27 Ocak 2012
Sayı: SYKB 2012/04

 Kızıl Bayrak'tan
Saldırıları püskürtebilmek için ilkeli birleşik mücadele!
"Anayasa Platformu" Konya’da toplandı
“Bu dava bitmeyecek!”
46 günde 513 gözaltı!
Sermaye hükümeti AKP rant peşinde!
Maltepe Belediyesi Taşeron İşçileri Direnişi’nde yeni süreç
Maltepe Belediyesi’nde yeniden direniş
ABB’de işçi kıyımı yaşanırken
Karayollarında özelleştirme saldırısı
Billur Tuz’da işgal provası
Gelir testi çileye dönüştü
DİSK Genel Kurulu üzerine düşünceler
SES Genel Başkanı Çetin Erdolu ile sağlıkta dönüşüm ve sağlık hakkı mücadelesi üzerine konuştuk
Çatı Partisi ya da
solun tablosu - H.Fırat
Sınıf çalışmasının sorunları
İSİG Meclisi Sözcüsü
S. Murat Çakır ile konuştuk..
Mısır’da halk isyanının
birinci yılı
Mısır halk direnişinin 1. yıldönümünde emekçiler Tahrir’e aktı
Emperyalist tekellerin
“Davos Zirvesi” toplanıyor
Kıbrıs’ta grev
yasağa rağmen kazandı
Genç-Sen 5. Olağan
Genel Kurulu’un ardından
Devrim Okulu dersleri başladı
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi Sözcüsü S. Murat Çakır ile konuştuk...

Devletten ve sermayeden bağımsız bir politika oluşturulmalı!”

 

Çözüm işçilerin ellerinde”

- İş cinayetleri ve katliam gibi ‘kaza’lar kapitalizmin değişmez gerçeği. Fabrikalarda, atölyelerde ve tüm çalışma alanlarında yaşanan ölümleri “kaza” olarak nitelendirmek doğru mu? Ya da emek örgütleri içerisindeki farklı eğilimler tarafından da yapılan ‘iş sağlığı’ ve ‘işçi sağlığı’ gibi ayrımları nasıl değerlendirirsiniz?

- Öncelikle şunu belirtmek gerekir. Dediğiniz gibi iş cinayetleri ve katliamlar kapitalizm devam ettiği sürece var olacak. Ancak işçi sınıfının örgütlülüğü burada önemli bir etkendir. Sınıf örgütlülüğünün gücü oranında bu katliamlar daha az olabiliyor. Son dönemde iş cinayetlerinin bu düzeyde artması “güvencesizlik” ve “örgütsüzlük” gerçeğini çıplak bir biçimde gözler önüne sermektedir.

Sermaye iş cinayetlerini “kaza” olarak lanse etmektedir. Oysa bu “kaza”lar çalışma koşullarındaki değişiklikler, alınacak önlemler gibi bazı düzenlemelerle yaşanmayabilir. Bazen iş kazalarının yüzde 98’i önlenebilir gibi bazı söylemler kullanılıyor. Açıkçası bu yüzde 2’lik payı nereden dolayı bıraktıklarını bilmiyorum. Sorunun bu şekilde ifadesi de yanlıştır. Yaşananlar tamamen ya da onların deyişiyle söylersek yüzde 100 önlenebilir. İşte tam da bu yüzden, “önlenebilir oldukları halde önlenmediği için kaza değil cinayettir”. İş cinayetlerinin sorumlusu ise sermaye ve onun iktidarıdır. “Kaza” söylemi cinayetleri gizlemek için kullanılan bir kılıftır. AKP iktidarıyla bu söylem daha da güçlendirilmeye çalışılmaktadır. Diyanet hutbeleri, madencilerin ardından söylenen “güzel öldüler” veya “ölüm mesleğin kaderinde var” söylemleri de işin manevi yönünü oluşturmaktadır. İş cinayeti dediğiniz zaman, taleplerinizi yükselttiğiniz zaman ise “provokatör” ilan ediliyorsunuz bu ülkede.

İşçi sağlığı yerine “iş sağlığı” kavramının kullanılmasındaki amaç ise işçiyi özne olmaktan çıkarmaktır. İşçinin değil işin sağlığı yani işletmenin verimliliği, kârlılığı hedeflenmektedir. Eylül ayında ülkemizde gerçekleştirilen 19. Dünya İş Sağlığı ve İş Güvenliği Kongresi’nde de bu amaç açıkça dile getirilmişti. Sorun bir önleme kültürü yaratma ve iş güvenliği malzemelerini pazarlama biçiminde açıklanmaktaydı. Yani iş cinayetlerinin emek sömürüsüne dayanan kapitalist üretim sisteminin bir sonucu olduğu gizlenmektedir. Emek örgütlerine ise bir “sosyal partner” görevi olan “sivil toplum örgütleri” olarak yer verilmek istenmektedir. Yani hiçbir belirleyiciliğin olmayacak, toplumsal bir denetim işlevi göreceksin ve “sınıf örgütü” olmayacaksın. Ne yazık ki sermaye sınıf örgütlerini etkisizleştirme noktasında önemli adımlar attı. Ancak bu demek değil ki onlar kazanacak. İşçi sağlığı ve güvenliği talebi sınıf hareketinin önümüzdeki dönem önemli bir gündemi olacaktır ve bunun ilk adımları birikmeye başlamıştır.

Büyümenin arkasında iş cinayetleri var”

- 2011 yılına bakarsak iş cinayetleri ve meslek hastalıkları konusunda Türkiye’de nasıl bir tablo var. Maden, metal, petro-kimya, tekstil gibi pek çok sektöre ilişkin istatistiki veriler nasıl bir manzara ortaya çıkarıyor? Öne çıkan noktaları sıralarsanız neler diyebilirsiniz?

- SGK verilerinin hazırlanması biraz farklıdır bunu belirtmek gerekli. Yaşanan iş cinayeti sonrası prosedürlerin tamamlanması ortalama 5 yılı bulmaktadır. Bu yüzden örneğin son olarak açıklanan 2010 yılı istatistikleri o yıla ait cinayetlerin bir dökümünü vermemekte, o yıl kapanan dosyaların bir dökümünü vermektedir.

Bu anlamda İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi olarak tuttuğumuz iş cinayetleri haberleri yaşananları dolaysız vermesi açısından anlamlıdır. Gerçeği gözler önüne yaşanır yaşanmaz sermektedir. Ancak bizlerin de temel sorunu iş cinayetleri bilgilerine yazılı, görsel ve dijital basın ve kısıtlı örgütlülükle ulaşabilmemizdedir. Bu yüzden son 4 aydır açıkladığımız iş cinayetleri rakamları gerçeğin ancak dörtte birini yansıtmaktadır diye düşünüyorum.

2011 yılında iş cinayetlerinin arttığını söylememe bile gerek yok. Çünkü OSTİM ve İvedik’teki patlamalar, halen Maraş Çöllolar Sahası’nda 9 madencinin göçük altında bulunması her şeyi anlatıyor. Meclis olarak 2011 yılında 619 iş cinayeti kayıt altına aldık. İnşaat, maden, tarım, metal, kimya, enerji, gıda, belediye ve tekstil işkolları alarm veriyor. İnşaatlarda önemli bir yoğunlaşma yaşanırken düşmeler, göçükler ve barınma sorunu sonucu ölümler öne çıkıyor. Madenlerde göçükler devam ediyor. Mevsimlik tarım işçileri kapalı kasa kamyonet veya traktör kazaları sonucu hayatlarını kaybediyor. Kimyada patlamalar, metalde ezilmeler ve enerjide ise düşmeler ile elektrik çarpmaları cinayetlerin nedenleri olarak öne çıkıyor.

Ülkemizde iktidar tarafından övünülen yüksek büyüme oranları teranelerinin arkasında işçi ölümleri var. Örneğin Avcılar-Beylikdüzü metrobüs hattı deniyor, bir bakıyorsunuz bir işçi hayatını kaybetmiş. TOKİ inşaatları deniyor, her gün göçük haberi alıyorsunuz. Hidroelektrik santralleri işçilere mezar oluyor, torna tezgâhları bedenlerimizi eziyor. Ne için? Bizim yaşamlarımız onların zenginliklerinin kaynağını oluşturuyor işte…

Meslek hastalıklarında ise tam bir bilinmezlik hâkim. Kayıt altına aldığımız 619 cinayetin 5’ini slikozis sonucu ölümler oluşturmakta. Kot kumlama işçilerinde silikozis nedeniyle ölümleri biliyorduk. Ama 2011’de 4 diş teknisyeninin de slikozis sonucu ölümünü öğrendik. Yine yüzlercesi hasta. Sağlık sektöründe böyle bir hastalık olduğu aklınıza gelir miydi mesela? Bunlar buzdağının görünen yüzü bile değil. Çünkü uluslararası araştırmalara göre ise meslek hastalıklarının görülme sıklığı çalışan nüfusun binde 4’ü ila binde 12’si arasında değişmektedir. SGK’nın son açıklamasında ülkemizde çalışan nüfusun 24 milyon olduğu belirtilmekteydi. Yani gerçek meslek hastası sayısı 96 bin ila 288 bin arasında değişmekte ve bu durum tespit edilmemektedir.

Adımlar anlamlı ama yetersiz”

- Geçtiğimiz yıl DİSK, KESK, TTB ve TMMOB tarafından bir kongre gerçekleştirildi. Kongrenin başlığı ve yürütülen tartışmalar açısından konfederasyonlar cephesinden atılan adımları yeterli buluyor musunuz?

- İşçi Sağlığı Kongreleri normalde 10’ar yıllık aralıklarla yapılmaktadır. Ancak 2008’de yapılması planlanan bu son kongre ancak 2011 yılının Aralık ayında gerçekleşti. Kongrenin yapılması için ısrar eden ve emeği geçen arkadaşlara bir teşekkür etmek gerekiyor öncelikle.

Kongrelerde tartışılanları, esasen emek hareketinin gücü belirlemektedir. Bu anlamda yapılan kongre emek hareketinin durumunu da birebir yansıtmaktadır. Benim görebildiğim kadarıyla tartışmaların ekseni işçi sağlığı ve güvenliği üzerinden değil, emek hareketinin genel sorunları üzerinden gerçekleştirildi. Bu durum konu ile ilgili çalışmaların azlığının bir göstergesi de. Burada esas olarak kastettiğim pratik faaliyetler. Çünkü sorun, ortaya konan teorik çerçeve ile pratikte yaşananlar arasındaki açının fazlalığı. Ayrıntılı bildiriler sunulabilir ki bu gereklidir. Peki, işçilerin sorunlarına ne düzeyde derman olabiliyorsunuz? Esas bu soruyu sormak gerekiyor. Yani düşünün. Şu an bulunduğunuz mekâna çok yakın bir yerde bulunan inşaatta bir iş cinayeti meydana gelse ne yapacaksınız? Bir refleks oluşturabiliyor musunuz? Hayatını kaybeden işçinin ardında kalan yakınlarının sorunlarını çözebiliyor musunuz? Soruları çoğaltabilirsiniz.

Emek örgütlerinin de bu sorulara cevap vermesi gerekiyor. Bu noktada özellikle meslek örgütlerinin attığı olumlu adımlar var ama yetersiz. Devletten ve sermayeden bağımsız bir işçi sağlığı ve güvenliği politikası oluşturulmalı ve kurumsallaştırılmalı. İstanbul’da yapmak istediğimiz tam da bunun gerçekleştirilmesi için bir fiili durum oluşturmaktır.

İşçi sınıfı güvencesizleştiriliyor”

- Kongre, “Esnekleşme ve İşçi Sağlığı” ana temasıyla düzenlendi. Esnekleşme ve işçi sağlığı ilişkisinin arka planı nedir? Hükümet ve sermaye çevrelerinin Ulusal İstihdam Projesi’ni hayata geçirmek istediklerini biliyoruz.

- Basına yansıyan kadarıyla, Ulusal İstihdam Stratejisi belgesi, ulusal sanayi stratejisi belgesi, stratejik plan gibi hükümet planlarının ana ekseni güvence kapsamını, esnek çalışma şartlarına uyum sağlayacak şekilde değiştirmek. Daha açık söyleyecek olursak, şimdiye kadar kayıtdışı ve var olan yasalarca da kabul edilemez çalışma şekillerini ve şartlarını artık yasal hale getiren düzenlemeler bunlar.

İş cinayetlerine baktığımızda güvencesizlik ile çalışma ortamındaki can güvenliği arasında büyük bir paralellik olduğunu saptıyoruz. Özellikle işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunun giderek piyasalaşıp, özel danışmanlık şirketlerine devri ile sürecin hızlandığı tüm hükümet yetkililerinin azalma iddiasına rağmen gözle görülüyor. Vasıf, eğitim, cinsiyet, bölge ve sektör dinlemeden.

Bu planlar, son bir yıldır yapılan düzenlemeler de düşünüldüğünde işçi sağlığı ve güvenliğinde devletin görevini zayıflatan uygulamaların bir sonucu olduğu gibi alanın da kar getiren bir sektör haline getirilmesinin ve adımları atacak öznelerin ilan edilmesinden başka bir şey değildir. Tekrar edersek işçi sınıfı güvencesizleştiriliyor. Diğer yandan ‘ulusal anlamda önde gelen sivil toplum kuruluşları’ olarak adı geçen MÜSİAD, TUSKON ve TİSK ise bu sürecin uygulayıcısı olarak öne çıkıyor. Özellikle ‘İslami sermaye’ olarak tanınan MÜSİAD ve TUSKON’un isimlerinin öne çıkması uluslararası sermaye ile entegrasyon sürecinde gösterdikleri performans sonucu oluşuyor.

Sermayenin çözüm adıyla attığı her adım, şu an yaşanan sorunları olduğundan da büyütüyor ve bunları çözme iddiasıyla bambaşka bir işçi/çalışan cehennemine adımımızı atmamızı talep ediyor. İş cinayetlerine itiraz edenleri işsizlikle tehdit ediyor. İşsizlere ise ancak masraflarını kendi cebinden karşılamaları yoluyla iş “veriyor”. Meslek eğitimi, sağlıklılık belgeleri ile sertifikalarını işçi daha işe başvururken satın aldığı yetmezmiş gibi, işçinin ilk maaşından itibaren fona devredilen işsizlik ödeneğine, fona devredilmesi tasarlanan kıdem tazminatına ve iş kazası sigortasına da katkı yapması bekleniyor. Yeter ki sermayedar üzerindeki “işçilik maliyetleri” azalsın, istihdam artsın. Zira istihdam bunca zahmete rağmen artmıyor. Sermayedarlar, işçiye daha çok iş yaptırıp daha çok kar elde ediyor. Bu kadar uzun, yoğun çalışma ile işçilerin sağlığı ve güvenliğini maliyet olarak gören yaklaşım olağanlaştıkça, piyasadan satın alınabilir hizmetler halini aldıkça, devletin kendisi de hem taşeronluk hem de performans yönetimi yoluyla sürece ayak uydurdukça iş cinayetlerinin artması da gözle görülür hale geliyor.

Avrupa’nın Çin’i olmak ya da başka bir deyişle işçilerin kanı üzerinden kar elde etmek. Durumun özeti budur.

Can güvenliğinin yanına
iş güvencesi talebi eklenmeli”

- Taşeron köleliği bugün gerek örgütsüzlük gerekse de güvencesizlik açısından işçi sınıfı için büyük bir tehdit. İşçi sağlığı ve güvenliği açısından düşünürsek ne gibi etkileri var?

- İşçi sağlığı ve güvenliği, örgütsüzlüğün ve güvencesizliğin en gözle görünür halini vermektedir. Bizler “can güvenliği, iş güvencesi istiyoruz” derken bu durumu kastediyoruz. İşçilerin evden çıktıkları andan itibaren can güvenlikleri tehdit altındadır. İşe giderken hangi koşullar var? En uç örnek mevsimlik tarım işçilerinin durumudur. Ortalama 60-70 saat çalışıyor, yapabileceğinden daha fazla mal üretmesi isteniyor. Taşeron işçiler işte tam da bu koşulların işçileridir. En çok çalışan, hiçbir sağlık-güvenlik önlemi olmayan, barınma-ulaşım-beslenme-temizlik gibi hakları olmayan işçiler, en örgütsüz işçiler. Yasal haklarınız var deniyor. Örneğin sağlıksız koşullar var ise işçinin çalışmama hakkı var. Çalışmayın da görelim. Hemen işten çıkarılırsınız. Bırakın “çalışmıyorum” demeyi itiraz hakkınız bile yok. Bu yüzden can güvenliğinin yanına iş güvencesi talebini eklemeliyiz.

Taşeronlaştırma tehdidini bir örnek vererek açıklamak anlamlı olacaktır. Madenlerde özel ya da kamu işletmesi farketmez taşeronlaştırma oldukça yaygındır. Aynı madendesiniz. A şirketi işçisi olan kazmacılar galeri açıyorlar. B şirketi işçileri ise ray döşüyorlar. Galeri açarken açılan boşluklardan sızan grizu hemen yayılır. Diğer tarafta ise ray yapan işçinin çıkarttığı kıvılcımla aniden patlama meydana gelir. Özetle işi parçalarsanız karşılaştığınız durum budur. Çünkü işçiler iki ayrı şirkete bağlıdır. Denir ki asıl patron bu ilişkiyi sağlamakla mükelleftir. Bunun bile hayata geçmediğini biliyoruz. Ayrıca tekrar altını çiziyorum, taşeron uygulaması kamu işletmesi adı altındaki yerlerde de oldukça yaygındır.

İş o noktaya varmış ki cenazelerimizi çıkarma işi bile taşerona veriliyor. Hatırlarsanız Karadon’da meydana gelen patlama sonucu 30 madenci arkadaşımız hayatlarını kaybetmişti. Devlet -540 kodda kalan işçilerin cenazesini çıkarma işini ihale etmiş ve ihale iptal bile edilmişti. En son Çinli bir şirket tarafından cenazelerimiz çıkarılmıştı. Peki, 8 ay göçük altında kalan arkadaşlarımızdan birinin taşeron şirket işçisi olması ve şirkette iş görevi olarak aşçı gözükmesi her şeyi özetlemiyor mu? -540 kodda 8 ay cenazesi çıkarılamayan bir taşeron şirket aşçısı!

İşçi sağlığı ve güvenliği sorunu örgütlenmenin ana meselelerinden biridir”

- Sendikal örgütlenme işçi sağlığı ve güvenliği açısından ne gibi avantajlar sağlıyor. Gerçi, geçtiğimiz aylarda Savunma Bakanlığı’na bağlı TNT atölyesinde sendikalı işçilerin ölümüne tanıklık ettik. Bir kamu kurumunda yaşanan iş cinayetinin nasıl bir anlamı var?

- En yetersiz örgütlenme bile örgütsüzlükten iyidir. Ancak nasıl bir örgütlenme sorusu önemli. Ne yazık ki 12 Eylül sonrası sendikal örgütlenme bir toplumsal denetim işlevi görmekte. Sendikacı diye bir meslek icat oldu. Bu soru ve türevleriyle çok karşılaşıyoruz. Sorun salt sendikalı olmak değil, işçilerin örgütlü olmasıdır. Çünkü sorunun muhatabı bizzat işçilerdir ve çözüm de onların ellerindedir. Sendikalar da bu anlamda bir araç olabilir.

Ne yazık ki sendikal örgütlenmenin gündeminde sağlıklı ve güvenli çalışma koşullarını talep etme sorunu yeterince yer almamaktadır. Toplu iş sözleşmelerinde bazı talepler vardır. Ancak bunlar uygulanmamaktadır. Yine de taşeron, örgütsüz işçilere göre çalışma koşulları görece daha iyidir.

Çalışma Bakanlığı’nın verilerine göre ülkemizde 24 milyon işçi vardır. İşçilerin ise 880 bini sendikalıdır. Ve yine 200 bin civarında işçi toplu sözleşmelerden yararlanmaktadır. Bu sayı dikkat ederseniz yıllar içinde sürekli ve hızlı bir düşüşü göstermektedir.

Bütün bu olumsuzluklara rağmen bazı sendikalarımız özellikle taşeronların örgütlenmesini merkezine alanlar, gerek üyelerinin gerekse tüm işkolunda çalışan işçilerin sağlıklı ve güvenli çalışmalarında görece olumlu adımlar atmaktadırlar. Bu sendikalarımızın işçi sağlığı ve güvenliği sorununu örgütlenmenin ana meselelerinden birisi haline getirmelerinin onları daha da güçlendireceğini düşünmekteyim.

Kırıkkale’deki patlamaya gelince ortada trajik bir durum vardır. İşçilerimizin kimlikleri patlama sonrası ancak DNA testi sonucu belirlenebildi. Hatta hayatını kaybeden işçi sayısında bile 3 mü, 4 mü tereddüdü yaşandı. Arkadaşlarımız Türk Harb-İş Sendikası üyesiydi. Peki, patlama sonrası neler yapıldı? Arkadaşlarımız “şehit” ilan edildi ve toprağa verdik. Arkadaşlarımız örgütlü ve güvenceli! idi. Benzer bir durum Türk Maden-İş üyesi olan ve halen yeraltında bulunan 9 maden işçisi arkadaşımız için de geçerlidir. 10 Şubat’ta cenazelerin göçük altında kalmasının birinci yılı dolacak. 500 çalışandan fazla olan, kamu işçisi, sendikalı, erkek yani en güvenceli olduğu söylenen işçilerin durumu da ortada. İşte güvencesizlik gerçeği tam da bu noktada ortaya çıkmaktadır. Sağlıklı ve güvenli çalışma koşullarının var olan en üst sınırı işçi sınıfının içinde bulunduğu cehennemi gözler önüne sermektedir.

Devletten ve sermayeden
bağımsız politika”

- Tüm bu süreçte meclis nerede duruyor? Meclisin önünde nasıl bir planlama var ve tüm bu tablo içerisinde nasıl bir yerde duruyor?

- Türkiye’nin dört bir yanında her gün işçiler can güvenliği olmadan çalışıyor ve sağlıklarını, hayatlarını kaybediyorlar. Geçtiğimiz yıllarda Davutpaşa patlaması, Tuzla tersaneleri, madenler ve kot kumlama; en öne çıkan örnekleri oluşturdu. Diğer yandan bu alanlarda emek ve meslek örgütlerinin verdikleri mücadeleler de işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunun somutlaşmış örnekleri olmaya başladı.

Bu noktada 2010 yılının Eylül ayında DİSK İstanbul Merkez Temsilciliği, KESK İstanbul Şubeler Platformu, TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulu ve İstanbul Tabip Odası’nın çağrıcılığında “İşçi Sağlığı Çalışma Grubu” oluşturuldu. 2010 yılının sonunda Çalışma Grubu’nun birçok akademisyen, basın emekçisi, sosyal bilimci, işçi aileleri gibi farklı kesimlerle görüşmeleri sonucu, iş cinayetlerinden etkilenenlerin, konuya dair söyleyecek / yapacak bir şeyleri olanların da katılabileceği daha geniş bir zeminin kurulması gündeme geldi. Böylece işçilerin, doktorların, mühendislerin, işçi ailelerinin, avukatların, iş müfettişlerinin, akademisyenlerin, gazetecilerin ve sosyal bilimcilerin; kurumsal temsilin esas alındığı ancak bireysel olarak da katılımlarının gerçekleşebileceği, sorunlarını gündemleştireceği bir “İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi” fikri ortaya kondu.

Meclis koordinasyonunun sağlanması, iş cinayetlerini kayıt altına almak, olası riskli bölgelere dikkat çekmek, yapılabilecekleri ortaya koymak için www.guvenlicalisma.org / www.yanginkulesi.org isimli bir internet sitesi oluşturduk. Yine her ay başında bir ay evvelki iş cinayetlerini kamuoyu ile paylaştığımız değerlendirmeleri alanlarda gerçekleştirdik. Ayrıca Tuzla’da bir kimya tesisindeki patlama ve Kağıthane’de inşaatta zehirlenme gibi gelişmelerde olay yerlerine giderek yaşananları tespit ettik ve gerekli girişimlerde bulunmaya çalıştık.

Önümüzde attığımız mütevazı adımları süreklileştirme ve bileşenlerimizin daha aktif olarak çözümün bir parçası olmasını sağlamak gibi görevler bulunmaktadır. Bu noktada özellikle işçi örgütlerinin katılımını daha yoğunlaştırmayı istiyoruz. Ayrıca sürecin bizzat tarafı olan işçi ailelerinin daha organize bir biçimde örgütlenmesi gerekiyor.

Daha evvel dediğim gibi, devletten ve sermayeden bağımsız bir işçi sağlığı ve güvenliği politikası oluşturulmalı ve kurumsallaştırılmalı. İstanbul’da yapmak istediğimiz tam da bunun gerçekleştirilmesi için bir fiili durum oluşturmak… Bu mücadele işçi sınıfının üretim sürecinin tek belirleyeni olacağı zamana kadar devam edecektir.

Kızıl Bayrak / İstanbul