24 Nisan 2009
Sayı: SİKB 2009/16

  Kızıl Bayrak'tan
   Engeller aşılacak Taksim kazanılacak!
  Devrimci 1 Mayıs Platformu’ndan çağrı:
DTP’ye yönelik operasyon Kürt hareketini tasfiye etme saldırısıdır…
BDSP’nin 1 Mayıs faaliyetlerinden…
Gençliğin 1 Mayıs faaliyetlerinden...
  Çiğli’de direnişçi işçiler 1 Mayıs’a çağırdı...
  1 Mayıs ve Taksim iradesinin anlamı
  Baskıya, sömürüye, eşitsizliğe ve saldırılara karşı 1 Mayıs’a, Taksim’e!
  İşçi ve emekçi hareketinden….
  Hatice Yürekli yoldaşı saygıyla anıyoruz...
  Direnişçi kadınların mücadele çağrısı!
  8. Bir-Kar Gençlik Kampı başarıyla gerçekleştirildi…
  ABD patentli planın açmazları…
  Barack Obama’nın Latin Amerika açılımı…
  Batılı emperyalistler ırkçı-siyonistlerin kalkanı!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Barack Obama’nın Latin Amerika açılımı…

Emperyalist güçler ile ezilen haklar arasındaki çatışma kaçınılmazdır!

ABD emperyalizminin dünya halkları nezdinde yerlerde sürünen imajını düzeltmek için harekete geçen Barack Obama’nın son durağı, Beyaz Saray’ın “arka bahçe” kabul ettiği Latin Amerika oldu.

Trinidad Tobago’nun başkenti Port of Spain’de yapılan 5. Amerika Devletleri Zirvesi’ne katılan Obama, Amerika kıtasındaki tüm uluslarla eşitliğe dayalı bir ortaklık istediklerini söyledi. Zirvede konuşan Obama, “Öğrenecek çok şeyim var, dinlemek ve nasıl etkili biçimde birlikte çalışabileceğimizin yollarını bulmak arzusundayım” diyerek, ABD’nin Latin Amerika ülkeleriyle ilişkilerinde yeni bir süreç başlatacağını iddia etti. Küba’ya karşı izlenen politikada da değişime gideceklerini öne süren Obama, ABD emperyalizminin kıta halklarına karşı işlediği vahşi suçları ise görmezden gelip, geçmişe değil geleceğe bakmak gerektiğini savundu.

Kıtanın 12 devlet başkanıyla bir araya gelen ABD başkanı, kullandığı söylemle “sol dalga” ile başa geçen devlet başkanlarını da etkilemeyi başarmış görünüyor. Gerçi devlet başkanları, ABD’nin yakın geçmişte kıta halklarına karşı işlediği suçları gündeme getirdiler. Bununla birlikte Obama’nın olanlardan sorumlu tutulmayacağını savunarak, zirveden iyimser ayrıldıklarını hissettirdiler.

Bu arada söylemin pek önemli olmadığını, belirleyici olanın icraatlar olacağını, tüm taraflar dile getiriyor. ABD’nin somut icraatları noktasında ise, Küba ile ilişkilerin seyrinin belirleyici olacağı konusunda bir tartışma bulunmuyor.

Obama tam da beklentiler oluşturmak için çaba harcarken, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın, Küba ile ilişkileri geliştirmek için “Küba’da gerçek bir demokratikleşme gerçekleşmesi” şartını öne sürmesi, Latin Amerikalı liderlerin tepkisiyle karşılandı. “Bu, Küba’ya olduğu kadar Latin Amerika’ya da indirilmiş bir tokat. Clinton, Küba ambargosunun kalkması için demokratikleşmenin, siyasi mahkûmların salıverilmesinin şart olduğunu söyledi. Bu sakızı daha ne kadar çiğneyecekler?” sözleriyle en sert tepkiyi gösteren Chavez, geçen yılın Eylül ayından beri ABD ile kopuk olan diplomatik ilişkileri yeniden kurmak için Washington’a büyükelçi atayacağını da açıkladı. Bu karar, tereddütlere rağmen Barack Obama’nın bazı beklentiler yaratabildiğine işaret ediyor.

Daha düne kadar “arka bahçe”yi neoliberal saldırıların, vahşi özelleştirmelerin laboratuvarı olarak kullanan ABD emperyalizmi, kıtada gelişen toplumsal muhalefeti ise, askeri faşist cuntalar eliyle işlenen toplu kıyımlarla ezmeye çalışıyordu. Bu politika kıtanın ezilen halklarına ağır bedellere mal oldu. Ancak bu emperyalist zorbaları başarıya ulaştırmaya yetmedi. Tüm faşist zorbalıklara rağmen ne genel grevlerin, ne halk ayaklanmalarının, ne Amerikancı devlet başkanlarının kovulmasının önüne geçilebildi. Dahası toplumsal hareketlerin kitlesel ve militan karakteri, soldan gelen adayların devlet başkanlığına gelmesini de sağladı.

Bu tablo, ABD’nin kıtaya dönük politikasının iflasını tescil ediyor.

Ortadoğu’da halkları köleleştirme seferine hız veren ABD’nin halkların direnme kararlığına çarparak bataklığa saplanması, savaş makinesini ölümcül elini Latin Amerika’ya uzatmaktan alıkoydu. Bu ise, kıtadaki Washington tetikçilerinin son yıllarda ciddi bir güç kaybına uğramalarını kolaylaştırdı.

Son yıllardaki sürecin, ABD emperyalizminin diğer emperyalist güç odakları karşısında mevzi kaybettiği bir döneme denk düşmesi, bazı alanlarda politika değişikliğini zorunlu kıldı.

Verili koşullarda ABD savaş makinesi, Latin Amerika halklarına karşı taarruza geçebilecek olanaktan yoksun görünüyor. Ancak bu, ABD’nin kıta üzerindeki egemenlikten vazgeçtiği anlamına gelmiyor. Buradaki politika değişikliği, esas olarak ilişkilerin biçimiyle ilgilidir. ABD’nin amacı öncelikle kıta hakları nezdinde imajını düzeltmek olsa bile, asıl amaç emperyalist egemenliği tahkim etmektir.

Obama’nın “yeni açılım” yönündeki sözlerini bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor. Bunu, “nihai amaç değiştirilmeden, araçlarda yeni arayışlara yönelim” olarak nitelemek mümkündür.

Barack Obama’nın “yeni açılımı” beklenti yaratmış olsa da, başarıya ulaşma şansı düşük görünüyor. Nitekim Amerika Devletleri Zirvesi’ne katılan ülkelerin bir kısmının, Küba’ya uygulanan yaptırımların tamamen kaldırmasını talep ederek ortak bildiriye imza atmayı reddetmesi, bu zorluğun ilk işaretidir.

Fakat asıl zorlu engel, kıtada yükselen toplumsal mücadelenin öznesi olan işçi sınıfı ile emekçi müttefikleridir. Zira meşru zeminde gelişen militan mücadelelerle önemli kazanımlar elde eden birçok ülkedeki emekçi hareketini etkisizleştirmek artık eskisi kadar kolay değildir.

Barack Obama yönetiminin biçime dair önerdiği değişikliklerin kıtada yaratacağı beklenti geçici olmaya mahkumdur. Nasıl ki, özel mülkiyet temeline dayalı kapitalist düzen varolduğu sürece sınıf çatışmaları kaçınılmazsa, emperyalist zorbalar ile ezilen halklar arasındaki çatışma da kaçınılmazdır.

Amerikancı Mısır rejiminden Hizbullah’a saldırı!

Hizbullah’ın İsrail savaş makinesinin Temmuz 2006’daki Lübnan saldırısını kararlı bir direnişle püskürtmesi, sadece ırkçı-siyonist rejimi değil, emperyalistler ile bölgedeki gerici işbirlikçilerini de tedirgin eden bir gelişmeydi. Bölge halkları ise, siyonist orduyu utanç verici bir yenilgiye uğratan Lübnan direnişine tam destek vermişti.

İsrail ordusunun yenilgisi, hem emperyalist-siyonist güçlerin bölgeye yeniden şekil verme planlarının bozulmasına katkıda bulundu, hem de ezilen haklara, işgalcilere karşı etkili mücadele yolunun ne olduğunu gösterdi. İşte ABD ile işbirlikçilerinin her fırsatta direnişe saldırmalarının esas nedeni budur.

Ancak bu yöndeki saldırılar şu ana kadar hedeflenen sonucu yaratmaktan uzak kaldı. Bu saldırılar ne direnişin halklar nezdindeki saygınlığına gölge düşürebildi ne de Hizbullah’ın silahsızlandırılması yönünde mesafe alınmasını sağladı.

Lübnan seçimlerine iki ay kala, direnişe dönük saldırılar yeniden başladı. Bu kez taşeronluğu gerici Mısır rejimi üstlenmiş bulunuyor. Bahane ise, Gazze’ye silah ulaştırmaya çalışırken Mısır’da yakalanan bir grubun içinde Hizbullah militanlarının bulunması.

Olayı fırsat bilen Amerikancı Mısır rejimi Hizbullah’ı karalama kampanyası başlattı. Rejimin borazanlığını yapan medya organları, “Mısır’ın çıkarlarını vurmayı, önde gelen kişilere suikast düzenlemeyi, ülkenin istikrarını tehdit edip rejimi devirmeyi ve halkı buna teşvik etmeyi hedef alan gizli bir yapılanmanın” ortaya çıkarıldığını iddia ederek, bu “komplodan” Hizbullah’ı sorumlu tutuyor.

Bu sahte iddiayı dayanak gösteren medya, Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ı da hedef tahtasına yerleştirdi. Lübnan direnişini “terörizm”le aynı kefeye koymaya çalışan Kahire’deki Amerikancılar, Washington’daki efendilerine yaranmak için seferber olmuş görünüyorlar.

Kahire rejiminin bir diğer uydurması ise, Hizbullah militanlarının Şiiliği yaymak için Mısır’da misyonerlik faaliyetleri yürüttükleridir.

Mısır rejiminin Hizbullah’a saldırması rastlantı değil elbette. Lübnan seçimlerine iki ay kaldığı, Hizbullah’ın mecliste güçlü bir grubu olduğu hesaba katıldığında, durum açıklık kazanıyor. Bu yönüyle Mısır’ın girişimini, ABD adına Lübnan seçimlerine yapılan bir müdahale olarak değerlendirmek mümkündür.

Bu arada Lübnan’daki Amerikancı güçler de, Hizbullah’ın silahlarından duydukları rahatsızlığı seçimler arifesinde yeniden dillendirmeye başladılar.

Mısır rejiminin iddialarına yanıt veren Hizbullah lideri Nasrallah, gözaltına alınanların hepsi değil ama bir kısmının örgütlerine bağlı olduğunu, ancak bunların rejim devirmek için değil, İsrail ile savaşmak üzere Gazze’ye silah sevk etmeye uğraştıklarını açıkladı.

Hizbullah’ı suç örgütü gibi gösterip, liderinin İnterpol tarafından yakalanması gerektiğini iddia eden Mısır savcısına ise Nasrallah şu yanıtı verdi: “Eğer Filistinlilere yardım etmek suçsa ben suçluyum ve bundan gurur duyarım!”

ABD taşeronluğunu üstlenen Mısır rejimi üzerinden Hizbullah’a yöneltilen bu çirkin saldırı, emperyalist-siyonist güçler ile işbirlikçilerinin, Ortadoğu’daki direniş odaklarından duydukları korkunun göstergesidir.