12 Haziran 2009
Sayı: SİKB 2009/22

  Kızıl Bayrak'tan
  Mücadele sertleşirken...
  “Ekonomik teşvik ve istihdam paketi”nin özü özeti
Kürt sorununun “çözüm”üne yönelik yeni ekonomi paketi...
Kent AŞ direnişi
İşçi ve emekçi hareketinden…
  Kapitalizmin krizine karşı 15-16 Haziran Direnişi'nden öğrenilmesi gerekenler
  Tersaneler cehennem,
işçiler köle kalmayacak!
AKP’nin sözde Alevi açılımı...
  Eğitimde fırsat eşitliğinden ve seçme özgürlüğünden bahsedenler sermayenin sözcüleridir...
  ÖSS mitinglerinden...
  Kapitalizm doğanın ve insanlığın geleceğini yok ediyor!
  Dünya Emekçi Kadınlar
Konferansı’na doğru
  Obama’nın Kahire vaazı…
  Pakistan’da iç savaşın perde arkası - Knut Mellenthin
  Taraf’ın Taraf’ı...
  Engin Çeber davası sürüyor...
  Bir kitap tanıtımı ve
yazarının okura çağrısı...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kapitalizm doğanın ve insanlığın geleceğini yok ediyor!

Kapitalizmin yıkıcı etkisi insanlık üzerinde olduğu kadar doğa üzerinde de boyutlanarak artmaktadır. Burjuvazi, bir birikim ve sömürü aracı olarak sermayeyi keşfettiğinden beri, dünyadaki tüm kaynakları gözü doymaz biçimde yok etmeye devam ediyor. Çevre katliamları sonucu dünyanın her yerinde küresel iklim değişikliklerine bağlı sorunlar yaşanmakta. Kimi yerde artan kuraklıklar sonucu kıtlık, kimi yerde tahrip edici derecede yağış oranları tarım alanlarını yok ederken insanlık açlığa mahkûm edilmektedir. Yaşam alanları yok edilirken kitlesel göçler yaşanmakta ve çevresel sorunlara bağlı hastalıklar, ölümler giderek artmaktadır. İnsan ve doğa yaşamı ciddi tehditlerle yüzyüzeyken tekellerin çıkarı uğruna uygarlık ve tüm canlıların geleceği korkunç bir yıkımla karşı karşıya.

Emperyalist tekeller emretti sermaye devleti yasallaştırdı!

5 Haziran tüm dünyada “Dünya Çevre Günü” günü olarak kutlandı. Bugün vesilesiyle bir sürü kurum ve kişi değişik açıklama ve temennilerde bulundu. Çoğu ikiyüzlü olan bu açıklamaların kimisini sermaye ve hükümet sözcüleri yaptılar. Bir tarafta bu ikiyüzlü açıklamalar yapılırken, diğer tarafta AKP hükümeti tarım alanında değişik düzenlemelere imza attı. Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı’nın adı, Tarım ve Gıda Bakanlığı olarak değiştirildi. Bu düzenlemelerle Temmuz’da yürürlüğe girecek olan “Türkiye Tarım Havzaları Üretim ve Destekleme Modeli” ile hangi ürünün, nerede ne kadar üretileceği de önceden planlanacak ve çiftçiler ona göre yönlendirilecek.

Yapılan düzenlemelere dair açıklama yapan Cemil Çiçek, imzaya açılan Ulusal Gıda Güvenliği Kanun Tasarısı ile ulusal biogüvenliğin amaçlandığını vurgularken, düzenleme ile “ulusal biogüvenlik” konusunun tek çatı altında toplandığını kaydetti. Ayrıca Çiçek, Avrupa’daki uygulamanın baz alındığı kanun tasarısı ile genetiği değiştirilmiş ürünlerin “bilimsel elekten geçtikten sonra” üretimine izin verileceğini ifade ederek, “genetiği değiştirilmiş bitkilerin izinsiz kullanımı, bebek mamaları ve çocuk besinlerinde başıboşluk giderilmiş olacak” dedi!

Meyve ve sebzeyi, sütü, et ve et mamullerini, ekmeği, suyu, kuru ve yaş gıdaları… Kısaca hemen her şeyi “daha çok kâr” amacıyla tarımsal ilaçlarla kirleten, doğalıklarını yok eden emperyalist tekellerin uzun bir süredir dört gözle bekledikleri bu yasal düzenlemelerle tarımı tamamen denetimleri altına almayı hedefliyorlar.

Milyarlarca insanın sefaleti ve ölümü pahasına palazlanan emperyalist tekeller!

Kapitalizmin küresel ekonomik krizinin patlak vermesiyle en çok tartışılan konulardan biri de gıda kriziydi. Emperyalist tekeller önce enerji ve petrol kaynakları üzerinde spekülasyon yaparak devasa servetler kazandılar. Daha sonra ise gıda üzerinde bu oyunu oynadılar. Pirinç, buğday, mısır ve yağ gibi temel tüketim maddeleri üzerinde spekülasyon başlatıldı. Yükselen gıda fiyatlarına karşı ve ekmek-aş bulamayan Mısır’dan Haiti’ye dünyanın birçok yerindeki emekçi halklar sokaklara döküldü. Dünya Bankası ve IMF yoksulluğun artmasından, iç isyanlardan, gıda krizinin derinleşmesinden söz etti. Ve bu durum, küresel istikrarı bozacak muhtemel tehditler olarak görüldü.

Öte yanda ise milyonlarca insanı açlığa ve ölüme mahkûm etme pahasına bir avuç gıda tekeli kısa zamanda devasa servetler kazandı.66 ülkede 158 bin çalışanı olan ve dünyanın en büyük gıda şirketi Cargill bu soygunda başrolü oynuyordu. Cargill’in net kârı üç ay içerisinde 553 milyon dolardan 1.030 milyar dolara yükselirken, dünyanın en büyüklerinden Archer Daniels Midland’ın kârı yüzde 42 arttı. Bir başka büyük şirket olan Mosaic Company’nin kârı ise 12 kat artarak, 42.2 milyon dolardan 620.8 milyon dolara yükseldi.

Tarım ve gıda şirketleri hızla tekelleşirken, birkaç şirket küresel sistemi kontrol altına almaya çalışıyor. Bu amaç doğrultusunda ülkelerin tarımı yok edilirken, tarım politikaları da bu şirketlerin çıkarlarına göre şekillendiriliyor. Emperyalist tekeller bir tarafta kriz bahanesiyle milyarlarca insanı açlığa-ölüme mahkûm ederek sokaklara dökülmelerini zorluyorlar. Diğer taraftan da bu yıkımdan da yararlanarak Genetiği Değiştirilmiş Tarım’ı dünya genelinde yaygınlaştırmak istiyorlar.

Frankenstain gıda, Ebu Garip tohumları ya da bio-güvenlik adı altında dünya tarımının tekelleşmesi!

Dünya gıda pazarını paylaşma ve rant kavgasına tutuşan emperyalist gıda tekellerinin elinde genetiği ile oynanmış tohumlar en önemli konu haline geliyor. Sözkonusu alanı kontrol eden birkaç şirket, devletlerin politikalarını da yönlendiriyor. Her yerde, her ülkede, gıda ile ilgili her alanda aynı şirketler ön plana çıkıyor. Cargill, Monsanto, Archer Daniels Midland, Bunge, Dupont Agriculture and Nutrition, Potash, Mosaic gibi şirketler, milyarlarca dolar kazanmanın ötesinde, gıda ticareti, tohum ve gübre konusunda dünyayı yönetiyor, ülkeleri kendilerine bağımlı hale getiriyor.

Hâlihazırda dünyadaki tarım arazilerinin yüzde 10’unda GDO’lu üretimin yapıldığı ifade ediliyor.Tekeller ve ülkelerdeki uşakları genetiği değiştirilmiş tarımı savunurken, birinci argümanları şu oluyor: Açlığa karşı tek çare (az masrafla ve çabuk üretilmesinden dolayı) GDO’dur!

ABD Irak’ı işgal ettiğinde ilk el koyduğu şeylerden biri de, dünyanın en verimli tohumlarının yer aldığı gıda depoları oldu. Yapılan düzenlemelerin ardından Irak’taki tarım üretimi “fikri mülkiyet ve patent” uygulaması altına alındı. Bu düzenlemeler gereği Iraklı bir çiftçinin tescilli tohum alması dayatılıyor ve tohumu bir sonraki yıl yeniden kullanılması yasaklanıyor. Bunun adı, kaliteli tarım ve bio-çeşitliliğin korunması oluyor! Yani yarın ABD’nin işgali bitecek, ancak Irak halkının yiyeceği iki lokmanın kontrolü Amerikan şirketlerinin elinde olacak. Konu uzmanlarının verdiği bilgilere göre; Irak’ta işgal öncesi bir adet buğday tohumu başakta 300 adet buğday verirken, şuan GDO’lu bir buğday tohumu başakta 15-30 adet veriyor!

Bu şirketler şimdi de başta ABD olmak üzere bir çok ülkede kapalı kapılar ardında yapılan pazarlıklarla özelleştirme adı altında ülkelerin biyolojik zenginliklerini ele geçiriyor. Kısa bir süre önce Türkiye’deki hükümet ve muhalefetten beş vekil ABD’ye bir haftalık bir “gezi” düzenlemişlerdi! Vekiller ABD Tarım Bakanlığı ve Monsanto gıda şirketiyle de temaslarda bulunmuştu. Geçirilen bu yasalar efendileriyle ne tür müzakereler yaptıklarını ve ne tür sözler verdiklerini gösteriyor.

GDO’lu tarım üretimi çevre ve insan sağlığı üzerinde telafisi mümkün olmayan hasarlara yol açıyor. Toprağın doğal yapısını bozduğu için ilaçlara dirençli değişik böcek ve ot türlerinin üremesine, insanın genetik yapısını bozduğu için de değişik hastalıkların ortaya çıkmasına neden oluyor. Örneğin eskiden Türkiye’de kanser’den ölümler 40 yaş ve üzeri olurken, şu an yılda 2500 bebek kanserden ölüyor. Bu ölümlerin büyük oranı için de GDO’lu ürünlerin yer aldığı mamalardan kaynaklandığı belirtiliyor. İşte bundan dolayıdır ki başta Japonya, Güney Kore, Yeni Zelanda ile birçok AB üyesi ve bazı Afrika ülkeleri GDO’lu tarım üretimini yasaklamış durumda. Dünya yasaklarken, ülkemizdeki asalaklar tüm tarım alanlarını GDO’lu üretime çeviriyorlar.

Termik santralden nükleer santrale, GDO’lu tarım üretiminden siyanürle altın aramaya kadar sermaye devleti her yönden, her alandan insanlığı olduğu kadar, çevreyi, doğayı ve türlerin geleceğini de yok ediyor.

Emperyalist tekellerin dünya genelinde ulaştığı boyut sınıfın devrimci partisinin programındaEmperyalizm ve dünya devrimi süreci bölümünde 17. madde de şu şekilde ifade edilmiştir:

Emperyalist tekeller arasındaki dünya ölçüsünde süren kıyasıya rekabet, büyük emperyalist devletler arasında pazarlar, hammadde kaynakları, karlı yatırım alanları ve genel olarak nüfuz alanları uğruna şiddetli mücadele biçimini aldı. Eşitsiz gelişmenin şiddetlendirdiği bu mücadele, görülmemiş boyutlara varan militarizmin ve dünya egemenliği uğruna verilen emperyalist savaşların kaynağı haline geldi.”

Aynı bölümün 23. maddesinde ise gerçek çözüm şu şekilde formüle edilmiştir:

Günümüz kapitalizminin asalaklaşması ve çürümesinin aldığı bu korkunç ve yıkıcı boyutlar, “Ya barbarlık içinde çöküş, ya sosyalizm!” ikilemini her zamankinden daha yakıcı bir biçimde insanlığın önüne koymaktadır. Uluslararası proletarya önderliğinde zafere ulaştırılabilecek olan dünya devriminden başka hiçbir çözüm, insanlığı kapitalizmin barbarlığından, emperyalizmin baskı, sömürü ve köleliğinden, savaşların yıkım ve felaketlerinden kurtaramaz!