31 Temmuz 2009
Sayı: SİKB 2009/29

  Kızıl Bayrak'tan
  Kürt sorununda “Amerikan Çözüm Planı” devrede
  Kürt halkına yönelik baskılar, cinayet ve katliamlar sürüyor..!
  “Güney Kürdistan seçimleri ve ötesi
Adli Tıp Kurumu, sermaye devletinin
has bir kurumudur!
Entes direnişi günlüğünden…
Alpagut işçisi mücadele geleneğini sürdürüyor...

  Metal İşçileri Kurultayı hazırlık çalışmalarından.

  Kent AŞ’de direnişe devam!
  Mamak 6. Kültür Sanat Festivali’nde buluşalım!
  AKP Hükümeti, Emre Aköz’ün ağzından Alevilere kin kusuyor...
  Eğitim haktır, satılamaz!
  Gençlik eylemlerinden...
  İstanbul Sanayi Odası raporu aynasına yansıyanlar...
  Devrimci sınıf çalışmalarından...
  “Barack Obamalı hayaller” çöküyor…
  Dünyada işçi ve emekçi eylemlerinden...
  “Arka bahçe”deki devrim 50. yılında!
  Güler Zere serbest bırakılsın!
  Kürdistan hapishanelerinden
zulüm manzaraları
.
  Güney Kürdistan seçimleri
M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Eğitim haktır, satılamaz!

Krizin bedelini ödemiyoruz,
parasız eğitim istiyoruz!

“Eğitim sistemi, bir bütün olarak toplumsal gerçekliği yansıtır. Eğitim sistemi toplumsal bir gerçeklik olduğu ölçüde, sadece ekonomik düzey değil, sosyalizasyon süreçlerini, ideolojik yapılanmaları, güç ilişkilerini ve dolayısıyla devlet-birey, birey-toplum gibi karmaşık bir süreç içerisinde açığa çıkar.”(Neo-Liberal eğitim ekonomisi; eleştirel bir çerçeve denemesi, Fuat Ercan)

Kapitalizmin temel özelliklerinden biri olan rekabet ve yeni pazar alanları sorunu, yaşanan kriz ile birlikte daha yakıcı bir biçimde hissedilmeye başladı. 1970’ler dünya ölçeğinde derinleşen ekonomik kriz ile birlikte verili toplumsal ilişkilerin değişimine sahne oldu. “Artık piyasa ilişkileri toplumsal ilişkileri tanımlayacak ölçüde bir egemenlik biçimine dönüşmüştür.” Bu dönemle birlikte neo-liberal politikalar hayata geçmeye başladıkça daha önce “kamu hizmeti” sayılan eğitim, sağlık vb. alanlar tekellerin göz diktikleri hedefler haline gelmiştir. Sermaye, kamusal alanları paralılaştırarak veya özelleştirerek kâr getirecek yeni yatırım alanlarına dönüştürmeye başlamıştır.

Türkiye’de neo-liberal saldırganlığın miladı olan 24 Ocak Kararları, 12 Eylül’ün hemen ardından atılan adımlar (YÖK’ün kurulması vb.) ve ‘95’te imzalanan GATS anlaşması eğitim alanındaki piyasalaştırma sürecinin dayanaklarıdır. Dünya ölçeğinde ‘70’lerle başlayan bu süreç, Türkiye’de ‘80 darbesinin ardı sıra hayata geçirilmiştir. Ve kısa bir dönemdeki yoğun saldırı süreciyle birlikte kazanılmış hemen hemen tüm haklar gasp edilmiştir.

Sermayenin kâr alanı “eğitim sektörü”

Sermaye, eğitim sürecine dönük müdahalelerini hızlandırmaktadır. Bu alandaki önemli olan birinci nokta; eğitim alanında yaşadığımız değişiklikler bütünsel olarak kapitalizmin yaşadığı gelişimin/sıkışmanın bir parçasıdır. İkinci nokta ise, Türkiye’de yapılmaya çalışılan değişiklikler dünyanın birçok ülkesinde yapılan hatta sonuçlarını üreten süreçlerdir. Almanya, Fransa, İtalya, Yunanistan ve daha birçok ülkede “eğitim hakkının gaspına karşı” tepkiler örgütlenmiştir. Bu sürece bütünlüklü bakabilmek dünya ölçeğinde süregiden sorunun ve saldırıların karşısında üretilecek çözüm açısından önemlidir.

Eğitim, sermaye için oldukça önemli bir sektör durumundadır. Dünya “eğitim sektörü” yıllık 2 trilyon dolarlık bir pazar durumundadır.

Eğitimin artık hak olmaktan çıktığı, alınır satılır nesneye dönüştüğü bir süreçte eğitimi alan kişiye öğrenci muamelesi yapılmasını beklemiyoruz. Birer ticarethane mantığıyla işleyen üniversiteler, her sene müşteri oranını ve dolayısıyla kar oranını büyütmek için yeni uygulamalar getiriyorlar. Bunun yanı sıra eğitime bütçeden ayrılan pay her geçen yıl düşüyor. Ve bütçeden ayrılan paranın yetmediği gerekçe gösterilerek, ayrıca eğitim bireysel bir ihtiyaç alanı olarak tanımlanıp kişinin karşılaması biçiminde formüle edilerek paralı eğitim uygulaması hayata geçiriliyor. Bunun ilk basamağını, üniversitelere kayıt olabilmenin önkoşulu haline gelen harçlar ve katkı payları oluşturuyor. Harcını yatıramayanların üniversiteye kayıt yaptıramamasıyla eğitim bizzat parası olanın satın alabildiği bir metaya dönüştürülüyor. Diğer bir yandan hem ilk ve ortaöğrenimde, hem de yükseköğrenimde özel kurumlara arazi tahsisi, vergiden muaf bırakılmaları, özel okul öğrencilerine burs (özel okulların öğrenci sıkıntısının önüne geçebilmek için) gibi ciddi destekler sağlanıyor. Üniversitelerde ise, vakıf üniversitelerine ayrılan pay devlet üniversitelerinkinden daha yüksek durumda.

Üniversite içerisinde hizmet temelli hemen tüm alanlar özelleştiriliyor ya da özel işletme mantığıyla çalışan kurumlara dönüştürülüyor. Özel üniversitelerin fazlasıyla artmasının yanı sıra devlet üniversitelerinde alınan haraçlara zam yapılması, paralı bölümler açılması veya paralı öğrenci kontenjanları oluşturmaları eğitimin ticarileşmesinin boyutunu gösteriyor. En yakın örneği geçtiğimiz günlerde açıklanan üniversite har(a)çlarına dudak uçuklatan miktarda yapılması düşünülen zamlardır.

Üniversite-sermaye işbirliği çerçevesinde bölümler yeniden biçimlendirilirken, sermaye bölümlere ayırdığı bütçeyi de kendi ihtiyaçları doğrultusunda belirliyor. Üniversite mezunlarının büyük çoğunluğu işsizken, eğitim her dönem daha da kalitesizleşirken üniversite sayısının, bölüm kontenjanlarının arttırılmasının tek bir açıklaması olabilir, daha fazla öğrenciden daha fazla para sağlamak. İkinci öğretimlere yapılan zamlar da yeterince açıklayıcıdır. Üniversitelerde bölüm kontenjanının artırılmasının yanı sıra bu zamların ardı sıra ikinci öğretimi olmayan bölümlerin ikinci öğretimlerinin açıldığını görüyoruz. İnsanların açıkta kalmaması için bunca “olanak” oluşturduklarını söyleseler de, buradaki amaç daha fazla insanın eğitim alması ya da belli bir meslek dalında çalışacak insan açığının olması da değil.

Krizle derinleşen saldırılar...

Sermaye, her dönem içinde bulunduğu krizden çıkmanın yöntemlerini arar. Hepsinde ortak temel bir yan vardır ki; bu da her seferinde krizin yarattığı sonuçların faturasının işçi ve emekçilere kesilmesidir. Kapitalizmin yaşadığı son kriz dönemiyle birlikte yoğun bir saldırı süreci de hayata geçirilmeye başlandı.

Egemenler krizi fırsata dönüştürme noktasında adımlarını atıyorlar. Sermaye iktidarı ağırlaşan krizin faturasını emekçilere yüklemek için sosyal yıkım programını daha bir pervasızlıkla uyguluyor. Çığ gibi büyüyen işsizlik, düşük ücretler, ardı arkası kesilmeyen zamlar, yüksek vergilerle boğuşarak yaşama savaşı verenler, okulların açılmasıyla, soygun ve vurgun aracı haline getirilen eğitim sorunuyla yüz yüzeler.

Kapitalizmin geleceksizlikten başka bir şey ifade etmediği daha net bir şekilde ortaya çıktı. Krizin öğrenci gençliğe yansıması haraçlara gelen zamlarla katmerleşmiş durumda. Fahiş fiyatlarda yapılan zamların ayak seslerini Dünya Bankası’nın, TÜSİAD’ın, Devlet Planlama Teşkilatı’nın eğitimin ticarileşmesi için hazırladıkları raporlarda, YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan’ın göreve gelir gelmez yaptığı açıklamalarda duymuştuk. Kapitalizmin krizi bu süreci daha da hızlandırdı.

Sistemin eğitim politikası, uyguladığı piyasalaştırmaların bir parçasıdır. Yıllardır sürdürdüğü ticarileştirme saldırılarıyla eğitimden sağlığa temel ihtiyaç alanlarının paralı olması toplum nezdinde kanıksatılıyor. Sermaye açısından kendi haklarının farkında olmayan, bilinci dumura uğratılmış bir topluma saldırıları yoğun bir şekilde, ardarda uygulamak kolaydır. Bu durumda bu saldırı sürecini durdurmanın yolu haklarımızın ne olduğunu iyi kavramak ve kavratmaktan geçiyor.

Gençlik krizin yarattığı sonuçları reddetmelidir. Haklarımızın elimizden alınmasını, krizin bizlere ödetilmeye çalışılan bedelini reddetmelidir. En başta krizin yakıcı bir sonucu olarak gençliği kesen harçlara gelen zamların geri çekilmesinden öte, harç paralarının kaldırılması, parasız ve nitelikli eğitim talebini dillendirmelidir. Sermaye sınıfının içinde bulunduğu krizi aşmak için faturayı kesmeye çalıştığı tüm kesimler, sömürü ve barbarlık düzenine karşı ortak bir hatta militan mücadeleyi büyütmelidir.

1 Neo-Liberal eğitim ekonomisi; eleştirel bir çerçeve denemesi, Fuat Ercan