02 Ekim 2009
Sayı: SİKB 2009/38

  Kızıl Bayrak'tan
  İMF-DB zirvesi ve emek örgütlerinin tutumu
  Keskinleşen emperyalist rekabet ve sonuçsuz kalan işbirliği arayışları
G-20 Zirvesi gerçekleşti...
Sermaye devleti “Alevi açılımı” adı altında Alevi işçi-emekçilerini aldatmaya çalışı
Emperyalist haydutlardan hesap sormak için sokağa, eyleme!
  Devlet emperyalist haydutları baskı ve terörle korumaya hazırlanıyor...
  Haydutlar zirvesine karşı sokaklar ısınıyor!
  Entes direniş güncesinden...
  İşçi ve emekçi hareketinden.
  Üniversitelerde devrimci faaliyetlerden....
  Demokrasi mücadelesi ve Kürt sorunu/4
  10. Ulaşım Şurası İstanbul’da toplandı...
  Güven Elektrik’teki sendikal örgütlenme deneyimi üzerine…
  Ulucanlar direnişinin 10. yılında 10 kızıl yıldızımızı selamladık!..
  “Zere ve hasta tutsaklara özgürlük!” eylemleri sürüyor...
  Barack Obama
siyonist şeflerle aynı safta!
  Honduras halkı askeri
diktatörlüğe meydan okuyor!
  Sermayenin saldırılarına karşı
her yerde eylem ve direniş!
  Şovenizm ve demokrasi kültürü
M. Can Yüce
  Habip yoldaş devrim ve sosyalizm davamızda yaşıyor!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Habip yoldaş devrim ve
sosyalizm davamızda yaşıyor!

 

Etrafında çimenlerle bezeli tarlaların bulunduğu toprak bir yoldur yürünen. Biraz engebeli ve dar. Ama bir o kadar geniş ve ferah! Toprak yol hiç bitmeyecekmiş gibi uzayıp gider öylece. Sanki her yere bu yolla varılırmış gibi gelir üstünde yürüyenlere. Bu uzun yolun az ilerde sola doğru kıvrılan bir kolu vardır. İlkine göre daha dar ve kısa. Bir yanında uzun selvi ağaçları diğer yanındaysa az önceki çimenli tarla. Bu yol dümdüz uzayıp gider ve bitiverir. Birdenbire küçük köprü çıkar yolun bittiği yerde. Köprünün diğer ucunda, işte tam orada, sol köşede, bir mezar vardır! Etrafında demir parmaklıklar yükselir bu mezarın, düşmanlara kilitli, dostlara ise her daim açık! İşte Habip yoldaşın mezarı!

Bu yolda kızıl bir kortej yürüyor Ulucanlar katliamının 10. yıl dönümünde. Kızıl bayraklar rüzgarla dalgalanırken, onlarca göğsü dolduran nefeslerin “Yeni Ekimler için ileri!” haykırışları ötelerden haber ulaştırıyor bu mezara. Kızıl kortej yürüyor ve duruşuyla, disipliniyle, gür sloganlarıyla selamlıyor Habip yoldaşı! Kızıl kortejin sesi gittikçe yakınlaşıyor, gürleşiyor… Korteje doğa da eşlik ediyor, bağrına Habip yoldaşın bedenini alan toprak, övüncünden kabarıyor ve bu sıcak İzmir gününde çatlıyor! Uzun selvi ağaçları ise, bu yiğit devrimciyi ve onun yoldaşlarını rüzgarın yardımıyla hafifçe eğilerek selamlıyor! Ve rüzgar; öyle güçlü esiyor ki, kızıl bayraklar onun esişiyle mavi gökyüzünde el sallıyorlar uzaktan Habip’e! Habip yoldaşın yanına gelindiğinde ise sıkılı yumruklar kalkıyor havaya, dalgalanan kızıl bayrakların arasında göğe yükseliyor. Bakışlar bir noktada kilitleniyor, ufukta! Kulaklarda mücadeleye çağıran bir şiirin dizeleri çınlıyor! Ardından sloganlar haykırılıyor bir kez, bir kez daha!

Yoldaşları Habip’in, onu anlatıyorlar. Ulucanlar katliamını anlatıyorlar.  Devletin topla, tüfekle yaptığı saldırıya karşı yürekleriyle savaşan devrimcileri anlatıyorlar. Habip’i, Ümit’i anlatıyorlar, sınıfın komünist partisinin özü ve özeti olan iki yiğit yoldaşı. Onlar anlattıkça kızıl bayraklar dalgalanıyor, onlar anlattıkça, yürekler partiye olan bağlılıkla kamçılanıyor. Onlar anlattıkça yumruklar öfkeyle sıkılıyor, sese ses katılıyor! Ve tam o anda, Habip’in tasfiyecilere verdiği cevap dillenirken, yoldaşın partiye bağlılığı ve özgüveni sözcüklere dökülürken daha da güçlü esiyor rüzgar… Mezarın yanı başında toplanan yoldaşları Habip’in, hissediyorlar onu yanı başlarında!

Ve şiirler okunuyor. Devrim ve sosyalizm sloganlarıyla yükselen sesler; bir bir sözcükleri, dizeleri sıralıyor arka arkaya… Kah yavaşlıyor, kah yükseliyor sesler. Zafere olan inanç haykırılıyor bir kez daha. Ve işte Habip’in en sevdiği türküyü söylüyorlar yoldaşları hep bir ağızdan.

Drama köprüsü, Hasan, dardır geçilmez, bre Hasan, dardır geçilmez / Soğuktur suları da, Hasan, bir tas içilmez / Anadan geçilir, Hasan, yardan geçilmez, bre Hasan, yardan geçilmez / At martini de, bre Hasan dağlar inlesin / Drama mahpusunda hasan dostlar dinlesin…

Ve ardından yoldaşları, tekrar yumruklarını kaldırıp göğe marşlarını söylüyorlar, tok sesleriyle! Ve söz veriyorlar yoldaşlarına tekrar, “leke sürmeden ellerimize devrettiğiniz kızıl bayrağa leke sürmeyeceğiz ve bulunduğumuz her yerde en önde dalgalandıracağız!” diye.

 Ayrılmadan yoldaşın mezarının yanından, son dokunuşlar soğuk mezar taşına. Sularla yıkanıyor, düzeltiliyor, çiçeklere su veriliyor. Karanfiller konuyor resminin yanına! Yoldaşları Habip’in gözlerinden sakınırcasına bakıyorlar ona… Ve son kez “Yeni Ekimler için ileri!” haykırışlarıyla vedalaşıyorlar. Son vedalaşma değil elbet bu; Habip yoldaşla sabah servis duraklarında metal işçilerinin nasırlı ellerine bildirileri uzattıktan hemen sonra selamlaşılıyor mesela. Durağın yanındaki duvarda bulunan, artık uzamış otların arasından görülen “Yaşasın 1 Mayıs! Yaşasın bütün işçilerin birliği! / EKİM” yazılamasıyla!

İki yanında çimenli tarlalar bulunan bu yolda devrimden sonra yine kızıl kortejler yürüyecek! Bu kez müjdeli haberi iletecekler yoldaşın mezarına. Ve yine doğa kurtuluşu müjdeleyen bu korteje eşlik edecek. Kızıl bayraklar yine dalgalanacak ve zafere dair ezgiler göğe yükselecek. Sol köşede bulunan mezarda yatan yiğit devrimci, sınıfın komünist partisinin önder kadrolarından biri olan ve onu yaşamıyla ve ölümüne direnişiyle cisimleştiren Habip yoldaş da olacak bu kortejde! En önde; Ümit’le, Hatice’yle ve Hüseyin’le beraber yürüyor olacak!

İzmir’den bir genç komünist

 

Erdoğan’dan öğrencilere nasihatlar!

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Dokuz Eylül Üniversitesi’nin (DEÜ) yeni akademik yılı açılış törenlerine katılarak burada bir konuşma yaptı. Akademik sorunlardan ziyade ülke gündemine, G-20, İMF ve ekonomik krize değinen Erdoğan, üniversite öğrencilerine nasihat vermekten de geri durmadı.

Konuşmasına üniversite kampüsünün dağınıklığından bahsederek başlayan Erdoğan, bu tablodan rahatsız olduğunu ve tüm bölümlerin büyük bir kampüs içerisinde bir araya getirilmesinin gerektiğini söyledi. Neoliberal politikaların bir numaralı uygulayıcısı olan AKP’nin eğitimden sağlığa her tür hizmeti ticarileştirmeye çalıştığı biliniyor. Okul arazilerine dahi göz diken ve buldukları tüm alanları ranta açmaya çalışan bu talancıların baş şefi Erdoğan’ın Dokuz Eylül Üniversitesi’ne dair sarf ettiği sözler ise hayli manidar.

Ne AKP’nin ne de genel olarak kapitalist devletlerin üniversiteleri birleştirmek gibi bir kaygıları olmadığı açık. Üniversiteleri parçalayarak gençlik hareketinde ortaya çıkabilecek yükselişlerin önüne geçmeyi amaçlayan sermaye uşaklarının üniversitelerin yalnızca mekansal olarak değil yönetim olarak da bölünmesi üzerine kafa yordukları biliniyor. Durum böyleyken Erdoğan’ın açıklamaları Dokuz Eylül Üniversitesi’nin mevcut konumu üzerine çeşitli hesaplar yapıldığını düşündürüyor.

Üniversitelilere “şükür” nasihati!

Erdoğan’ın konuşmasında önemli bir vurgu ise işsizlik sorununa ayrıldı. “Kasımpaşalı” üslubuna bürünerek “Her üniversiteyi bitiren veya tüm halk iş sahibi olur diye bir kural yok” diyen Erdoğan, ABD ve İspanya gibi çeşitli ülkeleri örnek göstererek işsizliğin adeta “normal” olduğunu savundu. ABD’de %8, İspanya’da ise %18 işsizlik olduğunu söyleyen Erdoğan, Türkiye’nin %13 işsizlik oranını doğal karşıladığını belirtmiş oldu.

Kapitalizmin yapısal krizinin etkileri derinleştikçe işsizliğin tırmanması, üniversite mezunları arasında da işsizlik oranının hayli yükselmesi sıkça gündeme gelmekte. Ancak bunun sorumlusu yalnızca kriz değil, bizzat neoliberal politikalar yani kapitalist sistemin kendisidir. Eğitimi metaya dönüştüren, öğrenciyi müşteri gören, parası olmayana kalitesiz eğitim vermeyi doğal karşılayan bir sistemin, üniversite mezunlarının işsiz kalmasını da doğal karşılaması şaşırtıcı olmasa gerek. AKP şefinin sözleri ise bir kez daha demagojiye başvurarak suyu bulandırmaktan, popülist söylemlerle göz boyamaktan başka anlam taşımıyor.

Özgür düşünceler filizlenmeliymiş!..

Erdoğan, kampüste yaptığı konuşmada özgür düşünceden, bilimsel eğitimden de dem vurdu. “Kütüphanenin nerede olduğunu bilmeden mezun olan öğrenciler”in varlığından bahseden Erdoğan, sözü AKP icraatlarına getirerek Kürt illerine yaptığı eğitim yatırımlarından bahsetti. Üniversite eğitimin niteliğindeki düşüş ortadayken kütüphanesiz, laboratuvarsız tabela üniversiteler açarak icraat yapıyor gibi görünen, özel üniversitelere teşvikler yağdırırken devlet üniversitelerini kendini döndüremeyecek hale getiren neoliberal politikaların savunucusu Erdoğan utanmadı, yine öğrencileri suçladı.

Konuşmasında ikiyüzlüce “üniversiteler özgür düşüncelerin yeşermesi gereken ortamlar olmalı” diyen Erdoğan ABD’deki “demokrasi” ortamını da örnek vermeden edemedi. Erdoğan üniversitelerde her tür politik faaliyeti soruşturmalarla, devlet terörü ile ve faşist saldırılarla karşılayan sanki kendileri değilmiş gibi “özgür düşünce”lerden bahsetti. Tabii ABD örneği verirken orada da geçmişte politikacılara yönelik “çirkin” protestolar yapıldığını ancak bunun geride kaldığını belirtti. Ne de olsa onlar düşünmeyi överken, düşündüğünü söylemeyi ve eyleme geçirmeyi suç sayarlar. Erdoğan’ın sözleri de farklı değil, “özgür düşünün ama tepki vermeyin” işte istenen öğrenci tipolojisi...

Erdoğan’ın DEÜ’de yaptığı konuşma aslında sermaye devletinin üniversiteleri nasıl gördüğünü ve eğitimde ticarileşmenin nelerle sonuçlandığını göstermek için hayli veri barındırıyor. “Kasımpaşalı” üslubu ile üzerleri örtülmeye, demagojilerle çarpıtılmaya çalışılsa da gerçekler orta yerde duruyor. Her geçen gün sermaye yasalarına daha fazla tabi olan, neoliberal uygulamalarla piyasaya açılmaya çalışılan üniversiteler Tayyip gibilerin nutukları arasında sermayenin arka bahçeleri haline geliyor.