10 Ocak 2014
Sayi: KB 2014/02

Yıkalım bu köhne düzeni!
Çürümüş düzende iktidar ve rant savaşı
Korkularınızı büyüteceğiz!
Gerici kapışma ve TIR olayı
Zam furyası başladı
Hrant Dink davasında 3. duruşma
“Devrim ve sosyalizm mücadelesine dört elle sarılacağız!”
“Yasa geçti, ama mücadelemiz sürecek!”
AKP’yi kurtaran kaynak: Özelleştirme
Feniş işçileri Aloğlu’nun peşinde!
“Hırsız patron, işbirlikçi sendika!”
Limanda eylemli sınıf dayanışması!
Bakanın iftihar tablosu
Sınıf devrimcilerinden mücadele çağrısı
Devrimci temellerde yenilenme ihtiyacı ve KESK genel kurulları / 2
Cenevre-2 Konferansı yaklaşırken çatışmalar şiddetleniyor
Cihatçı tetikçiler savaşı Irak’a taşıdılar
“Tehlikeli Bölge” ilanı ve polis devleti
Düzene karşı devrim!
İzmir’de Ekim Gençliği okurlarına saldırı
Bu daha başlangıç...
Roboski’nin adaleti zamanın ellerinde!
Alevilere dönük yeni asimilasyon hamlesi: Kızılelma
İzmir Gezi Tutsak Aileleri Ankara’daydı!
Devrimci tutsaklardan yeni yıl mesajları...
Yolsuzluk yapanlara ve hırsızlara açık mektup...
Anıları önünde saygıyla eğiliyoruz...
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

“Bürokratik-icazetçi sendikal çizgiyi aşmak için taban inisiyatiflerini yaratalım!”

Devrimci temellerde yenilenme ihtiyacı
ve KESK genel kurulları / 2

 

D- “Çözüm” aldatmacası, barış” çizgisi ve KESK

Son üç yıllık döneme siyasal cephede damga vuran olgulardan bir diğeri ise AKP iktidarının Kürt hareketini tasfiye amacıyla gündeme getirdiği “açılım” projelerinin, “çözüm” adı altında boyutlandırılması oldu. ABD emperyalizminin ve onunla göbekten bağlı AKP iktidarının bölgesel çıkarları üzerinden gündemleştirdiği “çözüm” aldatmacasını, reformist Kürt hareketi ise “barış” süreci olarak tanımladı. Solun büyük bir bölümünün de “barış” çizgisine boylu boyunca yedeklendiği bu dönem yaşanan gelişmeler, özünde bu çizginin çözüm üretmek şöyle dursun, Kürt emekçilerinin “anayasalcı” hayallerle oyalanmasına hizmet ettiğini tüm açıklığıyla ortaya koydu. Haziran Direnişi karşısında gösterilen tutum kaynağını tam da düzen içi çözüm arayışının bir yansıması olan bu çizgiden alıyordu. Kapitalist düzen içerisinde sınırlı reformların ötesinde Kürt sorununda gerçek bir çözüm sağlanamayacağı, düzen ile girilen ilişkilerin bu sorunu çözmek bir yana onu daha karmaşık ve çözümsüz bir rotaya sokacağı açıktır. Sermayenin sınıf iktidarının bugünkü temsilcisi olan AKP iktidarı, bir yandan Kürt halkını oyalarken, öte yandan da sınıfsal tercihlerine uygun olarak dinsel gericiliği beslemekte ve Barzani gibi işbirlikçilerle kurduğu ilişkileri geliştirerek sermayenin sınıf iktidarını pekiştirmeyi, böylece Kürt hareketini de ehlileştirmeyi ve etkisizleştirmeyi amaçlamaktadır. Bugün Kürt hareketinin temsilcileri AKP’yi bir “özel savaş hükümeti” olarak nitelendirebiliyorlarsa, bu tümüyle bu gerçekliğin artık yadsınamaz biçimde su yüzüne çıkmış olması nedeniyledir.

Burada bu vesileyle bir konuya daha açıklık getirmekte yarar var. Sendikalarımızda, “barış” çizgisini doğru bulmayan ve bunu “düzen içi” bir çözüm arayışı olarak niteleyen devrimci kesimler, “savaşın sürmesini” istemekle ve “akan kanın durmasını” istememekle suçlanmışlar, bu türden suçlamaları yapanlar bu söylemleri “barış” çizgisinin duygusal zemini olarak kullanmışlardır. Oysa söz konusu edilen “kısır ve çözümsüz” çatışmanın sürdürülmesi değildir. Bu yanıyla bakıldığında denilebilir ki, çatışmalı ortamın bir ölçüde hafiflemesi bile toplumdaki şovenist histerinin etkisinin kırılmasında rol oynamış, sosyal mücadelelerin gelişmesine uygun bir atmosfer yaratmış ve Haziran Direnişi de bu atmosferde şekillenmiştir. Sorun “kısır ve çözümsüz” çatışmanın sürdürülmesi değil, “barış” çizgisinin işçi ve emekçilerle sosyal bir kaynaşma ve devrimci bir mücadele çizgisinde buluşma yönünde değil, düzenle girilen ilişkiler temelinde bir stratejiyi içermesindedir. Bu ikincisi, sorunu çözmek bir yana, onu süründürmekten ve daha da çözümsüz bir hale sokmaktan, çözümsüzlüğün derinleşmesi ölçüsünde de etnik milliyetçiliğin ve şovenist histerinin yeniden canlanmasından başka bir sonuç üretmeyecektir.

Kürt sorunu gerçek ve kalıcı çözümünü ancak Türkiye işçi sınıfı ve emekçileriyle sosyal-sınıfsal mücadele zemininde buluşarak, tüm milliyetlerden işçi sınıfının devrimci iktidar mücadelesi içerisinde bulabilir. Kürt sorunu kadar, diğer etnik ve mezhepsel sorunların çözümü de ancak işçi sınıfının devrimci iktidarı altında gerçekleşebilir. Kürt emekçilerinin yapması gereken kaderini tüm milliyetlerden Türkiye işçi sınıfı ve emekçileriyle birleştirmek, Türk sermaye sınıfı ve onun iktidarıyla olduğu kadar Kürt burjuvazisi ile de yollarını ayırmak olmalıdır. Bu, ulusal her türlü baskının ortadan kaldırılmasının, “ayrılma” hakkının güvenceye alınması da dahil, ulusların eşit, özgür ve gönüllü birliğinin sağlanabilmesinin, zahmetli ama yegane yoludur.

Bu dönemde KESK içerisinde, Akil İnsanlar Komisyonu’nda KESK Genel Başkanı Lami Özgen’in yer alması tartışma konusu olmuştur. Öyle ki, ulusalcı kimi çevreler Özgen’in komisyonda yer almasını bahane ederek KESK’i yıpratmaya, kimi yerlerde ise istifalara yönelmişlerdir. Bu dönemde TC’nin resmi tarih teziyle aynı yerde buluşan Sendikal Birlik grubu yapmış olduğu açıklama ile Lami Özgen’in Akil İnsanlar Komisyonu’na katılmasını ve katılma şeklini, kendisi için bir fırsata dönüştürme çabası içerisine girmiş, “ya komisyondan çekil ya da konfederasyon başkanlığından istifa et” çağrısı yapmıştır. Ne var ki, tepkiler ulusalcı çevrelerle sınırlı kalmamış, “barış” çizgisini boylu boyunca destekleyen kimi reformist gruplar tarafından da tartışma konusu edilmiştir.

Kuşkusuz Lami Özgen’in bu komisyona katılmasını ve KESK içerisinde tartışılmadan bu yönde bir tercihte bulunmasını doğru bulmuyoruz. Ancak “barış” çizgisini boylu boyunca destekleyenlerin, bu çizginin doğal sonucu olan bir durumu tartışma konusu etmesini manidar buluyoruz. Türkiye sol hareketi, eğer Kürt halkının eşitlik ve özgürlük mücadelesine katkı sunacaksa, bir yandan AKP’nin “çözüm” politikasının gerçek niyetlerini ortaya koymaya ve “barış” çizgisinin yanlışlığını anlatmaya çalışması, ama öte yandan da on yıllardır devlet eliyle yürütülen asimilasyoncu politikaların emekçilerde yarattığı şoven önyargıları kırma yönünde çaba harcaması ve Kürt halkının demokratik taleplerini birer mücadele konusu haline getirmesi gerekir.

E- “Başörtüsü” sorunu, dinsel gericiliğe karşı mücadele,
kılık kıyafet yönetmeliği ve KESK

Geçtiğimiz dönem içerisinde KESK’in “sınıfta kaldığı” konulardan bir diğeri de “kılık kıyafet yönetmeliği ve başörtüsü” sorunu olmuştur. “Başörtüsü” konusunda resmi açıklamalara yansımamış olsa da ikili bir tutum gelişmiş, bu ikili tutum en nihayetinde KESK’i ve Eğitim-Sen dışındaki sendikaları tutumsuzluğa sürüklemiştir. KESK’i tutumsuzluğa sürükleyen bakış açılarından ilki “dinsel sembollere karşıtlık” temelinde özünde “başörtüsü” karşıtlığını içeren ve “laiklik” savunusunu buradan kuran tutum olurken, ikincisi ise başörtüsünü bir “özgürlük” olarak algılayan tutum olmuştur.

Memur-Sen’in “kılık kıyafet serbestliği” söylemi arkasına gizlediği “başörtüsüne özgürlük” kampanyaları düzenlediği dönemde Eğitim-Sen ve KESK “dinsel sembollere karşıtlık” üzerinden bir çizgi belirlemiş, bunun pratikteki karşılığı ise Eğitim-Sen’in “eşofmanlı eylem”i olmuştur. AKP’nin sahte “demokrasi paketi”nden ise “başörtüsü serbestliği” çıkmış ve ilgili dönemde yayınladığımız bir değerlendirmede şunları söylemiştik:

İşçi ve emekçilerin dinsel inançlarını, iktidar gücü olmanın manivelası olarak değerlendiren AKP iktidarı, 12 yıllık iktidar dönemi boyunca süründürdüğü “başörtüsü” meselesini nihayet bir sonuca bağlamış görünüyor. Kemalist rejimin dinsel gericiliğin hizmetine sunduğu başörtüsü yasakları, böylece ortadan kaldırılmış olmakla kalmıyor, AKP iktidarının 28 Şubatçılarla girmiş olduğu dalaşta, rövanşı almış olmasının gücünü de yansıtıyor. Başörtüsü sorunu, rejimin iç iktidar dalaşının bir ürünü olarak, “inanç özgürlüğü” kavramının sınırlarını aşan siyasal bir sorun haline gelmiş, “laik/anti-laik” eksenli burjuvazinin iç dalaşının sembollerinden biri olmuştu. Bugün bu hamle ile AKP iktidarı, hem zaferini (!) teyit etmiş, hem de önümüzdeki seçim dönemlerine dönük güçlü bir yatırım yapmış oluyor.” (‘Başörtüsü, dinsel gericilik ve sosyalist tutum-Alper SUAT’, Sosyalist Kamu Emekçileri broşürü, Ekim 2013, İşçi Bülteni Özel Sayı: 1046)

Başörtüsü meselesini ‘özgürlük’ sorunu olarak tartışan AKP’nin, sahte demokratikleşme paketinde göstermelik düzenlemeleri bir yana bırakırsak, beklendiği gibi ‘inanç özgürlüğü’ne dönük hiçbir düzenlemesi bulunmuyor. Aleviler’in talepleri görmezden gelinirken, Kürt sorunu gibi diğer temel sorunlarda da göstermelik adımların ötesine geçen düzenlemeler yer almıyor. Kısacası AKP’nin ‘özgürlük’ algısı iktidarını pekiştirme niyet ve tutumundan ötesine geçmiyor. Bu ise AKP’nin başörtüsü sorununu ‘inanç özgürlüğü’ çerçevesinde değil, dinsel gericiliğin siyasal amaçlarıyla örtüşen bir noktadan ele aldığını gösteriyor. Zorunlu din dersleri, Diyanet İşleri Başkanlığı, Alevi mezhebinin yok sayılması vb. yerli yerinde duruyor. Kuşkusuz AKP’nin zorunlu din derslerini kaldırması, devlet eliyle din eğitimi verilmesine son verilmesi gibi adımları atmayacağı, sadece AKP’nin değil, burjuvazinin sahte ‘laik’ kesimlerinin dahi buna yanaşamayacağı ve din gibi toplumu uyuşturmada kullanılan temel bir araçtan vazgeçemeyecekleri biliniyor.” (agy.)

KESK’in Memur-Sen’in “kılık-kıyafet serbestliği” arkasına gizlediği “başörtüsüne özgürlük” kampanyası karşısında yapması gereken, “başörtüsü” üzerinden emekçilerin ayrışmasına hizmet edecek bir tutum geliştirmek değil, eksiksiz bir laikliği, kılık-kıyafet serbestliğini, din ve inanç özgürlüğünü savunmak, pratikte de buna uygun bir mücadele biçimi geliştirmek olmalıdır. Aksi bir durumda emekçileri parçalayan bir algının içerisine düşülür ki, KESK’in yaptığı tam da budur.” (agy.)

Kuşkusuz dinsel gericiliğe karşı mücadele devrimci sınıf mücadelesinin temel görevlerinden biridir ve sol-sosyalist hareket bir an olsun bu mücadeleden geri duramaz. Ne var ki, temel sorun dinsel gericiliğe karşı mücadelede izlenecek çizgi ile ilgilidir. Bu mücadelede sol hareket ve KESK, düzenin iç iktidar dalaşının bir parçası olarak gündeme gelmiş bir mesele üzerinden, kitlelerin düzen güçleri arkasında yedeklenmesi sonucunu doğuracak bir tutumdan özenle kaçınmak zorundadır. Kılık-kıyafet meselesi gündeme geldiğinde “başörtüsü karşıtlığı”nı eksen alan bir çizgi, gerisin geri emekçi kitlelerin bu dar eksende kutuplaşmasına hizmet edecektir. Sınıf mücadelesinin katı gerçekleri içerisinde bir mücadeleye atılmadan emekçi kitlelerin dinsel yargı ve inançlarından beslenen başörtüsü tutsaklığının biçimsel olarak belirlenen yasaklarla aşılamayacağı, tam tersine bu türden yasakların gericiliği besleyip kışkırtan ve emekçileri de böylece dinsel-mezhepsel bölünmeye iten bir silaha döndüğü açıktır.” (agy.)

Gerçek bir laiklik inanç özgürlüğü dışında düşünülemeyeceği gibi, kılık-kıyafet serbestliği de “dinsel sembollerin yasaklanması” gibi bir bakışla savunulamaz. Devlet tarafından dinsel sembollerin kullanılması ile emekçilerin inançlarının gereği olarak gördükleri yaşam tarzı arasında ayrım yapamayan bir algılayış, inanç sisteminin etkisi altındaki geniş yığınların düzen içi iktidar dalaşında dinsel gericiliğe sığınmasını kolaylaştırır. Başörtüsü yasağının gerisindeki sınıfsal ilişkileri görmekten ve teşhir etmekten uzak olan bu anlayışın, emekçi kitlelerin dinsel gericiliğin etkisinden sıyrılması yönünde de hiçbir olumlu katkısı olmayacaktır.

İnanç özgürlüğü ve laiklik kavramları devletin din ile bağlarının tümüyle kopartılması, somut planda ise Diyanet İşleri ve zorunlu din derslerinin kaldırılması, din temelli eğitim veren kurumların devletle ilişkisinin kopartılması vb. gibi güncel talepleri içermek zorundadır. Bunun gündemdeki başörtüsü tartışmalarıyla ilişkisi ise kılık-kıyafet yönetmeliklerinin tümüyle kaldırılarak tam bir serbestlik tanınması ekseninde kurulmalıdır. Bu aynı zamanda AKP’nin ‘başörtüsü’ ile sınırlı sahte özgürlük anlayışının da pratik bir teşhirini sağlayacaktır.” (agy.)

Kılık kıyafet yönetmeliğinin değiştirilerek “başörtüsü serbestliği” sınırlı düzenlemeler sonrasında ise KESK ve bağlı sendikalar (Eğitim-Sen hariç) tam bir suskunluğa bürünmüştür. Dinsel gericiliğin toplum yaşamının tüm alanlarına kaba müdahalelerde bulunduğu, bu kaba müdahalelerin geniş yığınlarda tepkilere yol açtığı ve bu tepkilerin Haziran Direnişi’nde önemli bir yer tuttuğu bir dönemde, AKP’nin ve dinsel gericiliğin din istismarcılığını ve sahte özgürlükçülüğünü teşhir edebilmenin önemli bir olanağı da böylece tüketilmiş oldu. “Başörtüsü karşıtlığı” ve başörtüsünü özgürlük olarak gören iki yanlış düşüncenin bunda önemli bir yer tuttuğunu söylemek ise bir gerçeği ifade etmek olacaktır. Oysa yapılması gereken “başörtüsü karşıtlığı ya da savunuculuğu” üzerinden değil, tam bir kılık kıyafet serbestliği ve inanç özgürlüğü ekseninde AKP’nin toplum yaşamına dönük kaba müdahalelerini de teşhir eden bir noktadan tutum geliştirmek olmalıydı. Eğitim- Sen’in çağrısıyla pasif bir biçimde bugün de devam eden süresiz “özgür giyim kuşam” eylemi büyütülmeli, “özgür yaşam istiyoruz” başlığı altında inanç özgürlüğü ve kılık kıyafet serbestliği talepleriyle yaygınlaştırılmalıydı. KESK ve bağlı sendikalar bu yönde yapmış olduğumuz çağrıları da görmezden gelmiştir. 1 Kasım tarihinde yapmış olduğumuz çağrıda şu ifadelere yer vermiştik:

Eğitim-Sen ve KESK başta olmak üzere, bağlı sendikalar, sendika şubeleri ve öncü kamu emekçileri ‘özgür kıyafet’ eylemini sahiplenmekle yükümlüdürler. Bütçe döneminden de yararlanarak eylemi, kamu emekçilerinin güncel talepleriyle birleştirerek büyüten bir süreç olarak örgütlemek için harekete geçmelidirler. Bu aynı zamanda, AKP’nin sahte özgürlükçülüğünün ve kamu emekçilerini yok sayan tutumunun teşhir edilmesinin, emekçilerin sınıfsal talepler etrafında buluşturulmasının da olanağı olarak değerlendirilmelidir.”(Kızıl Bayrak, Sayı: 2013/43)

F- Kadın sorunu ve KESK

Kadın sorunu, KESK’e hakim anlayışların özünden ve sınıfsal ilişkilerden kopardıkları konulardan biri olagelmiştir. Kadın sorununu feminist bir bakış açısıyla yorumlayanlar, kadın emekçilerin mücadelesini cinsiyet mücadelesi derekesine düşürmüşler ve sınıfsal zemininden koparmışlardır. KESK’e hakim feminist anlayışlar erkek emekçiyi, emekçi kadınların mücadelesinin bir parçası olarak görmedikleri gibi kadın emekçiyi de “emekçi” kimliğinden kopartarak salt bir “kadın” olarak görmektedirler. Böylece yalnızca erkek emekçileri kadın sorunu konusunda duyarsızlaştırmakla kalmamakta, kadın emekçiyi de en yakın müttefikinden mahrum bıraktığı ölçüde sendikal-sınıfsal mücadelede ileri çıkmasının koşullarını ortadan kaldırmaktadırlar. Bu feminist anlayışlar 8 Mart’a yüklenen “emekçi” ibaresinden dahi rahatsız olmakta, 8 Mart’larda kadın emekçilere “hizmet üretmeme” çağrıları yapmaktadırlar. Bu çağrılara ise bir avuç kadro dışında uyan olmamakta, 8 Mart, kamu emekçilerinin sınıfsal taleplerini, kadınların cinsiyet eşitsizliği ve erkek egemenliğine karşı talepleriyle birleştiren bir noktadan sınıfsal bir mücadele günü olarak görülmemekte, “kadın dayanışma günü”ne indirgenmektedir.

Bir emek örgütü olan KESK’te de, KESK’e hakim siyasal anlayışların evrimi ile birlikte, emekçi kadın mücadelesi kadın mücadelesine, kadın-erkek kamu emekçilerinin birleşik mücadelesi yerini ‘kadınların örgütlü mücadelesi’ne bırakmıştır. Bu evrim, kadın kamu emekçilerinin bir sınıfın parçası olarak örgütlü mücadeleye daha ileriden katılma çabasını, kadın emekçilerin cinsiyet eşitsizliğine ve erkek egemenliğine karşı mücadele zeminine daraltmıştır. Kadın kamu emekçilerinin sorunlarının bir kısmını ifade eden cins eşitsizliği temelindeki mücadelenin yönü de, sistemin temellerine değil, erkeğe doğru çevrilmektedir. Böylelikle kadın emekçilerin bilinçleri bulandırılmakta, kadın kamu emekçilerinin vermesi gereken mücadele salt cinsiyet temelli sorunlarına sıkıştırılmakta, aynı zamanda kadın-erkek kamu emekçilerinin birleşik mücadelesi zedelenmektedir.(‘Kadın sorunu, KESK ve feminizm’, Kızıl Bayrak, Sayı 2013/05)

KESK kadın örgütlenmesi (Kadın Meclisi, Kadın Sekreterlikleri ve Kadın Komisyonları) kadın mücadelesini diğer tüm mücadele alanlarından kopararak kendi içine hapsetmektedir. Kadın emekçileri ilgilendiren sorunlar ve talepler, KESK’in örgütlülüğünün dışında ele alındığı gibi, kadın emekçilerin ufku da salt kadın olmaktan kaynaklı sorunlara daraltılmaktadır.” (agy.)

G- Kökleşen sendikal bürokrasi

KESK’te ve bağlı sendikalarda, icazetçi-reformist çizginin yıllar içerisinde kökleştirdiği bir başka olgu ise sendikal bürokrasi olmuştur. Sendikal bürokrasi yalnızca sendikalarda değil, sendikal grupların kendi içinde de yerleşik bir durum kazanmıştır. “İki senden üç benden” aritmetiğine dayanan yönetim pazarlıkları tam da bu eksene oturmaktadır. Sendikalardaki ilişkiler çeşitli gruplar arasındaki ilişkiler olarak algılanmakta, sendikaların kadro ve öncü üyelerinin “nesne” durumuna düşürüldüğü süreçler yaşatılmaktadır. Kendi grupsal varlığını kamu emekçileri hareketinin ve sınıf mücadelesinin ihtiyaçları dışında gören ve delegeleri birer “sayı” olarak algılayan bu anlayışların, sendikalarımızı kökleşmiş bir bürokrasiye boğmuş olmaları da işin doğası gereğidir. Bürokratik bakış açısının doğal sonucu ise genel kurulların dahi grupların temsilcileri arasında yürütülen ilişkilerle şekillendirilmesi olmaktadır. Oysa genel kurullar bir sendikanın en yetkili karar organıdır. Genel kurulları sendikaların organları dışında tartışan ve kadroları bu sürecin “eklentisi” durumuna düşüren bürokratik bakış açısı, gündelik sendikal çalışmada ise karar organlarının da işletilememesi sonucunu doğurmaktadır.

Sendikalarımızda bürokratik işleyiş tarzı, bir yandan karar alma süreçlerini zorlaştırmakta, öte yandan da alınan kararların hayat bulmasında sınırlayıcı bir rol oynamaktadır. Sendikalarımızın gerçek birer mücadele örgütü olarak yeniden inşa edilmesinin en önemli ayağını, emekçinin işyerlerinden başlayarak karar alma süreçlerine etkin katılımının sağlanması oluşturmaktadır. Bu kapsamda sendikal bürokrasiyi sınırlandıracak tedbirler alınmalı, sendikalarımız bürokratik yapı ve işleyişten arındırılmalıdır. Sendikalarda karar alma süreçleri kadar, örgütlenme, basın yayın, eğitim gibi faaliyet alanları da sendika yöneticilerine bırakılan alanlar olmaktan çıkartılmalıdır.”(“KESK’te Genel Kurullar Süreci ve Sosyalist Kamu Emekçileri’nin Temel Mücadele İlkeleri” broşürü, Kasım 2010)

İCAZETÇİ-BÜROKRATİK ÇİZGİYİ AŞMAK İÇİN
TABAN İNİSİYATİFLERİNİ YARATALIM

Son üç yıllık dönem kamu emekçileri hareketi açısından kaybedilen bir dönem olmuştur ve denilebilir ki KESK, hemen her gündemde “sınıfta” kalmıştır. KESK’e hakim anlayışların izledikleri icazetçi-bürokratik çizgi, kamu emekçileri hareketini güçten düşürmekte, kamu emekçilerinin KESK’e duyduğu güvensizliğin büyümesine, kadroların mücadeleye olan inancının ve işyeri örgütlülüklerinin zayıflamasına neden olmaktadır. Kamu emekçilerini ısrarlı ve soluklu bir mücadele programı etrafında talepleri doğrultusunda örgütlemekten uzak, hak alıcı ve fiili-meşru mücadeleyi esas alan bir çizgiye dayanmayan bu icazetçi-bürokratik çizgi aşılmadıkça, kamu emekçileri hareketinin gerilemesi ve KESK’in kitle bağlarının zayıflaması engellenemez.

Sosyalist Kamu Emekçileri olarak, icazetçi-bürokratik çizgi ve yapılanmanın aşılması için aşağıda ortaya konulan asgari ilke ve hedefler çerçevesinde, sendika şubelerinden başlamak üzere taban inisiyatiflerinin yaratılmasını, bu ilke ve hedeflerin her türlü ittifak ilişkisinin temel ekseni olması yönünde mücadele edilmesini zorunlu görüyoruz.

a- Genel Kurullar sürecinin işleyişi

√ Şube genel kurulu tartışmaları, işyerleri, şube temsilci kurulları ve geniş üye toplantılarında yapılan açık tartışmalar üzerinden yürütülmeli, gruplar arasındaki ilişkiler temelinde “iki senden üç benden” pazarlıklarına dayalı işleyişe son verilmelidir.

√ Şube genel kurulu tartışmalarının esasını mücadele çizgi ve programı ile sendikaların yapısal sorunları oluşturmalı, yönetim kurulu ve üst kurul delegeliklerinin belirlenmesi bu tartışmalarda ortaya çıkan irade üzerinden, açık üye toplantılarında şekillendirilmelidir.

√ Sendika merkez genel kurulları da benzer bir işleyişle gerçekleştirilmeli, merkez genel kurul öncesinde şubelerde tartışmalar örgütlenmeli, merkez genel kurul tartışmalarının ana ekseni mücadele programının ana hatlarının belirlenmesi ve işleyiş sorunları olmalıdır.

√ KESK genel kurulu öncesinde mücadele çizgisi-programı ve işleyiş sorunlarının tartışıldığı en az bir gün süren bölge toplantıları örgütlenmelidir.

b- Mücadele çizgisi ve programının ana hatları

√ Hak alıcı bir nitelik taşımayan, günübirlik ve protestocu eylem ve mücadele anlayışı terk edilmeli, hak almaya odaklı ve grev eksenine oturan bir eylem çizgisi izlenmeli, diğer tüm eylem biçimleri bu eksende ele alınmalıdır.

√ Uzlaşmacı-icazetçi çizgi terk edilmeli, sınıfsal bir perspektifle geniş emekçi yığınların gücünü açığa çıkartacak fiili-meşru mücadele çizgisi esas alınmalıdır.

√ Sendikalarımızın örgütlü olduğu işyerlerinde taşeron, sözleşmeli, geçici vb. adlar altında çalışan işçi ve emekçiler sendikalarımızda örgütlenmeli, ortak örgütlenme eksen alınmalıdır.

√ Genel kurullar sonrasında ve her yıl geniş katılımlı bölge toplantıları gerçekleştirilerek “program kurultayları” örgütlenmeli, programsız ve stratejik hedeflerden yoksun mücadele alışkanlıkları aşılmalıdır.

√ Talepleri propaganda etmekle sınırlı ve onları toplu sözleşme pazarlığının konusu olarak gören anlayış terk edilmeli, kamu emekçilerini talepleri doğrultusunda örgütleyen ve toplu sözleşme dönemlerini de temel taleplerin kazanılması yönünde fiili mücadelenin olanağına çeviren bir bakış açısı geliştirilmelidir.

√ Kamu emekçilerinin örgütlenmesini bölen, düzenin emekçiler içerisindeki örgütlenmesi olarak rol oynayan gerici sendikalar kesintisiz bir biçimde teşhir edilmeli, gerici sendikaların kamu emekçileri üzerindeki etkisinin kırılması yönünde istikrarlı bir çaba içerisine girilmelidir.

√ 8 Mart “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak kutlanmalı, emekçileri cinsiyet temelinde ayrıştıran ve emekçi kadınları da “emekçi” kimliğinden koparan feminist algı terk edilmeli, kadının ulusal, sınıfsal ve cinsel sömürüsüne karşı tüm emekçilerin ortak mücadelesini eksen alan sınıfsal bir bakış geliştirilmelidir. 8 Mart, bir kısmı erkek emekçilerin de talebi olan “kreş, doğum izni” gibi sınıfsal talepler ile kadınların kadın kimliğinden ileri gelen cinsiyet temelli talepleri doğrultusunda, kadın ve erkek emekçilerinin mücadele birliğini eksen alan bir mücadele günü olarak ele alınmalıdır.

√ Kürt halkının “eşitlik, ana dilinde eğitim” gibi demokratik talepleri sahiplenilmeli, emekçilerin mücadele birliğini zedeleyen şoven önyargıların kırılması için kesintisiz bir çaba içerisinde olunmalıdır.

Bürokratizmin aşılması için
yapısal değişikliklerin ana hatları

√ KESK Genel Kurulu’ndan seçilen 50 kişi ile sendika genel başkanları ve KESK MYK üyelerinden oluşan, örgütsel olarak işlevsiz ve bürokratizmin tabanının genişletilmesinden başka birşey olmayan KESK Genel Meclisi, üye sayılarına orantılı olarak sendikaların temsiline dayalı biçimde yeniden yapılandırılmalıdır. Bağlı sendikalardan KESK Genel Meclisi’ne katılacak üyeler, ilgili sendikaların merkezi temsilci kurullarında (ya da merkez genel kurullarında) belirlenmeli ve bu kişiler, sendika ile KESK Genel Meclisi arasındaki ilişkinin örgütsel nitelik kazanması için bağlı oldukları sendikaların Merkez Temsilci Kurulu ve Merkez Yürütme Kurulu toplantılarına katılmakla görevli kılınmalıdırlar. KESK Genel Meclisi üye sayısının belirlenmesinde “kalabalık” olması değil, sendikaların temsiline dayanması ve işlevselliği esas alınmalıdır.

√ Bölge toplantıları, sendikaların şubelerinin üye sayılarına orantılı olarak şube temsilci kurullarından seçilen üyelerden oluşan ve azami üç aylık periyotlarla toplanan KESK Bölge Meclisleri olarak örgütsel bir forma kavuşturulmalı, KESK’in örgütsel hukukunda yeri olmayan şubeler platformu yapılanmaları bu bölge meclislerinin içerisinde tanımlanmalı, bu meclislerin KESK Genel Meclisi ile ilişkileri yürütmeler arasında doğrudan kurulmalıdır. KESK Bölge Meclislerine katılan üyeler bağlı oldukları şubelerin temsilci kurulları ve yürütme kurullarına katılmakla görevli kılınmalıdırlar.

√ Eğitim-Sen tüzüğünde yapılan değişiklikle oluşturulan Eğitim-Sen Genel Meclisi, şubelerden seçilen üyelerden oluşan merkezi temsilci kuruluna dönüştürülmelidir.

√ Sendikalarda merkezi temsilci kurulları, şubelerde ise şube temsilci kurulları genel kurul sonrası en yetkili karar organları olarak tanımlanmalı, mevcut yönetim kurulları bu kurulların yürütmesine dönüştürülmeli, “görüş ve rapor sunma” biçiminde danışma organı niteliğindeki işleyişe son verilerek “karar önergeleri” esası hayata geçirilmelidir.

√ Bir sendikanın en yetkili organı olan genel kurulların daha kısa aralıklarla toplanması sağlanmalı ve genel kurul süreleri iki yıla düşürülmelidir.

√ Hakim anlayışlar “başkanlık” rekabetini “temsil krizi” olarak tanımlamakta ve bu krizin aşılmasına hayati bir önem yüklemektedirler. Bunun için kimileri tarafından “eş başkanlık” sistemi getirilmesi önerilmektedir. Bu, kolektif işleyen bir sendika için yapay bir krizdir ve kalıcı çözümü “başkan” sayısını artırmak değil, “genel başkan ve şube başkanı” nitelemelerini tümüyle kaldırarak, yalnızca yürütme kurulu toplantılarının koordine edilmesinde ve yönetiminde yetkili olmak üzere “yürütme kurulu başkanı” tanımlaması getirmek, tüm yürütme kurulu üyelerinin sendikayı eşit düzeyde temsilini sağlamaktır. Bunun için sekreterliklere dayalı yapılanma tümüyle kaldırılmalı, yürütme kurulu üyeleri eşit düzeyde sendikayı temsil ile yetkili kılınmalıdır. Sendikaların ve KESK’in yürütmesi, ihtiyaçlara bağlı olarak iş bölümü esasına göre kolektif olarak işletilmelidir.

√ İşyerinde üyelerin katılımı ile işyeri üye meclisleri oluşturulmalı, bu meclislerin tüzükte belirlenecek periyotlarla toplanması hüküm altına alınmalı ve işyeri temsilci kurulları üye meclislerinin işletilmesinden sorumlu tutulmalıdır.

√ Şube genel kurulları tüm üyelerin katılımıyla doğrudan seçim yöntemi ile yapılmalı, delegelik sistemi kaldırılmalıdır.

√ Her düzeyde yürütme kurulu üyelerinin sayısı arttırılmalı, profesyonellik sendikaların merkez yürütme kurulları ile sınırlı olmak üzere en fazla üç üye ile sınırlandırılmalıdır.

√ Sendikalarda çalışan işçilerin temel ücretlerinin en düşük devlet memuru ücretinin altında olamayacağı tüzük hükmü haline getirilmelidir.

Sosyalist Kamu Emekçileri olarak, bir kısmı tüzük değişikliklerini gerektiren ve yukarıda ana hatları çizilmiş ilkeler ve mücadele çizgisi etrafında bir irade birliği sağlanması için, tüm öncü kamu emekçileri ve grupları taban inisiyatiflerini yaratmaya çağırıyor, icazetçi-bürokratik çizginin ve dolayısıyla sendikalarımızda yaşanan mevcut gerileme ve tıkanmanın ancak ilkesel ve programatik temellerde irade birliğinin sağlanması ile aşılabileceğine inanıyoruz. Bu inançla, her türlü ilkesiz, delege ve yönetim pazarlıklarına dayalı ilişkilerden uzak duracağımızı ilan ediyor, tüm kamu emekçilerini bu çabaya destek vermeye çağırıyoruz.

Sosyalist Kamu Emekçileri

 
§