9 Mayıs 2008 Sayı: SİKB 2008/19

  Kızıl Bayrak'tan
  İşçi sınıfı ve emekçilerin öfkesini büyütelim!
   Kandil’in bombalanmasıyla ABD planı yeniden yürürlükte!
1 Mayıs Taksim direnişi ruhunu kuşanalım!
1 Mayıs direnişi ve CHP’nin hesapları!
1 Mayıs eylemlerinden...
Devrimci 1 Mayıs Platformu’ndan açıklama:
  Zulmün borazanı dinci–gerici medyanın
1 Mayıs’a kin kusma ayini!
  Denizler’i savunmak, devrimi savunmaktır!
  Devrimci mirası yaşatmak,
daha ileriye taşımakla mümkündür!
  Taksim kararlılığının kazanımları
  1 Mayıs gözlemlerinden...
  Faşist zorbalardan hesap sorma zamanı…
  Gençlik hareketinden...
  Adana Sanayi İşçileri Kurultayı Sonuç Bildirgesi...
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  Dünyadan...
  1 Mayıs: İslami faşizmin turnusol kağıdı
Yüksel Akkaya
  1 Mayıs 2008’in öğrettikleri
M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Bolivya ve Venezüella’da kamulaştırmalar!

Venezüella Devlet Başkanı Hugo Chavez ile Bolivya Devlet Başkanı Evo Morales, bu yılın 1 Mayıs’ına emekçiler lehine atmaya hazırlandıkları yeni adımların hazırlığını tamamlayarak giriş yaptılar.

1 Mayıs dolayısıyla başkent Caracas’ta işçilere seslenen Chavez, yüzde 60’ı Lüksemburg merkezli Ternium şirketinin bünyesindeki Sidor’un “sosyalist bir işletmeye” dönüştürüleceğini söyledi. Yanısıra, asgari ücreti 372 dolara çıkaran kararnameyi imzaladığını duyurdu. Yeni asgari ücretin 1 Mayıs’ta yürürlüğe girmesiyle, Venezüellalı işçiler Latin Amerika kıtasının en yüksek asgari ücretini almaya başladılar. Gıda yardımı pulları da hesaba katıldığında asgari ücretin gerçekte 558 dolara ulaşacağını ifade eden Chavez, işçi sınıfı olmadan sosyalizmin olmayacağını belirtti.

1 Mayıs’ta Bolivyalı işçi ve emekçilere seslenen Evo Morales de, ülkenin başta gelen telekomünikasyon şirketi (%50’si İtalyan Telecom Italia SpA’ya ait) Entel ile yabancıların sahip olduğu dört doğalgaz şirketinin kamulaştırılacağını ilan ederek, “bu andan itibaren hükümetimiz kontrolü tamamen eline almaktadır” dedi.

28 Nisan’da Bolivya polisine Entel şirketinin başkent La Paz’daki ofislerini kuşatma talimatı verdiğini ifade eden Morales, “enerji, su ve iletişim gibi temel hizmetlerin özel sektörün elinde olması kabul edilemez” dedi.

Kamulaştırmanın devam edeceğini belirten Morales, ilk aşamada İngiliz BP’ye ait Chaco şirketi, ABD’li Ashmore Energy şirketine ait boru şirketi Transredes’in çoğunluk hisselerinin alınacağını, Almanya-Peru ortak şirketi CLBH’nin ise tamamen devlet mülkiyetine geçirileceğini belirtti.

Kamulaştırma çalışmalarıyla ilgili açıklama yapan Kamusal Faaliyetler Bakanı Oscar Coca ise, şirketlere gereken paranın 60 gün içinde ödeneceğini belirterek, şirketlerin hükümet kararını reddetmek gibi bir haklarının olmadığını, kamusal çıkar neyi gerektiriyorsa ikna ya da zorla gerçekleştirileceğini açıkladı.

Sömürü ve yağma ile Bolivya’nın zenginliklerini çalmaya alışık olan adı geçen şirketler, Morales yönetiminin kendilerine önerdiği bedelin yeterli olmadığını öne sürerken, yönetimin yanıtı “pazarlık yok” şeklinde oldu.

Emekçiler lehine atılan bu adımlar doğrudan özel mülkiyeti hedef almasa da (zira kamulaştırılan işletmeler için şirketlere ödeme yapılmaktadır) sömürüde sınır tanımayan bu yağmacı tekellerle arkalarındaki güçleri fazlasıyla rahatsız etmektedir.


Mehdi Ordusu’nu tasfiye saldırısı sürüyor…

Ezilen halkların direnme iradesi kırılamaz!


Irak’ı işgal eden emperyalist zorbalar güdümünde çalışan Bağdat’taki kukla yönetim, Mart ayında Sadr Hareketi’ne karşı başlattığı saldırılara devam ediyor. Mukteda el Sadr liderliğindeki harekete bağlı Mehdi Ordusu’nun merkezlerinden biri olan Necef’te başlayan saldırı, son haftalarda başkent Bağdat’ta yoğunlaştı.

Mehdi Ordusu’nu tasfiye etmek hedefiyle başlatılan saldırıyı savunan kukla başbakan Nuri el Maliki, ülkede hükümet dışında hiçbir silahlı gücün varlığına izin verilmeyeceğini iddia etmişti. “Devlet otoritesini tesis etmeye kararlı başbakan” pozları takınan el Maliki, varlığıyla Irak topraklarını kirleten, dahası ülke halklarının kanını akıtan 150 bini aşkın işgalci askere dair söz söylemekten kaçınıyor. Daha da vahim olanı, el Maliki ve onun izinden giden işbirlikçi soysuzların derdi ülkeyi emperyalist işgalden nasıl kurtaracakları değil, işgale karşı çıkan “rakip” bir gücü silahsızlandırıp etkisizleştirmek. Bekleneceği gibi bu uğursuz işin üstesinden gelmek için işgalci efendileriyle suç ortaklığı da yapıyorlar.

Irak’taki kukla yönetime bağlı güçlerin tetikçilik yaptığı saldırıya işgal orduları komuta ediyor. Saldırının yoğunlaştığı Bağdat’taki Sadr semti sık sık ABD uçakları tarafından bombalanıyor. Bombardımanlarda evler, işyerleri, hastaneler hatta ambulanslar vuruluyor, yıkımın yanısıra çocukların da dahil olduğu sivil halktan insanlar katlediliyor. Sadece son çatışmalarda katledilen yüzlerce insanın ancak bir kısmı direnişçidir. Diğer çoğunluk ise, yoksul Şii Arap emekçilerden oluşan mahalle sakinleridir.

Mukteda el Sadr’ın çatışmaları önlemek için, süresi biten altı aylık ateşkesi uzatıp Mehdi Ordusu’na bu karara uyma çağrısı yapması, işgalcilerle Bağdat’taki kuklaları tarafından karşılık bulmadı. İşgal güçlerinin bu küstah tutumu, işgali reddeden Mehdi Ordusu’nun “öncelikli hedef” olarak belirlendiğine işaret ediyor.

Saldırının hedefindeki Mehdi Ordusu komutanları da işgalcilerle suç ortaklarının planının farkındadır. Zira el Sadr’ın çağrısına rağmen Mehdi Ordusu’na bağlı direnişçiler hem saldırılara karşı aktif bir direniş sergiliyor hem bazen karşı saldırılar gerçekleştiriyor.

Karşı saldırıların en etkilisi, “yeşil bölge” diye adlandırılan alanların havan topuyla vurulmasıdır. Zira bu bölge hem işgal ordularının komuta merkezi hem kukla yönetim mensuplarının kendilerini güvende hissedebildikleri tek alandır. Çatışmaların Sadr Mahallesi’nde yoğunlaşmasından sonra “yeşil bölge”yi hedef almaya başlayan Mehdi Ordusu, defalarca bu bölgeye havan topuyla saldırılar düzenledi.

İşgal karşıtı tutumu net olmakla birlikte Sadr hareketi aktif bir direniş çizgisi izlemiyor. Kimi zaman işgalcilerle sert çatışmalara girmekle birlikte, son aylara kadar sistemli bir silahlı direnişe başvurmayan Mehdi Ordusu, buna rağmen tasfiyeyi temel alan saldırıların öncelikli hedefi durumundadır.

İşgalcilerle kukla yönetimin fütursuz saldırganlığının bir nedeni, yaygın kitle desteğine dayanan bu hareketin, aynı zamanda yaygın bir silahlı gücünün bulunmasından duyulan rahatsızlıktır. Bu durum sadece işgalcileri değil, kukla yönetimin şeflerini de rahatsız ediyor. Ancak görünen o ki, sorun bundan ibaret değildir. Çünkü Sadr hareketinin İran’la yakın işbirliği içinde olduğu varsayımına göre tavır geliştiren ABD emperyalizmi, İran’a olası bir saldırıdan önce Mehdi Ordusu’nu tasfiye etmeyi, olmazsa gücünü kırmayı önemsiyor.

Washington’daki gelişmeleri yorumlayan birçok gözlemci, Bush liderliğindeki savaş kundakçılarının İran’a saldırı hazırlığında oluklarına dair verilerdeki artıştan söz ediyor. Özellikle Ortadoğu’daki ABD işgal kuvvetlerine komuta eden Oramiral William Fallon’ın İran’a karşı saldırıya açıkça karşı çıktığı için istifaya zorlanması, yerine Bush’a yakınlığı ve İran’ı hedef alan çıkışlarıyla tanınan Orgeneral David Petraeus’un getirilmesine dikkat çekiliyor. Bu arada Bush’un yardımcısı Dick Cheney’in bir süre önce gerçekleşen Ortadoğu gezisinin İran’a saldırı gündemli olması ve Washington’da İran’a karşı söylemin giderek saldırganlaşması gibi veriler de saldırı olasılığını yükselten nedenler arasındadır.

Bu durumda Mehdi Ordusu’na dönük saldırıyı, emperyalist-siyonist zorbalığa karşı direnen güçlerin tasfiye edilmesi saldırısının bir halkası saymak gerekiyor.

Filistin, Lübnan, Irak...


Ezilen halkların direnme iradesini kırmaya odaklanan bu gerici saldırının nihai hedeflerine ulaşması mümkün değildir. Zira ezilen halkların direnme kararlılığı, bizzat emperyalist-siyonist işgale duyulan tepkiden güç almaktadır. Gerici zorbaların saldırganlığı halklara ağır bedeller ödetiyor, ancak direnişin güçlenmesi için uygun koşulları da yaratıyor ya da var olan dinamikleri pekiştiriyor. Dolayısıyla, hakların direnme iradesinin kırılmasına odaklanan saldırının başarı şansı yoktur. Şu veya bu akım belki tasfiye edilebilir, ancak ezilen hakların direnme iradesi kırılamaz!


 

ABD Dışişleri Bakanı bir kez daha Ortadoğu’da…

Yiğit Filistin halkıyla enternasyonal dayanışmayı yükseltelim!

Son aylarda zamanının önemli bir kısmını Ortadoğu’da geçiren ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, kendini İsrail-Filistin “barışı”na ulaşmaya hasretmiş görünüyor. Tel Aviv, Batı Şeria, Kudüs, Amman, Kahire arasında mekik dokuyan ABD’li bakan, “2008’in sonuna kadar İsraillilerle Filistinliler arasında bir barış anlaşmasına varılmasının mümkün olduğuna inandıklarını” söylüyor.

Tabloya bakıldığında herkesin “barış” istediği söylenebilir. Zira Filistin sorunuyla ilgili beyanlarda bulunan herkes, çözümden yana olduğunu iddia ediyor. Buna neo-faşist çetenin şefi Bush da dahildir. Hatta bakanına bölgede uzun mesailer yaptıran Bush’un “barış”a fazlasıyla hevesli olduğu gözlenmektedir.

Bilindiği üzere sorunlar birer sonuç olarak oraya çıkarlar. Sorunlara çözüm üretmek ise, nedenlere inmeyi, yani sorunlara yol açan etkenleri tanımlayıp ortadan kaldırmayı gerektirir. Nedenler yerli yerinde dururken ulaşılan “çözümler” ise, geçici bir yanılsama yaratmaktan öte anlam taşımazlar.

Filistin sorunu sözkonusu olduğunda, bu olgu defalarca kanıtlanmıştır.

ABD’de iki dönemdir işbaşında bulunan haydutbaşı Bush, başkan koltuğundaki son aylarını doldururken, Filistin sorununu çözmeye özel bir önem vermeye başlamış görünüyor. Gelin görün ki, siyonizmin gelmiş geçmiş en sadık hamisi olan bu neo-faşist yönetim, sorunlar yerli yerinde dururken, Filistin halkına “çözüm” vaat ediyor. Önerilen “çözüm” ise, nedenlere dokunmadan güya bağımsız Filistin devletinin kurulmasına zemin hazırlayacak. Söyleme bakılırsa, savaş kundakçıları ile şefleri Bush da Filistin devletinin kurulmasından yana!

Eğer emperyalist Amerikan rejimi ve halen başında bulunan Bush Filistin sorununa bir “çözüm” üretebilselerdi, kuşkusuz ki bundan çok memnun olurlarda. Zira böylesi bir başarı, “halkların celladı” yaftasıyla dolaşan Bush çetesinin az da olsa imaj düzeltmesine yarayacağı gibi, İran’a olası bir saldırı için kolaylaştırıcı bir işlev de görürdü. Rice’ın Ortadoğu’da bu kadar çok zaman geçirmesinin temel nedeni de, Bush çetesinin bu iki amaca ulaşma hevesinden bağımsız değildir.

Ancak halen dünya jandarması sopasını kaptırmamak için çırpınıp duran ABD emperyalizmi, Filistin sorununa bir çözüm geliştirme yeteneğinden yoksundur. Bunun temel nedeni, ırkçı-siyonist rejime özel koruma sağlayan bir zihniyetin, Filistin halkının temel taleplerine olumlu yaklaşmasının mümkün olmamasıdır. ABD emperyalizmi, hele de Bush yönetimi ırkçı-siyonistlerin ablukasına, vahşi katliamlarına, Gazze Şeridi’nde yaşayan Filistinlilerin soykırımcı zihniyetle planlanmış saldırılara hedef olmasına, Yahudi yerleşimlerinin yayılmasına, vb. daima destek vermiştir. Üstelik bu destek, ulaşmak istedikleri “çözüm”ün önünde engel teşkil ettiği halde devam etmektedir. Bu, elbette şaşırtıcı değildir. Tersine, ABD’nin tutumunda değişiklik olsaydı, asıl bu şaşırtıcı olurdu.

Sorunu çözmeye memur edilen Rice dahil olmak üzere, Bush yönetimindeki her görevli, İsrail’deki ırkçı-siyonist rejimi korumakla kendini mükellef sayıyor. ABD’nin bu uğursuz politikası farklı nedenlerden kaynaklansa da, fiili sonucu İsrail’e özel koruma sağlamaktan ibaret kalıyor. Bu politika ise, sorunu çözmeye değil, daha da karmaşık bir hal almasına yol açmaktan başka işe yaramıyor.

Tablo bu kadar vahimken, Batı Şeria’daki Filistin yönetimi başkanı Mahmut Abbas’la onun izinden giden bir kesim, halen ABD’den medet umabilmektedir. Ancak çaresizliğin olduğu kadar aymazlığın da sonucu olan bu beyhude beklentiler, Filistin halkı içinde pek destekçi bulamamaktadır. Zira bu direnişçi halk, 20 yıldır yapılan anlaşmaların, barış vaatlerinin, çözüm müjdelerinin, vb. palavradan ibaret olduğunu deneyimleri sayesinde öğrenmiştir. Abluka altına alınarak boğulmak istenen Gazze Şeridi’ndeki 1.5 milyon Filistinli zaten “barış görüşmeleri”ne itibar etmemektedir. Ancak Batı Şeria’daki Filistinlilerin de bu sahte vaatlere kandıklarını gösteren emarelere rastlanmamaktadır. Sorun bu kadar karmaşıkken, siyonistleri en ufak bir ödüne bile zorlamaya yanaşmayan görüşmelerle ya da “mekik diplomasisi” ile bir yere varılması mümkün görünmüyor.

Önce siyonist şeflerle görüşen ABD’li bakan, ardından Filistinli yetkililerle de görüştü. İki tarafla yaptığı görüşmelerin ardından tarafları bir araya getirerek üçlü görüşmeler de yapan Rice’ın temennileri dışında ortada somut bir sonuç bulunmuyor. Zira Filistin halkının temel talepleri malumdur: İsrail’in 1967’de işgal ettiği topraklardan çekilmesi ve başkenti doğu Kudüs olan bağımsız bir Filistin devletinin kurulması, mültecilerin geri dönüş hakkının çözüme bağlanması, Filistin topraklarını kalbura çeviren (ki imzalanan tüm anlaşmalarda yasaklanmasına rağmen halen genişleyen) Yahudi yerleşimlerinin boşaltılması...

Siyonist şefler bu temel taleplerin hiçbirini kabule yanaşmıyor. Buna rağmen yıl sonuna kadar bir anlaşmaya varılabileceğini öne süren Rice’ın ürkekçe dile getirdiği tek sorun, Yahudi yerleşimleri inşasının durdurulmasından ibarettir. ABD basınında da İsrail’in “ya yerleşimler ya barış” arasında seçim yapması gerektiği vurgulanmaktadır. Bilindiği gibi bu tür söylemler daha önce de dile getirilmiştir. Siyonistler ise yalnızca iki hafta önce yerleşim alanlarında yeni konutlar inşa edeceklerini ilan etmişlerdir. Washington’daki sağlam dayanaklardan güç alan siyonistler, Filistin topraklarını gaspetmenin en etkili aracı olan Yahudi yerleşimleri politikasını terk etmeye hiç de niyetli görünmüyor.

Görünen o ki, Bush liderliğindeki savaş kundakçıları, Filistin sorununa çözüm üretmek adına bölgeyi arşınlamaya devam edecekler. Bu girişimlerin sonuç vermesinin tek yolu, Filistin halkının alçaltıcı bir teslimiyete razı olmasıdır. Zira ABD emperyalizminin önerdiği çözüm değil, teslimiyettir. Ancak 60 yıldır vahşi bir zulme maruz kalan bu yiğit halkın alçaltıcı teslimiyeti değil, onurlu direnişi tercih ettiği ve bu uğurda sayısız bedeller ödemeyi göze aldığı tüm dünya tarafından bilinmektedir.

Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, ezilen Filistin halkının sorunlarına çözüm üretmek emperyalist zorbaların işi değildir. Tersine, anti-emperyalist/anti-siyonist direniş, çözüme giden yolu açmanın da temel aracıdır. Bu direnişi sürdüren Filistin halkıyla enternasyonal dayanışmayı yükseltmenin önemi ise günden güne artmaktadır.


Almanya: Naziler polis koruması altında!

1 Mayıs’ta Almanya’nın birçok kentinde polisin gözü önünde Neo-naziler saldırılar düzenledi. Yaklaşık yüz faşist Hamburg’da düzenlenecek bir yürüyüşe katılmak üzere yola çıkarken, Schleswig-Holstein’den gelen bir treni işgal ettiler. Trenin anons merkezini denetimlerine alarak Alman olmayan yolcuların trene binmesini engellediler.

Bazı yolculardan alınan bilgilere göre, trenin anons merkezinden Neonaziler şu açıklamayı yaptılar: “Bugünden itibaren Alman devlet demir yolları (Deutsche Bahn AG) Almanları ve yabancıları ayrı vagonlarda taşıyacaktır. Yabancılar yük taşıma vagonlarında taşınacaktır.”

Neonazilere karşı müdahalede yetersiz kalan Alman polisine tepkiler büyüyor. Faşistler Hamburg’un Barmberk semtinde yine anti-faşistlere saldırdı. Polis bölüm şefinin yaptığı açıklamada, şiddetin sağcılar tarafından geldiği itiraf edildi. Ama polis şefi bu açıklamayı yaparken 2500 polisin neden müdahalede yetersiz kaldığını açıklayamadı.

Faşistlere karşı platform temsilcisi ise yaptığı açıklamada, yürüyüşe izin verilmemesi gerektiğini, yürüyüş iznine başvuranların sicillerinin belli olduğunu vurguladı.

Polisin desteğini alan faşistler ellerini kollarını sallaya sallaya saldırılarını sürdürdüler.

Cuma akşamı Hamburg yürüyüşünden sonra yine Bremen ve Dortmund’da da 150 kişilik neonazi grubu tren garında antifaşistlere taş ve şişelerle saldırdı. Saldırıları düzenleyen neonaziler olmasına rağmen, polis antifaşistlerin düzenledikleri yürüyüşlerdeki eylemcilere saldırdı.

Yine Nürnberg’te yürüyen 1500 neonaziyi, antifaşistlere karşı 3 bin polis koruma altına aldı. Kolluk güçleri burada da antifaşistlere vahşice saldırdı. Birçok insan yaralanırken, 48 anifaşist gözaltına alındı. Yerel yönetim ise otonom ve sol çevrelere daha sert müdahale yapılmasını talep etti.