1 Ağustos 2008 Sayı: SİKB 2008/31

  Kızıl Bayrak'tan
  Geçici olmaya mahkum gerici uzlaşma!
   Kontrgerillanın pislikleri devrimcilere bulaştırılmaya çalışılıyor
Ergenekon soruşturmasıyla rejimi aklama çabaları…
Ergenekon ve sol: Ne yapmalı? - Yüksel Akkaya

Kontrgerilla düzeninden hesabı emekçi ve ezilen halklarımız soracaktır!

Güngören’deki saldırı lanetlendi…
  Birleşik Metal-İş taslağı işyerlerinde açıklıyor…
  Türk-İş bürokratlarının sınıfa ihanette, sermayeye hizmette 56. yılı…
  Düzce DESA işçileriyle direniş üzerine konuştuk...
  Kapitalizmin krizi derinleşiyor...
Grev ve direnişler dünyanın
dört bir yanına yayılıyor!
  İşçi ve emekçi hareketinden…
  Belediye-İş Sendikası İstanbul 2 No’lu Şube Başkanı Hasan Gülüm ve TÜMTİS İstanbul Şube Başkanı Çayan Dursun ile konuştuk...
  Uzel’de yaşananlar...
  Dünya işçi ve emekçi hareketinden…
  ‘96 Zindan Direnişi selamlandı…
  Bültenlerden...
  Devrimci Demokratik Yapılar Arası Diyalog ve Çözüm Platformu’ndan açıklama:
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Türk-İş bürokratlarının sınıfa ihanette, sermayeye hizmette 56. yılı…

İhanet şebekesi dağıtılmalıdır!

Türk-İş 31 Temmuz’da 56. kuruluş yıldönümünü kutlayacak. 56 yıl boyunca sayısız ihanete imza atan, sermayenin sınıf içindeki kolu olarak davranan Türk-İş’in kuruluşundan bugüne izlediği politikalar, onun çürümüş burjuva sendikacılığının tipik bir örneği olduğunu göstermektedir.

İkinci emperyalist paylaşım savaşı sonrasında kapitalist gelişmenin hız kazanmasına işçi sınıfının büyümesi eşlik etti. Büyüyen işçi sınıfının örgütlenme arayışı kendisini sendikal alanda gösterdi. İşçi sınıfının bu kıpırdanışı onu denetim altına almayı ihtiyaç haline getirdi. Burjuvazinin bu ihtiyacı Türk-İş’in devlet eliyle kurulması sonucunu doğurdu. Bundan dolayı Türk-İş’in tarihi sermayeye sınırsız hizmetin, işçi sınıfına ihanetin tarihidir aynı zamanda.

Yöneticileri ABD’de “eğitilen” Türk-İş, emperyalizmin ve işbirlikçi sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda işçi sınıfı içinde burjuvazinin gerici ideolojisini egemen kılmak için canla başla çalıştı. İşçi sınıfı için sınıfsız, sınırsız ve sömürüsüz bir dünya anlamına gelen komünizme karşı mücadeleyi öncelikli bir görev bildi. İşçi sınıfının en temel haklarına göz diken burjuvaziye ve onun devletine karşı görevini layıkıyla yerine getiren Türk-İş, “komünizmi kınama” mitingleri için tüm olanaklarını seferber etti.

Türk-İş, 1968 yılında yapılan 7. Genel Kurulu sırasında, halen geçerli olan 24 ilkesini kabul etti. Bu ilkelerin üçüncüsü Türk-İş’in devlete bağlılık yemini niteliği taşımaktadır. “Anayasa dışı sosyal ve ekonomik bir düzen kurulması, devletin şeklinin değiştirilmesi, Atatürk devrimlerinin ve demokrasinin tahribi amacına yönelen her türlü akıma karşı bütün gücüyle mücadele etmek” Türk-İş’in temel görevi olarak tanımlandı. Türk-İş, bugüne kadar bu görevini fazlasıyla yerine getirdi, getirmeye de devam ediyor.

56 yıldır sermayeye sınırsız hizmet!

1970 yılında sağcı Adalet Partisi hükümeti içinde yer alan Türk-İş kökenli milletvekilleri, Türk-İş dışındaki sendikal örgütlülükleri ortadan kaldırmayı amaçlayan yasa taslağını hazırladılar. İşçi sınıfının militan mücadelesine konu olan saldırı, 15-16 Haziran Direnişi’yle püskürtüldü.

1974’te Türkiye’nin Kıbrıs’ı işgali sırasında Türk-İş yönetimi, hükümeti ve askeri harekatı desteklemek için sürmekte olan bütün grevleri erteleme kararı aldı. “Türk işçi hareketinin, Türk ulusunun ve onun kahraman silahlı kuvvetlerinin emrinde olduğu”nu ilan etti.

12 Eylül askeri faşist darbesinin ardından faaliyetini sürdüren tek konfederasyon olan Türk-İş, genel sekreteri Sadık Şide’yi MGK’nın atamasıyla Çalışma Bakanı olarak hükümete gönderdi. Binlerce devrimci, işçi ve emekçi işkence tezgahlarından geçirilirken, Türk-İş yönetimi askeri cuntayı meşrulaştırma misyonuyla hareket etti.

Türk-İş yönetimi bununla da yetinmedi. İşçi sınıfının en temel hak ve özgürlüklerini ortadan kaldıran ‘82 Anayasası ve yeni çalışma yasalarının uygulanmasını kolaylaştırdı. Yeni anayasa ve sendikalar yasası üzerine yapılan tartışmalarda yer aldı. Bir devlet sendikası olarak Türk-İş, askeri cuntanın sadık bir taraftarı oldu ve burjuvazinin işçi hareketini ezmesinin bir aracı işlevini gördü.

İşçi sınıfını kölece çalışma ve yaşama koşullarına mahkum eden ekonomik ve sosyal saldırıların planlanmasını kolaylaştıran Ekonomik Sosyal Konsey (ESK) türü oluşumlarda patron örgütleriyle bir araya geldi.

Sadece sosyal yıkım saldırılarının uygulanmasını kolaylaştırmakla kalmadı. 28 Şubat’ta olduğu gibi, patron örgütleriyle aynı platformlarda yer alarak darbecilere açıktan destek verdi. Tıpkı bugün Ergenekon operasyonunda olduğu gibi işçi sınıfını burjuva gericiliğinin bir kanadına yedeklemeye çalıştı.

Türk-İş, iç ve dış politikada devletin geleneksel tutumunu destekleyen, işçi sınıfı içerisinde şovenizmi kışkırtan, sınıfın birliğine, halkların kardeşliğine zarar veren tutumlarıyla işbirlikçi sermayeye sınırsız hizmetlerde bulundu. Ermeni soykırımı, Kürt sorunu, Kıbrıs’ın işgali, sınır ötesi operasyon, Irak tezkeresi sürecinde, vb. gündemlerde devletin geleneksel tutumunu destekleyen konumda oldu.

Uşaklıkta sınır tanımayan Türk-İş, sınıfın en temel haklarını altın tepside sermayeye sundu!

Türk-İş kurulduğundan bu yana işçi sınıfına sayısız ihanetin altına imza attı. İşçi sınıfının çıkarlarından kopuk, sendikaları kendi çiftlikleri gibi kullanan, yolsuzluklara adı karışan, sınıfı denetim altında tutmaya çalışan bürokratik sendikal bir yapıdır. Burjuvazinin işçi sınıfı içindeki ajanıdır.

Sermaye devletinin resmi ideolojisini ve politikasını sınıf içerisinde var etmek amacıyla kurulan Türk-İş’in sınıfı ilgilendiren yasa ve uygulamalar karşısındaki pratiği de buna uygundur.

Gericilik, milliyetçilik, devletçilik, sermayeye uşaklık, “vatan ve milletin” öncelikli çıkarları onun temel ilkeleri arasında yer almaktadır. Bunun içindir ki, özelleştirmeler, mezarda emeklilik, kölelik yasası, SSGSS, asgari ücret, her biri satışla noktalanan TİS’ler, grev yasakları vb. en temel konularda ya oluşan tepkileri manipüle etmek ya da sermayeyle kol kola girerek saldırıları meşrulaştırmak amacıyla sayısız ihanete imza atmıştır. 1 Mayıslar’da da sınıf adına ilerici sayılabilecek tüm çıkışların karşısında yer almış, devletin baskı ve terörünü meşrulaştıran bir tutum izlemiştir.

Türk-İş gericiliği dağıtılmalıdır!

Yıllardır Türk-İş’in tepesini tutan yönetici kast burjuvazinin bir parçası olarak davranmış, yüksek maaşlarıyla, hizmetleri karşısında patronlardan ve devletten aldıkları rüşvetlerle ayrıcalıklı bir konum elde etmiştir. Bu konumlarını kaybetmemek için ilerici her türden girişimin önüne set çekmek, tabandan yükselen devrimci enerjiyi bertaraf etmek için her türlü yol ve yöntemi kullanmıştır.

Türk-İş içinde yeralan ilerici güçler ise bugüne kadar Türk-İş’in başına çöreklenmiş sendikal bürokrasiyi dağıtabilecek iddia ve misyonla davranamadılar. İEP örneğinde olduğu gibi, ilerici iddialar taşıyan bazı sendika şubeleriyle bir araya geldiler. Ancak bu tür birliktelikleri tabanın iradesine dayandırmakta, devrimci enerjisini açığa çıkartmakta eksik kaldılar. Bu yanıyla tabandaki diri unsurların umut bağladıkları, ancak iş yapma becerisi ve kapasitesi bakımından ciddi sınırlılıklar taşıyan baştan ölü doğmuş birliktelikler olarak tarihe yazıldılar. Oynamaları gereken misyonu yerine getiremediler.

Uzun bir dönemdir seslerini çıkarmayan ilerici şubelerin SSGSS sürecinde Türk-İş gericiliğine rağmen mücadeleci bir tutum alması bu nedenle anlamlı bir adım oldu. Türk-İş bürokratlarının bugüne kadar bildiğini okuyan ihanetçi tutumlarının açıktan teşhir edilmesini sağladı. 1 Mayıs’ta Taksim kararlılığının arkasında durulması ise atılan ikinci anlamlı adım oldu. Son dönemde belediye grevleri nedeniyle bir kez daha ortak bir tutum alan, sınıf dayanışmasının önemine vurgu yapan Türk-İş İstanbul şubelerinin bu çabası da, sınıf hareketinin tıkanan mücadele kanallarını açacak “sihirli anahtarın” tabana dayalı bir hareketliliği yaratmaktan geçtiğini bir kez daha gösterdi. Bir parça dirayetli bir tutum sergilendiğinde tabandaki diri unsurların harekete geçirilebileceği bir kez daha görüldü.

Bundan sonra yapılması gereken, tabanın devrimci enerjisini ve mücadelesini açığa çıkarmayı hedefleyen, tabanın örgütlü gücüne dayalı bir mücadele sürecinin önünü açmaktır. Bunun için işin başına geçmektir. Bugüne kadar sınıfa ihaneti, sermayeye hizmeti rehber edinmiş Türk-İş gericiliğini dağıtmanın başka bir yolu da bulunmamaktadır.