12 Haziran 2009
Sayı: SİKB 2009/22

  Kızıl Bayrak'tan
  Mücadele sertleşirken...
  “Ekonomik teşvik ve istihdam paketi”nin özü özeti
Kürt sorununun “çözüm”üne yönelik yeni ekonomi paketi...
Kent AŞ direnişi
İşçi ve emekçi hareketinden…
  Kapitalizmin krizine karşı 15-16 Haziran Direnişi'nden öğrenilmesi gerekenler
  Tersaneler cehennem,
işçiler köle kalmayacak!
AKP’nin sözde Alevi açılımı...
  Eğitimde fırsat eşitliğinden ve seçme özgürlüğünden bahsedenler sermayenin sözcüleridir...
  ÖSS mitinglerinden...
  Kapitalizm doğanın ve insanlığın geleceğini yok ediyor!
  Dünya Emekçi Kadınlar
Konferansı’na doğru
  Obama’nın Kahire vaazı…
  Pakistan’da iç savaşın perde arkası - Knut Mellenthin
  Taraf’ın Taraf’ı...
  Engin Çeber davası sürüyor...
  Bir kitap tanıtımı ve
yazarının okura çağrısı...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

39. yılında 15-16 Haziran büyük işçi direnişi yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor…

Kapitalizmin krizine karşı 15-16 Haziran Direnişi’nden öğrenilmesi gerekenler

15-16 Haziran Direnişi 60’lı yılların sosyal hareketliliği üzerine gelişen ve bugün hala da birçok yönden aşılamayan militan bir işçi direnişidir. 15-16 Haziran Direnişi ‘60’lı ve 70’li yılları kapsayan işçi eylemlerinin zirvesi olarak gerçekleşti. Saraçhane mitingi ve Kavel’le başlayan süreç Zonguldak ve Kozlu maden işçilerinin direnişi ve Paşabahçe, Derby, Singer, Demirdöküm işçilerinin direnişleriyle devam etti. On yıla yayılan bu birikim 15-16 Haziran Direnişi’ni yarattı.

Türkiye işçi hareketi tarihinin dönüm noktası olarak nitelendirilebilecek 15-16 Haziran Direnişi’nin üzerinden 39 yıl geçmesine rağmen hala da en büyük, militan ve siyasal sonuçları bakımından en önemli işçi eylemi olma özelliğini korumaktadır. 15-16 Haziran Direnişi, sadece kitlesel, yaygın ve militan oluşu bakımından değil aynı zamanda üretimi durdurarak sokaklara dökülen 100 bini aşkın işçinin dönemin hükümetine, orduya ve polise karşı militan bir karşı koyuşu olarak gerçekleşmesiyle de hala aşılabilmiş bir eylem değildir.

15-16 Haziran, DİSK yönetiminin reformist konumundan bağımsız olarak ve ona rağmen işçi sınıfının kapitalizmin baskı ve sömürüsüne karşı, DİSK şahsında, 10 yıllık mücadele birikimini savunması anlamına gelmektedir. Direnişe, sadece sendika yasasında yapılacak değişiklikle tasfiye edilmeye çalışılan DİSK’e üye işçilerin değil aynı zamanda devlet sendikası Türk-İş’e üye işçilerin de katılmasının nedeni budur.

DİSK yönetiminin kapatma saldırısını 17 Haziran’da kitlesel bir mitingle savuşturmaya çalışan geri tutumuna, işçi sınıfının politik bir önderlikten yoksun ve kendiliğinden bir hareket olmasına rağmen 15-16 Haziran Direnişi tabanın direnme iradesinin ve gücünün bir ürünü olarak gerçekleşmiştir. Tüm bu zayıflıklarına rağmen 15-16 Haziran Direnişi, işçi sınıfının toplumsal konumu ve tarihsel devrimci misyonunun tarihsel bir deneyimle kanıtlanması anlamına gelmektedir. 15-16 Haziran, tek ve gerçek devrimci sınıfın işçi sınıfı olduğunu, mücadele sahnesine çıktığında nasıl muazzam bir güç olduğunu da göstermiştir.

Burjuvazinin bu militan direnişten, işçi sınıfının gücünden duyduğu korkunun yıllar sonra bile hafızalarından silinmemesi bu nedenle boşuna değildir. Burjuvazi 15-16 Haziran Direnişi’nin etkisi ve gücüyle DİSK’in kapatılması anlamına gelen yasayı parlamentodan geri çekmek zorunda kalsa da, bu militan direnişe, mücadelenin sıcaklığında yetişen binlerce işçiyi fabrikalardan ve sendikalardan temizleyerek yanıt vermiştir. Toplu işten atmalar şeklinde yaşanan saldırıya karşı DİSK yönetiminin aldığı tutum bir kez daha ihanet ve sessizlik olmuştur.

İşçi hareketinde bir patlama ve sıçrama eşiği olan 15-16 Haziran Direnişi’nin ardından, 12 Mart ve 12 Eylül faşist askeri darbesiyle mücadele içinde yetişen militan işçi kuşağını, toplumsal muhalefeti, devrimci güçleri ezmeye ve sindirmeye çalışan burjuvazi, bunda büyük oranda başarılı da oldu.

Sermaye iktidarının iki askeri darbeyle yolunu düzlediği saldırılar son 30 yıldır kesintisiz biçimde ve daha da ağırlaşarak sürmektedir. Sermayenin giderek ağırlaşan ve artan saldırıları, işçi sınıfı ve emekçi kitleler tarafından aynı kapsamda ve şiddette bir mücadeleye konu edilememektedir. Son 30 yılda sınıf hareketi kimi dönem hareketlenme eğilimi gösterse de, bir dizi direniş sergilese de kitlesellik, yaygınlık ve militanlık bakımından bir türlü ciddi ilerleme kaydedememektedir. Bunların sonucu olarak gelinen yerde en temel haklar ve mevziler korunamamaktadır.

15-16 Haziran Direnişi’nin üzerinden 39 yıl geçmesine rağmen, ‘89 Bahar eylemlilikleri dışta tutulursa, sınıf ve kitle hareketi en geri düzeyini yaşamaktadır. Sendikalar, işçi sınıfına ihanet içindeki sendika bürokratlarının denetimindedir. İşçi sınıfının bilinci ve örgütlenme düzeyi, sendikal mücadele deneyimi ‘80 öncesinin çok daha gerisindedir. Sol hareket, işçi sınıfının tarihsel rolünü ve devrimci misyonunu hala da yeterince kavramış değildir. İşçi sınıfına inançsızlık ve güvensizlik, sınıf dışılık özü itibarıyla kendisini hala da korumaktadır.

2000’lerin sonuna yaklaştığımız bu süreçte Türkiye kapitalizmi rejim kriziyle içiçe geçen ekonomik bir kriz içinde debelenmektedir. Rejim krizi ekonomik kriz, Kürt sorunu, ABD emperyalizminin sürece müdahalesi vb. nedenlerden kaynaklı şimdilik yatışmış gözükmektedir. Ancak bu geçici bir durumdur.

Sürecin kendisi, vahşileşen ve saldırganlaşan kapitalizmin kendisi, devrimci sınıf mücadelesini büyütmek, sınıf ve kitle hareketine müdahalede bulunmak açısından tarihsel fırsatlar sunsa da, sol hareketin ideolojik konumu bu sürece yanıt vermekten fazlasıyla uzaktır.

THY ve Telekom grevleriyle ilk kıvılcımı çakan, SSGSS süreciyle yaygınlık ve kitlesellik bakımından bir ivme gösterse de sendikal bürokrasi barikatına takıldığı için militanlaşamayan, son birkaç yılın Taksim 1 Mayısları şahsında militan bir çıkış yakalayan ancak birleşik bir karakter kazanamayan, yaygınlaşamayan ve kitleselleşemeyen, halihazırda mevzi direnişlerle sermayenin saldırılarına ve kapitalizmin krizine karşı koymaya çalışan işçi sınıfı süreci göğüslemeye çalışmaktadır. Bunda devrimci güçlerin, sınıf bilinçli işçilerin rolü olsa da, bu oldukça sınırlıdır.

Burjuvazinin gerici ideolojileriyle kuşatılmış, genç ve deneyimsiz, sınıf mücadelesinin etkin ve etkili araçları olması gereken sendikaları, sendika bürokratları eliyle etkisizleştirilen, devrimci sınıf mücadelesini savunan sendikal mevzilerden ve mücadeleci bir odaktan yoksun, bilinç ve örgütlenme düzeyi zayıf, henüz devrimci işçi partisiyle birleşememiş işçi sınıfı, tüm bu temel eksikliklerine rağmen parçalı ve dağınık bir seyir izlese de, mevzi direnişlerle sınırlı bir ilerleme kaydetse de, mücadele sahnesindeki yerini almaya çalışmaktadır. Bu, sınıfın bilinç ve örgütlenme düzeyinden bağımsız olarak üretimdeki yeri, toplumsal rolü, tarihsel devrimci misyonu nedeniyle böyledir, böyle de olmak zorundadır.

15-16 Haziran Direnişi’ni birçok açıdan önemli ve güncel kılan, ondan öğrenilmesi gereken yan da burasıdır. Bugün hiçbir dönemle kıyaslanamayacak düzeyde ve ölçüde kapsamı artan saldırılara maruz kalan işçi sınıfının, saldırıları püskürtebilmesi, mücadele içinde gelişip, güçlenebilmesi, en sonu iktidara gözünü dikebilmesi için bu sorunlar aşılmak zorundadır. Ancak bu sorunların bugünden yarına aşılabilmesi mümkün değildir. Bu sorunların kaynakları değişik kapsam ve düzeydedir.

Mücadeleye inanan, devrimci amaç ve kaygılarla hareket eden tüm unsurların güncel görevi, hangi yol, yöntem ve araçlarla olacağından bağımsız olarak, işçi sınıfını gerçek mücadele araçlarıyla donatmak, örgütlenmesine ve mücadelesine devrimci önderlik etmektir. Halihazırda hareketlenme eğilimi gösteren, sınırlı da olsa mevzi eylem ve direnişlerle yol almaya çalışan işçi sınıfının bu eylemlerini yaygınlaştırmak, merkezi ve birleşik bir karakter kazandırmak, sınıf dayanışmasını güçlendirmektir.

İşçi sınıfının, kapitalist sömürüyü sınırlamasını ve hakları uğruna mücadele etmesini sağlamak için mücadele deneyimlerini artırmak, bu deneyimlere işgal, grev, direniş vb. militan biçimler kazandırmak, işçi sınıfını böylesi bir mücadele içinde bilinçlendirmek ve eğitmek gerekmektedir. Yıllardır döne döne sendikal ihanete uğrayan, sendikal bürokrasi tarafından sayısız kez sırtından hançerlenen işçi sınıfının, bu barikatı aşabilmesinin yolu işçinin inisiyatifine dayalı taban örgütlülüklerinin yaratılmasından geçmektedir.

Sendikaları uzlaşmacı ve işbirlikçi sendikal çizgiden kurtarmanın, sendikal bürokrasiyi etkisizleştirmenin, dar ekonomik taleplerle dumura uğratılan sınıfın bilincini ve eylemini, saldırıların siyasal boyutuna ve düzenin kurumlarına doğru yöneltmenin başka bir yolu bulunmamaktadır.

Bunun için sol, devrimci siyasal güçler kadar sendikalarda ilerici bir takım iddialarda bulunan unsurlara da önemli görevler düşmektedir. Bu unsurlar, konfederasyonların tepesini tutan ihanetçi sendikal çetelere karşı açık, net ve kararlı bir tutum almak, sendikal bürokrasinin denetiminden ve sermayeden bağımsız ve çok yönlü bir sınıf çalışmasıyla birleşen bir sendikal mücadele hattını benimsemek, devrimci sınıf sendikacılığını savunmak, kendilerine rehber edinmek ve pratikte uygulamak durumundadırlar.

Kuşkusuz sendikal örgütlenme mücadelesi yalnızca sendikacılara ait bir görev değildir. Özellikle her gün erimekte olan sendikalarda örgütlü işçi sayısı düşünüldüğünde bu daha açık hale gelmektedir. Sendikalara genel olarak hakim olan ve örgütlenme sorununu ekonomik taleplerin kazanılması doğrultusunda sendikal bir faaliyet olarak benimseyen anlayışların aksine örgütlenme sorunu sınıfın siyasal bilinç ve mücadele deneyimi kazanması sorunudur. Ve bu devrimci iddia taşıyan her öznenin temel görevi olmak durumundadır.

Sendikalar ancak devrimci sınıf mücadelesini güçlendirmenin, sınıfın bilinç ve örgütlenme düzeyini geliştirmenin bir aracı ve mevzisi olarak ele alındığında işlevli hale gelebilirler. Sendikaların gerçek bir mücadele mevzisi ve sınıf mücadelesinin etkili silahları olarak kullanılması için bu alanda yerine getirilmesi görevler ertelenemez önemdedir.

Sendikal bürokrasi sınıf hareketinin gelişimindeki engellerin başında gelmektedir. Sol hareketin konumu bu engellerinden bir diğeridir. Sol hareket açısından ise sorun çok daha derin ve kapsamlıdır. Sol hareket ideolojik konumu gereği zaten işçi sınıfının dışında ve ona güvensizdir. Her ne kadar 15-16 Haziran Direnişi işçi hareketi kadar sol hareketi de etkilese, işçi sınıfına duyulan güvensizliğe ve burjuva kurumlara karşı beslenen umutlara darbe vursa da, sorunun ideolojik dayanakları olduğu gibi durduğu için sonuç değişmemektedir. İşçi ve emekçileri doğrudan ilgilendiren en temel sosyal ve siyasal gelişmeler karşısında aldıkları tutum bunu anlatmaktadır.

Reformist solun, rejim krizinde darbe karşıtlığı ve burjuva demokrasisini savunma adına AKP gericiliğine, islami gericiliğe karşı burjuva cumhuriyeti savunma adına ordu gericiliğine yedeklenmesi bir rastlantı değildir. Bu gerici atmosferi bağımsız bir güç olarak mücadele sahnesine çıkarak dağıtabilecek yegane güç olan işçi sınıfını devrim ve sosyalizm mücadelesine çağırmak yerine “ne darbe ne şeriat” kıskacına alarak, burjuvazinin dönemsel ihtiyaçlarına göre birinden birini tercih ettiği gerici burjuva ideolojisine yedekleme çalışması reformizmin konumunu anlatmaktadır.

Reformist solun kapitalizmin krizi karşısındaki tutumu da bu açıdan ibretliktir. Yerel seçim sürecine denk gelen kriz karşısında bir bütün olarak sol hareket sınıfta kalmıştır. Kapitalizmin krizinin sonuçlarının üretim alanlarında, fabrikalarda artarak ve ağırlaşarak kendini gösterdiği, sermayenin yoğun saldırılarının yaşandığı, işçi sınıfının bu saldırılara mevzi eylem ve direnişlerle yanıt vermeye başladığı, sendikal bürokrasinin bu türden eylem ve direnişleri yalnızlaştırarak ve pasifize ederek boğmaya çalıştığı böylesi bir süreçte sol hareket, işçi ve emekçi kitlelere çözüm olarak yerel yönetimleri “ele geçirmeyi”, böylece yerelde “iktidarlaşabileceği”ni ve kapitalizmin merkezi ve onulmaz çelişkilerine yanıt olabileceğini sunabilmiştir. Böylesine önemli ve tarihsel bir süreci heba edebilmiştir. Ne yazık ki devrimci hareketin büyük bir kesimi de reformist solun kuyruğuna takılabilmiştir.

Oysa kapitalizmin ekonomik kriz içinde debelendiği böylesi bir süreçte, sınıfın haklı ve meşru talepleri için işçi ve emekçi kitlelere yeterli kaynak olarak, birikmiş toplumsal zenginliklerle üretim araçlarına el koyan burjuvazinin iktidarını hedef olarak gösterilebilir, kapitalizmin krizini derinleştirmek, krize karşı devrimci bir sınıf mücadelesi yaratmak, kapitalizme karşı devrim ve sosyalizmi tek alternatif olarak göstermek doğrultusunda faydalanılabilirdi.

Ancak tüm bu devrimci görevler orta yerde bırakılmıştır. Reformist sol söz konusu olduğunda bunun şaşırtıcı bir yanı bulunmamaktadır. Devrimci solun büyük bir kesiminin de bu zeminde hareket etmesi ancak onun yapısal zaafları ve ideolojik zeminiyle açıklanabilir. Devrimci sol geçmişin ideolojik zaaflarından arınmadan, bir hesaplaşma sürecine girmeden, kendisini yenilemeden işçi sınıfının tarihsel rolünü, devrimci misyonunu kavrayamaz, ona yönelme gücünü kendinde bulamaz. Bu sorun kısa vadede aşılabilecek bir sorun hiç değildir. Bunun için devrimci bir sınıf ve kitle hareketinin varlığı gerekmektedir.

15-16 Haziran Direnişi hala güncelliğini korumakta ve öğrenilmesi gereken birçok ders barındırmaktadır. Özellikle kapitalizmin krizi söz konusu olduğunda komünistlerin yaptığı temel tespitler hala da yakıcı ihtiyacını korumaktadır:

“Bugünün Türkiye’sinde devrimci siyasal mücadelenin en temel ihtiyacı tüm mücadele dinamiklerini sosyal bir eksende birleştirebilmektir. 12 Eylül’den bu yana, demek oluyor ki neredeyse 30 yıldır, olmayan budur. Oysa başka bakımlardan ciddi zaaflar taşıyan ‘60’lı ve ‘70’li yılların mücadelelerinin en büyük üstünlüğü bu idi. ‘89’da Bahar Eylemleri olarak patlak veren işçi hareketi bir süreliğine de olsa kendiliğinden bunun koşullarını oluşturdu. Fakat devrimci hareketi tümüyle hazırlıksız yakalayan bu büyük dalga kırıldığından bu yana bunun koşullarına yeniden ulaşılamadı.

Böyle bir eksenden yoksunluk örneğin Kürt hareketini ciddi açmazlar ve zaaflarla yüzyüze bırakmakla kalmamış, sorunun ve hareketin kendisi, yarattığı tüm sıkıntılara rağmen burjuvazi için toplumu nispeten kolayca yönetebilmenin ve sınıf eksenli bir sosyal mücadelenin gelişmesini engelleyebilmenin önemli bir olanağına da dönüşmüştür. Şimdilerde ise gündemde ilerici bir yönelime sahip, mezhepsel baskılara ve rejimin temelindeki mezhep ayrımcılığına karşı laik-demokratik istemler ileri sürebilen bir Alevi hareketi var. Fakat merkezinde işçi sınıfının durduğu bir sosyal mücadele eksenin geliştirilemediği bir durumda, tüm iyi niyetine rağmen bu hareketin düzenin çarkları arasında bir biçimde eritileceğinden de kuşku duyulmamalıdır.

Böylece bugünkü kriz koşullarının tüm öteki mücadele dinamikleri için de birleştirici olabilecek bir sosyal mücadele ekseninin geliştirilmesinde bir fırsat olarak kullanılabilmesi sorununa geliyoruz. Bu olanak potansiyel olarak kesinlikle vardır, tüm sorun onu bir gerçekliğe dönüştürebilmektir. Bu ise bir bütün olarak ilerici-devrimci hareketin sergileyeceği ortak sorumluluğa, ortaya koyabileceği birleşik güç, yetenek ve inisiyatife bağlıdır.

Her dönem eylemliliğini herşeye rağmen bir biçimde sürdürmeyi başaran işçi sınıfı hareketi özellikle son iki yıldır belirgin bir yeni hareketlenme içindedir. Halen konumu ve eğilimi ne olursa olsun ilerici-devrimci akımların büyük bir bölümünün de asıl ilgi ve umut konusudur. Son iki yılın, ama özellikle de geride bırakmakta olduğumuz yılın 1 Mayıs süreci, işçi sınıfı hareketinin gücünü ve birleştirici yeteneğini ayrıca hissettirmiş, onu gösterilen ilgiyi ayrıca güçlendirmiştir.

Şimdi kriz koşullarındayız ve hareketliliğin, direniş ve protestoların ağırlık merkezi bir kez daha işçi sınıfıdır. Kendini adeta kendiliğinden dayatan devrimci sorumluluk, krizin sağlayacağı olanakları en iyi biçimde değerlendirerek dinamik bir işçi hareketinin gelişmesini kolaylaştırmak ve hızlandırmaktır. Bunu tüm öteki mücadele dinamiklerinin ortak ve birleştirici ekseni haline getirebilmektir. Bu, kendine devrimci ya da sosyalistim diyen hiçbir parti ya da akımın kaçınamayacağı bir nesnel güncel sorumluluktur. Ve bugün bunun dışında kriz koşullarını siyasal mücadele için etkili bir kaldıraç olarak kullanabilmenin bir olanağı da yoktur. Bugünün Türkiye’sinde somut gerçeğe gözlerini kapamayan herkes bunu az çok bir açıklıkla pekala görebilir.” (Kriz ve devrimci mücadelenin sorunları, Ekim, Sayı: 255, Aralık ‘08)