9 Mayıs 2008 Sayı: SİKB 2008/19

  Kızıl Bayrak'tan
  İşçi sınıfı ve emekçilerin öfkesini büyütelim!
   Kandil’in bombalanmasıyla ABD planı yeniden yürürlükte!
1 Mayıs Taksim direnişi ruhunu kuşanalım!
1 Mayıs direnişi ve CHP’nin hesapları!
1 Mayıs eylemlerinden...
Devrimci 1 Mayıs Platformu’ndan açıklama:
  Zulmün borazanı dinci–gerici medyanın
1 Mayıs’a kin kusma ayini!
  Denizler’i savunmak, devrimi savunmaktır!
  Devrimci mirası yaşatmak,
daha ileriye taşımakla mümkündür!
  Taksim kararlılığının kazanımları
  1 Mayıs gözlemlerinden...
  Faşist zorbalardan hesap sorma zamanı…
  Gençlik hareketinden...
  Adana Sanayi İşçileri Kurultayı Sonuç Bildirgesi...
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  Dünyadan...
  1 Mayıs: İslami faşizmin turnusol kağıdı
Yüksel Akkaya
  1 Mayıs 2008’in öğrettikleri
M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

1 Mayıs kararlılığı Türk-İş bünyesindeki çatlağı büyüttü…

Doğru bir yönde ilerlemek için taban inisiyatifi şarttır!

Bu yılın 1 Mayıs’ına damga vuran gelişmelerden biri de, Türk-İş bünyesinde Taksim konusunda ortaya çıkan çatlak oldu. Kuşkusuz, Taksim tartışması basit bir alan tartışması olmadığı gibi, Türk-İş’teki çatlak da Taksim’e çıkma kararlılığının konulup konulmamasından ibaret değildi. Fakat, Taksim kararlılığı karşısında devlet çıplak bir zor aygıtı olarak göründüğü ölçüde, bu, Türk-İş bünyesinde bir süredir yaşanan ayrılıkları derinleştirmiş ve belirginleştirmiştir.

Türk-İş’teki çatlak 13-14 Mart eylemleri sonrasında dışavurdu!

Bilindiği üzere Türk-İş bünyesindeki çatlak SSGSS’ye karşı Emek Platformu tarafından düzenlenen 13-14 Mart eylemleri sonrasında ortaya çıkmıştı. Oldukça görkemli geçen, işçi ve emekçilerin özgüvenini yükselten bu eylemlerin ardından Türk-İş yönetimi daha ileri ve sonuç alıcı eylem biçimleri beklentisini yarı yolda bırakarak çark etmişti. 13-14 Mart eylemleriyle istenen sonucun alındığı iddiasını öne sürmüş ve bundan böyle yasanın tam olarak değiştirilmesi için meclis kulislerinde çalışılacağı gibi komik gerekçeler ileri sürmüştü. Daha önce yaşanan sayısız örnekle sabit olduğu üzere, Türk-İş yönetimi yeni bir ihanete hazırlanıyordu. 13-14 Mart eylemini bir hava boşaltma aracı olarak kullanarak satışı tamamlamak istiyordu.

Ancak, Türk-İş yönetimi bu kez baltayı taşa vurdu. İstanbul özgülünde aşağıdan örgütlenen mücadelenin de basıncıyla Türk-İş’e bağlı birçok sendika ve genel merkezlerini de aşan sendika şubesi mücadeleden yana tercih belirtti. 6 Nisan’da HSGG platformunca örgütlenen mitinge katılarak bu tutum açıktan ortaya konuldu. Uzun yıllardır görülmedik ölçüde Türk-İş yönetimine kafa tutuldu. Türk-İş yönetiminin bu çıkışa karşı tepkisi ise sert oldu. Devrimci-ilerici bazı şube yöneticilerini ihraç etmeye varan bu tutum karşısında, mücadeleden yana tercihte bulunan sendikacılar sinmek yerine toplu biçimde tepki göstermeyi seçtiler. Böylelikle, Türk-İş yönetimine karşı ortaya çıkan muhalif çıkışın öyle geçici ve göstermelik bir çıkış olmadığı, dahası yönetimin baskısıyla sinecek kadar güçsüz ve iradesiz olmadığı da görülmüş oldu. Bu durumun en çarpıcı ifadelerinden biri, 22 Nisan tarihinde yapılan Türk-İş Başkanlar Kurulu toplantısı sırasında görüldü. Toplantının başında basına açıklamada bulunan Mustafa Kumlu’nun üstü kapalı biçimde 6 Nisan eylemine katılan sendika yöneticilerini suçlaması üzerine, Hava-İş Genel Başkanı Atilay Ayçin anında yanıt vererek tartışmaya hazır olduklarını ve dahası bunu basının önünde yapabileceklerini ifade etti. Atilay Ayçin’in bu tutumu Türk-İş bünyesindeki çatlağın çarpıcı bir dışavurumuydu.

Ara kademe sendikacıların iradesi ‘90’lı yıllar boyunca kırılmaya yüz tutmuştu

Bilindiği gibi Türk-İş bünyesinde Atilay Ayçin’in de içerisinde olduğu yönetimin aksine mücadeleden yana bir sendikal odaklaşma uzun yıllardır vardı. Fakat bu alt kademe sendikacılar ‘90’lı yılların ortalarından başlayarak zamanla Türk-İş yönetimi karşısında büyük bir irade kırılması yaşadılar. Kuşkusuz bunun böyle olmasında, taban inisiyatiflerinin zayıflaması ve tabandan bu sendikacılara yönelik beklentilerin zayıflaması ölçüsünde ortaya çıkan zemin kaybı önemli bir etkendir. Öyle ki, ‘90’lı yılların sonlarına doğru bu sendikacılar bazı sendikaların yönetiminden uzaklaştırıldılar. Yerlerini ise daha çok MHP çizgisinde bulunan ve Türk-İş’le yakın ilişkileri olan kişiler aldı. Yerlerini koruyan çok azı ise büyük ölçüde irade kırılması yaşayıp, Türk-İş yönetimine karşı uysal bir muhalefet yapmakla yetindiler.

Bundan dolayıdır ki, özellikle Bayram Meral’in son dönemleri ile Salih Kılıç döneminde Türk-İş yönetimi işlerini sıkıntısız biçimde idare etti. Bu dönemde büyük hak gaspları ve büyük özelleştirmelere karşı göstermelik eylemler bile yapılmadı, saldırılar karşısında direnen sınıf bölükleri de yalnız bırakıldı. Seka, Seydişehir, Sümerbank, Tekel bu dönemde yaşanan ve Türk-İş yönetiminin alenen yalnız bıraktığı direnişlerdi. Aynı dönemde kölelik yasası gibi bir yasa da ciddi bir tepki olmadan geçirilebildi. İşte bu süreç içerisinde, Türk-İş yönetimi açıkça ihanet pozisyonu alırken geçmişin mücadeleci ve muhalif sendikacıları da suskun kaldılar.

1 Mayıs iradesiyle çatlak büyüdü!

İşte Türk-İş yönetimi için her şey böyle yolunda giderken, bu yıl durum, özellikle de Mustafa Kumlu başkanlığındaki yeni yönetimin işbaşı yapmasından sonra değişmeye başladı. 13-14 Mart eylemleriyle birlikte kendisini gösteren muhalif eğilim bastırılamadı, dahası giderek kendisini daha kararlı biçimde göstermeye devam etti. 1 Mayıs ile birlikte ise iyice su yüzüne çıkmış oldu. Oysa Türk-İş yönetimi başlangıçta 1 Mayıs’ı, özelde ise Taksim’i bünyedeki çatlağı onarmanın ve yeniden otoritesini sağlamlaştırmanın bir olanağı olarak kullanmak istemişti. Bu amaçla, DİSK ve KESK tarafından başlatılan girişimlere ortak olurken, hükümet nezdinde yürütülen görüşmelerde de belli bir inisiyatifle hareket etti. Bu süreç içerisinde Mustafa Kumlu bizzat görüşmelerde bulunmakta ve Taksim’in işçilere açılması konusunda kararlılıklarını dile getirmekteydi. Besbelli ki Kumlu geçtiğimiz yıl Süleyman Çelebi’nin üstlendiği role soyunmaktaydı.

Zira, gerek DİSK bünyesinde gerekse de işçi ve emekçi hareketinde büyük bir prestij kazanmasına neden olan çıkışıyla Çelebi, hem DİSK’in genel başkanlığını korumuş, hem de bir dönem boyunca ortalıkta görünmemesine karşın el üstünde tutulmuştu. İşte Mustafa Kumlu’nun yapmak istediği de buydu. Fakat gözden kaçırdığı bir gerçek vardı. Her ne kadar Çelebi, 2007 1 Mayıs’ındaki pratiğiyle büyük bir prestij kazanmış ve bir yılı kurtarmışsa da, bu çıkış sonrasında işçi ve emekçi hareketinin ileri bölükleri üzerinden başlayarak bir dizi olumlu etkide bulunmuştur. Zira 1 Mayıs kendinden menkul bir gün değil, sınıf özünden ne denli uzaklaştırılmaya çalıştırılırsa çalıştırılsın sınıf mücadelesinin seyri bakımından temel önemde bir mücadele mevzisidir. İşte bu nedenledir ki, 2007 1 Mayıs’ı kendisinden sonra yaşanan Hava-İş grev kararlılığı ile Telekom grevi gibi süreçler üzerinde önemli izler bırakmıştır. Çünkü, sözkonusu olan düzene rağmen direnme kararlılığının sürdürülebileceği ve yerleşik kabullerin aksine Türk-İş merkezi olmaksızın ve ona rağmen sonuç alınabileceği düşüncesidir ki, bu 2007 1 Mayısı’nın en önemli kazanımlarındandır.

Mustafa Kumlu’nun hesaplayamadığı bir diğer gerçek ise, Taksim konusunun sınıf mücadelesinin güçlenme eğilimi ile birlikte sermayenin yeni saldırı hazırlıklarını zora sokacak olmasıydı. Bundan dolayı hükümet tarafından önce bir manevra konusu yapılmaya çalışılan 1 Mayıs’ın devletin ve düzenin kırmızı çizgilerinden biri olduğu anlaşılınca, manevra imkanları tümden ortadan kaldırıldı. Böylece, Çelebilik yapmanın pahalıya patlayacağını gören Türk-İş Başkanı çark etmek zorunda kaldı.

Bu durum, kaba bir tutarsızlık ve zaafiyet görüntüsüne yol açmakla kalmadı, Türk-İş bünyesinde kafasını kaldırmış bulunan muhalif sendikal güçler tarafından tepkiyle karşılandı. Bilindiği gibi, 12’si genel merkez düzeyinde olmak üzere yaklaşık 21 sendika Mustafa Kumlu’nun aksine Taksim ısrarını korudular. Ayrıca, Türk-İş’teki bu çatlama genel merkez düzeyine de ulaştı. Mustafa Kumlu’nun Taksim’den çark ettiğini açıklamasının üzerinden saatler geçmeden, Genel Sekreter Mustafa Türkel Taksim’den geri adım atmayacaklarını açıkladı ve 1 Mayıs gününe kadar da bu ısrarını sürdürdü. Mustafa Kumlu’nun bu tutumuna karşı Türk-İş içerisinden ciddi bir tepki de yükseltildi. Bu tepkiler içerisinde en çarpıcı olanı Harb-İş yönetimine aitti. Mustafa Kumlu ile aynı günde, 30 Nisan’da yapılan genel başkan ve sekreter imzalı açıklamasında Harb-İş yönetimi, Türk-İş yönetimini tutarsız davranmakla suçlayarak şunları söyledi: “Konfederasyonumuz Türk-İş’in tüzel kişiliğini olumsuz bir görünüm altında tutan bu çelişkili ve gelgitli yaklaşımın umarız somut olgularla gerekçelendirilebilir, anlaşılabilir, kabul edilebilir nedenleri sendikamıza ve kamuoyuna ayrıca bildirilecektir.”

Mustafa Kumlu ile temsil edilen Türk-İş yönetiminin aksine Taksim ısrarını koruyan ve ne düzeyde olduğundan bağımsız olarak 1 Mayıs günü alana çıkan sendika yönetimlerinin bu tutumu, 1 Mayıs’ta ortaya çıkan tablo sonrasında da sürdü. Örneğin, 1 Mayıs’ı değerlendiren Petrol-İş Başkanı Öztaşkın sendikanın resmi sitesinde yayınlanan açıklamasında şunları söylüyordu: “Bir sendika, bir konfederasyon, bir yönetici karar alırken öncelikle çok iyi düşünmesi gerekir. O kararın bütün boyutlarını analiz etmesi lazım ve kararı aldıktan sonra da kesinlikle o karardan dönmemesi lazım. Çünkü sendikacılık aynı zamanda bir kararlılık göstergesidir. Ama kararlılık inançlı insanların işidir. İnanç zaafiyeti yaşayanların 1 Mayıs konusunda da kararlı davranmaları zaten söz konusu olamaz. Dolayısıyla Türk-İş’te yaşananları biraz bu inançsızlığın göstergesi olarak da tanımlayabiliriz. Ve Türk-İş’in aldığı bu karar doğru bir karar değildir. Karar, bu kutlamalara katılan 18 sendikayı yalnız başına bırakmak anlamı taşıyordu.”

Türk-İş yönetimi için işler eskisi gibi kolay olmayacak!

Bir süredir Türk-İş bünyesinde sendikal kademelerde yaşanan ve mücadelenin görevlerini üstlenmek konusunda belli bir gayret gösteren, daha doğru bir ifadeyle bu yolda ortaya konulan inisiyatiflere yakın duran sendikacılarla, düzenin basit bir eklentisi olarak hareket etmekte ısrarlı Türk-İş yönetimi arasındaki gerilimin 1 Mayıs’la birlikte artarak devam ettiği görülmektedir. Bu durum, yıllardır bir ihanet şebekesi olarak çalışan Türk-İş yönetimi açısından işlerin artık eskisi gibi kolay olmadığını göstermektedir. Fakat burada unutulmaması gereken şudur ki, Türk-İş bünyesindeki mücadeleden yana tutum alarak merkez yönetimine ters düşen sendikacıların bu tutumu konusunda büyük beklentiler içerisine girmek doğru değildir.

Elbette, bazıları şahsında başka hesapların varlığı muhtemel olsa da, bu çıkış son derece önemli, anlamlı ve sınıf hareketinin gelişimi açısından yararlıdır. Ama bununla beraber, unutulmamalıdır ki geçmişte olduğu gibi bu tür çıkışların geleceği ve sınıfın yararına değerlendirilmesi, taban inisiyatiflerinin bağımsız bir çizgide örgütlenmesine bağlıdır. Taban inisiyatiflerinin örgütlü ve devrimci bir tarzda kendisini ortaya koyamadığı bir durumda bu tür çıkışların bir geleceği olmayacağı gibi yozlaşması da kaçınılmazdır.

Sınıf devrimcileri bu tür çıkışları olumlu bulmakla birlikte, onun taban inisiyatifi olmadan sağlıklı bir gelişme yaşayamayacağının bilincindedirler. Aslolan işçi sınıfı ve emekçilerin tabandan devrimci bir çizgide örgütlenmesi ve yine bu zeminde en geniş birliğinin örülmesidir. Bu koşullar sağlandığı ölçüde sendikal kademelerdeki ayrışma ve saflaşmalar da sağlıklı bir yön kazanabilir, sınıf mücadelesinin ihtiyaçları doğrultusunda değerlendirilebilir. Gerisi, yıllardır bu türden her çıkışa büyük anlamlar yükleyip peşinden giden kuyrukçu liberallerin durumuna düşmek olur ki, sınıfın bu türden liberal düşlerle oyalanacak ne sabrı, ne de inancı kalmıştır.


Adana BDSP’den açıklama:

Devlet terörüne karşı devrim ve sosyalizm bayrağını daha da yükselteceğiz!

Son dönemde yükselen sınıf hareketine paralel olarak devreye sokulan devlete terörü 1 Mayıs ile birlikte yeniden hız kazandı. Bir süredir gerek sınıf hareketinin gerekse devrimci hareketin oldukça canlı olduğu Adana’da yaşanan bu saldırılar hiç de şaşırtıcı değil. Devletin kentteki işçi ve emekçi hareketine ve devrimci harekete karşı kapsamlı bir saldırı dalgası içerisinde olduğu görülüyor. (...)

Devrimci faaliyete tahammül edemeyen devletin kolluk güçleri kendi yasalarını dahi hiçe sayarak keyfi bir şekilde devrimci faaliyete saldırarak, devrimci ve ilerici güçlerin işçi ve emekçilerle buluşmasını engellemeye çalışıyorlar. Çünkü korkuyorlar! İşçi ve emekçilerin örgütlenmesinden, bilinçlenmesinden, mücadeleyi yükseltmesinden, bu sistemden hesap sormasından korkuyorlar. (...)

Bizler Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu olarak işçi ve emekçilere gerçek çözümü göstermek, temel hak ve özgürlüklerimiz için devrimci sınıf mücadelesini büyütmek, devrim ve sosyalizm mücadelesine çağrı yapmak için kesintisiz bir faaliyet sürdürüyoruz. Düzene karşı devrimin ve sosyalizmin bayrağını yükseltiyoruz.

Tüm gerçek devrimcileri bir kez daha bu çabaya ortak olmaya davet ederken, her milliyetten işçi ve emekçileri, ezilen kadınları, gençliği baskı, sömürü ve kölelik düzenini yıkmak, eşitliğe ve özgürlüğe dayalı bir toplum düzeni kurmak için, işçi sınıfının devrimci programı etrafında birleşmeye çağırıyoruz.

Adana Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu


Şakirpaşa İKE’ye polis tacizi!

1 Mayıs’ın ardından baskı ve saldırılar devam ediyor. 2 Mayıs günü Şakirpaşa İşçi Kültür Evi resmi polisler tarafından taciz edildi. Saat 12.00 civarında Şakirpaşa İKE’ye gelen ve kendisini Şakirpaşa Bölge Amiri olarak tanıtan polis içeriye girmeye çalıştı ve kurum çalışanları tarafından polis içeri alınmadı. “Biz devrimciyiz, burası ise devrimci bir kurumdur ve polisleri içeri almıyoruz” denilmesi üzerine tehditkâr bir tutum takınan polisler, yaşanan tartışmaların sonucunda gitmek zorunda kaldılar.

Şakirpaşa İşçi Kültür Evi çalışanları


Adana’da 1 Mayıs terörü protestosu...

1 Mayıs’ta Adana’da mitingin bitmesinin ardından gerçekleştirilen polis saldırısı 47 kişinin gözaltına alınmasıyla sonuçlandı. Saldırı 2 Mayıs günü gerçekleştirilen yürüyüş ve basın açıklaması ile protesto edildi. Adana Eğitim-Sen Şube Binası önünde toplanan kitle “Yaşasın 1 Mayıs” pankartı açarak İnönü Parkı’na yürüdü. Yol boyunca saldırıları teşhir eden sloganlar gür bir şekilde atıldı. İnönü Parkı’nda kurumlar adına ortak açıklama yapıldı. Açıklamadan önce Şakirpaşa İKE’ye yönelik polis baskısı protesto edildi.

Ardından basın metni okundu. 1 Mayıs günü Adana, İstanbul ve Ankara’da da yaşanan saldırılar protesto edildi. 100 kişinin katıldığı eylem sloganlarla bitirildi.


“Gözaltılar, baskılar, tutuklamalar bizi yıldıramaz!”

Adana’da gözaltına alınan 47 kişinin içinde kolları, burunları kırılanların, kafası yarılanların olması devletin içine düştüğü aczin de göstergesi oldu. Yine evine giden bir devrimcinin sokak ortasında kaçırılıp işkenceden geçirilmesi, saldırıların artacağını gösteriyor. Son olarak, 1 Mayıs sonrasında gözaltına alınanlardan ikisi tutuklanarak Kürkçüler Cezaevine gönderildi.


Adana’da ev baskınları!

Adana’da 5 Mayıs sabahı, aralarında BDSP’lilerin de olduğu pek çok kişinin evi TMŞ polisleri tarafından basıldı. Bastığı pek çok evden eli boş dönen polis Çukurova Üniversitesi öğrencisi SGD’li Gurbet Karataş’ı ve 6 yurtsever öğrenciyi gözaltına aldı. Operasyonun sebebinin üniversitede gerçekleştirilen Newroz kutlaması olduğu tahmin ediliyor.


HÖC’den tutuklama terörüne protesto!

Adana HÖC, 2 Mayıs günü İnönü Parkı’nda bir basın açıklaması gerçekleştirerek saldırıları protesto etti, tutuklananların serbest bırakılmasını istedi. Eylemde “Basın açıklamasına katılmak suç mu? Baskılar bizi yıldıramaz” pankartı açıldı.

Okunan metinde devletin yönelttiği saldırılar teşhir edilerek, 8 Mart eylemi bahane edilerek tutuklanan çalışanlarının serbest bırakılması istendi.


Adana Halkevi’nden basın toplantısı...

Adana Halkevi 4 Mayıs günü gerçekleştirdiği basın toplantısı ile, İstanbul ve Adana 1 Mayıs’ındaki polis saldırılarını protesto etti, tutuklanan öğrencilerin serbest bırakılmasını istedi. Ardından, tutuklanan öğrencilerin aileleri 1 Mayıs’ta polisin gerçekleştirdiği saldırıları protesto ettiler.


Adana’da tutuklamalar sürüyor!

Devrimci 8 Mart Platformu’nun gerçekleştirdiği 8 Mart eyleminin ardından 7 devrimci geçtiğimiz günlerde, “yasadışı örgüt propagandası” yaptıkları iddiası ile tutuklanarak cezaevine gönderilmişlerdi. Aynı gerekçe ile 5 Mayıs akşamı ÇHKM çalışanı Mehmet Pekinoğlu da işyerinden gözaltına alınarak TMŞ’ye götürüldü ve örgüt propagandası yaptığı gererçesiyle tutuklanarak Kürkçüler F Tipi Cezaevi’ne gönderildi.

Kızıl Bayrak /Adana