6 Haziran 2008 Sayı: SİKB 2008/23

  Kızıl Bayrak'tan
  Kürt sorununda “çözüm” tartışmaları
   1 Haziran mitingi fiyaskosu
Düzen içi dalaşmanın “telekulak” safhası
TÜSİAD enerjide özelleştirmenin bir an önce tamamlanmasını buyuruyor...
Kürt diline özgürlük!
AKP Kyoto’yu imzladı...
  İşçi ve emekçi hareketinden…
  Temiz bir damla su için bile sosyalizm!
  Bahar süreci, sınıf hareketi ve sol hareket
  Gençlikten...
  İşçi sınıfının ve sosyalizmin büyük şairi Nazım Hikmet yaşıyor!
  Petrol fiyat artışlarını protesto eylemleri yayılıyor...
  Suriye-İsrail görüşmeleri
Ortadoğu’ya barış vaadetmiyor!
  2008 Avrupa Futbol Şampiyonası egemenlerin elinde kirli bir araç işlevi görüyor...
  Habip Gül’ün mezarına saldırı!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Düzen içi dalaşmanın “telekulak” safhası

CHP Genel Sekreteri Önder Sav’ın odasındaki özel konuşmanın yayımlanmasıyla patlak veren “telekulak krizi” artarak sürüyor. CHP’lilerin iddiaları üzerinden telefon dinlemeler ve haberleşme özgürlüğü konusu gündeme taşınmış durumda. Kendine dokunduğunda, “demokrasi ve iletişim özgürlüğü”nü hatırlayan CHP yönetimi, bu olayı düzen içi çatışmanın bir aracı olarak kullanıyor. AKP de buna aynı biçimde karşılık veriyor. Son gelişme, egemen güç odaklarının ellerindeki her silahla çatıştığını, dahası çatışmanın her yolu mübah gören bir aşamaya geldiğini göstermektedir.

Sav’ın dinlenmesi olayını “Watergate skandalı”na benzeten CHP suç duyurusunda bulunurken, AKP de Baykal hakkında tazminat davası açtı. Ayrıca CHP, yasadışı dinlemelere ilişkin TBMM Genel Kurulu’na soruşturma önergesi verdi. Recep Tayyip Erdoğan, “telekulak krizi” vesilesiyle CHP’ye “GAP eylem planı”nı telekulak iddiasıyla kasten sabote ettiğini söyleyerek ateş püskürdü.

Geçen yıl e-muhtıra biçimine bürünerek süren düzen içi dalaşma, bir yandan 22 Temmuz seçim sonuçlarından aldığı güçle AKP’nin cumhurbaşkanlığını ele geçirme, üniversite ve türban operasyonu hamleleri ile sürerken, öte yandan AKP’nin kapatılması davasında başsavcının kapatma yönünde görüş bildirmesi ve Yargıtay muhtırasının ardından “telefon ve ortam dinleme”lerle yeni boyutlar kazanmış bulunuyor. Rakibinin politik hamleleri konusunda bilgi almanın kirli yolu olan “telefon ve ortam dinleme”lerin en son hedefi, kayda alınan konuşmaları ile CHP Genel Sekreteri Önder Sav oldu.

Bir telekulak cenneti olarak bilinen Türkiye’de son günlerde önce Anayasa Mahkemesi Başkan Vekili Osman Paksüt olayı patlak verdi. Arkasından, CHP Genel Sekreteri Önder Sav, CHP Genel Merkezi’ndeki odasında yaptığı özel konuşmaların dinlendiğini ve basına sızdırıldığını söyledi. Diğer yandan, başta Ergenekon olmak üzere çetelerle ilgili soruşturmalar için dinlenilen telefonların kayıtları da çarşaf çarşaf gazete sayfalarını süsledi.

Gerçi CHP’nin hükümete yönelik “Watergate” skandalı suçlaması dönüp kendini vurdu. Bu olayın CHP Genel Sekreteri’nin cep telefonu kullanımıyla ilgili garip bir skandala dönüşmesi de yüksek bir olasılık. Ancak CHP olayındaki bu gelişme, izleme ve dinleme skandalında AKP hükümetinin sorumluluğunu ortadan kaldırmıyor. Aksine her gün ortaya çıkan belgelerle izleme ve dinleme skandalı yeni boyutlar kazanıyor.

Aynı günlerde Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi (eski adıyla DGM) hakiminin verdiği izleme kararıyla Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Başkanlığı’nın ülke çapında tüm sabit ve mobil telefonları, faks, data ve internet haberleşmesini izleme yetkisine kavuşturduğu açığa çıktı. Emniyetin izleme/dinleme yetkisi her üç ayda bir yenilenerek 70 milyon insanın kimin kimle haberleştiği, mesajlaştığı sınırsız bir izlemeye tabi tutulabilmiş. Ortaya çıkan belgeler, sadece CHP genel sekreterinin değil, tüm ülkenin dinlendiğini sergileyerek olayın ulaştığı kirli boyutu, tüm toplumun gözetim ve denetim altına alınması rezaletiyle karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor.

Türkiye’de resmi istihbaratın MİT, Jandarma ve Emniyet tarafından yürütüldüğü biliniyor. Bunun dışında, söz gelişi Liman Koruma gibi birimleri de dahil edersek, toplam 11 kuruluş dinleme yapabiliyor. Başta MİT, Jandarma ve Emniyet olmak üzere bu kurumların zaman zaman güç veya iktidar kavgası içine girdiği, bu nedenle, sadece başkalarını değil, birbirini dinlediği de sır değil.

Sermaye devletinin tüm toplumu hedefleyen izleme/dinleme biçimindeki özel yaşama yönelen hoyratça müdahalelerinin bahanesi, “önleme amaçlı izleme” palavrasıdır.

Palavradır, zira öyle olmasa Hrant Dink ve Rahip Santorini ile Malatya katliamının kurbanları hayatta olurlardı! Devletin binlerce cinayeti, katliam ve provokasyonu önlenmiş olurdu!

Yine bugünlerde ortaya çıkan bir belgede, Adalet Bakanlığı’nın, aynı hakimliğin Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Başkanlığı’na verdiği izleme/dinleme yetkisine itiraz etmezken, fakat jandarmanın bu şekilde haberleşmenin sınırsız izlenmesi uygulamasına “anayasa, demokratik düzen ve insan haklarına aykırıdır” gerekçesiyle itiraz ettiğini öğreniyoruz. Yani, Adalet Bakanlığı’nın itirazı polise verilen sınırsız izleme/dinleme yetkisine değil, sadece bunu Jandarma’nın da yapacak olmasınadır.

Acaba neden? Nedeni açık. Emniyet, büyük ölçüde hükümetin kontrolü altında olduğundan ona verilen izleme/dinleme yetkisine itiraz edilmiyor. Zira, polisin izlemelerde elde ettiği haberleşme trafiği ile ilgili bazı bilgiler AKP hükümetinin düzen içi güç mücadelesinde kullanımına sunulabiliyor. Jandarmanınsa bu dalaşmada AKP’nin karşısında “laik” cenahta yer almasından dolayı bir itirazla karşılaşabiliyor. Fakat sonuçta devreye “büyükler”in girmesiyle iş tatlıya bağlanıyor, sınırsız izleme/dinleme yetkisine o da kavuşuyor!

Dikkat çekici nokta, “telekulak krizi” üzerinden çatışan tarafların gizli “telefon ve ortam dinleme”lere karşı ilkesel bir tutuma sahip olmayışlarıdır. Her iki taraf da bu konuda ikiyüzlü ve sahtekar bir konumdadır. AKP’ye göre, izleme ve dinlemeyi kontrolündeki polis yaparsa sorun olmazken; CHP’ye göre ise, bu işi AKP hükümetinin kontrolü dışındaki (tarikatçı olmayan) polis dahil devlet birimleri yapabilir.

Yıllardır devrimci, ilerici, muhalif kurum ve kişilerin telefonlarının dinlendiği iddiaları karşısında sessiz kalan CHP’nin kendisi “mağdur” olunca konuyu gündeme getirmesi tam bir ikiyüzlülük örneğidir.

Dahası, CHP’nin ve tüm toplumun bugün mağduru olduğu telefon dinlenmesiyle ilgili yasal düzenlemenin altında bizzat kendisinin de imzası bulunuyor. Telefon dinlenmesi faaliyetini İletişim Daire Başkanlığı adı altında tek merkezde toplayan yasa, 2005’te CHP‘nin de desteğiyle Meclis’ten geçmişti. Emniyet, Jandarma ve MİT’e “istihbari” amaçlı telefon dinleme ve izleme yetkisi veren yasa, “terörle mücadele”yi güçlendirecek “önleyici istihbarat” adı altında meclis gündemine getirilmişti. JİTEM’i yasal hale getiren yasanın görüşmeleri sırasında telefon dinlenmesine onay veren CHP’nin tek itiraz noktasını, dinlemeyi yapacak İletişim Daire Başkanı’nın Başbakan tarafından atanmasıyla ilgili düzenleme oluşturmuştu!

Burjuva demokrasileri son elli senedir insan hakları, kişisel hak ve özgürlüklerin güvencesi olmakla övündü. Özel hayatın gizliliği ilkesi burjuvazinin en çok hassasiyetle üzerinde durduğu konuydu. Yani, hiç kimse bir mahkeme kararı olmadan, hiç kimsenin telefonlarını dinleyemez, mektup, telgraf vb. okuyamaz, evine giremez vs. idi. Oysa, burjuva demokrasileri her zaman ikiyüzlü davrandı. 11 Eylül’den sonra polis devleti uygulamaları daha da yaygın hale geldi.

Kapitalist-emperyalist dünyaya göbekten bağlı ve Osmanlı’nın ceberrut devlet geleneğinden beslenen Türkiye’de de sermaye devletinin özel hayatın gizliliği ilkesine yaklaşımını, son “telekulak krizi” bütün çıplaklığıyla önümüze seriyor. Sermaye devleti, gerici-faşist yüzünü bir süreliğine AB’ye uyum yasalarıyla örtmeye çalışarak iğreti rötuşlara dayalı bazı yasal düzenlemeleri demokratik hak ve özgürlüklerin tanınması olarak yutturmak istedi. Ama bütün bu aldatıcı manevralar sermaye düzeni gerçeğine birkaç yıl bile dayanamadı. Ardı arkası kesilmeyen yeni yasal düzenlemelerle durum eskisinden beter hale getirildi. Baskı, terör ve yasaklar düzeni yeniden tahkim edildi.

“Telekulak krizi”nin ortaya döktüğü gerçeklerden hareketle söylersek, AKP ve CHP şahsında düzen güçlerinden hak ve özgürlük beklemek ham bir hayaldir. Zira onlar sorunun çözümü olmak bir yana, bizzat kaynağıdırlar. Tüm bu baskı, terör ve yasaklar sistemi tam da onların sömürü ve talan düzeni sorunsuzca ve engelsizce işleyebilsin diyedir.

Çözüm, özel hayatın gizliliği de dahil tüm temel hak ve özgürlüklerimizi devrimci sınıf mücadelesinin gücüyle söke söke almaktır. Demokratik hak ve özgürlüklerimizi ancak sermaye iktidarına karşı bir proleter devrim perspektifiyle mücadele ederek kazanabiliriz.