1 Ağustos 2008 Sayı: SİKB 2008/31

  Kızıl Bayrak'tan
  Geçici olmaya mahkum gerici uzlaşma!
   Kontrgerillanın pislikleri devrimcilere bulaştırılmaya çalışılıyor
Ergenekon soruşturmasıyla rejimi aklama çabaları…
Ergenekon ve sol: Ne yapmalı? - Yüksel Akkaya

Kontrgerilla düzeninden hesabı emekçi ve ezilen halklarımız soracaktır!

Güngören’deki saldırı lanetlendi…
  Birleşik Metal-İş taslağı işyerlerinde açıklıyor…
  Türk-İş bürokratlarının sınıfa ihanette, sermayeye hizmette 56. yılı…
  Düzce DESA işçileriyle direniş üzerine konuştuk...
  Kapitalizmin krizi derinleşiyor...
Grev ve direnişler dünyanın
dört bir yanına yayılıyor!
  İşçi ve emekçi hareketinden…
  Belediye-İş Sendikası İstanbul 2 No’lu Şube Başkanı Hasan Gülüm ve TÜMTİS İstanbul Şube Başkanı Çayan Dursun ile konuştuk...
  Uzel’de yaşananlar...
  Dünya işçi ve emekçi hareketinden…
  ‘96 Zindan Direnişi selamlandı…
  Bültenlerden...
  Devrimci Demokratik Yapılar Arası Diyalog ve Çözüm Platformu’ndan açıklama:
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Belediye-İş Sendikası İstanbul 2 No’lu Şube Başkanı Hasan Gülüm ve TÜMTİS İstanbul Şube Başkanı Çayan Dursun ile süren grev ve direnişler ve birleşik mücadelenin önemi üzerine konuştuk...

Saldırılar karşısında ilericisi, demokratı ve devrimcisi ile ortak bir süreci örelim!

Belediye İş Sendikası İstanbul Şubeleri 17 Temmuz günü grev kararı aldı. Belediyelerde gelişen süreci anlatır mısınız?

H. Gülüm: Belediyelerde Mart’ta başlaması gereken toplu sözleşme süreci 1 ay önce başladı. İlk oturumla birlikte büyükşehir ve ilçe belediyelerinin tamamında karşılaştığımız tabloda dikkatimi şu çekti: İşverenler, bu dönemki toplu sözleşmelerdeki idari maddelerde, mevcut kazanımlarımız olan hafta tatilleri, fazla çalışmanın arttırılması vb. noktalarda çok fazla oynamayacak ama ücret konusunda çok geri bir noktada duracaklar. Onlar açısından süreci ücret sorununda kilitlemek ne kadar avantaj ise işçileri de onların karşısına ücretler (ekonomik talepler) üzerinden dikilebilmek o kadar önemliydi. Dolayısıyla biz, bu dönemde işçilerle tartıştık, sürece hazırlanmayı önümüze koyduk. Ve o sürecin tamamının sonuçlarını yaklaşık bir ay önce gördük. Yasal süreç bitti, işveren ücret teklif etmedi. AKP’nin de elinde bulunduğu belediyelerde sözleşmeler geride kaldı ve ücretlerde fark açıldı. Bütün işçiler “biz de aynı rakamı alabilmeliyiz” demeye başladı. İşçiler bunu iki noktada söylüyor. Birincisi seçimler geliyor. İkinci olarak da şu anda yaşanan iktidar çatışmalarından faydalanmayı istiyorlar. Bu bizim de bir yanıyla öne çıkardığımız bir noktaydı. Bu sürecin ardından eylemlere hazırlıklar başladı. Yani sonuç itibariyle 6 aylık süreç bitti ve işveren rakam teklif etmedi. Teklif edilen rakam da işçiler tarafından kabul edilebilecek bir rakam değildi.

17 Temmuz’da grev kararı sürecini hepimiz birlikte yaşadık. Temsilcilerimizin ve üyelerimizin önemli bir kısmının onayladığı bir grev kararı doğrultusunda o gün iş durdurduk ve grev kararını Büyükşehir Belediyesi’ne asmaya çalıştık. Astığımız günden itibaren 60 günlük süre içerisinde greve çıkmak zorundayız. Greve çıkmadan 6 gün önce işverene haber vermek şartıyla yasal süreç başladı.

- Bugün belediyeler dışında bir dizi işletmede grev ve direnişler sürüyor. E-Kart, Arçelik, Unilever vb... benzer talepler ekseninde yaşanan grev ve direnişlerde parçalı bir süreç işliyor. Bu tablo içinde siz 17 Temmuz öncesinde mücadeleyi ortaklaştırma çağrısı yaptınız. Süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Mart ayında bir konferans vardı. Tam o sırada biz 8 Mart’ı tartışıyorduk. 8 Mart’a bir hafta gibi bir zaman kalmıştı. O dönemde 8 Mart’ta iki farklı alan tartışması vardı. O zaman konuştuğum arkadaşlara ‘Keşke gitmeseydim şunu bir ortaklaştıralım’ demiştim. Sadece kadınlarla kutlamak isteyenlerle bir görüşme yaptım. O zaman arkadaşlara somut bir öneri sunmuştum. Siz kadınlarla kutlamak istiyorsanız kutlayın, erkeklerle kutlamak isteyenler de kutlasın ancak aynı alanda olalım. Biz bunu yapabilecek düzeyde insanlarız. Ancak o akşam İstanbul’dan ayrıldım. Bunu söylerken de erkeklerle kutlanması gerektiğini düşünen biri olarak onların da bu sürecin içinde olması gerektiğini düşünüyordum. Bizim açımızdan ortaklaşmanın böyle olması gerekiyordu.

Özellikle Türkiye’de 2000’li yıllar sonrası bir tasfiye süreci yaşanıyor. Şimdi bu tasfiye sürecinin karşısında hiç kimse tek başına mevcut saldırıları püskürtebilecek durumda değil. Biz bu süreçte birlikte olmak isteyen, kısacası saldırılar karşısında ilericisi, demokratı, devrimcisiyle ortak bir süreci neden örmeyelim?

İlericilerin mücadelede ortaklaşması, sınıf hareketinin kendisiyle birleşmesi gerekiyor. Bizim esas problemimiz budur. Bizim sınıf hareketiyle birleşmemiz gerekiyor. Sınıf hareketi kimle birleşir? Sınıf hareketi sınıf içinde bulunan ilericiler, demokratlar ve bu noktada iş yapanların ortaklaşmasıyla hız kazanır. Bunu SSGSS’yle beraber önemli oranda yaptığımıza inanıyorum. Şimdi ise bunun süreklileşmesi gerekiyor. En genel saldırılarda yan yana gelmek gerekiyor. 17 Temmuz’u da böyle algıladık. Kaldı ki 17 Temmuz’da bizim dışımızdaki sendikaların da toplu sözleşmeleri yürüyordu. Bununla ilgili yaklaşık 10 günlük bir çalışma yürüttük. Bu çerçevede 4 tane bildiri çıkarttık. Önce sendikalara çağrı yaptık. “Bu mücadelede ortaklaşalım!” İkinci olarak sendikalar dışında sendikalarının ortaklaşmayacağını bildiğimiz işçilere çağrı yaptık. “Biz 17 Temmuz’da böyle bir tutum alıyoruz. Bu tutum sizi de etkileyecek bir tutumdur. Bu tutuma katkı sunun” dedik. Üçüncü olarak kendi dışımızda bu konuda bizimle beraber sınıf hareketinin ilerlemesine katkı sunacak ilericilere bir çağrı yaptık. Kendi açımdan hemen de kimsenin gelmeyeceğini, ortaklaşmayacağını biliyordum. Sorunu uzun vadede tartışmaya açmak ve sonrasında kalıcılaşmasını sağlamak amacını taşıyoruz. Önümüzdeki günlerde ne yaptığımızı göreceğiz, çünkü daha büyük ortak bir eylemi hedefliyoruz. SSGSS eylemine katılan herkese bir çağrı yapılacak.

- Kuşkusuz ki mücadeleyi ortaklaştırmanın büyük bir önemi var. Sizin başlangıç adımı olarak tanımladığınız grev ve direnişlerin ortaklaştırılması... Ancak önümüzdeki dönemde işçi sınıfını çok daha kapsamlı saldırılar bekliyor. Bu dönemde yaratılacak ortak mücadelenin önümüzdeki sürece etkisinin ne olabileceğini düşünüyorsunuz?

- Bir harekete ya da bir soruna yaklaşımlarımızda sonraki adımı görmezsek -ki aslında sınıf hareketinde bugüne kadar önemli bir kısmında bu var- mevcut sorunlar karşısında tavır alınır ve daha sonra da bu tavırlar sönümlenir. Belediye işçileri toplu sözleşmede belki iyi bir ücret de alabilir. Bugünkü mücadele açısından bu bir kazanımdır. Ama bir soruna böyle bakmamamız gerekiyor. Bu kazanımın kendisini daha fazla kayıplar olmadan başka saldırıları da kazanıma dönüştürecek bir süreç olarak görebilmeliyiz.

İkinci olarak da Türkiye’deki sınıf hareketinin siyasallaşması gerektiğini düşünüyorum. İşçiler 17 Temmuz’da polisle ilk defa karşılaştılar. Şube Mali Sekreterimizin eylemde kurduğu cümleler önemlidir: “Siz dün 1 Mayıs’ta sokağa çıkan herkese terörist dediniz. Anladık, onlar teröristti. Onun için gaz ve su attınız. Şimdi size soruyorum! Ey burada bulunanlar şimdi buradakilere niye gaz ve su atıyorsunuz? Bunlar kim?” Evet önemlidir ve asıl önemli olan sonrasıdır. Çünkü kıdem tazminatı saldırısı geliyor. Ve bundan sonra mevcut toplu sözleşmelerin tamamına esnek çalışma dayatılacak. İşçiler için kalan tek kazanım olan kıdem tazminatı tehlike altında olacak. Bugünkü amacımız ve çabamız bir sonraki cepheyi örebilmektir.

- Şöyle ifade edebilir miyiz? Bugün verilen mücadele bir anlamda işçi sınıfının tabanının eğitilmesine, bilinçlenmesine, parçalı olan sürecin birleştirilmesine hizmet edecektir...

- Herkes 14 Mart’ın Türkiye’de son dönemlerdeki en ileri hareket olduğunu söylüyor, katılıyorum. Ama ondan daha da önemli olan o hareketin bıraktığı sonuçlardır. Şimdi hem 14 Mart hem de 1 Mayıs’tan sonra harekete bakalım, ne olmuş? Unilever direnişte, E-Kart grevde, DESA’da işçiler örgütlendi, Yörsan zaten devam ediyor. Uzel’i ve belediye işçilerini hep birlikte görüyoruz. Bunlar 14 Mart’taki mücadelenin yarattığı sonuçlardır. Bu anlamda bugünkü duruşumuz yarınları belirleyecek. Birleşik duruşun önemsenmesi lazım. Hedefimiz bir 14 Mart değil ama 14 Mart’ın benzeri bir karşı koyuşu örgütlemek istiyoruz. Ama bu süreci klasik, 10 gün direniş ve grev yapan bir süreç olarak ele almayacağız. Ya da dayanışma içerisinde olmayacağız. Bizim kimseyle dayanışma içerisinde olma durumumuz yok. Sendikalarda klasik olan bir şey vardır: “Şu sendikayla dayanışma içinde olacağız!” İnanılmaz tehlikeli ve akıl almaz bir yaklaşım...Ben bir sendikayım DESA işçileri işten atılıyor ya da Yörsan işçileri grevde ben onlarla dayanışmaya gidiyorum. Ben onlarla dayanışmaya gidemem. Benim de onlar kadar onların sorunlarıyla ilgilenmem ve parçası olmam gerekiyor. Dayanışma başka bir şey. Biz onlarla mücadeleye gideriz ancak. Aynı hat üzerinden yürüyenlerin dayanışması olmamalı. Dayanışmayla görevlerimizi yaptığımız sonucu ve anlayışı çıkar.

- Dayanışma yerine ortak mücadele ifadesini tercih etmek gerektiğini söylüyorsunuz. Buradan yola çıkarak mevcut grev ve direnişlerin kazanılmasının bir yanı bu mücadelenin ortaklaştırılması ve aynı zamanda en geniş dayanışmanın örgütlenmesidir. Siz buna ilişkin sanırız bir program açıklayacaksınız. Bu noktada bu tür dayanışma komiteleri kurmak gerekli midir? Bunları büyütmek konusunda nasıl adımlar atılabilir?

- Söyleyeceğim şeyle diğer arkadaşlarımızla da çok fazla konuşmadığımız şeyler. O yüzden bunlar bana ait olan düşünceler olacak. Sürecin kendisini elbette önümüze koyarken ona ait araçlarınız da olabilmeli. Örneğin önümüzdeki günlerde kendi şubemizde grev komitelerini oluşturacağız. Grevimizi başkalarıyla ortaklaştırmak istiyoruz. Bu komitelerle bizim dışımızdaki kesimlerin bu sürece katılabilmesini sağlayacağız. Biz kendi dışımızdaki güçlerin de komiteler kurmasını öneriyoruz. Bu noktada özellikle bizimle beraber aynı hat üzerinden yürüyecek olan Genel-İş Sendikası ve Hak-İş’e bağlı yerler var. Olabildiğince onlarla ortaklaşmaya çalışacağız.

İşçiler Unilever ve Yörsan’da direnişteler. İşçiler yarın kıdem tazminatlarına saldırı olduğunda, belediye işçileri eylem yaptığında öbür gün işçilerin haklarını kazanması siyasal bilinçleriyle ilgili değil midir? Burada buluşma olması lazım. Bu buluşma elbetteki sözle ya da konuşmayla olmaz. Bu konuda işçi hareketi içerisinde bulunan ilericileri, sınıf içerisinde mücadele edenleri bu konuda katkı sunmak isteyenleri olabildiğince buluşturmamız gerekiyor.

Hareketin ileri taşınması da tam da benim söylediğim “buna inananların ve mücadele etmek isteyenlerin” katkılarıyla olacağını düşünüyorum. Bunun dışında olma şansı yok. Öyleyse düşüncelerimizden vazgeçmeden ortak ve açık tutumlar sergileyebilirsek süreci ileriye taşıyacağımızı düşünüyorum. İşçilerin eylemine katkı sunmak ve daha ileri noktalara taşınmasını isteyen herkes ilericiler, devrimciler, ortaklaşabilmeyi hedeflemelidir. Bunun da olabileceğini düşünüyorum.

* * *

Gönlü emekten yana olan herkesin derlenip toparlanması gerekiyor!

TÜMTİS İstanbul Şubesi olarak Unilever’de örgütlendiniz ve örgütlenme sürecinin ardından patronun saldırıları ile karşı karşıya kaldınız. Unilever’de gelişen süreci anlatır mısınız?

Çayan Dursun: Dağıtım ve depolama işlerinin yapıldığı taşeron firmalarda örgütlenme çalışmaları yürütüyoruz. Çipa ve Şimşek olmak üzere taşeron firmada Şubat ayında başlayan bir çalışmamız vardı. Çipa’da çoğunluğu sağlayıp bakanlığa başvuruda bulunduk. Bakanlık bununla ilgili çoğunluk yazısı yolladı ancak işveren de yasaların kendine tanıdığı işkoluna itiraz hakkını kullandı ve itiraz etti. Sonra ikinci firma olan Şimşek adlı taşeronda örgütlenme çalışması başladı. Mayıs ayında ‘çoğunluk’ yazısının gelmesinin ardından bugüne kadar 85 üyemiz işten atıldı. İçeride de halen 200’den fazla üyemiz var. Şimdilik onlara dönük bir saldırı yok ancak zorlamalar ve tehditler devam ediyor. Geçtiğimiz günlerde de işkoluyla ilgili bakanlık Resmi Gazete’de bir yazı yayınladı. İşkolunu bizden alıp liman işkoluna verdi. Biz örgütlenirken Bakanlık ve Çalışma Bölge Müdürlüğü’nden aldığımız sicil numarası bizim işkolunu gösteriyordu. Bununla ilgili hukuksal süreç devam ederken aynı zamanda direniş de sürüyor. Direniş ilk günkü gibi umutla ve başarmaya olan inancımızla sürüyor. Bu konuda çeşitli sıkıntılar yaşanmasına rağmen önümüzdeki sürece dair biz de tartışıyoruz. Unilever uluslararası planda 54 ülkede üretim fabrikaları olan büyük bir tekel. Oralarla da ilişkilerimiz devam ediyor ve baskı oluşturmaya çalışıyoruz. Bağlı olduğumuz ITF’in bu konuda girişimleri var...

- Sizin de değindiğiniz gibi direnişler son süreçte örgütlenme eğilimine bağlı olarak yaygınlaşıyor. E-Kart’ta, Unilever’de, belediyelerde, deri sektöründe, limanlarda işçilerin mücadelesi hız kazanıyor. Belediye işçilerini dışta tutarsak geri kalan yerlerde direnişler sendikal örgütlenme mücadelesi sonucu yaşandı. Sorunlar aynı ve talepler birbirine yakınken tek tek verilen mücadelelerin birleşebilmesinin zeminleri var mı? Bu doğrultuda neler yapmak gerekiyor?

- Örgütlenmeye dair işçi tabanında bir istek var. Her gün işçilerle beraberiz ve bunu rahatlıkla gözlemleyebiliyoruz. Ancak bu isteğe cevap olma noktasında sıkıntılar da var. Özellikle Türk-İş’in bu yapısıyla buna cevap olabileceğini pek fazla düşünmüyoruz. Mücadele geleneği olan sendikalarda örgütlenme eğilimini arttırma konusunda bir çaba var ama birçok sorunla karşılaşılıyor. Bu durumun aşılmasıyla ilgili sergilenecek topyekûn bir mücadele önemli... Benim ifade etmek istediğim, mücadele geleneği olan sendikaların bu konudaki durumu da iç açıcı değil. Buna cevap olacak sendikaların bu atıl durumdan kurtulması gerekiyor. Asıl silkelenme mücadeleci sendikalarda yaşanmalı. Örgütlenmeye kafa yoran birkaç sendika dışında bu konuda da eksikler var. Bu nereden olur? Direnişlerin birleştirilmesi buna bir vesile olabilir, bir kanal açabilir. Şubeler Platformu bileşenlerinin direnişlerin birleştirilmesi ve kamuoyuna taşınmasıyla ilgili bir düşüncesi var ve biz de buna katılıyoruz. Önümüzdeki süreçte kendi tabanlarında da böyle bir çalışma yürüteceklerini söylüyorlar. Telekom grevi sürecindeki gibi ‘5 YTL’ni direnişteki işçilerle paylaş’ biçiminde bir çalışma yürütülecek. Direnişler yalnızlaştırılmamalı ve bir direniş için en kötü şey yalnızlaşmadır. Ben bu sendikanın yönetimine direnişten geldim. Aktif Dağıtım işçisiydim. Perpa’da iyi bir dayanışma vardı ve şehrin merkeziydi. O yüzden direnişte yalnızlaşmanın ne olduğunu duygu olarak iyi bilirim. Sınıf dayanışmasının da duygu olarak ne kadar etkilediğini örnekleriyle yaşadık. Direnişlerin yalnızlaşmaması noktasında bu konudaki ileri sendikalara ve emek örgütlerine ciddi işler düşüyor. Bu puslu havada iyi bir çıkış gerekiyor. Bu çıkışın olacağı yerler de herkesin bildiği gibi üretim alanlarıdır, fabrikalardır ve işçilerdir. Ölü toprağının atılması için ciddi olanaklar da var.

- SSGSS karşıtı mücadele süreci yaşadık. Sizin de bahsettiğiniz ölü toprağının silkelendiği bir süreçti aynı zamanda. Sermayenin saldırıları ise devam ediyor. Önümüzde kıdem tazminatının gaspına ilişkin planlar söz konusu... Bu sürecin ortaklaştırılmasının, grev ve direnişlerin kazanımla sonuçlanması ve sınıf hareketine ivme katacağını düşünüyor musunuz?

- Mücadelenin birleştirilmesi meselesi öyle çok ayakları havada bir şey değil. Sermayenin saldırıları yoğun olarak devam ederken bir örgütlenme eğilimi de var. Ancak emekçilerin mücadeleye sevk edilmesiyle ilgili bir sıkıntı var. SSGSS süreci emekçi hareketine bir parça yanıt oldu ama bu devam ettirilemedi. Hareketin tekrar ivme kazanması açısından süren grev ve direnişler vesile olabilir. Bu direnişlerle sınırlı bir şey olmaz ancak bir kanal açabileceğini ve bu kanalın daha güçlenerek gidebileceğini düşünüyoruz. Biraz da yukarılarda birtakım işler yapılması için zorlamalar yapılabilir.

Tabanda gerçekten ciddi bir örgütlenme eğilimi var. Çünkü insanların yaşam koşulları giderek ağırlaşıyor. Bu sorunlara cevap verebilmek gerekiyor. Tabii ki iyi niyetli ve mücadeleci arkadaşlarımız var. Bir it dalaşı var siyaset sahnesinde ve bu it dalaşını değerlendirerek güçlü çıkışlar sağlayabiliriz. Yıllardır ilericilerin, emekten yana olan güçlerin söyledikleri ortaya çıkmıştır. Kirli, derin devlet denen illetin pislikleri ortaya serilmiştir. Böyle bir dönemde cesaretli çıkışlar yapmak şart. Emekçilerin bağımsız bir tutum almaya yönlendirmek gerekiyor.

Ben her zaman söylüyorum bizim de eksiklerimiz var. Özellikle kalbi soldan atan sendikacıların kendilerini düzeltmesi gerekiyor. Bürokrasi sadece sarı sendikacılara değil sola da bulaşmış durumda. Ben açıkça söylüyorum. Kendi platformuma dönük eleştirilerimi de ifade ediyorum. Cevap olamıyoruz. Cevap olamıyorsak bunun nedenleri var. Çünkü sarı sendikal anlayışın alışkanlıklarından etkilendik. Söylemde gerçekten bazı şeyleri savunuyor olabiliriz ama pratik tutumumuz buna uymadıktan sonra güzel şeyler söylememizin bir anlamı yoktur. Burada da sıkıntılar var. Yoksa Şubeler Platformu cevap olamaz mı? Olur niye olmasın! 16-17 sendika ve bunların hepsinin tabanının mücadele geleneği var... Böyle bir taban ve dinamik var ve bu dinamiği harekete geçirmede sorunlar yaşanıyor. Kurulurken ‘sınıf hareketine en ileri düzeyden katılmak’ hedefiyle kuruldu ve buna uygun davranılması gerekiyor. Ancak bu sıkıntıların aşılabileceğini düşünüyorum.

- Geniş bir dayanışma ağının yakıcı bir ihtiyaç olarak göründüğü bir süreç yaşıyoruz. Bu mücadelenin ortaklaştırılması yolundaki adımlar sınıf dayanışmasını da kuvvetlendiren işlev taşıyabilir. Bu noktada grev ve direnişlerle dayanışma komiteleri veya benzer araçlar ihtiyaç mıdır? Bu noktada neler yapılabilir?

- Geçen gün sendika üyesi arkadaşlarımızla Düzce’ye yaptığımız ziyaretin gazetenizde yer alan ‘Direnişten direnişe dayanışma’ başlıklı haberini okumuştum. Direnişlerle yönetici kadrolarla yapılan ziyaretler oluyor. Örneğin biz Gebze’deki Sendikalar Birliği’ni şu konuda zorluyoruz: Fabrikalardan gelecek desteğin daha anlamlı olduğunu ifade ediyoruz. Biz tabandan emekçilerin, işçilerin dayanışma göstermelerini zorluyoruz. Örneğin direniş yerinin civarında fabrikalar var ve vardiya çıkışlarında işçiler ziyaretimize geliyorlar. Dayanışmayı örgütlemekle ilgili çeşitli araçlar mutlaka yaratılmalıdır.

-Direnişlerle dayanışmanın güçlenmesi için sendikalar ve konfederasyonlar arasındaki ‘rekabet’in aşılması gerekiyor. Bunun aşılması da daha ileriden bir biçimde dayanışmanın örülmesini sağlayacaktır. Siz de bu konuda sıkıntılar yaşadınız…

İlerici olan ve kendine rol biçen sendikalar küçük ayrıntılara düşmemeliler. DİSK’in en son direnişleri ziyaretle ilgili bir planı vardı. Bizi atladılar. Atlama sebeplerini biliyoruz ama DİSK gibi bir konfederasyonun geçmişte yaşanan sıkıntılar üzerinden böyle bir ayrıntıya düşmesi vahimdir. DİSK orada gerçekten kötü bir sınav verdi. Nakliyat-İş Sendikası’nın orada bir direnişi var. Geçmişte Nakliyat-İş’le sorun ve sıkıntılar yaşadık. Ama emin olun ki Arçelik direnişinin kazanmasını can-ı gönülden istiyoruz. Çünkü onların kazanması sınıf hareketinin kazanmasıdır. DİSK’in söylemleri ile son aldığı tutum buna denk düşmüyor.

- Son olarak söylemek istedikleriniz neler...

- Konuşmamın içinde de söyledim. Yine söylüyorum. Sürece cevap olmak gerekiyor. Önemli bir dönemden geçiyoruz. Bu önemli dönem birçok fırsat doğuruyor. Gönlü emekten yana atan herkesin derlenip toparlanması gerekiyor ve bu sürece üçüncü bir yol açması gerekiyor.

Kızıl Bayrak / İstanbul