9 Mayıs 2008 Sayı: SİKB 2008/19

  Kızıl Bayrak'tan
  İşçi sınıfı ve emekçilerin öfkesini büyütelim!
   Kandil’in bombalanmasıyla ABD planı yeniden yürürlükte!
1 Mayıs Taksim direnişi ruhunu kuşanalım!
1 Mayıs direnişi ve CHP’nin hesapları!
1 Mayıs eylemlerinden...
Devrimci 1 Mayıs Platformu’ndan açıklama:
  Zulmün borazanı dinci–gerici medyanın
1 Mayıs’a kin kusma ayini!
  Denizler’i savunmak, devrimi savunmaktır!
  Devrimci mirası yaşatmak,
daha ileriye taşımakla mümkündür!
  Taksim kararlılığının kazanımları
  1 Mayıs gözlemlerinden...
  Faşist zorbalardan hesap sorma zamanı…
  Gençlik hareketinden...
  Adana Sanayi İşçileri Kurultayı Sonuç Bildirgesi...
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  Dünyadan...
  1 Mayıs: İslami faşizmin turnusol kağıdı
Yüksel Akkaya
  1 Mayıs 2008’in öğrettikleri
M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kandil’in bombalanmasıyla ABD planı yeniden yürürlükte!

1 Mayıs’ta sermaye devletinin hedefinde sadece işçiler, emekçiler ve devrimci güçler yoktu. Aynı günün akşamında Kandil’e yönelik bir hava harekâtı düzenlendi. 2 Mayıs’ta da devam eden bu askeri saldırı sonucunda, Genelkurmay’ın iddiasına göre, belirlenen hedefler vuruldu ve 150 gerilla öldürüldü.

Daha önce yapılan bu türden harekatları hararetli biçimde destekleyen ve dizginsizce şovenizmi körükleyen düzen cephesi, bu kez daha temkinli bir dil kullanmaya özen gösterdi. Bu kez yabancı haber ajanslarının Kandil’deki bombardımanın sonuçlarına ilişkin görüntüleri olmasına karşın bu temkinli dil özenle korundu. Elbette bu, daha çok fiyaskoyla biten kara harekatı sırasındaki o zafer havası, o sınırsız şovenist rüzgar düşünüldüğü ölçüde bir temkinliliktir. Yoksa, Genelkurmay’ın açıklamalarını birer kahramanlık destanı gibi lanse eden medya hiç de atıp tutmaktan, şoven rüzgarlar estirmekten geri kalmadı.

Sınır ötesi kara harekatı fiyaskosundan sonra düzen cephesinin kullandığı nispeten temkinli dil, bu fiyaskonun ortaya çıkardığı utanç tablosuyla doğrudan bağlantılıdır. Çünkü artık bu kirli savaş için uydurdukları kahramanlık destanlarına pek inanan yok. Bu nedenle sınırsızca atıp tutmaktan kaçınmak zorunda kalıyorlar.

Diğer taraftan, kullanılan bu temkinli dilin diğer bir sebebi de Kürt halkına yönelik inkar ve imha politikasının yanısıra Kürt burjuvazisini kazanmak için bir takım adımların da eşzamanlı olarak uygulamaya sokulmasıdır. Öyle ki, 24 Nisan günü toplanan MGK toplantısında “Tüm Iraklı gruplarla istişareler sürdürülsün” biçiminde bir “tavsiye”de bulunulduğu açıklanıyordu. Bu kararın ardından PKK mevzileri vurulurken, aynı zamanda dikkat çekici biçimde hükümeti temsilen bir heyet, Talabani ve Bölgesel Kürt Yönetimi Başbakanı Neçirvan Barzani ile görüşme halindeydi. Bu görüşmenin, MGK tarafından altı çizilen politikanın bir sonucu olarak gerçekleştirdiği genel olarak kabul edilmektedir. Buna göre Türk sermaye devleti artık Güney Kürdistan’a ilişkin politikalarında bir değişime gitmekte, buradaki yönetimi tanımaya ve onunla ilişkileri geliştirmeye dönük adımlar atmaya başlamaktadır.

Bir hava harekatıyla eşzamanlı yürütülen bu diplomasi trafiği kuşkusuz sembolik de olsa bir değişimi anlatmaktadır. Fakat bu değişim yeni değildir. 5 Kasım’da Bush’un huzuruna çıkan Erdoğan ile aynı görüşmede hazır bulunan generallerin altına imza attığı plan esas olarak bunu içermektedir. Bu plana göre, bir taraftan PKK’nin gerilla güçleri tasfiye edilecek, yanısıra Kürt halkının mücadeleci birikimleri oluşturulacak işbirlikçi bir Kürt siyaseti aracılığıyla denetim altına alınacak, diğer taraftan da Türk devleti federal bir Irak çatısı altındaki özerk Kürt yönetiminin varlığını tanıyacak ve onunla ilişkilerini geliştirecektir. Yani onunla ABD stratejileri ekseninde bir ortaklığa gidecektir.

5 Kasım’daki anlaşmayla yürürlüğe sokulan bu plan doğrultusunda ABD’nin desteğiyle birlikte Türk ordusu, PKK mevzilerine yönelik askeri saldırılarına başladı. Yoğun hava saldırılarının ardından ise kara harekatı geldi. Yine ABD’nin yardımıyla Türk ordusu Güney Kürdistan topraklarına girdi. Düzen cephesi, azgın bir şovenizm ile birlikte ölçüsüzce zafer rüzgarları estirip Musul’u da alalım yaygarası koparmaya kadar işleri vardırınca, harekat işgal şüphesi uyandırmaya başladı. Bunun üzerine gelen ABD’nin açık müdahalesi ile birlikte, ölçüsüzce uydurulan askeri başarı öykülerinden sonra geri çekilmek zorunda kalan Türk ordusu büyük bir askeri fiyasko yaşadı.

Bu süreç düzen cephesinden birçok açıdan tartışıldığı gibi topluma yönelik “psikolojik savaş”ı yürütmedeki açık bir başarısızlığın kanıtı sayıldı. Elbette geri çekilme kaçınılmaz idi, ama harekata yüklenen beklentilerin körüklenmesi ve buna karşı Genelkurmay’ın müdahale etmemesi bu sonucu doğurmuştu. Yoksa, ABD ile yapılan anlaşma belliydi. Harekatın amacı PKK’nin askeri gücünü tümden çökertmek değil, onun başarma umudunu kırarak teslim olmaya zorlamak, beraberinde düzen içi bir siyasi kanal oluşturarak düzen dışı dinamiklerini tümden tasfiye etmekti. Bu türden değerlendirmeler sınırötesi harekat fiyaskosu sonrasında sıklıkla tekrarlandı. Tekrarlanması da boşuna değildi. Zira, burjuva medya ve postal yalayıcısı siyasi güçler kraldan daha çok kralcı kesilmiş ve ölçü tanımamışlardı. Bundan dolayı sınır ötesi fiyaskosunun faturası bu güçlere kesildi ve kabaca azarlandılar.

Nihayet işler yoluna konulduktan sonra plan yeniden yürürlüğe konulabilirdi. 24 Nisan’daki MGK toplantısında yapılan açıklamanın ardından başlatılan diplomatik girişimler ve PKK mevzilerinin bombalanması ile bu süreç başlatılmış oldu. Amerikan planı bu kez kontrollü biçimde uygulamaya sokulurken, dikkat çekici biçimde düzen cephesi Kürt hareketiyle ilişkileri germek yerine tersine onu kucaklayacak, düzene bağlayacak adımlar atmaya başladı.

Bu bakımdan düzen medyasının da döne döne kullandığı tablolardan birini bizzat MHP’nin başkanı Bahçeli sundu. DTP milletvekili Hasip Kaplan’ı 23 Nisan’da yanına çağırarak “1. Meclis’in renklerini tamamlayalım” diyen Bahçeli’nin bu tutumu, ardından yaşananlarla birlikte oldukça anlamlı hale geldi. Sadece, Bahçeli’nin tutumu da değil, asker kaçağı olduğu iddiasıyla tutuklu olan DTP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın tahliye edilmesi, ardından askere alınarak DTP Genel Başkanlığı’ndan istifa ettirilmesi yine aynı günlere denk gelen önemli bir gelişmedir.

DTP Genel Başkanı’nın tahliye edilmesi, tutuklanmasının nedenleriyle birlikte düşünüldüğünde, durumu oldukça anlamlı kılmaktadır. Zira Demirtaş’ın genel başkanlığı, DTP’deki şahin kanadın ılımlı kanada üstün gelmesi olarak yorumlanmış ve bu, devletin ılımlı bir Kürt hareketi yaratma girişimlerine vurulmuş bir darbe olarak değerlendirilmişti. Demirtaş’ın tutuklanması, açıkça düzenin onun temsil ettiği ileri sürülen eğilime verdiği bir yanıt olma anlamına gelmekteydi. Bu tutuklama kararıyla birlikte DTP ablukaya alındı. Hakkında kapatma davası açılırken birçok yöneticisi hakkında da peşpeşe davalar açıldı. Bununla birlikte askeri operasyonlar da hız kazandı ve sınırötesi harekatlar başlatıldı. Bu süreç, gerek liberal Kürt çevrelerince gerekse de düzenin liberal politik çevrelerince DTP’nin meclise girmesiyle açılması istenen çözüm yolunun tıkandığına yoruldu.

Bugün gelinen nokta itibariyle bakıldığında ise, açıktır ki sınırötesi harekat fiyaskosundan sonra soğumaya bırakılan süreç içerisinde düzen kendi içine çeki düzen verdikten sonra ABD planı doğrultusunda hamlelerine yeniden başlamıştır. Bir taraftan Kandil bombalanırken diğer taraftan Güney Kürdistan yönetimi ve Talabani ile resmi düzeyde görüşmeler yapılmakta, dostluk mesajları verilmekte, aynı sürecin ülke içerisinde de DTP’ye karşı bir biçimde işletilmeye çalışıldığı görülmektedir.

Bu, ABD planından başka bir şey değildir. ABD planı bir yandan PKK’nin askeri varlığına yönelik askeri operasyonları öngörürken, diğer yandan da işbirlikçi Kürt burjuvazisinin Kürt hareketi üzerindeki inisiyatifini arttırmayı hedeflemekteydi. Bugün ortadaki tablo da tamamen bu plana uygundur. Bir yandan savaş ve katliam, diğer yandan Kürt burjuvazisinin siyasi öznelerine kucak açan bir siyasi dil ile birlikte işbirlikçi Kürt burjuvazisiyle masa başı görüşmeler, ticari ve ekonomik alanlarda yoğunlaşan anlaşmalar, vb...

Açıktır ki, süreç Kürt emekçi halkının mücadele enerjisinin törpülenip ezilerek Kürt burjuvazisinin etkinliği altında alınması, bu yolla düzene entegre edilmesi yönünde işletilmektedir. ABD ve sermaye devleti ile işbirlikçi Kürt burjuvazisinin ortaklığı bunu öngörmektedir. Bu plan başarıya ulaştığı ölçüde hem işçiler, emekçiler ile ezilen halkların köleliği katmerlenecek, hem de ABD’nin kanlı stratejileri için uygun bir zemin oluşturulacaktır.

Bu kirli planlara karşı Kürt emekçi halkı ile birlikte işçi ve emekçiler ortak mücadele cephesinde buluşmak üzere hareket etmeli, en başta da ileri ve devrimci güçler bu gerçeklerin bilinciyle devrimci bir inisiyatif geliştirmelidirler.