5 Ekim 2012
Sayı: SİKB 2012/07 (40)

 Kızıl Bayrak'tan
Yeni Ekimler için
devrime hazırlanıyoruz
Sermaye devleti savaşa hazırlanıyor!
Sayfalarından kan damlıyor!
AKP’nin 4. Kongresi
Bozuk düzende sağlam çark olmaz
Oslo tartışmaları yerini yine
imha planlarına bıraktı
Ulucanlar şehidi Habip Gül mezarı başında anıldı!
Baraj mizanseni ve tasfiye operasyonu
Elit Çikolata’da işten atma saldırısı
Eylül ayında iş cinayetlerinde 83 ölüm
“Direnmek yaşamaktır!”
GOP’ta işçilerin yeni mevzisi kuruldu!
Alevilik sorunu
4+4+4 sisteminde
özel gereksinimli çocukların durumu
Eğitimin gericileştirilmesine karşı mücadeleye!
Avrupa işçi ve emekçilerin
eylemleriyle çalkalanıyor
Kıtalarda grevler, protestolar...
Alman devletinin “4. zenginlik ve yoksulluk raporu’’ ve yakıcı gerçek
Kapitalizm, işçinin sermayeye
çevrilmiş kanıdır!
Birleşik, kitlesel, devrimci bir
6 Kasım için!
4+4+4, harçlar, dershaneler, sınav sistemi, yeni YÖK Yasası…
Cam fanus içinde metamorfoz
Neşet Ertaş’ın ardından…
Bahçelievler Katliamı
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Cam fanus içinde metamorfoz

 

Saatin zili ikinci kez ötüyordu, komodinin üstünden gelen tik tak sesleri bir an önce kalkması gerektiğinin işaretleri gibiydi, sağa döndü, kalktı, hızlı olması gerektiğinin ayrımına vardı, geç kalacaktı bu gidişle, servisi kaçırabilirdi. Pantolonu ve gömleği can sıkıntısıyla hızlıca ütüledi, şöyle bir baktı, jilet gibi olmalıydı, işin kuralı buydu, hangi okulu bitirdiğin hangi bölümü okuduğun kadar önemliydi bu mesele, madem öyle Pazarlama Yönetimi dersinin üstüne hızlı ütü yapma tekniklerini de öğretselermiş ya fakültede diye düşündü. Her gün bu işlemi yapmak saçmaydı ama elden de bir şey gelmiyordu, prezantabl olmak taşınması gereken birkaç vasıftan birisiydi, yabancı dil bilmek gibi bir şeydi, şirketin beklentileri vardı çalışandan, zaten iş ilanında da belirtmişlerdi: “Üniversitelerin işletme ve pazarlama bölümünden mezun, yabancı dil bilen, prezantabl, takım çalışmasına yatkın, hızlı düşünebilen, gelişime ve eğitime açık, ikna kabiliyeti yüksek, diksiyonu düzgün, güler yüzlü, seyahat engeli olmayan…”

Bugün ilk kez servisi kaçırmıştı, bu apaçık ortadaydı, ana cadde üzerindeki durakta beklemesi gereken saatten on dakika sonra durağa gelmiş ve servis görünürlerde yoktu, bu kadar beklemezdi zaten, bu da kuraldı, servis bekletilmez beklenir. Servistekiler araca binmediğinin farkına bile varmamışlardır, yarısı uykularına kaldıkları yerden devam ediyor diğer yarısı da şimdiden cep telefonlarının kulaklıklarını dayamışlardır kulaklarına, dum tıs dum tıs dinliyorlardır. Etrafına bakındı, saatine baktı, zaman epeyce ilerlemişti, metro ve otobüs seçeneklerini kafasında tarttı, sabah trafiğini düşündü, metro baskın geldi ve hızlıca metroya yöneldi. Merdivenleri koşar adım indi, geç kalmaya gelmezdi daha ilk aylardan, plazanın giriş kapısındaki turnikeyi 08.30’dan bir dakika geç geçerse yandı demekti, maaştan kesinti yapıyorlarmış ay sonunda, arkadaşlar öyle diyorlardı, İnsan Kaynakları’ndan uyarı maili düşerdi ekranına, saatine baktı, gerildi, daha yedi sekiz durak vardı, biraz kafasını dağıtmak için yeni aldığı kitabını deri çantasından çıkarttı, kapağını çevirdi, ilk sayfasını açtı ve okumaya başladı: “Gregor Samsa bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında, kendini yatağında dev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu.” Kelimeler bir anda suratına çarptı, anlayamadı, kimden bahsediliyordu, neydi bu böyle, pazarlamacıymış, işe gidememeyi kendine dert edinmiş bir böcek, insan, böceğe dönüşmüş bir insan, nasıl yani? “Zırh gibi sertleşmiş sırtının üstünde yatmaktaydı ve başını biraz kaldırdığında bir kubbe gibi şişmiş, kahverengi, sertleşen kısımların oluşturduğu yay biçimi çizgilerle parsellere ayrılmış karnını görüyordu; karnının tepesindeki yorgan neredeyse tümüyle yere düşmek üzereydi ve tutunabileceği hiçbir nokta kalmamış gibiydi. Gövdesinin çapıyla karşılaştırıldığında acınası incelikteki çok sayıda bacak, gözlerinin önünde çaresizlik içerisinde, parıltılar saçarak sallanıp durmaktaydı.” “Bir sonraki durak Levent, neks teyşın Levent” anonsunu duyduğunda kitabı hızlıca çantasına attı ve kapıya doğru yöneldi, kafasında Gregor, metro durdu, işe geç kalma ihtimali, kapılar açıldı, böcek pazarlamacı, yürüyen merdivenleri sol şeridinden koşar adım çıktı, böcek Samsa, plazanın turnikesine ok gibi fırladı, sırtı terlemişti sabah sabah, gökdelenin dibine geldiğinde kendini ufacık hissetti, yaka kartını okuttu: 08.34, giriş.

Asansör kalabalık sayılmazdı, 22 numaralı tuşa dokundu, aynaya doğru döndü, kendini gördü, kravatını düzeltti, Gregor aklına geldi. “At artık aklından şu pis böceği,” dedi kendine, daha yapılacak çok iş var, dünden kalan raporlar bilgisayara girilecek, satış tahminleri oluşturulacak, aklın fikrin böcek, ardından telefon trafiği başlayacak, satış odaklı çalışma anlayışının tüm gerekleri devreye sokulacak, bari departmandakiler niye geç kaldın diye sormasalar, bir de onlara açıklama yapmak zorunda kalmasa, neyse ki sormazlar, burada kimse kimseye özel bir soru sormaz, kimse kimsenin kaç para maaş aldığını bile bilmez, merak eder ama sormaz, sadece tahmin eder, benden daha mı çok yoksa daha mı az diye, bu ay performans C çıkmış, satışlar ortada, kafamızı kaldırmadan başımızı kaşımadan çalışıyoruz, şimdilik beklenen buymuş, ama sürekli böyle olmazmış, çıtayı yükseltmek, kendimizi sürekli geliştirmek, yaşam boyu eğitimin gereklerini yerine getirmek gerekirmiş, önümüzdeki aylar B düzeyinde bir performans takım çalışması açısından… Asansör çeşitli katlarda dura kalka 22. kata vardığında bu düşüncelerle ofisteki masasına doğru yol aldı, arkadaşlar günaydın, kafalar bilgisayarlardan kalktı kalkmadı, bir iki mırın kırın günaydın sesleri, yoğun tempo çoktan başlamıştı, hemen takıma katıldı. Gözü hemen karşısındaki beyaz tahtaya ilişti, sütunlara ayrılmış isimler vardı, her ismin altında çeşitli satış rakamları vardı, 38.000 $ ya da 45.000 $ gibi, kendi sütunundaki rakamın diğerlerinin yanında küçük kalışı içini acıttı, üzerinde bir baskı hissetti. Satış yapamazsa burada ne işi vardı?

Geç kaldığına dair uyarı mailine düştü ya, pek önemsemedi, olan olmuştu artık, zaten öğle tatili geldi çattı, şimdi yemeği düşünüyordu, sabah aceleden bir şey de yiyememişti. Kartı okuttu çıktı, restoranın yolunu tuttu, her yerde yiyemezlermiş, şirketin de bir değeri varmış, imaj meselesiymiş, aşağıya düşürmek olmazmış, beyaz yakalı dediğin kendine uygun mekanlarda takılırmış, şu iş arkadaşları, sohbetler, konuşmaları: “-Amma da sıra varmış işçi gibi sıra bekliyoruz ya, -Alex zaten yürüyerek oynuyordu, -Batman’i izledim dün, -abi adamlar yapıyor ya, -aldın mı dizel alacaksın az yakıyor, –yeni bir Amerikan dizisi başlamış, –heykelini diktiniz şimdi de kovuyorsunuz, –Lost’un üstüne bir şey izlemiyorum, –Nişantaşı’nda çok iyi bir psikolog varmış, -yeni bir AVM açılacakmış çok yakında, -otomatik vites tam bana göre, -şirketin yıldönümü gecesi var bu haftasonu, -kesin gidicez abi gitmemek olmaz, – arkadaşlar düğün var falan deyip gelmesem ben, -sen bu şirketin parçası değil misin?”

“Satış, satış, satış! Bu ayın kotasını henüz dolduramadınız, bu kota dolacak, gerekirse akşam iş bitiminde burada kalıp devam edeceksiniz çalışmaya, hepinize birer laptop verdik, cep telefonu verdik, evde çalışmalarınızı sürdürüp bu kotayı doldurmalı, hatta aşmalısınız, bu şirketin olduğu kadar sizin de iyiliğinize, alacağınız primleri unutmayın, hedefi her zaman üst bir noktadan koyun, satışlar artacak, takım ruhuyla bunun üstesinden gelinecek, şirket hatlarını açık tutun, her an telefonunuz çalabilir bunu unutmayın! Geçen ay yaptığımız eğitimlerin, seminerlerin meyvesini bu ay toplamalıyız. Bu yüz ifadesinden sıyrılın, mutsuz ve asık suratlarla bu işi yürütemeyiz, her daim güler yüzlü olacağız, müşteriye karşı tebessümü yüzümüzden eksik etmeyeceğiz, özgüven dolu sesinizi koruyun, duygularınızı dondurun buraya geldiğinizde, bu kulenin içine girdiğimiz anda tüm kişisel sorunlarımızı dışarıda bırakmış olacağız, bunu aklımızdan çıkartmayalım, zaten şirketimizin bir psikoloğu var, sizlere gerekli ruhsal desteği sunduğundan şüphemiz yok, kartlar boynumuzda olacak, ceplerimize sokuşturmayalım, yoksa sizleri nasıl tanıyalım? Bu hafta şirket gecesine hepinizi bekliyorum, eksik istemiyorum, tam takım orada olmalısınız, hepimiz aynı geminin yolcularıyız…”

Plazanın döner kapısından çıkıp servise doğru yol almaya başladı kalabalığın içinde, hoş beş konuşmalar, diğer departmandakilerle ayaküstü sohbetler derken etrafına bakındı, 58 numaralı servisi aradı gözleri, cadde kalabalık, her zamanki gibi akşam trafiği başlamıştı, yarım saatlik yolu her zamanki gibi bir buçuk saatte kat etmeye başlamak üzerelerdi. Eline bir broşür tutuşturuldu, hemen her gün dağıtılan cinstendi bunlarda, yabancı dil kursları ya da kariyer merkezlerinin tanıtımları. Sırtında reklam tabelası ile dolaşan üç dört kişi dikkatini çekti, “canlı pano” diye geçirdi aklından, billboardlar da reklam doluydu, bütün şehir baştan aşağıya çeşitli reklamlarla donatılmıştı, demek ki yetersizdi, cansız panolardan daha fazla imkan sunan, hareket edebilen bu “canlı panolar”, belki de daha ucuzdur diye düşündü. Servise doğru yol aldı, en iyisi eve gitmekti, bu kalabalıktan sıyrılıp sakin bir köşeye çekilmek, tabii şirket hattı rahat verirse.

Yorgun argın servise bindi, boynuna asılı yaka kartını çıkartıp cebine soktuktan sonra kafasını cama dayadı, bedensel yorgunluğu aşan bir zihinsel yorgunlukla gözlerini kapadı, yorulmuştu bugün, şu şirket gecesini bir şekilde atlatsaydı iyi olurdu, hoşlanmıyordu bu boyalı gecelerden, hastayım dese olur muydu acaba, gemiymiş, o geminin bir de makine dairesi var en alt katında, üçüncü mevki var, bunları düşündü, müdür çok biliyorsa kendi yapsın satışı, satışmış, primmiş, iş motivasyonuymuş, sabahtan beri yaptıkları dünya kadar satış yetmiyor mu? Çantasından bir sakinleştirici hap çıkartıp plastik petteki sudan bir yudum alarak yuttu, sakinleştirici almayı biraz arttırmıştı şu aralar. Beyaz yakalıymışız biz, her yerimiz beyaz olsa ne olur, kira-doğalgaz-elektrik-su ay sonunu zor getiriyoruz, işçi gibi niye sıraya giriyormuşuz restoranda, işçi değil miyiz? Ha plaza ha fabrika. Jilet gibi takım elbiseleri üstüne çekip deri çantayı eline alınca şirketin sahibi olmuyorsun, bir işçiden belki biraz daha fazla kazanıyorsun ama o kadar, onu da şirketin anlaşmalı mağazalarında tüketiyorsun. Şu Gregor’a mı baksam acaba, merak ettim hikayeyi, o da benim gibiymiş, böcek pazarlamacı, ben satış temsilcisiyim, öyle yazıyor kartvizitte. Kimse bir şey sormadığına göre demek ki sabah servisi kaçırdığımın kimse farkında değil. Turnike farkediyor ama, kameraların gözünden de bir şey kaçmaz, kaçta girdin kaçta çıktın bilir kameralar, kaydeder, veriler sisteme girer, dosyalara işlenir. Servis plazalar bölgesindeki cadde de trafikte ağır aksak ilerlerken dikiz aynasına yansıyan yüzünde Gregor’u gördü, ürktü.

K. Aras