4 Aralık 2009
Sayı: SİKB 2009/46

  Kızıl Bayrak'tan
  Devrimci bir çıkışın
artan imkanları ve görevler.
  TKİP MK’nın Alaattin Karadağ yoldaşın katledilmesine ilişkin açıklaması.
Alaattin Karadağ cinayeti polis-yargı işbirliğiyle örtbas edilmeye çalışılıyor!
Alaattin Karadağ çeşitli illerde gerçekleştirilen eylemlerle anıldı.
Kazanana kadar grev,
kazanana kadar mücadele!
  Kamu emekçileri GREV’e çıktı,
hayat durdu!..
  Şovenist saldırganlığa karşı
birleşik mücadele!
  Kürdistan’da sokak gösterileri ve
dizginsiz devlet terörü
  Dünyaya gururla bakan proleter devrimci Alaattin yoldaşa..
  Alaattin Karadağ (Nurettin) yoldaşın Parti üyeliği başvurusu
  Alaattin Karadağ’a
yoldaşlarından
  III. Parti Kongresi kitlesel bir coşkuyla selamlandı!
  Kapitalist kriz tipleri IV
- Volkan Yaraşır
  Metal İşçileri Kurultayı
gerçekleştirildi!
  Metal İşçileri Kurultayı
Sonuç Bildirgesi
  Ulusal soruna devrimci yaklaşımın paradoksları - 3 - M. Can Yüce.
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Şovenist saldırganlığa
karşı birleşik mücadele!

Sömürgeci sermaye devleti, son günlerde ırkçı-şoven histeriyi yeniden körüklemeye başladı. İzmir’de DTP konvoyuna yönelik saldırıdan birkaç gün sonra, Kürtler’e yönelik yeni bir linç girişimi Çanakkale’nin Bayramiç ilçesinde yaşandı. 2 bini aşkın Bayramiçli, önce “kız meselesi nedeniyle kavga ettikleri için” ifadeleri alınmak üzere karakola getirilen üç Kürt gencinin kendilerine verilmesi için karakolu kuşattı ardından da Kürtler’in yaşadığı Harmanlık Mahallesi’ne doğru yürüyerek evlere saldırdı. Kürtler’in ilçeyi terketmesini istedi. Dikkat çeken nokta, son dört yıl içinde sonuncular da dahil gerçekleşen tüm faşist linç girişimlerinin en belirgin özelliği, baştan sona planlı biçimde ve polisle işbirliği içinde gerçekleşmesidir.

Özellikle belirtilmelidir ki, son yaşanan insanlık dışı linç girişimlerinin kendisi kadar iğrenç olan şey burjuva medyanın bu haberleri veriş biçimidir. Yaşananları masum bir “protesto” olarak göstermeye çalışan burjuva medyaya göre, birkaç yüz faşistin “Kürtler dışarı!” ve “Şehitler ölmez, vatan bölünmez!” sloganları eşliğinde başlattığı ve kısa süre içinde kitlesel bir pogrom girişimine dönüşen saldırı, son derece masum bir “tepki”den ibarettir(!) 

Tüm bu yaşananlar, uzunca bir süredir uygulanan Kürt halkına yönelik “topyekûn savaş planı”nın sonuçlarıyla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Dün Trabzon’da, Bursa’da, Seferihisar’da, Cunda’da, Altınova’da; bugün İzmir ve Bayramiç’te yaşanan provakasyon girişimleri, “üç-beş kendini bilmez ülkücünün işi” olarak değerlendirilemez. “Tahrik edilen vatandaş tepkisi” yalanı da hayli bayatlamış durumda. Burada gözden yitirilmemesi gereken nokta, adım adım yaratılan linç atmosferi ve onu şekillendirenlerin doğabilecek sonuçları göze alma gerçeğidir.

Kürt halkının haklı ve meşru talepleri uğruna yürüttüğü mücadeleyi “terör ve bölücülük” olarak sunan ve yıllarca kirli savaşla onun üzerine giden sömürgeci sermaye devleti, yaklaşık 2005’ten bu yana, kolluk güçlerinin yetersiz kaldığı noktada son marifetlerini İzmir’de ve Bayramiç’te gördüğümüz şoven “sivil dalga”yı kullandı. Devreye sokulacak en son koz, Türk halkını da imha, inkâr ve asimilasyonda ifadesini bulan kirli politikalarının doğrudan bir parçası haline getirmekti ve hazırlıklar da doğrudan “linç atmosferi”ne yapılmaya başlandı.

Kabul edilmelidir ki, ırkçı-şovenist takımı güçlü bir devrimci alternatifin olmadığı koşullarda ülke çapında gerçekten bölücü bir “fay hattı”nı şekillendirmeyi, aynı anlama gelmek üzere Kürt halkı ile sömürülen işçi ve emekçileri birbirinden uzaklaştırmayı ne yazık ki belli ölçüde başardılar. Elbette Kürt hareketinin düzen içi çözümlere odaklanması da, sermaye rejiminin bu başarısını kolaylaştırmıştır. Öyle ki, bugün en basit sıradan olaylar bile bir anda boyutlanarak tam bir Kürt lincine dönüştürülebiliyor.

Öyle anlaşılıyor ki, sömürgeci sermaye devleti bu tür faşist-şovenist kışkırtmalardan, Kürtler’i “hizaya getirme”de yararlanma hesabı içindedir. O, tüm bunları Kürt hareketini ve onun üzerinden de asıl olarak da Kürt halkını ehlileştirip terbiye etmenin aracı olarak kullanıyor. Kürt hareketine ve Kürt halkına “toplumsal hissiyatı hesaba katın” diyerek yaşanacak kanlı bir pogromla açıkça tehdit ediyor. Ancak bu, her an denetim dışına çıkarak iki halk arasında çatışmalara yol açabilecek, son derece tehlikeli bir oyundur.

Kuşkusuz ki,  “topyekûn savaş konsepti”nin bir ayağını MHP-CHP şoven ittifakı oluştururken, diğer ayağını da linç iklimini koşullayan Kürt düşmanı milliyetçilikten kopmamaya özen gösteren “açılım”cı AKP oluşturuyor. Başbakan Erdoğan açıkça linçleri teşvik ederek kitleleri kışkırtıyor. Son yaşanan linç girişimleri, “duyarlı vatandaş tepkisi” masalının yalnızca Türk şovenistlerinin elinde Kürt halkına yönelik linç kampanyasını haklı çıkarmada kullanılmadığını; “demokratik açılımcı” hükümetin de yeri geldiğinde aynı argümana sarıldığını gösteriyor.

İzmir’deki linç saldırısının hemen ardından şöyle diyor Erdoğan: “Bir partinin otobüsünde veya konvoyunun içinde terör örgütünün bayrakları olursa, bölücü terörist başının posterleri olursa, buna sıcak bakmak mümkün değildir.” Elbette bu sözler, sarı-kırmızı-yeşil renkli flama, ya da Öcalan’a ait bir poster gördüğünüzde istediğinizi yapabilirsiniz anlamına geliyor.

Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, linç saldırısını sahiplenip linç güruhunu koruduğu yetmezmiş gibi DTP’yi de açıktan tehdit ederek şunları söylüyor: “Böyle bir ortamda kente PKK bayraklarıyla, terörist başının posterleriyle, sloganlarıyla, terörist kıyafetleriyle girmek açıkça tahriktir.” Kürt halkının ulusal kimliği, dili, kültürü inkâr edilirken, her türlü baskı, terör, katliamı uygulanırken yapılan tahrik olmuyor, fakat Kürt halkı kimliğini isteyince tahrik  oluveriyor!

Bugün sermaye devleti, Türk ve Kürt halkını karşı karşıya getirme ve ikincisini kırıntı düzeyinde birkaç ödün vererek teslim alma üzerine kurulu bir politikanın dışına çıkamıyor.

 “Kürt açılımı” politikasıyla sermaye devleti, soruna 80 küsur yıldır inkâr edilen Kürt halkının eşit haklarının kabulüne dayalı bir çözüm öngörmemesi bir yana, attığı her adımı Kürt hareketini etkisizleştirme ve sorunun çözümünde inisiyatifi ele alma hesaplarıyla atıyor. Sermaye devletinin onlarca yıl süren geleneksel imha, inkâr ve asimilasyon politikalarının beslediği şovenizmin yanısıra politik hesaplar temelinde takındığı inişli-çıkışlı, çelişkili son “açılım” politikaları da ırkçı kışkırtmalara ve linç girişimlerine zemin hazırlıyor.

Irkçı-şoven histeriyi yayan gerici rejim, işçi sınıfı ile ezilen Kürt halkını karşı karşıya getirmeye çalışmaktadır. Bunun yanısıra da her iki tarafa, yani hem işçi ve emekçilere hem Kürt halkına saldırmaktadır. Bu koşullarda sömürü ve kölelikten kurtulmak isteyen işçi sınıfı ve emekçilerin kaderi ile ulusal baskı ve zulümden kurtulmak isteyen Kürt halkının kaderi arasındaki bağ daha da sıkılaşmıştır. Zira hem sınıfsal hem ulusal baskının kaynağı aynıdır; işbirlikçi sermaye düzeni!

Unutulmasın ki, Türkiye işçi sınıfı ile emekçilerinin, “İşçilerin birliği halkların kardeşliği!” şiarını ete-kemiğe büründürmeden sermaye ile hesaplaşması ne kadar zorsa, ezilen Kürt halkının emekçi kesimlerinin Türk sermaye devletinden veya emperyalist güç odaklarından çözüm beklemesi de o kadar ham bir hayaldir.

Ezilen Kürt halkının mücadelesiyle enternasyonal dayanışmaya girmediği sürece, işçi sınıfının kendi burjuvazisine karşı mücadelesi zayıf kalacaktır. Ezilen Kürt halkı da, düzen içi çözümlerden medet umduğu sürece işçi sınıfı ile araya belli bir mesafe koyacak, bu ise kurtuluşunu geciktirmekten başka bir işe yaramayacaktır. On yıldır içte sermaye devletine dışta emperyalist güçlere kendini kabul ettirmek için teslimiyetçi bir çizgi izleyen Kürt hareketinin Türk sermaye devletinin ırkçı-inkârcı politikasında zerre kadar bir değişiklik sağlamayı başaramaması, burjuvazinin ya da emperyalist güçlerin ezilen halkların sorunlarına gerçek bir çözüm üretmelerinin mümkün olmadığını bir kez daha kanıtlamıştır.

Ülke atmosferini zehirleyen bu linç ve pogrom kültürüne son verebilmek için ilerici ve devrimci güçlerin, işçi sınıfı ve emekçilerin, ezilen Kürt halkının ortak mücadelesi şarttır. Bu mücadele, rejimin demokratik hak ve özgürlükleri ortadan kaldırmaya hazırlanan saldırılarını püskürtmeyi de hedeflemelidir. Şovenizm zehrini dağıtmak için olduğu kadar, kapitalist sömürü ve baskıya, emperyalist saldırganlık ve tahakküme karşı mücadelede de işçi sınıfı ile ezilen Kürt halkının emekçi kesimlerinin çıkarları ortaktır. Bu güçlerin mücadele birliğinin sağlanması, ırkçı-şoven histeriyi dağıtma yönünde atılmış önemli bir adımı olacaktır.