttuğu fiili-meşru mücadele yolu yeni bir örgütlenme ihtiyacının önünü açmış ve 1967 yılında DİSK kurulmuştu. Çeşitli kaynaklarda DİSK’in kuruluşu için yapılan ilk toplantılara 20′in üzerinde sendikanın katıldığı, 17 sendika ile kurulacağı açıklandığı ancak, 13 Şubat’ta 5 sendika ile yola çıkıldığı belirtilmektedir. Kuruluş dilekçesi T. Maden-İş Genel Başkanı Kemal Türkler, Lastik-İş Genel Başkanı ve TİP Ankara Milletvekili Rıza Kuas, Basın-İş Genel Başkanı İbrahim Güzelce, T. Gıda-İş Genel Başkanı ve TİP Tekirdağ Milletvekili Kemal Nebioğlu ile T. Maden-İş (Zonguldak) Genel Başkanı Mehmet Alpdündar tarafından verildi. DİSK’in ilk genel başkanı Kemal Türkler oldu.

Her ne kadar kuruluşunda “sınıf sendikacılığı” ilkesini benimseyerek yol çıksa da DİSK, işçi sınıfının düzenden kopma eğilimini karşılayacak bir önderlikten yoksundu. DİSK Kuruluş Bildirgesinde şunlar söylenmekteydi:“Biz devrimciliği; bugünkü tutucu, gerici, ekonomik, sosyal ve politik ilişkilerin Anayasa uyarınca değiştirilmesi ve Anayasa ilkelerinin hayata uygulanması anlamına alıyoruz.” Kuşkusuz bu durum, DİSK’in kurucularının 1961’de kurulan TİP’in kurucularından oluşması ve TİP parlamentarizminin politik ufkundan bağımsız değildir.

Devam eden yıllarda işçilerin örgütlenme çalışmaları ve eylemlilikleri arttı. Devrimci, ilerici ve öncü işçiler Türk-İş yerine DİSK’i tercih etmekte, tabanın kararlılığı ve militanlığı ile de daha iyi TİS’ler imzalanmakta, işgal ve direnişler yaşanmaktadır. Ancak bu yıllarda daha çok fabrika özelinde ekonomik talepler için eylemler yapılmaktadır. Ancak işçi sınıfının örgütlülüğünü pekiştiren, militan, dişe diş mücadeleler verilmekte, işçilerin gücü ve güveni giderek gelişmektedir. İşgaller, grev ve direnişler sermayeyi fazlasıyla rahtsız etmektedir.

1970’e gelindiğinde DİSK’i yok etmek için hazırlanan bir yasa tasarısına karşı işçiler 15-16 Haziran’da görkemli ve henüz birçok yanıyla hala aşılamayan bir direniş gerçekleşti. İşçilerin militanlığı ve kararlılığı ordunun sıkıyönetim ilan etmesine vesile olacak denli sermaye sınıfını korkuturken, bizzat DİSK yönetimi işçilere eyleme son verme çağrısı yaparak, düzenin sınırlarını aşamayacağını göstermiş oldu. Devrimci bir önderlik olmadığı koşullarda, işçilerin düzeni aşma potansiyeli DİSK’e hâkim politik çizgi tarafından boşa düşürüldü. DİSK’i yaratan işçi sınıfı, devrimci sınıf partisiyle buluşamadığı koşullarda önüne bizzat kendi sendikasının engel olarak çıkacağı buna benzer daha pek çok deneyim yaşayacaktı. DİSK’te zaman içinde yaşanan kabuk değişiminin gerisinde bu vardır. Yönetiminde egemen politik çizgi DİSK’in, devrimci sınıf sendikası olmasının önüne geçmiştir.

İşçi sınıfının mücadelesi açısından ne ironiktir ki, 15-16 Haziran’a vesile olan DİSK’i yok etmeye yönelik yasa tasarısı, daha sonraları DİSK Genel Başkanı olacak olan Abdullah Baştürk’ün ve kimi sendikacıların de aralarında olduğu komisyon tarafından meclise gönderilmiştir!

*

12 Mart 1971 darbesi geldiğinde ise DİSK, muhtırayı desteklediğini ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yanında olduğunu belirtiyordu. Darbenin yarattığı baskı ortamı işçilerin eylemliliklerini sınırlasa da işçi hareketi yine de bu sürede yemek boykotları, açlık grevleri, yasadışı grevler ve hatta işgaller yapmıştır. 12 Mart darbesi sonrası TİP’in kapatılması DİSK yönetiminde hâkim siyasal çizginin CHP’ye kaymasına vesile oldu. DİSK’in bundan sonraki mücadelesinde sosyal-demokrat politik perspektif belirleyici olacaktı. DİSK yönetimi, 14 Ekim 1973’te yapılan seçimlerde bir açıklamayla, CHP’ye oy vermeye çağırıyordu. DİSK’in 13 Şubat 1974’te kutlanan 7. kuruluş yıldönümüne o zaman başbakan olan Bülent Ecevit kutlama mesajı gönderecek, DİSK 1974 Kıbrıs işgalini destekleyen bir bildiri yayınlayarak ve işçileri devletin savaş fonuna birer brüt yevmiye ile katılmaya çağıran bir kampanya açacaktı.

1970’ler, grev sayılarında ve örgütlenmede artışın yaşandığı yıllardır. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın istatistiklerinde bile 1970 yılında grevlerde kaybolan gün sayısı 220.189 iken 1971’de iki katından fazla artarak 476.116’ya, 1972’de 659.362’ye, 1973’te ise 671.135’e yükselir. 1974’te neredeyse iki katına çıkıp 1.109.401’a yükselir. 1973 yılında greve katılan toplam işçi sayısı 12.286 iken, 1974 yılında greve katılan toplam işçi sayısı 25.546 olur.

DİSK bu dönemlerde, işçilerin kitlesel katılımıyla, Milliyetçi Cephe hükümetinin siyasal özgürlükleri kısıtlayan girişimlerine karşı “Demokratik Hak ve Özgürlükler İçin Mücadele” mitingleri düzenler. 1976’da DİSK önderliğinde Türkiye işçi sınıfı tarihinin en büyük işçi eylemlerinden biri olan DGM Direnişi eylem ve iş bırakma gibi çeşitli biçimlerde sürdürülür ve devlete geri adım attırır. 1 Mayıslar yine bu yıllarda oldukça kitlesel ve görkemli geçer. ‘77 1 Mayısı’nda Taksim’de büyük bir coşkuyla toplanan miting devletin kanlı katliamına sahne olur.

Bu yıllar işçi tabanının sayıca giderek arttığı ve mücadelenin her yönüyle büyüdüğü yıllardır. Ancak DİSK yöntemi ve çeşitli kademelerinde dönemin TKP’si ve CHP’si arasında ayrışmalar yaşanır. Genel-İş Başkanı Abdullah Baştürk öncülüğündeki CHP’li grubun çabalarıyla olağanüstü genel kurula gidilir. Bu DİSK 6. genel kurulunda Abdullah Baştürk’ün DİSK Genel Başkanlığı’na, genel kuruldan bir ay öncesine kadar Kemal Türkler ekibiyle birlikte davranan Fehmi Işıklar da DİSK Genel Sekreterliği’ne seçilir. (Bugünde genel kurullar delege sayılarına dayalı aritmetik hesapların yapıldığı yerler olma özelliğini sürdürmektedir.) Bir süre sonra Kemal Türkler disiplinsizlik suçu ile bir süreliğine ihraç edilir.

Sendika yöneticileri yönetim için ‘mücadeleye’ girişirken, DİSK üyesi işçiler hak arama mücadelesini büyütmeye devam ediyorlardır. Devrimci hareketin yükselişinin giderek arttığı 78-80 yıllarında tabanın gücü ve basıncı öylesine güçlüdür ki CHP’li Abdullah Baştürk “DİSK, sosyalist bir örgüttür” deme ihtiyacındadır. DİSK, bünyesinde önemli dinamikleri barındırır. 16 Mart 1978’de, İstanbul Üniversitesi’nde gerçekleşen faşist katliama karşı iş bırakma ve “faşizme ihtar” eylemleri örgütlenir. DİSK’in bu eylemini “ihtilal provası” gören sermaye korkarken, CHP genel başkanı ve o zamanki başbakan Bülent Ecevit ise eylemi “yasadışı” ilan ederek, eyleme katılan işçileri işten atmakla tehdit eder. Tüm bu dönemde ülke genelinde sermaye faşist çetelerini devrimci, ilerici güçlerin üzerine salarak çeşitli katliamlar gerçekleştirmektedir. DİSK üyeleri de bu katliamların hedefinde yer almıştır.

Böylesi yoğun mücadele sürecinde 1978 Maraş katliamıyla toplumsal mücadeleyi kanla ezmek isteyen sermaye devletine DİSK yine eylemlerle yanıt verir. Ancak bir işçi sendikasının giderek siyasallaşan eylemleri DİSK yönetimini çoktan aştığı için, DİSK disiplinine uymadıkları iddiasıyla Yeraltı Maden-İş’i 4 ay, Maden-İş, Baysen ve Banksen sendikaları ise 1 yıl süreyle DİSK’ten ihraç edilir. Devrimci bir sendikal anlayış olmadığı ölçüde, Türk-İş’in gericiliğinin protesto ederek kurulan DİSK, benzeri gericiliklere imza atıyordu. Yaşanan tarihin cilvesi değil devrimci sınıf mücadelesin ilke edinmeyenlerin kaçınılmaz akıbetidir. Benzeri bir örnekte, 1978 1 Mayısı’na katılan kimi sendikalarda TKP ile ilgili açılan pankartları gerekçe gösteren DİSK yönetimi bu sendikaları ihraç etme yoluna gitmiştir.

Sermaye sınıfı ve devletinin gelişen işçi hareketliliğinden gelen korkusu büyürken, çeşitli yollarla hareketi dizginlemek ister. Bu işte bir kez daha CHP’ye iş düşer. 20 Temmuz 1978’de Türk-İş’le imzaladığı “Toplumsal Anlaşma” ile işçilerin mücadelesini ve “aşırı isteklerini” engellemek ve “toplumsal barışı” sağlamak isteyen CHP’nin bu hamlesine DİSK imza atmaz. DİSK yılların mücadele birikimini bünyesinde taşıyan gövdesiyle böyle bir anlaşmaya, yönetiminde CHP’li yöneticileri olmasına rağmen, işçilerin tabandan gelen öfkeyi hiçe sayarak imza atamazdı. Böylelikle bir kez daha devrimci temellerde tabandan gelen gücün önemi görülmüştür. Böylesi örnekler o dönemlerde sıklıkla görülebilir. Tabanın gücü yönetimlerin gericiliklerini aşmıştır. Örneğin yine Ecevit hükümetince 1979 1 Mayıs’ı yasaklanır, ancak DİSK alanlara çıkma kararı açıklar. Bunun üzerine, DİSK Genel Merkezi polis tarafından basılır, genel başkanı Abdullah Baştürk ve yürütme kurulu üyeleri gözaltına alınır ve l Mayıs günü için sokağa çıkma yasağı ilan edilir.

*

1980 yılı da grevler ve eylemlerle başlamış, bu yıl içinde TARİŞ direnişi ise ayrı bir önemli deneyim olarak yaşanmıştır. Tariş direnişi, iki ayrı sınıfın karşı karşıya gelişindeki militanlığı yanında DİSK’e hakim çizginin rengini vermesi açısından da hayli önemli bir deneyimdir. Zira Tariş direnişini ören işçilerin önü bir kez daha, kendi sendikası tarafından kesilmiştir. DİSK yöneticileri araya girerek direniş sonlandırılmıştır.

‘80 yılında yine, sendikalar basılır ve 1 Mayıs yasaklanırken Kemal Türkler, 22 Temmuz 1980’de faşistlerce katledilir. Buna işçi sınıfı 25 Temmuz’da gerçekleştirdiği kitlesel bir yürüyüşle yanıt verir. 12 Eylül 1980 askeri faşist döneme kadar işçi hareketi muazzam bir gelişme göstermiş, sermaye ve devletin açıktan engellemelerine karşı mücadelede militanlaşarak güçlenmiştir. Ancak ne var ki, tabanın bu mücadele dinamizmi DİSK yönetimindeki egemen politik çizginin düzen içi olması nedeniyle kendi sınırlarını aşamamıştır. Zira işçi sınıfı eylem kararlılığını birçok kereler göstermesine rağmen toplumsal desteğin alınabileceği bu en hareketli dönemlerde genel grevlerin yaşanmamış olması oldukça öğreticidir. Kısmi iş bırakma eylemleri ve genelleşen protestolar olmasına rağmen, yönetim bu ipi göğüsleyemeyeceğini birçok kez kanıtlamıştır.

Devrimci bir önderliğe dayalı bir sınıf mücadelesinin yokluğunda sendikal alanda DİSK en “ileri” çizgiyi ifade etse de işçi sınıfının bağımsız sınıf çıkarları söz konusu olduğunda bu yeterli değildir. Yönetimindeki sosyal demokrat anlayışın sınırlayıcı etkisinin aşılamamasının gerisinde, döneme damgasını vuran küçük burjuva devrimci anlayışların sınıfa olan mesafesini de eklemek gerekmektedir. DİSK bünyesinde biriken potansiyel, düzeni yıkacak iktidar mücadelesine yöneltilememiştir. Kuruluşundan beri düşünüldüğünde TİP, TKP ya da CHP olsun, kendi politik ufuklarının sınırlılığıyla, işçileri düzen içi kanallara yönlendirmişlerdir.

*

Sermaye sınıfı temsilcileri 12 Eylül darbesiyle “gülme sırasını” ele geçirmişlerdir. 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesi ile birlikte DİSK ve DİSK’e bağlı bütün sendikalar kapatılarak, tüm mal varlıklarına el konulur. DİSK’li işçi ve yöneticiler işkenceli sorgulardan geçirilir, öldürülür. DİSK hakkında 78 kişinin idamının istendiği 1477 sanıklı bir dava açılır.

DİSK 12 yıl sonra tekrar çalışmalarına başlar. Bu dönemde devlet güdümlü sendikacılık çizgisi derinleşirken, DİSK “çağdaş sendikacılığa” yönelir. “Çağdaş sendikacılık”, mücadeleciliği bir kenara bırakıp, masa başında işi çözmekten yana uzlaşmacı bir çizgidir. Son olağan genel kurulunu 1980 yılında yapan DİSK, yeni başkan ve yönetimini belirlemek için 1992 yılında 8. genel kurulunu toplar. Genel başkanlığa konfederasyonun kurucularından Kemal Nebioğlu seçilir. DİSK Başkanı Kemal Nebioğlu bir konuşmasında şunları söyler: “12 yılda çok şey değişti. Bizim kongremize TİSK (Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu) başkanı Sayın Refik Baydur geldi. Biz de önümüzdeki günler içerisinde TİSK’i ve genel başkanı ziyarete gideceğiz. Meseleleri oturup tartışacağız, biz diyalogdan, demokrasinin kural ve kurumlarının sağlıklı işlemesinden yanayız. Artık sorunları kavgayla değil masada çözeceğiz.

Kemal Nebioğlu’dan sonra 9. Genel Kurul’da Genel Başkanlığa Rıdvan Budak seçilir. 10. Genel Kurul’dan sonra Budak’ın siyasete atılıp DSP’den milletvekili seçilmesi üzerine bir süre için Vahdettin Karabay genel başkanlığı üstlenir. 11. Genel Kurul’da ise genel başkanlığa Süleyman Çelebi getirilir. Başkanlar değişse de DİSK’e hâkim çizgi artık, çağdaş sendikacılıktır. Bir de DİSK başkanlığından milletvekilli olarak meclise geçme geleneği değişmemektedir. DİSK’i ve DİSK’te örgütlü işçiler düzenin sol arayışlarının piyonu haline getirilmektedir. Bir aralar “10 Aralık Platformu”yla şansını arayan Çelebi, bugün CHP saflarında meclis koltuklarında işçilerin ve DİSK’in geçmiş mücadele mirasını yiyerek oturmaktadır. Tabii ki bir de sermayeye verdiği “destek” sayesinde!

Şöyle ki, yakın geçmiş, DİSK’in pratikte nasıl bir mücadele örgütü olduğunu gösteren deneyimlerle doluyken, şanlı 1 Mayıslar’a imza atarken, 2005 1 Mayısı’nda DİSK kortejinde “Fabrikamı seviyorum!’, “İşimi, ülkemi seviyorum!” vb. dövizlerin taşınır hale geldiğini görmekteyiz. Geçmişte ‘Kahrolsun faşizm!’ sloganı atan işçilere bugün ‘Demokrasiyi seviyorum!’ dövizleri vererek, işçilerin siyasal bilinçlenmesine ket vuran bu çizgiyle sermaye ummadığı desteği bulmaktadır. “Patronlarla çıkarlarımız ortaktır” diyen Çelebi’nin işçi ve patron örgütlerini temsilen bir AB komisyonuna başkanlık etmesini de unutmamak lazım.

Yine bir röportajda eski DİSK başkanı olarak Süleyman Çelebi, Başbakan Erdoğan’ın ‘Anayasal suç işliyor’ diyerek tepkisini çeken Mustafa Koç’a “gerekirse eyleme geçerek Mustafa Koç’u destekleyeceklerini açıklayabilmişti. Bu çizgi DİSK’in nasıl kabuk değiştirdiğini özetlemektedir. Kuşkusuz bunda işçilerin kendi taban örgütlenmelerine yaslanarak fiili-meşru mücadeleyle bu çizgiyle hesaplaşamamasından gelen bir boşluk vardır. Bu boşluk sosyal-demokrat dünya görüşü ile doldurulmakta, DİSK adına bu çerçevede söz söylenmektedir. Bundandır ki, Maltepe işçilerinin yaşadığı deneyimde oldu gibi, Kılıçdaroğlu gibi düzen partilerinin sözcülerine kürsü sunanlar, işçiler söz almak istediğinde susturabilirler. Ya da geçen yıllarda Birleşik Metal-İş genel kurulunda olduğu gibi sınıf devrimcilerine kapılar kapanır. Ya da çoğu örnekte ne yazık ki görüldüğü üzere mücadeleci işçiler ve devrimciler sendikalara sokulmaz, fabrikalardan atılmalarında patronla işbirliği yapılabilir. DİSK’li bürokratlar böylesi örneklerin yaşanmadığını iddia edebilirler mi? Tüm bunlar sınıf mücadelesinin tarihine düşünülen notlar olarak asla unutulmayacaktır.

Sınıfa karşı sınıf duruşuyla
devrimci sınıf mücadelesine!

DİSK işçilerin, yasaların değil mücadelenin meşruluğuyla yarattıkları değerleri ifade etmektedir. Fabrika işgalleri, Alpagut gibi öz yönetim örnekleri, 15-16 Haziran gibi direnişler üzerinden gelen bu miras bugün yasalcılık, sendikalizm ve bürokratizm ile yok edilmektedir. DİSK’i ortaya çıkaran ruhu yeniden yaratmak için fiili-meşru ve militan mücadele hattına, taban inisiyatiflerinin iradesine yaslanmak gerekmektedir. Aksi halde ne DİSK’i düzen partilerinin arka bahçesi yapanlardan hesap sorulabilir, ne icazetçi, uzlaşmacı anlayış ve bürokratizm aşılabilir ne de sermayenin saldırılarına karşı durulabilir.

Gerekli olan işçi sınıfının sermayeden, onun partilerinden, ideolojisinden bağımsız bir hareket olarak gelişmesi için devrimci sınıf mücadelesinin yükseltilmesidir. Bunun için de; “Sınıfa karşı sınıf!” şiarıyla sermayeye karşı fiili-meşru mücadele hattında hareket edilerek, devrimci sendikal anlayışı sendikalara hâkim kılmak gerekmektedir.

 
§