1 Ağustos 2008 Sayı: SİKB 2008/31

  Kızıl Bayrak'tan
  Geçici olmaya mahkum gerici uzlaşma!
   Kontrgerillanın pislikleri devrimcilere bulaştırılmaya çalışılıyor
Ergenekon soruşturmasıyla rejimi aklama çabaları…
Ergenekon ve sol: Ne yapmalı? - Yüksel Akkaya

Kontrgerilla düzeninden hesabı emekçi ve ezilen halklarımız soracaktır!

Güngören’deki saldırı lanetlendi…
  Birleşik Metal-İş taslağı işyerlerinde açıklıyor…
  Türk-İş bürokratlarının sınıfa ihanette, sermayeye hizmette 56. yılı…
  Düzce DESA işçileriyle direniş üzerine konuştuk...
  Kapitalizmin krizi derinleşiyor...
Grev ve direnişler dünyanın
dört bir yanına yayılıyor!
  İşçi ve emekçi hareketinden…
  Belediye-İş Sendikası İstanbul 2 No’lu Şube Başkanı Hasan Gülüm ve TÜMTİS İstanbul Şube Başkanı Çayan Dursun ile konuştuk...
  Uzel’de yaşananlar...
  Dünya işçi ve emekçi hareketinden…
  ‘96 Zindan Direnişi selamlandı…
  Bültenlerden...
  Devrimci Demokratik Yapılar Arası Diyalog ve Çözüm Platformu’ndan açıklama:
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

VESTEL: Sömürünün Türkçesi!

Hepimizin bildiği gibi Vestel, reklâmlarında sürekli “Vestel; teknolojinin Türkçesi” ibaresini kullanıyor.

Hani, bu dünyada gözlerimiz kapalı yaşasak tüm bilimsel ilerlemelerin olduğu gibi teknolojik gelişmelerinde gerçekten insanlığın yararına olduğuna inanacağız. Oysa artık çocuklar bile biliyor ki içinde bulunduğumuz modern barbarlık çağında, tüm bilimsel-teknolojik ilerlemeler insanlığı savaşlarla, kimyasal silahlarla yıkıma sürüklediği gibi, hazırladığı çevresel felaketlerle de dünyanın sonunu hazırlıyor.

Peki, tüm bu ilerlemelerden, gelişmelerden çıkarı olan kimse yok mu? Elbette ki var. Örneğin bu sorunun cevabını, Vestel’de çalışan binlerce işçi de kendi yaşadıklarından biliyor. Yani Vestel işçilerinden kim daha iyi bilebilir ki, Vestel’in, teknolojinin Türkçesi olmasa bile sömürünün Türkçesi olduğunu.

Bahsi geçen bu reklâm sloganında olduğu gibi amaç, Zorlu Şirketler Grubu payına ürününü medyatik hale getirerek alıcısını arttırmak, kasasını daha da doldurmak. Ama bu kasaları parayla dolduran gerçekte teknoloji değil, kölelik koşullarında çalışan binlerce Vestel işçisi.

Vestel’in kasalarının işçilerin alınterleri ile dolduğunu çok iyi bilen Vestel Şirketler Grubu adına, geçtiğimiz günlerde, Zorlu adlı dergilerine de konu olan şu açıklamalar yapıldı:

“Vestel, son 5 yılda 108 ülkeye gerçekleştirilen ve 10 Milyar €uro’yu aşan ihracatı ile dayanıklı tüketim malları sektöründe 7 yıldır ihracat şampiyonluğunu koruyor. 2007 yılında 2 milyar 600 milyon dolar ihracat yaparak sektörde öncülüğünü korumaya kararlı olduğunu gösteren Vestel, 2008’de de 3 milyar dolar ihracat hedefliyor. Dünyanın en büyük OEM ve ODM üreticileri arasında yer alan Vestel, toplam yıllık 27,5 milyon adet kapasite ile bugün tüplü ve LCD televizyonda, dijital tv alıcıları üretiminde en büyük, beyaz eşyada ise en hızlı büyüyen üretici konumunda. Vestel, 2008’de Avrupa LCD TV pazarında 3. sıraya yükselmeyi, 2010 yılında da LCD pazarında 1 numara olmayı hedefliyor. Manisa’da gerçekleştirdiği üretiminin büyük kısmını dünya ülkelerine ihraç eden Vestel, elektronik eşyada dünyadaki toplam üretimin yüzde 6’sını, Avrupa’daki toplam üretimin ise yüzde 29’unu gerçekleştiriyor. Avrupa beyaz eşya üretiminin de yüzde 11’i Vestel tarafından Vestel City’de üretiliyor. Manisa ve İzmir’de bulunan toplam 10 Vestel fabrikasından her gün ortalama 120 konteynır dolusu ürün 20 farklı gemiye yüklenerek başta Avrupa ülkeleri olmak üzere toplam 100’ün üzerinde ülkeye ihraç ediliyor.”

Yine yapılan açıklamalarda Vestel City, Avrupa’nın tek alan üzerinde üretim yapan en büyük, dünyanın ise ikinci büyük kompleksi olduğu gururla hatırlatılmakta. Ayrıca Türkiye’nin en büyük 500 firması arasında dokuzuncu olan Vestel Elektronik’in, Ege Bölgesi Sanayi Odası tarafından yapılan açıklamada ise Ege Bölgesi’nin 100 büyük firması içinde ikinci sırada olduğu ifade edildi.

Bu araştırma sonuçları ile Vestel patronları diyorlar ki: 12 bin çalışanı, 1.200 satış noktası, 600 servis noktası ve yan sanayi çalışanlarıyla Vestel, 60 bin kişinin gelir kaynağıdır.

Peki, gerçekler yukarda ifade edilen tablo gibi mi? Vestel bu kadar büyüdüğüne, gelirini arttırdığına göre, Vestel işçisinin payına neden bu zenginlikten sefalet düşmekte? Yoksa bu veriler, rakamların dilini de kullanarak gerçekleri saptırmanın bir başka yöntemi mi? Vestel patronlarının hayata baktıkları pencereden, elbette ki işçilerin yaşadığı ekonomik yıkım değil, kendilerinin kasasına girecek olan paralar görünecektir. Onlar doğal olarak sömürücülerin dilini kullanıyor, hayata o pencereden bakıyorlar. Ama Vestel işçisi, Vestel’e içerden ve dışardan baktığında, orada, kölece çalışma koşullarının, açlık sınırının altında sefalet ücretinin, taşeronlaştırmanın yarattığı iş güvencesiz çalışmanın tek geçer kural olduğu bir köle kampını görüyor.

Yani, Vestel işçisinin, artan mal varlığını, emeğin sermayeye ve kâra dönüşümünü izleyeceği bir penceresi yok. Vestel işçileri de tıpkı diğer sınıf kardeşleri gibi, bizzat üretimin içinde, emeğini satarak yaşama savaşı veriyor. Ve bugün emeğini çalanlara karşı içten içe bir öfke biriktiriyorlar. Çünkü biliyorlar ki, bugün kendilerine yükseklerden, seri üretim yapan bir makinenin işleyişini izler gibi bakanlar, gün gelecek bu makineleşmiş ellerin nasıl hakkını aradığını da görecek. O eller ki, nasır tutar gibi biriken sabırlarının bir gün taştığını da gösterecek. O vakit geldiğindeyse, işte o işçi elleri Vestel’in şalterlerini de indirmiş olacak.

Hem de bugünlerde reklâmlarda çokça gördüğümüz, hekimlerin ve tüm sağlık camiasının utancı olan “Doktor ve Hemşire V” gibi ellerinin tersiyle V işareti yapmayacaklar. Bugün patronlar Vestel işçilerinin nasırlarına basmaya devam ededursunlar, Vestel işçileri de zamanı geldiğinde, parmaklarının iç kısmını göstererek V işareti yapacaklar. Ki, bu Vestel işçilerinin sömürücülere karşı kazanmış oldukları zaferi gösterecek.

Manisa İşçi Bülteni Haklı Dava’nın Ağustos 2008 sayısından alınmıştır...


 

Spil Dağı’nın gölgesinde kalan bir sömürü cehennemi: Manisa Organize Sanayi

Biz Manisa Organize’de çalışan işçiler için bir sömürü cehennemi olan MOSB, patronlar için bir cennet durumunda. Biz alamadığımız hakkımızın, çalınan emeğimizin hesabını soramasak da patronlar, bu haksız kazanç kapısı için birbirleriyle kıyasıya mücadele içindeler. Manisa Ticaret ve Sanayi Odası (MTSO) ile Organize Sanayiciler Derneği arasında yaklaşık 8 yıldır devam eden ‘OSB’yi kim yönetecek?’ tartışması yakın zamanda yapılan genel kurul ile yeni bir döneme girdi.

Yapılan genel kurulda Bülent Koşmaz’ın başkanlığındaki, Ticaret ve Sanayi Odası Meclisi’ni de oluşturan ve OSB’yi yöneten Müteşşebbis Heyet, OSB Sanayicileri Derneği görevinden alındı. Böylece, emeğimizden birikenlerle dolan kasaların anahtarının hangi yetkili de olacağını yeniden seçmiş oldular.

Bu gelişmeler yaşanırken, diğer taraftan geçtiğimiz günlerde eski OSB Sanayicileri Derneği başkanı (aynı zamanda “Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği/ TOBB” Başkan Yardımcısı ve “Manisa Ticaret ve Sanayi Odası” yönetim kurulu başkanı olan) Bülent Koşmaz, MOSB ile ilgili açıklamalarda bulundu. Koşmaz’ın açıklamasında geçen şu cümleler dikkat çekiyor: “OSB ödüle doymuyor. İngiliz yayın kuruluşu Finansal Times’e bağlı doğrudan yatırımcılarla ilgili dergi olan FDİ tarafından, 2 yıl önce maliyet etkileri açısından Avrupa’nın en uygun kenti seçilmiştir. Bu yıl ise daha üst kategoriye atlayarak en iyi ekonomik potansiyele sahip şehir unvanı kazanmıştır.”

Tüm bu MOSB’ni övücü sözcüklerin, Manisa işçileri tarafından nasıl okunacağı ise gayet açık. “Maliyet etkilerinden” kasıt ucuz iş gücü. Bunun en üst seviyesi olarak da “en iyi ekonomik potansiyele sahip şehir” olarak açıklıyorlar. Ki, bu da emperyalist tekellere, “işçileri artık köle haline getirdik. Gelip Manisa köle pazarımızdan istediğiniz köleyi rahatlıkla seçebilir, bedava fiyatına arazilere el koyabilirsiniz” demek oluyor.

Bu sözlerin hayattaki karşılığını Manisa Organize işçileri sömürünün sınırsızlığından gayet iyi biliyorlar. Bir de açığa çıkmayan bir başka gerçek daha var. O da, Manisa Organize Sanayi’de gerçekleşen iş kazalarının AKP hükümetinin ilk 4 yılında 2.5 kat arttığıdır.

Tuzla tersanelerinde yaşanan iş kazası-cinayetlerinin ardından Türkiye’nin gündemine gelen iş kazaları konusunda, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in yanıtlaması istemiyle verilen soru önergesinin ardından bu gerçekler açığa çıkmıştır. Bakanlığın resmi rakamlarına göre; Türkiye genelinde iş kazası sayısı 2002 yılında 72 bin 344 iken, 2006 yılında bu sayı 79 bin 27’ye yükselmiştir. Artış oranı yüzde 9.2 olarak gerçekleşmiştir. İş kazalarındaki ölüm sayısı ise 2002 yılında 878 iken, 2006 yılında 1601’e çıkmıştır. Artış oranı yüzde 81’dir. Manisa’da ise iş kazası sayısı 2002 yılında 3 bin 193 iken 2006 yılında yüzde 107 oranında artarak 6 bin 623’e yükselmiştir. İş kazalarındaki ölüm sayısı da 2002 yılında 10 iken, 2006 yılında 26’ya çıkmıştır. Artış oranı yüzde 160 olarak belirlenmiştir. Yani Manisa’daki iş kazalarında ölen işçilerin sayısı AKP hükümetinin ilk 4 yılında 2.5 kat artmıştır. Yani Manisa iş kazaları ve işçi ölümleri sayısında Tuzla tersaneleriyle yarışmaktadır.

İşte patronların gurur duyduğu Manisa Organize Sanayi bu! Ucuz iş gücü, güvencesiz çalışma koşulları, tam bir köle pazarı. Bu yüzden patronlar, birbirleriyle MOSB’de söz sahibi olmak için kıyasıya yarışıyorlar.

Tüm bunlar yaşanırken bize düşen bu köle pazarında sıraya girmek, kendi sömürülmemizi seyretmek değil. Güvenceli bir çalışma ortamı ve insanca yaşamaya yetecek bir ücret artışı için gücümüzü birleştirmeliyiz. Fabrika komiteleri kurarak ve sendikalarda örgütlenerek patronlar sınıfına köle değil işçi olduğumuzu, el koydukları tüm zenginliklerin gerçek sahiplerinin bizler olduğumuzu gösterebiliriz.

Manisa İşçi Bülteni Haklı Dava’nın Ağustos 2008 sayısından alınmıştır...