27 Ocak 2012
Sayı: SYKB 2012/04

 Kızıl Bayrak'tan
Saldırıları püskürtebilmek için ilkeli birleşik mücadele!
"Anayasa Platformu" Konya’da toplandı
“Bu dava bitmeyecek!”
46 günde 513 gözaltı!
Sermaye hükümeti AKP rant peşinde!
Maltepe Belediyesi Taşeron İşçileri Direnişi’nde yeni süreç
Maltepe Belediyesi’nde yeniden direniş
ABB’de işçi kıyımı yaşanırken
Karayollarında özelleştirme saldırısı
Billur Tuz’da işgal provası
Gelir testi çileye dönüştü
DİSK Genel Kurulu üzerine düşünceler
SES Genel Başkanı Çetin Erdolu ile sağlıkta dönüşüm ve sağlık hakkı mücadelesi üzerine konuştuk
Çatı Partisi ya da
solun tablosu - H.Fırat
Sınıf çalışmasının sorunları
İSİG Meclisi Sözcüsü
S. Murat Çakır ile konuştuk..
Mısır’da halk isyanının
birinci yılı
Mısır halk direnişinin 1. yıldönümünde emekçiler Tahrir’e aktı
Emperyalist tekellerin
“Davos Zirvesi” toplanıyor
Kıbrıs’ta grev
yasağa rağmen kazandı
Genç-Sen 5. Olağan
Genel Kurulu’un ardından
Devrim Okulu dersleri başladı
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Saldırıları püskürtebilmek için ilkeli birleşik mücadele!

Hrant Dink’in katledilmesiyle ilgili davayı karara bağlayan “özel yetkili mahkeme”, yargının, devlet adına cinayet işleyen katilleri korumakla mükellef olduğunu bir kez daha teyid etti.

Davayı beş yıla yayan “cemaat yargısı”, bu sürede toplumsal duyarlılığın ortadan kalkacağını, böylece cinayetin esas sorumlusu olan emniyet, jandarma ve MİT’i kolayca aklayabileceklerini sanıyorlardı. Fakat aradan geçen yıllara rağmen ne toplumsal duyarlılık ortadan kalktı, ne de devletin cinayetten sorumlu olduğuna dair gerçeğin üstü örtülebildi.

Hrant Dink davasında alınan karar, Amerikancı iktidarın pervasızlıkta sınır tanımama konusunda vardığı aşamaya ışık tutmuştur. Zira AKP iktidarına muhalefet eden herkesi “terör örgütü üyesi” ilan ederek zindanlara dolduran bu aynı yargı kurumu, “polis-jandarma-istihbarat üçgeni”nde alenen planlanıp tetikçiler eliyle işlenen Dink cinayetinin arkasındaki örgütlü gücü güya bulamamıştır.

Kapitalizmin adaleti ve timsah gözyaşları

“Özel yetkili mahkeme” adıyla Kürt hareketine, ilerici, devrimci güçlere ve emekçilere karşı yeni bir “giyotin” icat eden AKP-cemaat koalisyonu, burjuvazi ve onun siyasal temsilcilerinin “adalet” kavramından ne anladıklarını gözler önüne seriyorlar. Öncekiler gibi bu mahkemeler de devlet adına cinayet planlayan ve işleyenleri arsızca korumaktadır. Bu mahkemeler Amerikancı iktidar muhaliflerine karşı ne kadar pervasızsa, rejimin cinayetlerini aklama konusunda da o denli pervasızdır. Her iki durumda da düzenin yasalarını hiçe sayan bu zihniyet, zorbalığa karşı mücadele edenleri zindanlara tıkıyor, kokuşmuş rejim adına cinayet planlayıp işleyenleri ise koruyor. Dinci-gerici koalisyonun icraatları, burjuvazi için esas olanın kâğıt üzerindeki yasalar değil, sınıflar mücadelesinin andaki durumu olduğunu kanıtlıyor.

Dink’in katillerini koruyanın esas olarak siyasal iktidar, yani AKP-cemaat koalisyonu olduğu yeterince açıktır. AKP hükümetinin bu tutumu yeni de değildir. Cinayetin ilk elden sorumluları olan dönemin vali ve polis şeflerini ya meclise taşıyan ya da terfi ettiren AKP iktidarının kendisidir. Dolayısıyla yargıdan önce dinci-gerici koalisyon Dink’in katillerini ödüllendirmiştir. Polise sokakta cinayet işleme “hakkı” tanıyan ve katilleri koruyan bir iktidardan başka ne beklenebilir ki!

Katilleri aklayıp terfi ettiren, dahası yargı kararı ile de koruyan kendileri olduğu halde, onbinlerin kararı protesto etmesi ve AKP yardakçılarının bile rahatsız olduklarını ilan etmesi üzerine, Tayyip Erdoğan ve müritleri “biz de karardan rahatsız olduk” diyerek timsah gözyaşları dökmeye başladılar.

Tam bir ikiyüzlülükle ellerine bulaşan kanı gözlerden saklamaya çalışan Tayyip Erdoğan, Bülent Arınç ve AKP’nin diğer şefleri, bu defa kimseyi inandıramadılar. AKP-cemaat koalisyonundan medet uman liberal takımı da buna dahil. Yazılıp çizilenlere bakıldığında, Dink cinayeti davasında alınan pervasız kararın, dinci gericiliğin kuyruğuna takılan liberal, sol liberal takımını da şaşırtmış olduğu anlaşılıyor. AKP-cemaat koalisyonunun “demokrat vitrini” işlevi gören bu yardakçı takımının “adalet duyguları” incinmiş görünüyor. Bu görüntünün gerçeği ne kadar yansıttığı bir yana, sözkonusu kesimi katillerin suç ortağı saymak gerekiyor. Zira cinayet şebekesi gibi çalışan bir iktidarı “ülkeyi demokratikleştiriyor” söylemiyle desteklemek, onun cinayetleriyle suç ortaklığı yapmak anlamına gelir.

Borazan medya ve yardakçı liberallerin “AKP derin devletle hesaplaşıyor” söylemi ise, bu tabloda çirkin bir aldatmacadan ibaret kalıyor. Dinci-gerici koalisyonun kontrgerilla ile sorunu, her kapitalist devletin vazgeçilmez olan bu kurumunu ortadan kaldırmakla değil, denetimi ele geçirmekle ilgilidir. Nitekim dinci Amerikancılar gelinen yerde bunu başarmışlardır ve arsızca kullanmaktadırlar. Bu gerçeğin de üstünü örtmeye çalışan dinci gerici medya ve liberal takımı, objektif olarak devletin işlediği cinayetlerin suç ortakları olmakla kalmıyor, fiilen kontrgerilla çarkına su taşıyorlar.

Söylemde “demokratikleşme”, uygulamada kaba zorbalık!

İlerici ve devrimci güçlere, Kürt hareketine, Kürt halkına, işçi ve emekçilere karşı zulmün kamçısını sallayan dinci Amerikancılar, utanmadan “mağdur” rolü oynamaya devam ediyorlar. Bu iğrenç yalanın yanısıra “demokratikleşme”, “ileri demokrasi” gibi söylemleri de dillerinden düşürmüyorlar. Muhalifleri zindanlara dolduranlar, F-16 savaş uçaklarıyla Kürt çocukları ve gençleri üzerine bomba yağdıranlar, gerillaya karşı kimyasal silahlar kullananlar “mağdur” ve “demokrat” olduklarını iddia edebiliyorlar!

Yeni anayasa tartışmaları ile bu söylemi gündemde tutmaya çalışan AKP hükümeti ile medyadaki borazan ve yardakçıları, faşizan icraatları perdeleme telaşındalar. Zira devleti ele geçirmekten, büyük sermayenin desteğinden, emperyalistlere sırtını dayamaktan güç alan dinci-gerici iktidar, bu avantajlı duruma yaslanarak faşizan icraatlarını günden güne yaygınlaştırıyor.

“Demokratikleşme sürecindeki önemli dönemeçlerden biri” diye yutturulmak istenen “yeni anayasa” tartışmaları, emekçileri ve Kürt halkını oyalamanın bir aracı olarak kullanılıyor. Oysa devletin Kürt hareketine karşı giriştiği sürek avı ve işlenen planlı cinayetler, dahası katillerin yargı eliyle korunması, bu dinci-gericilerin gerçek zihniyetini ele veriyor. Yeni anayasa da bu ortaçağ kalıntısı zihniyetin ürünü olacaktır.

Bölgede emperyalistler adına tetikçilik yapan AKP iktidarı, başta Kürt hareketi ve devrimci güçler olmak üzere ülke içinde muhalif sesleri boğmaya endeksli bir politika izlemektedir. Yeni anayasa tartışmaları da bu uğursuz politikanın bir parçasıdır.

Bu arada belirtelim ki, “demokratikleşen” Türkiye artık “Ortadoğu’nun Honduras’ı” olarak anılmaya başlanmıştır. ‘80’li yıllarda Honduras, Nikaragua’daki Sandinist devrime karşı savaşan CIA güdümlü kontra güçlerin merkez üssüydü. Amerikan işbirlikçileri bugün ülke topraklarını böylesine utanç verici bir işin üssü haline getirmiş bulunmaktadırlar.

Öfkeyi birleşik eylemlerle sokaklara taşımak!

Sömürü, baskı ve zorbalığı derinleştiren dinci Amerikancı iktidara karşı öfke birikimine de tanık olmaktayız. Kürt halkının, işçilerin, emekçilerin ve ilerici devrimci güçlerin eylemleriyle dışavuran öfke birikimi, AKP iktidarının Hrant Dink’in katillerini korumasına tepki duyan onbinlerin sokaklara dökülmesiyle de kendini ortaya koydu.

Tepkinin yaygınlığı, sermaye düzeni ve Amerikancı dinci-gericilerin iktidarına karşı ciddi mücadele dinamiklerinin varlığını yansıtıyor. Sorun, bu dinamiklerin birleşik bir mücadele hattında buluşamamasıdır. Bu parçalılık iktidarın işini kolaylaştıran önemli etmenlerden biridir.

Kürt hareketinden devrimci güçlere, ilerici partilerden sendika ve kitle örgütlerine kadar iktidarın hedefinde olan güçlerin ciddi, samimi ve ilkeli bir birleşik mücadele hattında buluşmaları, verili koşullarda, gerici iktidarın devam eden topyekün saldırısını püskürtebilmenin yegane yoludur.