26 Temmuz 2013
Sayı: KB 2013/30

 Kızıl Bayrak'tan
AKP’nin kanlı politikaları ve tasfiyeci çözüm süreci
Dış politikada iflasın bedeli halklara ödetiliyor!
Faşist devlet terörüne direnmek meşrudur!
Devrim için örgütlenmeyen
geleceği kazanamaz!
“Sokakta, kavgada ve mücadelede olacağız!” - Av. Zeycan Balcı Şimşek
“Baskıya karşı direnmek haktır!”
Gezi tutsaklarıyla dayanışma eylemleri
Gençlikten korkuyorlar!
İşçi grevleri dalgası büyüyor...
Kazanımın yolu sokakta, mücadelede!
İşçi eylem ve direnişleri
İSDEMİR’de grev sürüyor!
Metalde grev dalgası
Gezi Direnişi’nin deneyimleri ışığında
emekçi kadın çalışmamızı güçlendirelim!
Çözüm sandıkta değil devrimde! - M. Yılmaz
Gezi Parkı Direnişi’nden ayaklanmaya... - 3 - Volkan Yaraşır

Akkapı: Gezi Direnişi’nin
öne çıkardığı bir mevzii...

Forumlarda mücadele kararlılığı
Mücadele birleştiriyor!
Suriye’de yıkıcı savaş ve emperyalist tehditler
Ekim Gençliği Yaz Kampı’ndan...
Devrimin gençleri...
Gezi tutsağı öğrencilerden mektup...
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Çözüm sandıkta değil devrimde!

M. Yılmaz

 

Büyük Haziran Direnişi karşısında Tayyip Erdoğan ve ortakları başından itibaren seçim sandığını gösteriyorlar. “Seçimle gelen seçimle gider”, “yüzde 50 oy almış bir partiyiz”, “demokrasinin kuralı seçim sandığıdır”, “millet iradesine saygı” gibi argümanları sıklıkla tekrarlıyorlar. Böylelikle sokakta büyüyen bu sarsıcı direnişin rejimlerini yerle bir etmesinden duydukları korkuyu gösteriyorlar sadece. Onlara göre insanlar tepkilerini göstermek için barışçıl eylemler yapabilirlerdi, ama taleplerini güç yoluyla elde edemez, bunun için şiddet kullanamazlardı. Protestosunu yapar, davasını açar, yine istediğini elde edemezse gider seçim sandığında hesabını sorardı!

Ama Gezi Parkı için başlayan eylemler “amacından şaşmış, bu yoldan çıkmış”, otoritelerini sarsmıştı. Dozerlerin önüne yatan, polis ordularını kovan halk hareketi, Taksim ve Gezi Parkı’nda sınırları aşmış, buraya her bakımdan egemen olmuştu. Dahası bir de burada kurulu siyasal düzeni aşan, aynı zamanda da kapitalizme meydan okuyan özgür bir yaşamın örneğini yaratıyordu. Devrimin kendisi değilse de ruhu Taksim başta olmak üzere, ülkenin dört yanında dolaşıyordu. Sadece bu kadarıyla kalmıyor, bu ruh günler geçtikçe de ete-kemiğe bürünüyordu -böyle giderse kuşkusuz ki bürünecekti! İşte bunun için AKP gerçekte devrimden korkuyordu!

Devrim korkusu birleştirdi

Korkan sadece gerici rejimin efendileri değil, kurulu düzenin egemen sınıfları- yani bu düzenin gerçek efendileriydi. Amerikan emperyalizminin ikide bir AKP’yi sokağın hararetini düşürecek aklı selim önlemler almasını istemesi, tekelci burjuvazinin gösterilere şiddet uygulanmaması, barışçıl gösterilere tahammül edilmesi yönünde yaptığı uyarılar esas olarak bundandı. Çünkü bu efendiler henüz siyasal olarak AKP karşıtı bir eksende süren, düzenin temellerine ve onun başında oturanlara yönelmemiş olan hareketin kontrol dışına çıkmasından, yani kurulu düzeni hedef alan bir mecraya taşmasından korkuyorlardı. Yani bu anlamda korkuları AKP ile ortaktı.

Ama onlar düzeni korumak uğruna AKP’den vazgeçebilirlerdi ki, bunun sinyalini verdikleri için AKP’nin şeflerinin de tepkisini çektiler. AKP’liler bir yandan bu efendilerin müdahalesini çarpıtarak direnişe gölge düşürmek için kullandı (doğrusu bunun bir işe yaradığını gördükleri ölçüde emperyalistler ve işbirlikçiler de bunu sineye çektiler), diğer yandan ise onlara karşı kendisinin vazgeçilmez olduğunu hatırlattı. Öyle ki tutup yaşanan direnişin nedeni olarak “muhalefet boşluğu” sorununu gösterdi. Eğer karşımızda işini yapabilen bir muhalefet partisi olsaydı pekala insanlar sorunlarının çözümünü sokakta değil mecliste aramaya devam edebilirler, beğenmedikleri bir hükümeti değiştirmek için seçimleri de bekleyebilirlerdi.

AKP ve yandaşları kuşkusuz böyle yapmakla burjuva demokrasisinin işlemez hale gelmesinin nedenlerinden birine işaret ediyor, sorumluluğu üzerinden atmaya çalışıyorlardı. Unutmayın diyorlardı, biz gelmeden önce siyasal sistem bir çıkmaz yoldaydı, toplumun geniş desteğini alarak istikrarlı bir hükümet kurabilecek seçeneklerden yoksundunuz. Oysa biz, sizi bu çıkmaz yoldan çıkardık, parlamenter sistemi yeniden çalıştırdık-ona yönelik güveni arttırdık, on yıldır istikrarlı bir biçimde hükümet ettik, dahası size nice büyük hizmetlerde bulunduk....

Fakat sonuçta muhataplarının da onlara bir biçimde hatırlattığı gibi, AKP on yılı aşkın bir zamandır bu rolü oynamakla birlikte, kurulu siyasal düzene kendi rengini verecek ve giderek ona nüfuz edecek politikalarla işlemez hale getirmekteydi ki, zaten halkın öfkesinin bu biçimde patlak vermesinin nedeni de büyük ölçüde buydu. Öyle ya hiç değilse AKP’den önce burjuva partilere ve parlamentoya güven sıfırdı, ama yine de cumhurbaşkanlığı, yargı, ordu gibi kurumlar siyaset üstü kurumlar gibi görünürdü. Ama şimdi tüm bunlar AKP’nin basit kuklaları olarak görünür olmuşlardı. Dolayısıyla yaşamına hoyratça müdahale edilen, kurulu siyasal sistem içerisinde ve seçim sandığından sonuç elde edebileceği beklentisi kalmayan kitleler böylelikle sorunu sokakta, kendi gücüyle çözmeye yönelmişti. Bunun için eğer sokağın hakkından gelinecekse, aynı zamanda bu büyük öfkeyi yumuşatacak ve giderek sistemin parlamenter ve hukuksal mecralarına akıtarak, onu etkisizleştirecek müdahaleler yapılmalıydı.

Ama işte bunu yapma görevi -en azından şimdilik- AKP ve yandaşlarına kaldı. Çünkü hem Haziran Direnişi henüz AKP’yi yıkmayı başaramamıştı, hem de onun yerini tutabilecek başka bir burjuva siyasal alternatif de henüz yoktu. Paçası tutuşan AKP de bunu hem kendisi için hem de burjuva siyasal sistemin geleceği için yapmak zorundaydı. Bunun için de öncelikle sınırları aşan geniş kitlelerinin vardıkları bu noktada, zaten bu sınırların dışında bulunan devrimcilerle yakınlaşmalarına izin verilmemeliydi. Yani “marjinaller” ile halk ayrıştırılmalıydı. İşte Taksim’den başlayarak ülkenin hemen tüm kentlerine yayılan ve düzenin sınırlarını aşmaya yönelen bu hareket karşısında gerici iktidarın sözcüleri düzeni yeniden sağlamak, yani işleri eski haline getirmek için atağa geçtiler. Ne yapıp edip, tüm devlet imkanlarını kullanarak sokağı yenmek için seferber oldular. Bu amaçla zorbalığın her biçimini sınırsızca kullandılar-kullanıyorlar.

Burjuva muhalefet partilerinin safı net!

Dikkat edilsin parlamentoda temsil edilen CHP ve MHP gibi sağı ve soluyla burjuva muhalefet partileri de, tam da aynı korkuyla oldukça dengeli ve bilinçli bir politik tutum izlediler. Bu tutumlarıyla da AKP yöneticilerinin övgülerini de elde ettiler. Devrim korkusu bu düzen partilerini AKP ile birleştiriyordu.

MHP başından kurulu devlet düzenini sahiplendi, AKP’yi bu düzenin zarar görmesine yol açacak tutumlardan uzak durması yönündeki uyarılarla birleştirdi. Bunun için başlangıçta açıktan tabanına devlet düzenini sarsacak gösterilerden uzak durma çağrısı yaparken, bu tutumunun tepki alması üzerine bu çağrılarından vazgeçti, bunun yerine kontrollü bir biçimde AKP’yi eleştirmekle yetindi. Böylelikle de bir yandan seçmen desteğini korumaya çalışırken, esasında AKP’ye direnişi bastırmak için destek vermiş oldu.

Ana muhalefet partisi CHP ise, Gezi Parkı’ndaki direnişin bir kıvılcıma dönüşerek 31 Mayıs’taki patlamaya yol açtığı ilk anda bu hareketin önüne düşmeye niyetlendi ve 1 Haziran günü Kılıçdaroğlu ve milletvekilleri Taksim’i almak üzere yapılan yürüyüşe katıldılar. Fakat yine daha bu ilk andan itibaren hareketin gücü ve dinamizminin kurulu düzeni aşan bir mecraya taştığı, böylelikle CHP’nin boyunu fazlasıyla aştığı görülünce, harekete kararlı bir destek sunmak yerine uzak durmayı tercih ettiler. Bu nedenle tüm her şey olup biterken ürkek ve dengeli bir dil tutturdular. AKP’yi yangına körükle gitmemesi için uyarırken ayağa kalkan kitlelere de itidal çağrısı yaptılar. Böylelikle halk hareketinin “marjinaller”den uzaklaştırılmasına da sessizce, bazen de açıkça destek verdiler.

Bu şekilde davranarak bir yandan halk hareketinin devrimci bir mecraya taşmamasına yardımcı oldular. Diğer yandan ise kontrollü bir eleştirel muhalefetle halk hareketinin yarattığı rüzgarla yelkenlerini şişirmeye çalıştılar. Bu amaçla da süreç içerisinde giderek belirgin bir biçimde seçim sandığında hesap sorma düşüncesini canlı tutmaya çalıştılar. Yani halk hareketinin tepkisinin AKP ile sınırlı tutup parlamenter yoldan sapmamasını sağlamaya çalıştılar. Böylelikle güçlenme ve giderek emperyalist efendilerce oluşturulacak yeni siyasal denklemlerde bir yer tutmaya çalışıyorlar.

Reformistlerin parlamenter avanaklığı!

Emperyalizm, AKP, burjuva muhalefeti devrim korkusuyla burjuva siyasal düzeni korumak ve kitle hareketini burjuva demokrasisinin sığ sularına çekmek için elbirliği yaparken, hareketin içerisinde konumlanan çeşitli tonlarıyla reformist partiler de objektif olarak onlara payandalık yaptılar-yapıyorlar. Çünkü bu reformist partiler de hem direnişi AKP karşıtlığı ile sınırlıyorlar, hem de dahası AKP’den kurtulmak için seçim sandığını tek seçenek olarak gösteriyorlar. Madem diyorlar, AKP’ye öfkeliyiz ve ondan kurtulmak istiyoruz, öyleyse önümüzdeki yıl seçim sandığında AKP’den hesap sormak için şimdiden çalışmalara başlayalım! Alternatiflerimizi oluşturalım ve sokakta yarattığımız gücü seçim sandığına taşıyarak AKP’den kurtulalım.

Öyle ki daha 31 Mayıs’tan başlayarak reformist hareket tüm hesaplarını buna göre yaptı. Onlar için halk hareketini devrimcileştirmek, düzenle ve onun kurumlarıyla ideolojik-siyasal bağlarını koparmak ve giderek burjuva sınıf egemenliğini aşacak bir mecraya ulaştırmak gibi bir sorunları yoktu. Onlar olabildiğince sokağın gücünü kullanarak AKP’yi yıpratmak ve giderek de bu gücü bir seçmen gücüne devşirerek parlamenter kazanımlar elde etmek istiyorlardı. Elbette bunlar içerisinde İP gibi, bu hareketi bir askeri darbenin dayanağı yapma düşleri kuranlar da yok değildi. Ama her halükarda düzeni AKP ve aşırılıklarından arındıracak bir demokratikleşme programı ile bunu halk hareketini de kullanarak şu ya da bu düzen kurumuna dayanarak gerçekleştirmek düşüncesi onları birleştiriyordu.

Zaten hem program hem de temel mücadele yöntemi olarak düzen içi zeminlere ve esas olarak da parlamentarizme batmış, tüm siyasal ve örgütsel kodları da burada oluşturulmuş olan bu parti ve çevreler, nesnel olarak devrimci bir karakter taşıyan direniş karşısında da yer yer bozguncu ve geriye çekici bir rol oynadılar. Sokak mücadelesine ikincil bir rol biçtiler ve düzeni aşan direniş ateşini daha en başından itibaren söndürmeye çalıştılar. Çünkü parlamentarist oyunlarını oynamak ve tatlı sularda komünistlik oynamak için bu ateş fazlasıyla tehlikeliydi. Onlara göre kitleler rolünü oynamıştı, şimdi sokağa çıkanlar şiddetten uzak durmalı, eve dönmeli, siyaset de alıştıkları düzene dönmeliydi.

İşte temelde bu düşüncelerle 1 Haziran’da Taksim’den Gezi Parkı’na dönmek, böylelikle isyan halini barışçıl bir protestoya dönüştürmek için girişimde bulundular ama devrimciler ile sokağın devrimci ruhu buna izin vermedi. Sonraları çoğu kez benzer müdahaleler yaptılar ama hep başarısız oldular. En son büyük hamlelerini ise AKP’nin Taksim’i boşaltmak için yaptığı manevralar karşısında yelkenleri indirip, eylemi bitirmeye çalışarak yaptılar. Ama bir kez daha alanlarda direnen kitlelerin devrimci ruhuna çarptılar, yalnız kaldılar. Sonuçta gerici rejim onların bu geriliklerinden de yararlanarak polis ordularını harekete geçirdi ve hareket aynı mecrada devam etti. Fakat daha ileriye gidebilecek politik, örgütsel ve sınıfsal gücü olmadığı için bir yerden sonra geriye çekildi, ama biçim değiştirerek kendisini üretmeye devam etti. Bu aşamada ortaya çıkan forum pratiği hem hareketin kendisini örgütlediği, hem de burjuva parlamenterizmini aşacak “özyönetim” biçimlerinin nüvelerini attığı bir ortamda, reformist partiler ise tümüyle parlamenter ve dükkancı kaygılarla buralara yaklaşmaktalar. Bunun için de harekete karşı sorumsuzca yaklaşmakta ve onu geliştirecek herhangi bir pratik çabadan uzak durmaktadırlar.

Hiç kuşkusuz burjuva siyasal sisteme sığmayan, devrimci bir ruh taşıyan Haziran Direnişi onların reformist-parlamentarist hesaplarına uymuyor. Bunun için bir yandan hareketi soğutmaya çalışırken, diğer yandan ise parlamenter düşler kurup seçim senaryoları üzerinde çalışıyorlar. Bunu yaparak kitlelerin burjuvazi tarafından tuzağa düşürülmesine yardımcı oluyorlar.

Tek yol devrim!

Hem tarihsel deneyimler, hem de Haziran hareketinin deneyimleri gösteriyor ki, bu reformist-parlamenter hayallerin sonu hüsran olacaktır. Çünkü: “Genel oy, her sınıfın kendi sorunlarını kavramada ulaştığı düzeyin bir göstergesidir. Çeşitli sorunlarını çözmek için farklı sınıfların ne yöne eğilim gösterdiklerini ifade eder. Fakat bu sorunların gerçek çözümünün oy sandığında değil, sınıf mücadelesinin iç savaşı da kapsayan tüm biçimlerinde aramak gerekir.”(Lenin)

İşte halk hareketinin en görkemli olduğu anda dahi reformizmin özenle saklamaya ve parlamento yolunu göstererek emekçi kitleleri uzak tutmaya çalıştığı düşünce budur. Kuşkusuz yaşadığımız toplumda temel hakları kazanmanın yolu, sokağın-kuvvetin-şiddetin temel mücadele biçimi olarak kullanılmasından geçer. Parlamenter biçimler ve zeminler, ancak bu kuvvetin görünmesine, sınanmasına ve giderek onu arttırmasına yardımcı oldukları takdirde olumlu bir rol oynarlar. İşte reformizm bu temel düşünceleri çarpıtarak, sokağın gücünü parlamenter zeminlere tabi kılıyor. Böylelikle onu silikleştiriyor, gücünü ve enerjisini söndürüyor. Büyük direnişi güç ve takatten düşürüyor.

Devrim ise sadece kurulu düzenden kaynaklanan şu ya da bu sorunu çözmek için değil, şu ya da bu düzen partisini alt etmek için değil, esas olarak bunun gerisindeki sınıf egemenliğini yıkmak için yapılır. Bu ölçüde de sorun artık sınıf egemenliği haline geldiğinde, kullanılacak kuvvetin düzeyi de buna uygun bizimde geometrik olarak büyütülmek zorundadır. Tarih ve teori bize devrim için, devrimci işçi sınıfının toplumun ezilen yığınlarını arkasına alarak ayaklanmasının şart olduğunu gösteriyor.

İşte ufku ve temel stratejisi düzeni yıkmak için devrim olanlar, Haziran’daki gibi bir halk hareketi söz konusu olduğunda tüm taktik müdahalelerini, bu hareketi bilinç, örgütlenme ve eylem bakımından devrimcileştirmek üzere yaparlar. Bu ise hareketi, pasifist, düzen içi, parlamenter yoldan uzak tutmayı, bunun için de bu yoldaki her türlü hayale ve gerici düşünceye karşı kararlı bir mücadeleyi zorunlu kılmaktadır. Bu ise sokağı güçlendirmek, parlamenter ve anayasal hayalleri darbelemek, öz örgütlenmeleri güçlendirmek ve çoğaltmak, başta işçi sınıfı olmak üzere temel toplumsal dinamikleri işin içerisine sokmak, ayrıca tüm bunları yaparken devrimci partiyi her bakımdan geliştirmek demektir.

İşte reformizm tüm politika ve pratiğiyle, çözümü sandıkta ve parlamenter oyunlarda arayarak bu ilişkiyi tersten kuruyor. Çünkü işçi sınıfının devrimci gücüne inanmadığı gibi burjuva demokrasisine ve onun parlamenter oyunlarına da hayranlık duyuyor. Ama bunu yaparak büyük Haziran Direnişi’nin kazanımlarını tüketiyor ve düzene kan taşıyor.

Dolayısıyla reformizme ve parlamenterizme karşı mücadele günün en önemli görevlerinden biri olmaya devam ediyor.

“Tek yol devrim!” şiarını her zamankinden daha güçlü haykırmanın tam zamanıdır.

 
§