02 Ekim 2009
Sayı: SİKB 2009/38

  Kızıl Bayrak'tan
  İMF-DB zirvesi ve emek örgütlerinin tutumu
  Keskinleşen emperyalist rekabet ve sonuçsuz kalan işbirliği arayışları
G-20 Zirvesi gerçekleşti...
Sermaye devleti “Alevi açılımı” adı altında Alevi işçi-emekçilerini aldatmaya çalışı
Emperyalist haydutlardan hesap sormak için sokağa, eyleme!
  Devlet emperyalist haydutları baskı ve terörle korumaya hazırlanıyor...
  Haydutlar zirvesine karşı sokaklar ısınıyor!
  Entes direniş güncesinden...
  İşçi ve emekçi hareketinden.
  Üniversitelerde devrimci faaliyetlerden....
  Demokrasi mücadelesi ve Kürt sorunu/4
  10. Ulaşım Şurası İstanbul’da toplandı...
  Güven Elektrik’teki sendikal örgütlenme deneyimi üzerine…
  Ulucanlar direnişinin 10. yılında 10 kızıl yıldızımızı selamladık!..
  “Zere ve hasta tutsaklara özgürlük!” eylemleri sürüyor...
  Barack Obama
siyonist şeflerle aynı safta!
  Honduras halkı askeri
diktatörlüğe meydan okuyor!
  Sermayenin saldırılarına karşı
her yerde eylem ve direniş!
  Şovenizm ve demokrasi kültürü
M. Can Yüce
  Habip yoldaş devrim ve sosyalizm davamızda yaşıyor!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Barack Obama
siyonist şeflerle aynı safta!

Batı Şeria’daki Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas’la İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’yu görüştüren ABD Başkanı Barack Obama, önem verdiği bu girişimden hiçbir sonuç elde edemedi. Zira siyonist rejimin şefi, temel sorunların görüşülmesi bir yana, yasadışı Yahudi yerleşimleri inşaatını dondurmaya bile yanaşmadı. İsrail başbakanının sergilediği bu fütursuz tutum, siyonistlerin barış görüşmelerinin başlamasından yana oldukları yönündeki vaazların tiksindirici yalanlardan ibaret olduğunu bir kez daha kanıtladı.

Filistin topraklarını gaspetmenin aracı olan Yahudi yerleşimleri, gelinen yerde Batı Şeria’yı bir kalbura çevirmiştir. Dünyada başka örneğine rastlanmayan bu uygulamanın siyonizm destekçileri nezdinde bile bir meşruluğu yok. Yani artık uğursuz “uluslararası toplum” bile Yahudi yerleşimleri inşaatının durdurulmasını temenni ediyor. Zira 1993’te başlayan Oslo Süreci kararlarına göre İsrail Yahudi yerleşimleri inşaatlarını durduracaktı. Oysa aradan geçen 16 yılda Yahudi yerleşimleri iki katına çıkmış bulunuyor.

Barack Obama’nın inisiyatifiyle gerçekleşen üçlü görüşmede siyonist başbakanın takındığı küstah tutum, tüm umutlarını “Amerikan barışı”na bağlayan Mahmud Abbas’ı, “Yahudi yerleşimleri durdurulmadan İsrail’le görüşmeler yeniden başlamayacak” yönünde bir açıklama yapmak durumunda bıraktı.

ABD yönetiminin tersi yöndeki isteğine rağmen siyonist rejimin Yahudi yerleşimleri kurmaya devam etmesi, Obama’nın “çözüm” arayışı yönündeki çabalarına son vermedi; ancak bu defa iğreti bir maske bile takmadan siyonist rejimi açıktan savunarak bu işi yapmak zorunda bıraktı. Daha önce Yahudi yerleşimleri inşasının durması gerektiğini söyleyen Obama ile Beyaz Saray’daki diğer görevliler, üçlü görüşmenin ardından yerleşimlerin sözünü etmezken, Filistin yönetimiyle diğer Arap devletlerinin İsrail’le ilişkileri normalleştirmesi gerektiğini vaaz etmeye başladılar. Yani Tel Aviv’deki ırkçı-siyonist şefler ile Barack Obama’nın söylemi arasında herhangi bir fark kalmamıştır.

Nitekim üçlü görüşmenin ardından New York’ta gerçekleşen BM Genel Kurulu’nda konuşan Obama, Benyamin Netanyahu ile aynı dili kullandı. BM kürsüsünden yaptığı konuşmada ‘Yahudi yerleşimi inşaatlarının dondurulması’ önşartına değinmekten kaçınan Obama’nın, “Artık müzakerelerin başlama vakti gelmiştir” şeklindeki sözleri, siyonistlerle aynı safta olduğunu dünyanın gözleri önüne sermiştir.

BM Genel Kurulu’na katılan Arap liderlerle görüşen ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, İsrail yerleşim inşaatlarını durdurmasa dahi Filistinliler’i masaya oturmaya zorlamak gerektiğini savundu. Bunun için Arap liderlerden hem siyasi hem mali destek isteyen Clinton, Arap ülkelerinin İsrail’le ticari ilişkiler, hava ulaşımı, akademik ve kültürel değişim yoluyla ilişkileri normalleştirmeye girişmeleri gerektiğini vaaz etti.

İşgalci siyonist rejimin icraatlarından söz etmeyen Hillary Clinton’ın Arap liderlerle öne sürdüğü argümanlar, Barack Obama’nın başa geçmesiyle umutlanan kesimleri hayal kırıklığına uğratacak niteliktedir. Zira Clinton’ın argümanlarını savunanların neofaşist çetenin şefi Bush’tan bir farklarının olmadığını anlamak için özel bir çaba harcamaya gerek kalmamıştır.

Bu zihniyete göre siyonist rejim işgal ettiği topraklara yenilerini ekler, yıkım ve katliamlarını sürdürürken, Arap ülkeleri bu rejimle ilişkileri normalleştirmelidir. Irkçı-siyonizmin hamisi emperyalist ABD rejiminin önereceği çözüm de ancak bu kadar olur.

Washington’daki savaş baronları, ABD’nin Ortadoğu planlarının uygulanması önünde ayak bağı olarak gördükleri için, Filistin soruna “çözüm” arıyorlar. İran’ı hedef alan saldırgan söylemlerin tonu sertleşirken, bu arayışın önemi daha da artacaktır. Ancak Obama yönetimi Filistin halkının sorunlarına değil siyonist rejimin isteklerine öncelik verdiğinden, bu “çözüm” arayışı hüsranla sonuçlanmaya mahkumdur.

Belirtmek gerekiyor ki, Filistin halkının sorunlarını çözmek ne ABD’nin ne diğer emperyalist güç odaklarının işidir. Tersine, kalıcı çözüme ulaşmanın yolu siyonizme olduğu kadar emperyalizme karşı da kararlı bir direnişle açılabilir ancak.

 

 

İsrailli Araplar 1 Ekim’de
ırkçılığa karşı genel greve gidiyor!

ABD ile diğer batılı emperyalistlere göre İsrail rejimi, Ortadoğu’nun “tek demokrasisi”dir. Bu zırvayı gerçek sanan batılıların bir kısmı, İsrail’i Avrupa’nın bir parçası görme eğilimindeler.

Oysa kazın ayağı hiç de öyle değil.

İsrail’in siyonist rejimi, ancak ‘90’lı yıllarda yıkılan Güney Afrika’daki Apartheid (ırkçı) rejimi ile kıyaslanabilir niteliktedir. Yani verili durumda İsrail’deki Apartheid rejimi türünün yaşayan tek örneğidir.

Siyonist rejimle her türden destekçi ve yardakçıları, İsrail’deki rejiminin bu çirkin yüzünü teşhir edenleri, “anti-semitizim” (Yahudi düşmanlığı) yapmakla suçlarlar. Bu demagojinin hedefi olmaktan çekinen bazı kesimler gerçeği dile getirmekten geri durabiliyorlar. Bu da ırkçı-siyonistlere “hem suçlu hem güçlü” görünme olanağı sağlıyor.

Bu durum genelde devam etmekle birlikte, Tel Aviv’deki Apartheid rejimi giderek teşhir oluyor. Irkçı-faşist Benyamin Netanyahu hükümetinin pervasız icraatları teşhiri kolaylaştırırken, bunda İsrailli ilerici Yahudiler’in de önemli bir rolü var. Zira İsrail’de egemen olanın bir Apartheid rejimi olduğunu dünyaya ilan eden Yahudiler’i “anti-semitizim”le suçlamanın kimse için bir inandırıcılığı yoktur. Dolayısıyla İsrailli Yahudiler’in bu gerçeği dile getirmesi, daha geniş yankı uyandırabiliyor.

İsrail nüfusunun beşte birini oluşturan Filistinli Araplar’ın 1 Ekim’de ırkçılığa karşı genel greve çıkma kararı almaları, Tel Aviv’deki Apartheid rejiminin dünya nezdinde daha yaygın bir şekilde teşhir olmasına katkı sağlayacaktır.

İsrail rejiminin, Araplar’a “ikinci sınıf vatandaş” muamelesi yaptığı biliniyor. Eğitimden sağlığa, barınmadan çalışma koşullarına, belli görevlere/mevkilere gelişin engellenmesinden yaşam koşullarına, devlet teröründen hukukun çifte standart uygulamasına kadar ırkçılık barizdir. Öyle ki, İsrail parlamentosundaki Arap milletvekilleri de bu ırkçı uygulamalardan nasibini almaktadır.

Apartheid rejiminin başına geçen Benyamin Netanyahu hükümeti, rutin ırkçı uygulamaları yetersiz görüp daha da derinleştirmeye çalışıyor. İsrail’li Araplar’ın genel greve çıkma kararı, hükümetin ırkçı politikaları daha da yaygınlaştırma saldırısına bir tepki olarak gündeme geldi.

Henüz bir yılını doldurmayan Netanyahu hükümetinin öne çıkan ırkçı icraatlarının listesi şimdiden tutulmaya başlandı.

Ulaştırma Bakanı, Israel Katz, yol işaretlerinde yerleşim adlarının sadece İbranice yazılmalarını istedi, böylece Kudüs, Yafa, Nasıra gibi yerleşimlerin Arapça adları silinecek
Bunun yanısıra son zamanlarda İsrail meclisinde teklif edilen kanunlar, “nakba”nın (Filistinliler’in 1948’de yurtlarından edilişleri için kullandıkları kelime) ya da felaketin anılmasını yasadışı ilan etti; vatandaşların bir siyonist devlet olarak İsrail’e sadakat yemini etmelerini zorunlu kıldı; İsrail’in Yahudi devleti statüsüne son verilmesine yönelik siyasi talepleri yasakladı… Parlamentodaki Arap milletvekillerinin bu ırkçı yasa tekliflerine gösterdikleri tepki, diğerlerini pek etkilemiyor. Zira bütün siyonist partilerin zihniyeti özünde aynıdır.

İsrail’deki ırkçılığın çarpıcı bir şekilde yansıdığı alanlardan biri de eğitimdir. İsrail’de yapılan bir araştırmaya göre, halen bir Yahudi öğrenciye bir Arap öğrencinin dokuz katı kadar harcama yapılıyor.

Hükümetin artan bu ırkçı politikalarına dikkat çeken Arap savunma grubu Mossawa’nın başkanı Cafer Farah, “Son aylarda, polis ve mahkemelerin Arap vatandaşlara yönelik zorbalığının daha çok göz ardı edilmeye başladığını” vurguluyor. Örneğin Mahmud Ghanaim adlı İsrailli Arabı başından vurarak katleden polis, sadece 15 ay hapis cezasına çarptırıldı. Arazisine izinsiz girdiği gerekçesiyle Halid el Atraş’ı öldüren bir Yahudi’ye ise altı ay “toplum hizmeti” cezası verildi vb…

Farah, Ekim 2000’den beri 27 Arap vatandaşın herhangi bir gerekçe açıklamadan polis tarafından katledildiğini söylüyor.

Genel grev tarihini Ekim 2000’de katledilen 13 Arap vatandaşın ölüm yıl dönümlerine denk getirdiklerini dile getiren Farah, “Bu tarihin hem katil polislerin hiçbiri hakkında dava açılmamasına hem de Arap vatandaşlara karşı polis ve Yahudi vatandaşların uyguladığı şiddetin resmi olarak sürekli göz ardı edilmesine dikkat çekmek için seçildiğini” belirtti.