23 Mayıs 2008 Sayı: SİKB 2008/21

  Kızıl Bayrak'tan
  Devrimci baharın birikimlerini ileri taşıyabilmek için!..
   Düzenin has partisi CHP makyaj tazeliyor…
Kürt hareketinde çözüm tartışmaları ve 1 Haziran mitingi
Yeni TYM’ye dayalı faşist uygulamalar yeni bir boyut kazandı...
“İstihdam paketi” meclisten geçti...
Mayıs şehitleri anmalarından...
  Kapitalizmde gençliğe gelecek yok!
  Hak–İş: Sendikal hareketin
dip noktası!
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  21. yüzyılda bir ölüm kampı: Tuzla cehennemi
  Gençlik hareketinden....
  İlbek işçileri (ne) kazandı!
  Sincan İşçilerin Birliği Kurultayı Hazırlık Komitesi sözcüsü ile kurultay süreci üzerine konuştuk...
  SİDER’den sempozyum hazırlığı...
  Eğitim–Sen Genel Kurulu’na ilkesiz ittifaklar damgasını vurdu!
  Dünyadan...
  TC ve Güney ilişkilerinin Kuzey’e etkileri M. Can Yüce
  A. Cihan Soylular Denizler’e ihanet ettiler...
  Bültenlerde...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kürt hareketinde çözüm tartışmaları ve 1 Haziran mitingi

Ahmet Türk’ün Kandil’e yönelik hava harekatına denk gelen günlerde gerçekleşen Talabani ziyaretinde yaptığı “PKK’nin silahlı mücadelesi Kürt halkına zarar veriyor” açıklaması tartışılmaya devam ediyor. Her ne kadar Ahmet Türk, bu ifadenin devamında, PKK’nin silahlarını bırakması için hükümetin gerekli koşulları yaratmadığını söylemiş olsa da, düzen kalemleri, özellikle de liberal yazarlar tarafından tartışmalar daha çok bu ifadenin sınırlarında, PKK’ye karşı bir çıkış olması ekseninde yürütülüyor. DTP yönetiminin PKK’ye net bir tavır takınması gereğine bağlanarak ele alınıyor. Ahmet Türk’ün yaptığı çıkışın anlamlı fakat yetersiz olduğu, DTP’nin daha kararlı bir tutum alarak PKK’ye silah bırakması konusunda baskı yapması ve giderek Kürt sorununda tek ve hakim siyasi güç haline gelmesi gerektiği belirtiliyor.

Tartışmanın bu yoğunlukta yapılıyor olması kuşkusuz Ahmet Türk’ün ifadelerinin sarsıcılığından kaynaklanmıyor. Zira Türk’ün dile getirdikleri, konuşmasının bütünlüğü ile birlikte değerlendirildiğinde yeni değil. DTP yönetimi ve aynı çizgideki liberal kesimler uzun süredir bu düşünceyi düzenli biçimde işliyorlar. Dahası bu düşünce Öcalan tarafından İmralı savunmalarından başlayarak sistemleştirilen siyasi platformun köşe taşlarından biridir. Öcalan da, silahlı mücadele döneminin kapandığını, bu noktadan sonra silahla hak elde etme düşüncesinin ve eyleminin mücadeleye zarar vereceğini, devletin “genel af” gibi şartları sağlaması halinde PKK’nin silahlarını bırakacağını belirtiyordu. Bu düşünce doğrultusunda ise yapılan hamlelerden biri de, PKK’nin gerilla güçlerini sınır dışına çıkarmak ve “barış grupları” adı altında sembolik olarak bazı grupları teslim etmek olmuştu. Ancak bilindiği üzere, devlet kayıtsız şartsız teslim olmayı dayattığı gibi, daha sonra Güney Kürdistan’daki gelişmelerle birlikte, köhnemiş inkar ve imha politikalarına saplanıp kaldı.

Ahmet Türk’ün ifadesinin yarattığı yoğun tartışmanın nedeni bu ifadenin kendisinde değil fakat Türk’ün Talabani ziyaretiyle ortaya koyduğu inisiyatifle bağlantılıdır. Çünkü sermaye devleti, Güney Kürdistan’daki gelişmeler ve Kürt sorununda Öcalan’ın yakalanması sonrası kazandığı siyasi avantajları yitirip inkar ve imha politikası çıkmazına yeniden saplandığı noktadan, ABD inisiyatifi ve müdahalesiyle yeni bir mecraya yönelmiş bulunmaktadır. Bu mecra, bağımsız bir Kürdistan hedefinin belirsizleştirilmesi ve koşullarının zayıflatılması karşılığında, Türk devletinin Güney Kürdistan yönetimiyle işbirliği halinde ABD’nin bölge stratejileri ekseninde çalışması biçimindedir. Güney Kürdistan’daki devletleşme sürecinin sakatlanması Türk devletinin bir kazanımı olmuştur, böylece buradaki yönetimle iyi ilişkiler kurmasının önünde bir engel kalmamıştır.

Diğer taraftan, Kuzey Kürtleri’nin de bir tehlike olarak çıkarılması ve düzenle bütünleşmiş, aslolarak Kürt burjuvazisinin siyasi inisiyatifi altında bir Kürt siyasetinin şekillendirilmesi bu sürecin diğer ayağını oluşturmaktadır. 5 Kasım mutabakatıyla kararlaştırılan “kapsamlı plan” bunları içermekteydi.

İşte bu koşullarda Ahmet Türk’ün, Kandil bombalanırken Talabani’nin huzuruna çıkması ve nasıl bir konuşma bütünlüğü içerisinde olursa olsun PKK’nin silahlı varlığının Kürt halkına zarar verdiğini söylemesi, sembolik değeri yüksek bir siyasi çıkıştır. Fakat bu inisiyatif ancak, Kürt hareketi içerisindeki silahlı direnişin imkanlarının ortadan kaldırılması ve bu yola ilişkin umutların kırılması, Kürt yoksullarının hareket içerisindeki inisiyatifinin zayıflatılması ölçüsünde anlam taşımaktadır.

Türk’ün cüretli inisiyatifi düzen tarafından sahiplenilmekte, yanısıra PKK’ye karşı tavır almak ve daha cesur davranmak konusunda teşvik edilmektedir. Bu noktada dikkat çekici olan, Ahmet Türk başta olmak üzere DTP yönetiminin bu durumdan son derece hoşnut olmasıdır. Öyle ki, Ahmet Türk’ten sonra Hasip Kaplan ve Sırrı Sakık da benzer açıklama ve tutumlarıyla dikkat çekmektedirler. Mecliste Devlet Bahçeli ile sarmaş dolaş görüntüler veren Hasip Kaplan’ın bu kez, “Devlet Bahçeli diyalogdan yana tavırlı” biçiminde açıklamalar yapması bunun bir örneğidir. Politik olarak Kürt burjuvazisinin siyasi eğilimlerinin ifadesi olan platformuyla DTP yönetiminin bu tutumu yeni olmadığı gibi şaşırtıcı da değildir. Son örneklerle de görüldüğü üzere, düzenin kendilerine kucak açması halinde bu güçler düzene entegre olmakta fazlasıyla isteklidirler.

Böyle bir dönemde “Barış Meclisi” adıyla 1 Haziran’da “Yeter, Kürt sorununa demokratik çözüm!” başlıklı bir miting düzenlenmektedir. İçerisinde DTP ile birlikte ÖDP, EMEP ile kimi kuyrukçu çevreler ve KESK’in olduğu güçler tarafından desteklenin bu miting mevcut durumda oldukça anlam kazanmıştır. Düzenleyicileri de bu mitinge oldukça ileri anlamlar yüklemekte, “barış” için kitlesel bir siyasi inisiyatif geliştireceklerini açıklamaktadırlar. Doğrusu, DTP yönetiminin düzenin kendisinden beklediği siyasi inisiyatifi göstermesi bakımından önemli bir fırsattır bu miting.

Fakat belirtmek gerekir ki, mitingin siyasi çehresini Kürt burjuvazisinin siyasi platformu oluştursa da, mitinge katılım esas olarak Kürt emekçileri tarafından sağlanacak, bu demektir ki eyleme Kürt emekçilerinin mücadele isteği ve enerjisi damgasını vuracaktır. Dolayısıyla, düzenleyicilerinin belirlediği siyasi çerçeveyi zorlayacak bir dinamizm gerçeği, 1 Haziran mitinginde bir kez daha görülecektir. Bu ise, düzene entegre olmak ve düzenin belirlediği siyasi alanda hareket etmekte son derece hevesli olan Kürt reformistlerinin handikapıdır. Bundan dolayıdır ki, 1 Haziran mitingine ilişkin “tek pankart”, “tek slogan” gibi sınırlamalar getirmektedirler.

Belirtmek gerekir ki, PKK yönetimi de 1 Haziran mitingine DTP yönetimi ile paralel anlamlar yüklemektedir. “gundemonline.com” sitesinde yer alan Mustafa Karasu imzalı yazıda miting hakkında şöyle denilmektedir:

“1 Haziran’da Kadıköy’de yapılacak miting Türkiye tarihinin en işlevli mitingi olacaktır. Bu miting kadar toplumsal ve siyasal sonucu önemli olacak başka bir miting şimdiye kadar gerçekleşmemiştir.(…) Türkiye’de sorunlarda öncelik ilk defa bu kadar isabetli yapılmıştır. Kördüğümün ucundan yakalanmıştır. Türkiye’nin kördüğüm olmuş tüm sorunları, Kürt sorununu çözmeyle bir bir çözülecektir. Bırakalım sorunların çözümünü, Türkiye her alanda birkaç kat daha fazla güce kavuşacaktır. Kürt sorununun demokratik çözümü ve adil bir barış Türkiye’ye sihirli bir değnek değmiş gibi çok olumlu gelişmeler yaratacaktır. 1 Haziran mitingi, adil barış yolunu ortaya çıkararak... Kürt sorununun çözümü sadece Türkiye’yi değil, ekonomiyi de demokratikleştirecektir… Kürt sorununu çözmüş Türkiye her alanda birkaç kat daha güçlenecektir. Emekçilerin siyasette ağırlığı artacağı gibi alım güçleri en kısa sürede bugünkünün iki katına çıkacaktır. Kadıköy meydanı Türkiye’nin tüm sorunlarının çözüldüğü bir meydan olacaktır.”

Mustafa Karasu’nun yazısına koyduğu “Denizler ve Hakiler’le yan yana Kadıköy Meydanı’na” biçimindeki başlıktan da anlaşıldığı üzere, 1 Haziran mitingi ile birlikte oluşturulmaya çalışılan siyasi çerçeve Denizler’in ve Hakiler’in simgelediği mücadele değerleriyle bağlantılandırılmaya çalışılmaktadır. Böylece bu değerlere gönülden bağlı olan halkın katılımı sağlanmaya çalışılmaktadır.

“Eğer şahadetler göze alınmasaydı Kürdistan’da tek bir gün mücadele yürütülemezdi. Bu, PKK‘nin tercih ettiği bir mücadele tarzı olmamıştır. Daha ilk çıkışından itibaren inkarcı-sömürgeci zalimliğin dayattığı bir mücadele tarzı olmuştur” diyen Karasu sözlerini şuraya bağlamaktadır: “Tüm bu şahadetler tabiî ki bir adil barış için yaşanmıştır. Onlara bağlılığın bir gereği, onların özlemlerini sağlamak için mücadele etmekse, bir diğer gereği de onların özlemlerinin yaşam bulacağı adil bir barışı sağlamaktır. Adil barış mücadelesi de bir demokrasi ve özgürlük mücadelesidir. Her mücadelenin tabiî ki bir barışı olacaktır. Yoksa anlamsız bir savaş kısır döngüsü içinde kalınır.”

Bu alıntılardan da görüleceği üzere, bugün silahlı ya da silahsız bu güçlerin ortak çizgisi, Kürt burjuvazisinin siyasi çizgisidir. Bunun karşısında devrimci çizgi, ki bu aynı zamanda Denizler ve Hakiler’in de gerçek çizgisi ve yoludur, devrimci yoldur. Bu yolda silahlar “adil bir barış için değil” fakat, düzenin temellerine, burjuvaziye, emperyalizme ve işbirlikçilerine, onların iktidar sistemini yıkmaya yöneltilmiştir. Bu da Kürt burjuvazisinden farklı olarak Kürt emekçilerinin Kürt sorununa ilişkin gerçek çözüm yolunu sunmaktadır. Bu çizginin, gündemleştirilmesi ve Kürt emekçilerinin burjuva inisiyatiflere mahkum olmadığının gösterilmesi bugün daha da önem kazanmış durumdadır.