27 Ocak 2012
Sayı: SYKB 2012/04

 Kızıl Bayrak'tan
Saldırıları püskürtebilmek için ilkeli birleşik mücadele!
"Anayasa Platformu" Konya’da toplandı
“Bu dava bitmeyecek!”
46 günde 513 gözaltı!
Sermaye hükümeti AKP rant peşinde!
Maltepe Belediyesi Taşeron İşçileri Direnişi’nde yeni süreç
Maltepe Belediyesi’nde yeniden direniş
ABB’de işçi kıyımı yaşanırken
Karayollarında özelleştirme saldırısı
Billur Tuz’da işgal provası
Gelir testi çileye dönüştü
DİSK Genel Kurulu üzerine düşünceler
SES Genel Başkanı Çetin Erdolu ile sağlıkta dönüşüm ve sağlık hakkı mücadelesi üzerine konuştuk
Çatı Partisi ya da
solun tablosu - H.Fırat
Sınıf çalışmasının sorunları
İSİG Meclisi Sözcüsü
S. Murat Çakır ile konuştuk..
Mısır’da halk isyanının
birinci yılı
Mısır halk direnişinin 1. yıldönümünde emekçiler Tahrir’e aktı
Emperyalist tekellerin
“Davos Zirvesi” toplanıyor
Kıbrıs’ta grev
yasağa rağmen kazandı
Genç-Sen 5. Olağan
Genel Kurulu’un ardından
Devrim Okulu dersleri başladı
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Mısır’da halk isyanının birinci yılı…

İklim yeni isyanlara gebe!

Amerikancı diktatör Hüsnü Mübarek ve çetesine karşı patlak veren isyanın ilk günü olan 25 Ocak, “devrimin yıldönümü” olarak kutlanıyor. “25 Ocak Devrimi” olarak adlandırılan isyan, 17. gününde 30 yıllık diktatörü alaşağı etmişti. Tunus diktatörü Zeynel Abidin Bin Ali’den sonra Hüsnü Mübarek’de 11 Şubat 2011’de tarihin çöplüğünü boyladı.

Halk isyanının birinci yıldönümünde farklı kutlamalar yapıldı. Zira Mübarek sonrası iktidarı devralan generaller de, ordu ve ABD ile işbirliği yapan Müslüman Kardeşler de isyanda aktif rol oynayan devrimciler de “25 Ocak Devrimi” ni kutladı. Her kesimin devrimden anladığı da beklediği de farklı olunca, kutlamalar da farklı oluyor.

Dünyaya esin kaynağı: Tahrir Meydanı direnişi”

Ortadoğu ve Arap dünyasındaki merkezi konumundan dolayı Mısır’da patlak veren halk isyanı, kısa sürede dünyanın gündemine yerleşti. Devlet terörü ve katliamlar karşısında gerilemek bir yana günden güne militanlaşan kitle eylemleri, dört gün gibi kısa bir sürede halk isyanına dönüştü. 28 Ocak’ta milyonlarca işçi emekçi ve genç Mısır’ın tüm önemli kentlerinin alanlarını doldurdu. Amerikancı diktatörlük dördüncü gününde çatırdamaya başladı.

Tahrir Meydanı direnişin simgesi olmakla birlikte, ülkenin ikinci büyük kenti İskenderiye ile işçi sınıfının etkili olduğu üçüncü büyük kent Süveyş’te de yüzbinler alanlara çıktı. Başkent Kahire’de ise Tahrir Meydanı’nın yanısıra işçi havzası olan Mahalla el Kübra ile kalabalık nüfuslu emekçi semtlerinde yüzbinlerce emekçi alanları işgal etti.

28 Ocak’ta Kahire, İskenderiye ve Süveyş başta olmak üzere birçok kentteki emniyet müdürlükleri, polis karakolları ve istihbarat merkezleri ateşe verildi. Hakim partinin Kahire’deki genel merkezi de aynı kaderi paylaştı. Bazı kentlerde polis silahsızlandırıldı. 11 saat süren çatışmaların ardından gaz bombası stoğunu tüketen kolluk kuvvetleri kentleri terketmek zorunda kaldı. Mısır’da polisin boşalttığı alanların çoğunu halen ordu doldurmaktadır.

Zorba rejimin saldırı, katliam ve provokasyonlarına rağmen Tahrir Meydanı’ndaki direniş kırılamamış, tersine, isyana katılanların sayısı sürekli artarak 8 milyona kadar ulaşmıştı. Sürekli direniş hali, isyan karşısında şaşkına dönen Washington’daki savaş baronlarını Hüsnü Mübarek’i savunamaz konuma düşürdü. İşçi sınıfının bireysel katılımın ötesine geçip grev ve direnişlerle eyleme geçmesi ise, diktatörün sonunu getirdi.

Tahrir Meydanı kitlesel, militan, sürekli direnişin simgesi olarak dünya emekçilerinin bilincine yerleşmiş bulunuyor.

Ordu iktidara yerleşti

Halk isyanı karşısında rejimin sağlam kalan tek kurumu ordu idi. Hem parçalanma korkusu hem saldırının isyanı farklı boyutlara taşımasından duyulan korku, Mısırlı egemenleri olduğu gibi ABD’deki efendileri de orduyu kullanmaktan alıkoydu. Nitekim Mübarek’in alaşağı edilmesinden sonra ordu, kolaylıkla yönetimi ele geçirdi.

Programı olmayan, devrimci önderlikten yoksun olan bir isyanın iktidarı ele geçirmesi zaten mümkün değildi. Ekonomik, demokratik, sosyal, siyasal taleplerle isyan eden emekçilerle genç kuşakların talepleri netti. Ancak hareket halk isyanına dönüşmesine rağmen iktidar talebi gündeme getirilmedi. Zira bu noktada herhangi bir hazırlık bulunmuyor. Bu durumda ordu, kayda değer bir çaba sarf etmeden iktidara yerleşebildi.

Bu arada dördüncü günde isyana katılan Müslüman Kardeşler, orduyla işbirliği yaparak, iktidardan pay alma çabasına Hüsnü Mübarek alaşağı edilmeden önce başladılar. Zira bu dinci gerici burjuva akımın emekçilerin talepleriyle bir ilgisi yoktur. Onlar için öncelik iktidar ve artıdeğer yağmasından büyük bir pay kapmaktı. Bundan dolayı, Mübarek’in devrilmesiyle sarsılan rejimi tahkim etmek ve emekçileri evlerine kapatmak için özel çaba sarf etmeye başladılar. Dinci gerici güçler, emekçilerle gençliğin talepleri uğruna Tahrir Meydanı’nda gerçekleştirdikleri eylemleri engellemek için kimi zaman provokasyonlara başvurmakla kalmadılar, grev kırıcılığına da soyundular.

Gerici güçler için Mübarek’in gidişi, iktidar ve rant paylaşımı meselesini öncelikli hale getirdi. Ordu-Müslüman Kardeşler ittifakı emekçilere karşı birlikte hareket ederken, iktidar paylaşımı için aralarında çatıştılar. Bu güçler hiçbir zaman devrimci olmadılar, ama artık aktif karşı devrimci olduklarını göstermekte sakınca görmüyorlar. Zira onlar için halk isyanı, iktidarı yeniden paylaşmaya fırsat veren bir olaydan ibaretti.

Her talep için militan direniş!

Dümene oturan generaller için öncelikli mesele rejimi tahkim etmek ve iktidarın en azından bir kısmını elde tutmaktır. İlk günden grevleri ve kitle gösterilerini yasaklayan generalleri ne işçi ve emekçilerin ne gençliğin talepleri ilgilendiriyor. Onlar, rejimin bekçileriydi ve buna göre hareket ettiler. Bu durumda emekçiler, her talep için Tahrir Meydanı’nı yeniden direniş alanına çevirmek zorunda kaldılar. İşçi sınıfı ve kamu emekçileri ise ayrıca bağımsız sendikalarını kurup grev ve direnişlerle de hak arama mücadelesini yaygınlaştırdılar.

Her grev ya da direnişin karşısında ordu-Müslüman Kardeşler ittifakını bulan işçi ve emekçiler, baskı, yasaklama ve provokasyonlara aldırmadan mücadeleye devam ediyorlar.

Ekonomik, demokratik, sosyal veya siyasal alanlarda ulaşılan tüm kazanımlar için yüzbinlerin direnişi gerekti. Generaller kitle baskısı altında kalmadan tek bir ileri adım bile atmadılar. Bu da işçi ve emekçilere kimsenin hak veya özgürlük bahşetmeyeceği, her hak veya kazanım için direnişin şart olduğunu gösterdi. Mücadelenin süreklileşmesi anlamına gelen bu durum, safların daha net görünmesini, her sınıfın kendi eğilim ve duruşunu net bir şekilde ortaya koymasını zorunlu kılıyor. Mücadelenin bu aşaması, Tahrir Meydanı’ndaki milyonları, kaçınılmaz olarak ayrıştırdı. Zira diktatörün alaşağı edilmesinde çıkarları çakışan sınıfların, diğer alanlardaki çıkarları birbirinden uzaklaşıyordu. Artık işçiler ayrı bir sınıf kapitalistler ayrı bir sınıf olarak davranmak zorundadırlar. Gerçekte burjuva sınıflar bunu baştan yapıyorlardı, şimdi sıra işçi sınıfının da aynı netlikte tutum alabilmesinde.

Sınıfın örgütsüzlüğü dinci gericiliğe yaradı

Mübarek’in devrilmesinden sonra hem Müslüman Kardeşler hem onlardan daha kökten dinci olan Selefiler’in etkisi arttı. Oysa bu güçler ilk günlerde isyandan uzak durmuşlardı. Selefiler’in adından pek söz edilmezken, Müslüman Kardeşler’in şefleri, el Cezire televizyonuna verdikleri demeçlerde olaylarla bir bağlantıları olmadığını vurguladılar. Ancak eylemlerin halk ayaklanmasına dönüştüğü dördüncü gün olan 28 Ocak’ta, “isyana hareket olarak katıldık” açıklamasını yaptılar.

Sokak eylemlerinden uzak duran bu gerici burjuva hareket, işçi sınıfı ve emekçilerin siyasal alandaki örgütlülüklerinin zayıf olmasını fırsat bilerek, isyanın meyvelerini devşiriyor. İlerici devrimci güçlerin boykot ettiği seçimlerden galip çıkan dinci-gerici güçler, halen ordu ile iktidar paylaşımı pazarlığını sürdürüyorlar.

Bu başarı, dincilerin marifetinden çok, diktatörlüğün ağır baskısı altında kalan ilerici ve devrimci güçlerin zayıflığından kaynaklandı. Buna karşın gerici iktidarın bir tarafı haline gelen dinci-gerici güçler, emekçilere artık cepheden saldırabilmektedir. Grev kırıcılığı bunun bariz göstergelerinden biridir. Bu net sınıfsal tutum, hareketin gençlik örgütünde bulunan emekçi kökenli gençlerin tepkisini çekiyor. Yansıyan bilgiler, gençlikle hareketin şefleri arasındaki çatışmanın bir ayrışmaya yol açma ihtimali olduğuna işaret ediyor.

Dinci gerici akımların verili koşullarda güçlenmiş olması, halk isyanın taşıdığı muazzam önemi değiştirmeyeceği gibi, bıraktığı eşsiz deneyimlerin değerini de azaltmaz. Siyasal mücadelede örgütlü olan sınıflar her zaman avantajlı durumda olur. İsyan, işçi ve emekçilere bu konudaki zayıflıklarını göstererek uyarıcı olmuştur.

Kurtuluş “yeniden devrim”de!..

Halk isyanı ve diktatörün alaşağı edilmesi, Mısırlı emekçiler için olduğu kadar, evrensel planda da önemli bir kazanımdır. İsyan halkların birleşebileceğini, korkuyu yenebileceğini, çok güçlü görünen diktatörleri alaşağı edebileceğini, direniş için hızla öz örgütlenmeler kurarak yönetme yeteneklerini geliştirebileceğini vb. kanıtlamış, dünya emekçilerine esin kaynağı olmuştur. Ayrıca Mısırlı işçi ve emekçileri demokratik ve siyasal alanlarda önemli kazanımlar elde etmiştir.

Tüm bu kazanımlara rağmen emekçilerin ekonomik, demokratik, sosyal ve siyasal talepleri, özü itibarıyla yerli yerinde duruyor. Zira işsizliği, yoksulluğu ortadan kaldırmak, sosyal adaleti sağlamak, yolsuzluk ve rüşvete son vermek, genç kuşaklara aydınlık, onurlu ve özgür bir gelecek sağlamak, kapitalist sistemde ulaşılabilecek hedefler değildir. Hele de kapitalizmin küresel krizinin emperyalist ülkeleri bile çöküşün eşiğine getirdiği bir dönemde.

Bu olgu, Mısırlı işçi ve emekçileri mücadeleyi sürdürmeye zorluyor. Sınıflar mücadelesinin seyri, insanın insan tarafından sömürülüp köleleştirildiği bir sistemde söz konusu taleplerin gerçekleştirilemeyeceğini, dolayısıyla asıl engelin diktatörlerden de öte, bizzat diktatörlük olduğunu işçi sınıfı ve emekçi müttefiklerine gösterecektir. Nitekim devrimci güçlerin 25 Ocak kutlamalarını “Yeniden Devrim” başlığı altında kutlamaları, bu gerçeğin en azından işçi ve emekçilerin ileri kesimleri tarafından şimdiden kavrandığına işaret ediyor.

Acil ihtiyaç devrimci sınıf partisidir!

Sertleşme dönemine giren sınıflar mücadelesine iyi hazırlanmak, kapitalizmin ekonomik sosyal ve siyasal alandaki saldırılarına karşı koyabilmek ve dinci gericiliğin emekçilerin başına bela olacak icraatlarıyla başa edebilmek için, devrimci sınıf partisinin inşası kritik bir önem taşıyor. Zira örgütlü burjuvazi karşısında durabilecek yegâne güç, örgütlü proletaryadır.

İkinci isyanın veya yeniden devrimin akıbetinin ilkininkine benzememesi için, Mısır işçi sınıfı ve emekçi müttefiklerinin devrimci sınıf partisinin önderliği altında birleşik bir mücadele hattı örmeleri gerekecek. Aksi halde burjuvaziyle hesaplaşmak bir yana, birinci isyanın kazanımlarını kaybetmek bile olasıdır.

Programı net, devrimci temeli sağlam, duruşu militan bir devrimci sınıf partisi­­nin inşası hem işçi sınıfı hem devrimci güçlerin önünde duran temel görevdir. “Yeniden devrim” sürecinde bu inşa başarıyla tamamlandığında, işçi sınıfı iktidarının yolu da açılmış olacaktır.