31 Temmuz 2009
Sayı: SİKB 2009/29

  Kızıl Bayrak'tan
  Kürt sorununda “Amerikan Çözüm Planı” devrede
  Kürt halkına yönelik baskılar, cinayet ve katliamlar sürüyor..!
  “Güney Kürdistan seçimleri ve ötesi
Adli Tıp Kurumu, sermaye devletinin
has bir kurumudur!
Entes direnişi günlüğünden…
Alpagut işçisi mücadele geleneğini sürdürüyor...
  Metal İşçileri Kurultayı
hazırlık çalışmalarından.....
  Kent AŞ’de direnişe devam!
  Mamak 6. Kültür Sanat Festivali’nde buluşalım!
  AKP Hükümeti, Emre Aköz’ün ağzından Alevilere kin kusuyor...
  Eğitim haktır, satılamaz!
  Gençlik eylemlerinden...
  İstanbul Sanayi Odası raporu aynasına yansıyanlar...
  Devrimci sınıf çalışmalarından...
  “Barack Obamalı hayaller” çöküyor…
  Dünyada işçi ve emekçi eylemlerinden...
  “Arka bahçe”deki devrim 50. yılında!
  Güler Zere serbest bırakılsın!
  Kürdistan hapishanelerinden
zulüm manzaraları
.
  Güney Kürdistan seçimleri
M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kürt sorununda “Amerikan Çözüm Planı” devrede!

İğreti çözümler ezilen halkları özgürleştiremez!..

Kürt halkının on yıllara yayılan özgür bir yaşam uğruna direnme kararlılığı, nihayet Türk devletini de çözülmesi gereken bir “Kürt sorunu” olduğu gerçeğini kabule zorladı. Sorunun varlığı resmen kabul edilince, buna dair çözüm önerilerinin de gündeme gelmesi kaçınılmaz odu. Nitekim Kürt sorununun çözümüyle ilgili tartışmalar, son günlerde ülke gündeminin ilk sıralarına yerleşmiş bulunuyor.

Kürt sorunu ilk defa tartışma gündemine girmiyor; sorunun çözümüyle ilgili açıklamalar, spekülasyonlar da daha önce yapılmıştı. Ancak üst düzey devlet erkanı ilk defa bu kadar dolaysız bir şekilde Kürt sorunundan bahsediyor, dahası bu sorunun artık çözülmesi gerektiğini yüksek sesle söylüyor. Bu mutabakat Amerikan “çözüm” planının fiilen devreye konduğunu gösteriyor.

Irkçı-inkarcı resmi devlet politikasının iflası…

Yakın geçmişte Kürt halkının varlığını inkar eden, böyle bir halkın var olmadığını kanıtlamak için Prof. ünvanlı görevlilerini sahneye çıkaran işbirlikçi sermaye devleti, gelinen yerde bu ırkçı-inkarcı tezini çöpe atmak zorunda kaldı. Artık Çankaya tepesinde oturan Abdullah Gül’den alta doğru, devlet görevlileri Kürt sorununun varlığını kabul etmekle kalmıyor, bu sorunun çözülmesi gerektiğini de dile getiriyor.

Kürt halkının varlığı devlet için bir sır değildi elbet. Cumhuriyet’in kuruluş sürecinden beri bu halk üzerinde terör estiren devlet, kuşkusuz ki; Kürt halkının olduğu kadar, ulusal baskı altındaki bu halkın sorununu da çok iyi biliyordu. Gerici zorba zihniyeti temsil eden rejim, devlet terörü sopasıyla mazlum Kürt halkını etkisizleştirip asimile edebileceğini hesaplıyordu. Oysa bu kirli hesaplar, her zaman Kürt halkının özgürce yaşama uğruna verdiği mücadeleye çarparak parçalanmıştır.

Ne devletin Kürt ayaklanmalarını kanla bastırması, ne Kürt egemen sınıflarının ihaneti, ne de son Kürt ayaklanmasına önderlik eden PKK’nin teslimiyetçi bir çizgiye evrilerek sisteme sığınması bu halkın özgür yaşama iradesini kırabilmiştir. İşte bu inatçı, yenilmez irade, sonunda devleti 80 yıllık tezini çöpe atmaya zorladı. Bu noktaya gelinmesinde ABD’nin basıncı, Türk egemen sınıfları arasındaki çatışmanın derinliği, palazlanan Türk burjuvazisinin bölgede etkili bir güç olma hevesleri rol oynasa da, belirleyici olan Kürt halkının direnme iradesidir.

Amerikancı rejimin Kürt sorununa üretebileceği çözümün sınırları…

Ankara’daki gerici rejimin şefleri, Washington’daki efendinin teşvik, yönlendirme ve fiili desteğine rağmen, Kürt sorununun çözümünü tartışırken bile tedirgin oluyorlar. Zira kendi korkularının yanısıra yıllardır bu sorun üzerinden ırkçı-şoven propaganda yapan Türk egemenleri, şovenizm zehriyle sersemlettikleri toplum kesimlerinin tepkilerinden de çekiniyorlar.

Fakat asıl çekindikleri nokta, iğreti de olsa gerçekleşecek çözümün Kürt halkı saflarında uyandıracağı yankıları kestirmekten aciz olmalarıdır. Baştan beri “ez ve çöz” taktiğini uygulayan devlet, Kürt halkının direnme iradesini kırma gücünden yoksun olduğunu teslim ederken, PKK ile bu hareketin izinden giden güçleri etkisizleştirme telaşına düşmüş görünüyor. Oysa teslimiyetçi çizgisinden bağımsız olarak, Kürt halkının ezici desteğini alan bu güçlerdir. Bu da devletin bu noktadaki aczini gösteriyor. Devletin ABD emperyalizmi ile Bağdat’taki kukla yönetimle “Üçlü Mekanizma” kurmasında bu aczin de payı var. Göründüğü kadarıyla Türk devletinin şefleri, iğreti bir çözümden bile halen korkuyorlar.

Bu politika, egemenlerin Kürt sorununa çözüm üretmek gibi bir dertleri olmadığını, dahası halihazırda böyle bir yeteneklerinin de bulunmadığını kanıtlıyor. Buna karşın Kürt halkının direnme iradesini bazı kırıntılar karşılığında zayıflatma ve bölgede etkin bir ABD taşeronu olabilmek için bu sorundan kurtulmak da istiyorilar. Bu ikilem, Ankara’daki Amerikancıların paradoksudur aynı zamanda.  

ABD yönetimi Kürt halkının sorunlarıyla değil, bölgesel çıkarlarıyla ilgili…

Bush döneminde olduğu gibi Obama döneminde de ABD, halkları köleleştirme seferini devam ettirebilmek için Türk devleti ile Kürt güçlerini aynı anda kullanmak istedi. Kürt sorunu, bu planın istenen düzeyde hayata geçmesini engelliyordu. Gelinen aşamada taraflar, genel çerçevede bir mutabakata varmış görünüyor. Amerikan çözüm planının fiilen başlatılmış olması da bunu gösteriyor.

İlk bakışta, ABD’nin Kürt sorununun çözülmesinden yana olduğu sanılabilir. Nitekim Kürt siyasi çevrelerinde yıllardan beri bu yönlü beklentiler dile getirilmektedir. Oysa ABD emperyalizmi her zaman Kürt halkının katilleriyle işbirliği yapmış, onları desteklemiştir. Zira ABD, halkların ulusal baskı ve zorbalığa maruz kalmasına neden olan emperyalist/kapitalist sistemin jandarmasıdır. Kürt sorunu konusunda gündeme getirdiği iğreti çözüm de, ABD’nin bölgesel çıkarlarının güncel ihtiyaçlarıyla ilgilidir. Bölgede güçler dengesindeki bir değişiklik, ABD’nin bir kez daha Kürt halkını yüzüstü bırakmasıyla sonuçlanacaktır. Belirtmek gerekiyor ki, emperyalist güçler, ezilen halkların özgürleşmesine değil, ancak köleleştirilmesine katkıda bulunurlar.

Polis devleti eşliğinde “demokratikleşme…”

Gazetecilerin “Kürt açılımı”yla ilgili sorularını yanıtlayan cumhurbaşkanı Abdullah Gül, şu pembe tabloyu çizdi;“…Bir taraftan zenginlik olacak. Ekonomik kalkınma söz konusu olacak, herkes müreffeh olacak. Diğer taraftan demokratik standartlar en yüksek seviyede olacak…”

Dinci gericilikten demokratikleşme bekleyen liberal avanaklar ile dinci gericiliğin medyadaki borazanları da, cumhurbaşkanıyla aynı telden çalıyorlar. Bu görevli yazarlar, Ergenekon davasını demokratikleşmenin kanıtı şeklinde yutturmaya çalışıyorlar. Kirli savaşta Kürt halkına karşı işlenen bazı suçların açığa çıkartılması ise, böylelerinin daha da iddialı sözler savurmasına vesile oluyor. Oysa bu davada Kürt halkına, işçi sınıfına, emekçilere ve ilerici-devrimci güçlere karşı ağır suçlar planlayanlara dokunulmuyor.

Hal böyleyken AKP hükümetinin ülkeyi demokratikleştirdiği iddiası, kaba bir ikiyüzlülüktür. Dinci gericiliğin özü gereği anti-demokratik olması bir yana, AKP hükümetinin baştan sona tüm icraatları işçi sınıfı ve emekçilere düşmanlık esasına dayanmıştır. Kürt halkına karşı şu ana kadar izlediği politika da farklı değildir.

AKP hükümeti döneminde kolluk kuvvetleri sömürüye karşı mücadele eden işçilere, ilerici-devrimci güçlere, paralı eğitime ve faşist saldırılara karşı sesini yükselten gençliğe, hak arama mücadelesi veren kamu emekçilerine azgınca saldırmıştır. Keza bu hükümet, kolluk kuvvetlerine taş attığı gerekçesiyle onlarca Kürt çocuğunu zindanlara doldurmuştur. 1 Mayıs’lardaki devlet terörü ise, dinci gericilikle destekçilerinin zihniyetini net bir şekilde ortaya koymuştur.

Bu arada işçi sınıfına köleliği dayatan çok sayıda yasaya da imza atan dinci gerici hükümet, polisin yetkisini arttırarak, polis devletini hayatın her alanında hakim kılmaya çalışmaktadır. Kolluk kuvvetlerinin işledikleri cinayet sayısındaki olağandışı artış, liberal avanaklarla hükümet borazanı dinci kalemşörlerin demokratikleşmeden ne anladıklarını da gözler önüne seriyor.

Ezilen halklar emperyalizme ve her türden gericiliğe karşı mücadele içinde özgürleşebilir!

Kürt sorununu çözmek, hükümetin ötesinde bir devlet politikası halini almış görünüyor. Yani Amerikan çözüm planı –karşı çıkan kesimler olmakla birlikte— Türk devletinin askeri, siyasi, bürokratik aygıtları tarafından onaylanmış görünüyor. Bu planın nasıl hayata geçirileceği, bu “çözüm”den Kürt halkının payına neler düşeceği henüz belirsiz. Ancak PKK’nin silah bırakması karşılığında bazı kırıntılar verileceği öngörülebilir. Kırıntı düzeyinde kalsa bile, bu kazanımlar Türk devleti ya da ABD’nin lütfu değil, Kürt halkının ağır bedellere malolan mücadelesinin kazanımları olacaktır.

Sonuca götürülebilirse eğer, Amerikan planı, belki Kürt burjuvazisinin beklentilerini karşılayabilir; nitekim Kürt siyasal çevrelerinde bu yönde güçlü bir beklenti var. Ancak bu planın Kürt halkının emekçi kesimlerinin hiçbir temel sorununa çözüm üretmesi mümkün değil. Nispi kazanımlar veya geçici bir rahatlama olsa bile bu sonuç değişmeyecek.

Tüm ezilen halkların olduğu gibi, Kürt halkının da gerçek özgürlüğü emperyalizme, burjuva gericiliğine ve işbirlikçilerine karşı mücadele sonucunda mümkün olacaktır. Bu ise, ezilen Kürt halkı ile Türkiye işçi sınıfı ve emekçilerinin sömürüye, köleliğe, her türden baskı ve ayrımcılığa karşı ortak bir mücadele hattı oluşturmalarını zorunlu kılmaktadır.