12 Haziran 2009
Sayı: SİKB 2009/22

  Kızıl Bayrak'tan
  Mücadele sertleşirken...
  “Ekonomik teşvik ve istihdam paketi”nin özü özeti
Kürt sorununun “çözüm”üne yönelik yeni ekonomi paketi...
Kent AŞ direnişi
İşçi ve emekçi hareketinden…
  Kapitalizmin krizine karşı 15-16 Haziran Direnişi'nden öğrenilmesi gerekenler
  Tersaneler cehennem,
işçiler köle kalmayacak!
AKP’nin sözde Alevi açılımı...
  Eğitimde fırsat eşitliğinden ve seçme özgürlüğünden bahsedenler sermayenin sözcüleridir...
  ÖSS mitinglerinden...
  Kapitalizm doğanın ve insanlığın geleceğini yok ediyor!
  Dünya Emekçi Kadınlar
Konferansı’na doğru
  Obama’nın Kahire vaazı…
  Pakistan’da iç savaşın perde arkası - Knut Mellenthin
  Taraf’ın Taraf’ı...
  Engin Çeber davası sürüyor...
  Bir kitap tanıtımı ve
yazarının okura çağrısı...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Mücadele sertleşirken...

İstanbul Esenyurt’ta Sabra Tekstil fabrikası işçilerine bildiri dağıtımı yapan yoldaşlarımıza yapılan silahlı saldırı, sembolik değeri büyük bir politik olaydır. Bildirilerin işçilere ulaşmasını engellemek için sıkılan kurşunlar, bilinçli bir sınıf tutumunun ifadesidir. Bildiriye karşılık kurşun sıkan Sabra patronu, bu tutumuyla sermaye sınıfının işçi sınıfı karşısındaki bugünkü konumunu açığa vurmuştur.

Bildiriye karşılık sıkılan kurşunlar, sınıflar arasındaki ilişkiler alanındaki biriken gerilimlerin boyutlarını göstermiştir. Sermaye sınıfının, açlığa ve yoksulluğa mahkum edip krizin faturasını kestiği işçi sınıfından, onun bilinçlenmesinden ve örgütlenmesinden duyduğu ölesiye korkuyu açığa çıkarmıştır. Öyle anlaşılıyor ki bu asalak sınıf saltanatının temellerinin ne kadar çürük olduğunu gitgide daha açık biçimde görüyor. Kendi payına hiçbir ahlaki ve insani varlık nedeni bulamıyor artık. Çöküşünü görüp hissettikçe zulmünü arttırıyor. Zulmünü arttırdıkça çöküşünü hızlandırıyor. İşte Sabra patronunun sınıf bilinci ve kiniyle yaptığı saldırı, kendisinin de parçası olduğu çürümüş sermaye sınıfının bu bilincini ve tutumunu yansıtıyor. O sınıf ki kokuşmuş beyninde tarihsel deneyimleriyle yoğrulmuş sağlam bir sınıf bilinci taşıyor. Bu bilinçten dolayıdır ki, bir bildiriden geleceği, örgütlenen işçi sınıfının başına açacağı dertleri görüyor, çareyi silaha sarılmakta, şehir eşkiyalığında, kaba ve çıplak zorbalıkta buluyor.

Sabra patronunun bu tutumu, kendi sınıfının ve devletinin bugün ortaya koyduğu reflekslerle örtüşüyor. Öyle ki özellikle 1 Mayıs’tan sonra faşist terörün dozunda belirgin bir yükseliş var. Zaten güdük olan toplantı, yürüyüş, gösteri ve örgütlenme hakkı neredeyse ortadan kaldırılmış durumda. Her yeni gün düzenin bekçileri tarafından sınıf ve kitle hareketinin önüne yeni barikatlar konuluyor. Yasak alanlara yenileri ekleniyor. Yüz binlerce üyesi olan sendikalar basılıyor, üye ve yöneticileri gözaltına alınıp tutuklanıyor. En barışçıl kitle gösterisi dahi polis terörüne maruz kalıyor.

Faşist baskı ve terörün diğer bir yüzünde ise toplumsal hayatın her alanını kontrol altına almak için hiçbir sınır tanımadan yürütülen gözetleme ve dinleme faaliyetleri var. Mantar gibi yayılarak her adım başı rastlanan kameralarla toplum üzerinde sıkı bir denetim ve kontrol mekanizması yaratıldı. Bu kameralar, fiziki olduğu kadar moral açıdan da oldukça etkili silahlar. Genel olarak toplum üzerinde kurulan faşist ablukanın karanlık tablosunu tamamlıyorlar.

Bu karanlık tabloyu Kürt sorununu çözüleceği yönünde bir süredir oluşturulan “iyimser hava” da bozmuyor. Tersine bunun sadece bir “hava” olduğu bugün daha iyi anlaşıldıkça, gerisindeki Kürt halkına yönelik kapsamlı bir saldırı planı olduğu daha net görülüyor. Dahası bu saldırı planı, sadece politik ve moral hedefleri içermiyor. Bu hedeflere de ulaşmak üzere azgın bir askeri saldırı hamlesi planlanıyor. Ordunun başındaki Başbuğ’un ABD’ye gidip Kürt halkına yönelik savurduğu savaş tehditleri boşuna değil. Aynı tehditler, hükümetin de diğer düzen partilerinin de dilinden eksik olmuyor.

Bunların “çözüm” diye geveledikleri, Kürt halkının varlığını sözde tanımaktan ibaret. Bu da zaten malumun ilanından başka bir şey değil. Yoksa onun haklı ve meşru ulusal hak ve özgürlüklerini tanımayı bir varlık-yokluk sorunu olarak görüyorlar. Böyle görmelerinin de sağlam temelleri var. Çünkü kurulu düzenin ayakları aynı zamanda Kürt halkının ulusal köleliği üzerine oturtulmuştur. Bunun için düzen güçleri için Kürt sorunu bir demokratik hak ve özgürlük sorunu değil, tasfiye edilmesi, denetlenmesi ve sürekli olarak ezilmesi gereken bir sorundur. Bundan dolayıdır ki “iyimserlik masalları” okurlarken bile baskı ve terörün dozunu zerrece düşürmüyorlar.

Düzenin Kürt sorunundaki bu tutumu onun demokratik hak ve özgürlükler konusundaki temel davranış çizgisini gösteriyor. Bu düzenin efendilerinin özgürlük gibi bir sorunu yoktur, çünkü temel özgürlüklerin önündeki en büyük engel bizzat onlardır. Bunun için onlar sadece ve sadece köleci düzenlerinin devamını sağlamaya çalışmaktalar. Ezilenlerin mücadeleleriyle söküp aldıkları (ki bunları da kendileri vermiş gibi gösterirler) dışında hak ve özgürlük vermezler. Bugün yeniden kanıtlanan bu gerçeklerin Kürt halkı tarafından bilince çıkarılması hayati bir zorunluluktur artık. Çünkü, düzenin çözüm masallarıyla oyalanmanın sonunda büyük acılarla yüzyüze kalmak kaçınılmazdır. Bunun için diğer demokratik hak ve özgürlükler için olduğu gibi ulusal özgürlük taleplerinin kazanılması için de kararlı bir mücadele şarttır.

Tam da bu noktada, eli kanlı bir şehir eşkiyası olan Sabra patronunun sınıf bilinçli işçilere karşı silaha sarılmasına odaklanmak gerekir. Çünkü Kürt sorunu, demokratik hak ve özgürlükleri elde etmek için mücadeleden başka bir yol olmadığını gösterirken, bu olay ise bu mücadelenin sağlıklı ve doğru bir yoldan nasıl ilerleteceğine ilişkin açıklıklar sunuyor. Kürt halkına yaşadığı “çözümsüzlük” cenderesinden bir çıkış yolu sunuyor. Zira, Sabra olayı ile çok daha iyi görülmüştür ki, bugün işçilerin sosyal ve ekonomik hak talepleri için verdiklleri mücadele, kesin olarak demokratik hak ve özgürlük mücadelesiyle içiçe sürdürülmek zorundadır. Çünkü işi ve hakları için mücadeleyi seçen işçinin önüne düzenin kolluk güçleriyle birlikte, bazen yasal bir kılıf içinde, bazense keyfi biçimde sermaye düzeninin baskı ve terörü çıkmaktadır. En son ATV-Sabah işçilerine yapıldığı gibi sesini duyurmak için sokağa çıkan işçinin önü kesilmektedir. Sadece kolluk da değil, düzenin medyasından yargısına kadar tüm temel mekanizmaları, burjuvazinin özel mülkiyetini ve muazzam boyutlardaki sefil ayrıcalıklarını korumak için seferber olmaktadırlar. Öyle ki, Sabra’nın eli kanlı patronu polis korumasında serbestçe dolaşırken, ona tepki gösteren devrimci işçiler polisin kurşun yağmuruna hedef olduktan sonra bir de tutuklanıyorlar.

Tüm bunlar demokratik hak ve özgürlükler mücadelesini sınıfsal bir temele oturtmanın imkanlarını da gösteriyor. Ekonomik ve sosyal istemlerle demokratik siyasal istemlerin bir arada yükseltilmesinin gereğini ortaya koyuyor.

KESK örneğinde olduğu gibi, KESK’i savunmak hem kamu emekçilerinin sınıfsal çıkarlarını savunmak, hem de Kürt halkının hak ve özgürlük taleplerini savunmak anlamına geliyor. Yine bugün Sabra olayında devrimci işçileri sahiplenmek büyük önem taşıyor. Bu ölçüde oluşturulacak reflekslerle demokratik hak ve özgürlükler mücadelesi sınıfsal bir temel üzerinden toplumsal bir tabana oturtulabilir. Bu ölçüde de devrimci bir sınıf ve kitle hareketi yaratabilmenin koşulları da oluşturulabilir. Farklı alanlarda süren saldırıların açık organik bütünlüğü bu bakımdan önemli kolaylıklar sağlıyor. Eğer öznel planda ortaya konulacak güçlü bir iradeyle bu olanaklar ve kolaylıklar değerlendirilirse düzen güçleri kıskaca alınır, bu ölçüde de en azından geriletilebilir.

Bunun için birleşik bir direniş ve mücadele cephesinin örülmesi büyük önem taşıyor. KESK’e yönelik saldırı karşısında gösterilen ilk tepkiler bu açıdan umut vericiydi. Ancak kalıcı olmaktan uzak kaldı. Şimdi Sabra saldırısına karşı anlamlı dayanışma örnekleri görülüyor. Fakat bu örnekler yine de çok sınırlı. Oysa yapılması gereken ne yaptığını bilen bilinçli ve kararlı bir direniş ruhuyla saldırıya uğrayan her mevzinin militan bir kararlılıkla savunulmasıdır.

Bununla birlikte bu mücadele tepkisel olmaktan çıkarılmalı, bilinçli ve hedefli bir yol hattı çizilmelidir. Bunu başarmanın en önemli anahtarlarından biri de ortak talepler oluşturabilmektir. Bugün için bu talepler esas olarak, “Krizin faturasını kapitalistler ödesin!” başlığı altında ele alınabilecek taleplerin yanısıra, “Sınırsız, söz, basın ve örgütlenme özgürlüğü” talebi ve “Kürt halkına özgürlük!”, “Eşitlik, özgürlük, gönüllü birlik” talebidir. Bu taleplerin odağında bulunduğu çok yönlü ve çok ayaklı bir mücadele sürecini örmeli ve örgütlemeliyiz.

Böyle bir süreci başarıyla omuzlamak için silaha sarılan eli kanlı Sabra patronunun sınıf bilinci ve düşmanlığına karşılık verecek bir bilinç ve militanlıkla davranmalıyız. Bu Sabra olayının da işaret ettiği gibi, içerisine girdiğimiz sert sınıf mücadeleleri döneminin bir gereğidir.