05 Kasım 2010
Sayı: SİKB 2010/43

 Kızıl Bayrak'tan
Sınıfın birleşik mücadele ihtiyacı ve
bazı girişimler üzerine
Kürt sorununa düzen içi çözüm arayışları sürüyor
Ankara’daki işbirlikçiler emperyalist/siyonist güçlere ‘kalkan’ olma yolunda
Sermayeye kaynak emekçiye
sefalet bütçesi!.
“Alaattin’i katledenlerden
hesap soracağız!”
Polis katlediyor
yargı aklıyor!.
İzmir Sendikalar Birliği Çalıştayı gerçekleşti
İzmir Sendikalar Birliği ve hareketin ihtiyaçları
Katılımcılarla sınıf hareketi ve İzmir Sendikalar Birliği
üzerine konuştuk
Akdeniz Çivi işçileri sendika hakkı için direnişte!.
Mutaş’ta fabrika işgali sona erdi!
Satışa geçit vermemek için mücadele barikatlarına!
Metal İşçileri Birliği Merkezi Yürütme Kurulu Kasım Ayı
Toplantısı Sonuçları
BETESAN işçisi
direnişin simgesi..
BETESAN direnişinin sesi Taksim’de yankılandı
İşçi ve emekçi hareketinden..
Zam soygunu toplu taşımayla devam ediyor
6 Kasım eylem ve
etkinliklerinden.
YTÜ’de yaşananlar üzerine..
BP’nin suç ortağı Halliburton.
Türban, kadınlar üzerinde baskı ve köleliğin simgesidir…
“Zorunlu din dersleri
Hapishaneler düzenin aynasıdır
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kürt sorununa düzen içi çözüm arayışları sürüyor...

Özgürlük, eşitlik, gönüllü birlik için sosyalizm!

İmralı-Kandil hattındaki trafikte son günlerde gözlenen yoğunluk, Kürt hareketi ile devlet arasındaki görüşmelerde yeni bir noktaya ulaşıldığını haber veriyordu. AKP şefi Tayyip Erdoğan ve müritleri “teröre karşı savaş kararlılığı” üzerine nutuklar atarken, “devlet benimle görüşmezse 31 Ekim’den sonra çekileceğim” restini çeken Abdullah Öcalan ile devlet görevlilerinin İmralı’daki görüşmeleri sürüyordu. Görünen o ki, düne kadar “teröristlerle görüşmeyiz” söylemini diline dolayan Amerikancı rejimin efendileri, geri adım atmak zorunda kaldılar.

PKK’nin ateşkesi 2011’de yapılacak seçimlere kadar uzatması, devletin Öcalan’la yürüttüğü görüşmelerin bu aşamada sonuç verdiğine işaret sayılmalıdır. Nitekim Kandil’den yapılan açıklamada da, ateşkesin uzatılması kararının Öcalan’ın isteği ile alındığı ifade edildi.

Irkçı-inkarcı zihniyet geri adım attı!

PKK liderlerinin, Aysel Tuğluk’un Abdullah Öcalan’la yapacağı görüşmenin ardından açıklama yapması bekleniyordu. Oysa açıklama söz konusu görüşme gerçekleşmeden önce yapıldı. Bu da devletin İmralı-Kandil arasında dolaysız görüşme kanalı sağladığına işaret sayıldı. Farklı kişiler tarafından dile getirilen bu durum resmen de kabul edilmiş görünüyor.

Bu arada İmralı dönüşünde Aysel Tuğluk’un yaptığı açıklama da bunu doğruluyor: “Abdullah Öcalan, devlet yetkilileriyle çok ciddi ve önemli bir görüşme yaptığını ve bir nevi diyalog sürecinden müzakere sürecine geçildiğini ifade etti. Bununla bağlantılı olarak olumlu gelişmenin aslında devletin çözümden ve barıştan yana bir süreci devam ettirmek istediğini, ancak bu sürecin önündeki engelin siyaset olduğunu söyledi. AKP, CHP ve MHP’nin bu sürecin çözüme dönüşmesi konusunda sorumluluklarını yerine getirmediğini dile getirdi.”

Irkçı-inkarcı zihniyetle malul bir devletin bu noktaya gelmesi, belli sınırlar içinde yeni bir duruma işaret ediyor. Ancak veriler, bu adımın bir zihniyet değişikliğinden değil, zorunluluktan atıldığına işaret ediyor. Emperyalist merkezlerin Kürt sorununa iğreti bir çözüm talep etmeleri, gittikçe palazlanan sermayenin bölgesel çapta daha rahat hareket etme ihtiyacı, daha önemlisi, kirli savaşa, katliamlara, pek çok provokasyona rağmen, Kürt halkının ulusal eşitlik ve özgürlük mücadelesinde iradesinin kırılamamış olması, düzenin efendilerine bu geri adımı atmak zorunda bırakmıştır. Elbette bunlar kadar önem taşıyan bir diğer nokta, AKP’nin seçimlere kadar zaman kazanma ihtiyacıdır. Çatışmaların sürmesi, böylece şovenizmin tırmanması, AKP’nin seçimlerde oy kaybetmesine yolaçacaktır.

Kürt sorununun çözümü konusunda atılmış somut bir adımdan söz etmek mümkün olmasa da, “terörist başı” söylemiyle ırkçı-şovenizmi kışkırtanların, Abdullah Öcalan’la açıkça görüşmelere başlamak zorunda kalmaları, ezilen halkların direnme iradesinin, en zorba rejimlere bile geri adım attırabileceğinin bir kez daha kanıtlanması anlamına geliyor.

Kürt hareketinin açmazı

Devlet ile Kürt hareketi arasındaki görüşmelerin eskiye dayandığı sayısız açıklama üzerinden biliniyor. Gelinen yerde ise görüşmeler resmen kabul edilmiş oldu. Bu durum, Kürt hareketinin liderleri ile özellikle medyada konumlanan sermayenin liberal sözcülerini umutlandırmış görünüyor. Çünkü Kürt hareketi, sistem içi çözüm çizgisine oturduktan sonra, tüm politikalarını devletin bu adımı atmasına bağlamıştı. Artık tek muhatap, katletse de, yakıp yıksa da, sözde açılımlarını Kürt hareketinin tasfiyesi üzerinden gerçekleştirmeye çalışsa da, devletti. Devletin nihayet bu noktaya gelmek zorunda kalması Kürt hareketinin taktik başarısı sayılabilir.

Bununla birlikte Kürt siyasal güçleri, özellikle PKK liderleri rahat değiller. Zira karşılarındaki gücün kimliğini iyi tanıyorlar. Nitekim ANF’ye mülakat veren PKK liderlerinden Duran Kalkan, Eylül ayında AKP hükümeti ile varılan altı maddelik bir mutabakat sonucunda ateşkes ilan ettiklerini ancak hükümetin hiçbir taahhüde uymadığını dile getirerek, devlete duyduğu güvensizliğin altını çizmiştir.

Kalkan, “Altı konuda AKP tarafından taahhüt edilen, BDP’yle görüşmelerde adeta taahhüt edilen, izlenim olarak verilen şeyler yerine getirilmemiştir. Tarafların uymak ve uygulamak üzere birbirine taahhüt ettikleri hususlar vardır. Bizim de hareket olarak taahhüt ettiğimiz hususlar var, devlet yönetiminin de taahhüt ettiği hususlar vardır. Açığa çıktı ki AKP sözünü tutmuyor” sözleriyle, devlete güvenmenin kolay olmadığını vurgulama gereği duymuştur. Benzer kaygıların, PKK tarafından İmralı’ya gönderilen mektupta da dile getirildiği ifade edilmektedir.

Kürt hareketinin liderleri devlete güvenmiyor, ancak güvenmek istiyor. Zira düzen içi çözüme odaklanmak, devlete güvenmeyi kaçınılmaz kılıyor. Oysa karşılarında bir kirli savaş devleti var, dahası bu devletin fırsatını bulduğunda arkadan hançerleyecek karakterde olduğu da bir sır değil. Bu ikilem, Kürt hareketinin en önemli açmazlarından birini oluşturuyor.

Irkçı-inkarcı rejim Sri Lanka rejimine özeniyor

Kürt sorununu çözmeye değil Kürt hareketini tasfiye etmeye odaklanan Amerikancı rejimin ve icracısı AKP hükümetinin, özelde Kürt halkına genelde ezilen halklara yaklaşımında zerre kadar bir değişiklikten söz etmek mümkün değildir. Örneğin PKK’nin ateşkesi uzattığını açıklamasından sonra, dış ilişkilerden sorumlu AKP Genel Başkan Yardımcısı olan ve Kürt sorununda Erdoğan’ın “akıl hocası” kabul edilen Ömer Çelik’in medyanın karşısına çıkarak, “Hükümet PKK ile pazarlık yapmaz. PKK’nın süre vermiş olması, hükümet çalışmalarını etkilemez” sözlerini sarf etmesi, Kürt halkının nasıl bir rejimle karşı karşıya bulunduğunu gözler önüne sermektedir.

PKK ile görüşmeleri resmen kabul etmelerine rağmen, Sri Lanka rejiminin Tamil halkına karşı giriştiği vahşi katliama özenen AKP şefleri, hem devletin hem dinci gericiliğin zihniyeti hakkında fikir veriyor. Hükümet sözcüsü Cemil Çiçek, PKK ile Tamil Kaplanları arasında ilişki olduğunu iddia ederek, “Sri Lanka’nın Tamillere yaptığını Kürtlere yapmak gerek” demeye getiriyor.

Bu açıklama, 1938’de Dersim halkını yediden yetmişe ayrım gözetmeksizin katleden devlet zihniyetindeki sürekliliğin çarpıcı bir göstergesidir. Zira Sri Lanka’da Tamil sorunu çözülmemiş, bu zorba rejimin savaş makinesi, Hindistan ve emperyalist güçlerden de onay alarak, Tamil halkına karşı vahşi bir katliam gerçekleştirmiştir. 300 bine yakın Tamil yerinden yurdundan edilirken, yarısından fazlası sivil 15 bine yakın insan katledilmiştir.

İşte dinci gericiliğin şeflerinden Cemil Çiçek Kürt sorununa böyle bir “çözüm” arzuluyor. Bu zihniyete göre devlet, 1938’de Dersim halkına yaptığını bugün de yapabilseydi, bu “iyi bir çözüm” olurdu. Bugün “Tamil çözümü”nü hayata geçiremiyorlarsa, bunun temel nedeni hem uluslararası hem bölgesel durumun buna uygun olmamasıdır.

Özgürlük ve eşitlik sosyalizmde!

Amerikancı rejimin Kürt sorunundan kurtulmak istediğine kuşku yok. Ancak Kürt hareketini tasfiye etmeye odaklanan devletin hedefi, soruna çözüm getirmek değil bir takım kırıntılarla yatıştırmaktır. Buna karşın, sınırlı bir çözüm iyi-kötü gerçekleşse bile, Kürt işçi ve emekçilerinin sömürü ve kölelik düzeni kapitalizmin bekçisi olan devletle barışabilmeleri mümkün değildir. Zira bu sınırlarda bir çözüm sınıfsal baskı ve sömürüye dokunmayacağı gibi, ulusal baskı ortadan kalkmayacak, daha incelikli biçimlerde sürecektir.

Baskıya, sömürüye, ayrımcılığa, köleliği karşı demokratik hak ve özgürlükler mücadelesinin hayati önemi yeterince açıktır. Ancak her tür baskı, sömürü ve ayrımcılığın esas kaynağı olan kapitalizmi hedef almayan bir mücadelenin sağlayacağı kazanımlar son derece dar ve iğreti kalacaktır.

Ulusal, etnik, dinsel kimliğinden bağımsız olarak, Türkiye işçi sınıfı ile emekçilerinin özgürlük, eşitlit, gönüllü birlik içinde yaşayabileceği koşulları ancak, her tür sömürü, baskı ve köleliği ortadan kaldıracak olan sosyalist sistem sağlayabilir.